Herkese yaratılışının gayesi olan davranışların kolaylaştırılması

Çünkü kul, Allah’ın hoşnut olduğu, sevdiği, emrettiği, yakınlaşılmasına vesile kıldığı şeyleri istediği gibi, Allah’ın öfkelendiği, hoşlanmadığı, kızdığı, yasakladığı ve kişinin azaba çarptırılmasına sebep saydığı şeyleri de ister. Her iki gruptaki davranışları da Allah onun için işlenebilir hale getirmiş, kolaylaştırmıştır.

Nitekim peygamber efendimiz bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Herkese, yaratılışının gayesi olan davranışlar kolaylaştırılmıştır. Mutluluk ehli olan kimselere, mutluluk ehli olanların amelleri kolaylaştırılır. Bedbahtlık ehli olan kimselere de bedbahtlık ehli olanların davranışları kolaylaştırılır.” (Buhari, Cenaiz, 82; Kader, 6; Müslim, Kader, 6-7-8; Tirmizi, Kader, 3; Ahmed, 4/67)

Yüce Allah da konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti diler ve bir mü’min olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldur. Hepsine, onlara da bunlara da rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsra, 18-20)

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor:

“İnsan var ya, rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde, rabbim bana ikram etti, der. O’nu imtihan edip rızkını daralttığında ise, rabbim beni önemsemedi, der. Hayır!” (Fecir, 15-17)

Burada yüce Allah, dünya hayatında bir kimseyi sınadığında, bunun, onu önemsemediği anlamına gelmeyeceğini açıklıyor. Bilakis, O, kullarını rahatlık ve zorlukla imtihan eder. Mü’min kimse bu imtihan esansında sabırlı ve haline şükreden biri olur ki, her ikisi de, yani hem rahatlık, hem de zorluk kendisi için hayır olur.

Nitekim peygamber efendimiz (s.a.v.) sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Allah mü’min hakkında hangi hükmü verirse, mutlaka bu hüküm onun hakkında hayır olur. Bu durum mü’min kimseden başkası için geçerli değildir. Şayet mü’min kimseye bir rahatlık isabet ederse, şükreder ve bu onun için hayır olur. Eğer başına bir zorluk gelirse, sabreder ve bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64, Ahmed, 4/332)

Münafık ise, pek sabırsız ve feryadı basan bir karektere sahiptir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. O’na imkân verildiğinde ise pinti kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Namazı kılanlar, ki onlar namazlarında devamlıdırlar; mallarında isteyene ve mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar. (...) cennetlerde ağırlanırlar..” (Mearic, 19-35)

Kula faydası olmayan, bilakis kendisine zararlı olan, Allah’a isyan etmek, varlık içinde şımarmak ve azmak gibi şeyler kolaylaştırıldığı gibi, Allah’a ibadet maksadıyla yönelmek, O’na itaat etmek ve salih amel işlemek de kolaylaştırılmıştır. Bu yüzden her namazda şöyle demesi emredilmiştir:

“Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz...” (Fatiha, 5)

Sahih bir hadiste peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah diyor ki:

Namazı kendimle kulum arasında ikiye böldüm. Bir kısmı benim, bir kısmı da kulumundur. Kuluma istedikleri verilecektir.

Kul: Hamd alemlerin rabbine mahsusutur, dediği zaman,

Allah şöyle der: Kulum bana hamd etti.

Kul: “Rahmandır, rahimdir”, dediği zaman,

Allah şöyle der: Kulum beni övdü.

Kul: Din gününün sahibidir, dediği zaman,

Allah: Kulum beni ululadı, der.

Kul: Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz, dediği zaman,

Allah: Bu ayet benimle kulumun arasındadır. Kuluma istediği verilir, der.

Kul: Bizi dosdoğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil, dediği zaman,

Allah: Bunlar kuluma aittir. Kuluma istediği verilir, der.” (Müslim, Salat, 38; Ebu Davud, Salat, 132; Tirmizi, Fatiha Tefsiri, 1; Nesai, İftitah, 23; İbni Mace, Edeb, 52; Muvatta, Nida, 39)

Selef alimlerinden biri şöyle demiştir:

Yüce Allah yüz ondört kitap indirdi. Bu kitapların ilmini dört tanesinde topladı:

Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’da... Sonra dördünü Kur’an’da topladı. Kur’an’ın ilmi mufassal surelerdedir. Mufassal surelerin ilmi de Fatiha’dadır. Fatiha’nın ilmi de “yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” ayetindedir.

