Allah'ın hikmetini bilme

Musa, İsa ve Üzeyir rabbimizden kaderin sırrını sormuşlar ve demişler ki: “Eğer itaat edilmeyi dileseydin, mutlaka itaat edilirdin. Buna rağmen hâlâ sana isyan edilmektedir, bunun sebebi nedir?”

Yüce Allah onlara:

“Bu benim sırrımdır, buyurmuştur.”

Bu meselede, nice akıllar şaşkına dönmüştür. Alemin ezeli olduğunu, alemin yaratıcısının bizzat gerektirici olduğunu, tıpkı illetin malülü gerektirmesi gibi kendisini gerektirdiğini, yaptıklarını örneksiz ve yoktan var etmesinin mümkün olmadığını söyleyenler sapmışlardır. Bu hastalık, ehl-i kitaptan ve peygamberlerin tabilerinden bazı kimselere de bulaşmıştır. Bunlar, mümkün olan şeyleri, mevcut olanlarla sınırlandırdılar. Böyle davranmalarının nedeni, ilâhî fiilleri illetlere dayandırmanın sağladığı güvenin verdiği rahatlıktır. Bir de sonradan olma olguların sonradan olma sebeplerinin olduğunu görmüş olmalarıdır.

Kaderiyeciler ilâhî fiilleri, tail, tecviz ve elverişle veya en elverişli olanı gözetme ile ilgili illetli (hastalıklı) illetleriyle gerekçelendirmeye kalktılar. Ama bu iki gruptan hiçbiri temel çizgiyi tutturamadı ve bu fırsatı bir daha da bulamadılar.

Bundan dolayı dualistler (ikilemciler) ve mecusiler iki temel varlığı savundular ve aydınlıkla karanlığın ezeli olduğunu ileri sürdüler. İspat ehlinden olan kelâmcıların büyük çoğunluğu ise- Allah hakkında kötü zan ve karmaşık anlayış sayılabilecek değerlendirmeler yapmış olsalar da- az da olsa bu anlayıştan uzak kaldılar. Çünkü meseleyi sırf meşiyete ve salt iradeye döndürdüler. Onlara göre, Allah’ın bütün caiz / olabilir varlıkları inşa etmesi ve bütün mümkün nitelikli varlıkları gerektirmesi aynı tarzda ve aynı şekilde olmuş ve bu varlıklar bizzat özellik ve ayrıcalık kazanmışlardır.

Şayet bu değerlendirmeleri yaparken -bildiğimiz veya bilmediğimiz- rahmetin ve de hikmetin payının da olduğunu söyleselerdi, bu çıkarsamaları kabule daha yakın olurdu.

Her halukarda, yüce Allah’ın fiili ile ilgili olarak kullanılan nedensellik lamı (lam-ı talil) birçok insanın kendi fiilleriyle ilgili “lam”dan anladığı şey kast edilmez. İlâhî fiiller bağlamında kullanılan nedensellik lamıyla, insanların çoğunun bildiğinin ötesinde bir anlam kast edilir. Diyorlar ki:

Bu, yüce Allah’ın velilerinin kalplerini aydınlattığı ve esfiyasının kalplerine attığı bir bilgidir. Bunlar, rivayet ehlinden gelen açıklamalar yoluyla belirginleşen zâhirî bilgilerin bâtınî boyutlarını kavrama hususunda basiret sahiplerinin yöntemlerine sarılan kimselerdirler...

Bu noktada akıl sahipleri

“Rahmetim gazabımı geçmiştir.” (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Tevbe, 14-16) sözünün,

“kötülüğün sorumluluğu sana ait değildir.” (Müslim, Salatu Musafirin, 201) sözünün ve de

“Her türlü iyilik senin elindedir.” (Al-i İmran, 26)

“Yarattıklarının şerrinden...” (Felak, 2)

“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şuara, 80)

“Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır mı diledi?” (Cin, 10) ayetlerinin sırrını anlarlar.

Buna benzeyen bir husus da şudur:

Kötülük kavramı kullanıldığı zaman ya faili hazf edilir veya sebeplere izafe edilir, yahut genel ifadenin içinde dile getirilir. Fakat tekil olarak, her şeyin yaratıcısı olan Allah’a izafe edilerek kullanılması hikmetli birinin sözlerine yakışmaz. Bu, salt ayırt etmek için değil, ama edebi gerektiren hakikat açısından gerekli bir yaklaşımdır....

Bu da birçok kimsenin amel olmaksızın cennete girmelerinin ve bazı kimselerin sırf cennet için yaratılmalarının sebebini açıklamaktadır. Cehenneme gelince, buraya ancak işlenen amellerden dolayı girilir. Buraya ancak dünya ehli girer. Böylece

“Başına gelen kötülük nefsindendir.” (Nisa, 79)

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şura, 30)

Bununla beraber kötülük de kaderin kapsamına girer. Hz. Ebu Bekir ve başka sahabeler şöyle demişlerdir:

Eğer doğru ise bu, Allah’tandır. Şayet hata ise, bu da benden ve şeytandan kaynaklanmıştır...

Bunun gibi, her bakanın haktan bazı kısımlar göreceği, doğrudan bir parçaya sahip olabileceği, hakkın bazı yönlerini algılayabileceği, dolayısıyla kitabın tümüne inanmasını sağlayacak nice sözler söylenmiştir. Bunu da ancak akıl sahipleri gerçekleştirebilirler. Bunların sayısı da o kadar az ki! Bu, külli takdire yönelik kısa bir değiniydi.