Şeriattan hasıl olan hikmet

Şeriattan hasıl olan hikmet üç kısma ayrılır:

Birincisi:

Şeriatta böyle bir husus yer almasa da fiilin maslahat ve mefsedet içermesi. Adaletin alemin maslahatını, zulmün de alemin ifsadını içerdiğinin bilinmesi gibi.

İşte bu tür nitelikler, iyi ve kötü kavramlarının karşılıklarıdır. Bunun kötülüğü, aklen de şeriat aracılığıyla da bilinir. Yoksa fiil için daha önce olmayan bir sıfat ispatlanmış değildir. Fakat böyle bir hüküm şeriatta yer almamışsa, böyle bir kötülüğün meydana gelmiş olması, failinin ahirette cezalandırılmasını gerektirmez. Aklın iyi ve kötü görme yetkisine sahip olması görüşünü savunan aşırı uçların içine düştükleri bir yanılgıdır bu. Çünkü onlar diyorlar ki:

Kendilerine resul gönderilmemiş olsa bile, kullar, işledikleri kötü amellerinden dolayı cezalandırılırlar. Bu ise nassa açık bir şekilde aykırı olan bir görüştür.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz.” (İsra, 15)

“Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın!” (Nisa, 165)

“Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerinin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.” (Kasas, 59)

“Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, korkutan bir peygamber gelmişti; fakat siz onu yalan saymış ve: Allah’ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! demiştik. Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık! diye ilave ederler.” (Mülk, 8-10)

Buhari ve Müslim’de peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Allah hiç kimsenin kendisine karşı mazeret ileri sürmesini sevmez. Bu yüzden müjdeleyici ve uyarıcı peygamberleri göndermiştir.” (Buhari, Tevhid, 20; Müslim, Lian, 17)

Yüce Allah’ın peygamber göndermedikçe azap etmeyeceğini gösteren çok sayıda nass vardır. Ve bu nasslar, aklın bazı şeyleri iyi ve kötü olarak nitelendirme yetkisine sahip olması mes’elesini savunanlar içinde, insanlar, kendilerine peygamber gönderilmeden de azaba uğrarlar, diyenleri reddetmektedirler.

İkincisi:

Kanun koyucu (şari’) bir şey emrettiği zaman, bu şey iyi olur. Bir şeyi yasakladığı zaman da, bu şey kötü olur. Kanun koyucunun hitabıyla birlikte fiil, iyi ve kötü niteliğini kazanır.

Üçüncüsü:

Yasa koyucunun, kulun, kendisine itaat mı edeceğini, yoksa isyan mı edeceğini sınamak için bazı şeyleri emretmesi. Bu bağlamda emredilen fiilden maksat, onun mutlaka yapılması değildir.

Nitekim yüce Allah, bu bağlamda İbahim’e (a.s.) oğlunu boğazlamasını emretmiştir:

“Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca...” (Saffat, 103)

İbrahim’in (s.a.v.) sınanmasıyla güdülen amaç gerçekleşiyor ve bunun üzerine yüce Allah, bir kurbanlıkla çocuğu kurban edilmekten kurtarıyor.

Buna biri alaca hastalığına yakalanmış, biri dilsiz, biri de kör olan üç adamla ilgili hadisi de örnek gösterebiliriz. Bunlara yüce Allah sadaka isteyen birini gönderir. Kör olan olumlu karşılık verince, melek şöyle der:

“Malın senin olsun. Siz sınandınız. Allah senden razı oldu, diğer iki arkadaşına ise gazap etti.” (Buhari, Enbiya, 51; Müslim, Zühd, 10)

Hikmetin menşei ise emrin kendisidir, emredilen şeyin kendisi değil.

Bunu ve bundan önceki konuyu Mutezile mezhebi anlayabilmiş değildir. Onlar, iyilik ve kötülüğün ancak, yasa koyucunun emri olmaksızın, bu niteliğe sahip olan şeyle ilgili olarak söz konusu olabileceğini sanmışlardır.

Eş’arîler ise, şeriatın tümünün sınama nitelikli olduğunu, fiillerin, ne şeriattan önce ne de şeriattan sonra herhangi bir sıfatlarının bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.

Hikmet ehli olanlar ve ümmetin büyük çoğunluğu ise, yukarıda işaret ettiğimiz üç kısmın varlığını ispat etmişlerdir ki, doğrusu da budur.