Fiilde, faile ilişen bir etki de yoktur, şeklindeki sözlere cevap

Soruyu soran kişinin: Öyleyse fiilde, faile ilişen bir etki de yoktur, şeklindeki sözlerine gelince:

Eğer bununla, övgü, yergi, ödül ve ceza gibi faile ilişen nitelikler üzerinde fiilin bir etkisinin olmadığı kast ediliyorsa, bunu ancak, Cehm ve onun görüşünü paylaşanlar gibi sebepleri inkâr edenler söyleyebilir. Yoksa selef uleması ve imamlar, yaratma ve emir bağlamında sebeplerin ve hükmün ispatı noktasında görüş birliği içindedirler.

Emir bağlamında fıkıhçıların şu değerlendirmesini örnek gösterebiliriz:

Mirası gerektiren sebepler üçtür:

Soy. Nikah ve kölelik bağı. Ama yeminleşme ve birinin aracılığıyla müslüman olma gibi şeylerin miras sebebi olması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife gibi bazı fıkıhçılara göre bu, miras alanın sebebidir. Malik ve Şafii gibi fıkıhçılar ise bunun mirasa sebep olamayacağını söylemişlerdir. Ahmed’den ise iki görüş de rivayet edilmiştir. Yine fıkıhçıların şu sözlerini de buna örnek gösterebiliriz:

Nisap miktarı kadar mala sahip olmak zekâtın farz olmasının sebebidir. Taammüden adam öldürmek ve haksız yere saldırıda bulunmak kısas hükmünün uygulanmasının sebebidir. Hırsızlık el kesmenin sebebidir....

Fıkıhçıların görüşü, sebebin müsebbeb üzerinde etkili olduğu yönündedir. Onlara göre sebep, salt bir işaretten ibaret değildir. Yalnızca bir grup kelâmcı sebebin salt bir işaret olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşlerini de Cehm’in düşüncelerine dayandırmışlardır. Bu kelâmcıların konuyla ilgili mutlak değerlendirmelerini bazı fıkıhçılar da benimsemişlerdir.

Bu değerlendirmeye katılan fıkıhçıların büyük çoğunluğu çelişki içindedir. Bu yüzden bazen selef kuşağının ve imamların görüşlerini savunurken, bazen de işaret ettiğimiz kelâmcıların görüşlerini savunmuşlardır.

Aynı yaklaşım hikmet için de geçerlidir. Şer’i hükümlerin bir hikmete dayandığı hususu selef ulemasının ve fıkıhçıların üzerinde ittifak ettikleri bir meseledir.

Yaratmanın temelinde hikmet bulunduğu hususu da öyle. Kur’an’da yaratma ve emir olgularının hikmete dayandığına ilişkin birçok ifade vardır. Kur’an, yüce Allah’ın varlıkları sebeplere dayalı olarak yarattığı sıkça ifade edilir. Cehme uyanların söylediği gibi, Allah varlıkları sebeplerin yanında yaratır, sebeplerle yaratmaz, şeklindeki değerlendirmeleri doğru değildir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti.” (Nahl, 65)

“Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik.” (Kaf, 9-11)

“Rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar, ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.” (A’raf, 57)

“Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür.” (Maide, 16)

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın.” (Tevbe, 14)

Bunun gibi daha birçok ayeti örnek gösterebiliriz.

Sebep anlamını ifade eden “lam” edatının yaratma ve emir bağlamında kullanılmasının örnekleri çoktur. Bu konuyla ilgili detaylı açıklamaları yeri geldikçe sunma imkânını bulmuştuk.

Yaratma ve emir bağlamında hikmeti, akli ve şer’i gerekçeyi olumsuzlayanların kanıtlarını ele almış ve bu kanıtların ve bu kanıtlara dayalı çıkarsamaların yanlış olduklarını ortaya koymuştuk. Mutezile ve Kaderiyenin konuya ilişkin kanıtlarının yanlışlığını ortaya koyduğumuz gibi.

Sebeplerin ve hikmetlerin varlığını kabul eden fıkıhçılar, şer’i hitap ve hükümleri iki kısma ayırırlar:

1 - Yükümlülük içeren hitap...

2 - Vaz etme ve haber verme nitelikli hitap.

Bir şeyin sebep, şart veya engel olarak konulması gibi. Sebepleri ve hikmetleri olumsuzlayanlar ise buna şöyle itiraz etmişlerdir:

Eğer bir şeyin sebep olmasıyla, hükmün var olduğu zamanda var olduğunu kast ediyorsanız, ortada başka bir hüküm yoktur. Eğer bununla başka bir anlam kast ediyorsanız, bu ise imkânsızdır.

Bunlara verilecek cevap şudur:

Bununla kastedilen, sebeplerin, hükme uygun nitelikleri kapsadıklarıdır. Hüküm de bunun için konulmuştur. Diğer bir ifadeyle hikmetin gerçekleşmesine yol açtığı için hüküm konulmuştur.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür.”(Ankebut, 45)

“Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister.” (Maide, 91)

Kulun kudretinin işlediği fiilleri üzerinde herhangi bir etkisi yoktur, diyenler de sebepleri olumsuzlayan Cehm’in izleyicileridir. Yoksa selef uleması, onlara tabi olan kuşaklar, ehl-i sünnet imamları, Mutezile’ye muhalefet eden ve kaderi olumlayan islâmi grupların geneli sebeplerin varlığını ve etkisini kabul ederler. Onlara göre, bir fiili işleyen kulun fiili üzerinde kulun kudretinin etkisi, diğer sebeplerin müsebbepleri üzerindeki etkisinden farksızdır.

Bunun yanında sebeplerin de müsebbeplerin de yaratıcısı yüce Allah’tır. Sebepler bağımsız olarak müsebbepleri meydana getirmezler kuşkusuz. Bilakis, bunlara yardım eden başka sebeplerin olması da kaçınılmazdır. Bunun yanında, sebeplerin etkinlik göstermesini engelleyen maniler de vardır. Yüce Allah bütün sebepleri yaratmadıkça ve bütün engelleyici manileri ortadan kaldırmadıkça müsebbep meydana gelemez.

Yüce Allah diğer mahlûkatı yarattığı gibi, bunların tümünü dilemesi ve kudretiyle yaratır. O halde kulun kudreti sebeplerden biridir. Kulun fiili de sadece kulun kudretiyle meydana gelmez. Bilakis, kudretle birlikte kesin iradenin olması da kaçınılmazdır.

Kudret derken, insan ile kaim olan güç kast ediliyorsa, bu durumda engellerin bertaraf edilmesi bir zorunluluktur. Kayıtları ve mahpusluğu izale etmek gibi. Düşman ve benzeri güçlerin yolu tıkamasını da önlemek gibi bir zorunluluk vardır.