Kul, bir amel işle, bu amel Allah’a yönelik itaat ve ibadet değilse, yani salih amel değilse, bu amel batıldır. Çünkü dünya lanetlenmiştir, onda bulunan şeyler de lanetlenmişlerdir. Ancak Allah için olan şeyler müstesnadır. Eğer insan dünyada işlediği amellerle liderlik ve mal elde etmek isterse, liderlik istemenin sonu firavunluk, mal biriktirmenin sonu da karunluktur.

Yüce Allah Kasas suresinde firavunun da karunun da kıssanını anlatmış ki, bu kıssalarda akıl sahibi kimseler için büyük ibretler vardır.

Bir işte Allah kuluna yardım etmezse, bu iş olmaz ve fayda sağlamaz. Allah ile olmayan bir şey de asla olmaz. Allah için olmayan bir şey de ne fayda verir, ne de devam eder. Bu yüzden kulun:

“yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz,” (Fatiha, 5) demesi emredilmiştir.

Kul için, takdir edilenle ilgili olarak iki durum söz konusudur.

- Biri kaderden önceki durum,

- Biri de kaderden sonraki durumdur.

Takdir edilenden önce kulun Allah’tan yardım istemesi, O’na güvenip dayanması ve O’na dua etmesi gerekir. O’nun fiilinin bir etkisi olmaksızın ön görülen şey takdir edilince, buna sabretmesi veya rıza göstermesi gerekir.

- Şayet takdir edilen şey kendi fiili aracılığıyla gerçekleşirse, o zaman bu, bir nimettir ve bundan dolayı Allah’a hamd etmesi gerekir.

- Şayet fiili sonucu takdir edilen şey günah nitelikli ise, o zaman da Allah’tan ba

ğışlanma dilemesi gerekir.

İnsan için, emredilen şeylerle ilgili olarak da iki durum söz konusudur.

- Biri fiilden öncedir. Emredileni yerine getirme hususunda kararlılık göstermek ve bunun için Allah’tan yardım istemek.

- Biri de fiilden sonraki durumdur. O da işlenen kusurlardan dolayı Allah’tan bağışlanma dilemek ve fiilin sonucunda ortaya çıkan ilâhî nimetlere karşılık Allah’a şükretmektir.

Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor:

“Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın vaadi haktır. Günahının bağışlanmasını iste.” (Mü’min, 55)

Burada yüce Allah, takdir edilen musibetlere karşı sabretmeyi ve işlenen günahtan dolayı da bağışlanma dilemeyi emretmektedir. Kuşkusuz her insanın bağışlanma dilemesi, kendi düzeyiyle ilgilidir. Çünkü ebrar denilen derecedeki insanların iyilikleri, mukarebbin düzeyindeki insanlar açısından kötülük konumundadırlar.

Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor:

“Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu, işlerin en değerlisidir.” (Al-i İmran, 186)

Yüce Allah bize Hz. Yusuf’un (a.s.) şu sözünü aktarır:

“Kim Allah’tan korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükafatını zayi etmez.” (Yusuf, 90)

Burada musibetlere karşı sabretmek ve günahlardan kaçınmak sûretiyle de takva göstermek zikrediliyor.

Nitekim peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

“Her hayırda sana faydalı olacak şeye içtenlikle sarıl ve Allah’tan yardım iste, kesinlikle acizlik gösterme. Eğer başına bir şey gelirse:

Eğer şunu yapsaydım, şöyle olurdu, deme. Bilakis: Bu Allah’ın kadiridir, Allah dilediğini yapar, de. Çünkü “eğer...” diye başlamak, şeytana özgü amellerin açılışıdır...” (Müslim, Kader, 34; İbnu Mace, Mukaddime, 79)

Burada peygamberimiz (s.a.v.) insanın başına bir musibet geldiği zaman kadere bakmasını ve geçenden dolayı hasret çekmemesini emretmektedir. Bilakis insanın şunu bilmesi gerekiyor ki, başına gelen şey kendi işlediği hatanın sonucu değildir. Çünkü işlediği her hatanın mutlaka başına bir musibet olarak gelmesi zorunlu değildir. O halde yapılacak şey, musibetler zamanında kadere bakmak, kusur işlendiği zaman da Allah’tan bağışlanma dilemektir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Yer yüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Allah bunu elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır.” (Hadid, 22-23)

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor:

“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür.” (Tegabun, 11)

Alkame ve başkaları bu ayetle ilgili olarak şöyle demişlerdir:

Burada kastedilen kimse, başına bir musibet geldiği zaman, bunun Allah’tan geldiğini bilen ve bu gelen şeye razı olup teslimiyet gösteren kişidir...

Yüce Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.