Tasavvufçuların görüşleri

Tasavvufçular ise, Allah’ın birini sevmesini (muhabbeti) olumlarlar. Hatta, tasavvufçular en çok bu anlayışlarıyla belirginleşirler. Çünkü tarikatlarının temeli irade ve sevgidir. İlk kuşak ve son kuşak tasavvufçuların sözlerinde Allah’ın sevgisini olumlamaya dair açıklamalar meşhurdur. Kuşkusuz kitap, sünnet ve selef ulemasının ittifakıyla da bu sabittir.

Kuşkusuz sevgi - muhabbet genel bir kavramdır. Bunun altına birçok tür girer. Çünkü her ibadet eden mabudunu sever. Örneğin müşrikler taptıkları düzmece ilahlarını severlerdi.

Nitekim yüce Allah onlarla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır.” (Bakara, 165)

Bu ayetle ilgili olarak iki ayrı görüş ileri sürülmüştür:

Birincisi:

Müşrikler taptıkları düzmece ilahları, mü’minlerin Allah’ı sevmeleri gibi severler.

İkincisi:

Müşrikler, ilahlarını , Allah’ı sevdikleri gibi severler. Çünkü yüce Allah:

“İman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha fazladır.” (Bakara, 165) buyuruyor. Dolayısıyla:

Müşrikler, muvahhidlerin Allah’a ibadet ettikleri gibi ilahlarına ibadet ederler, denemez. Bilakis, yine kendilerinin Allah’ı sevdikleri gibi düzmece ilahlarını da severler. Çünkü onlar düzmece ilahlarını Allah’a denk tutarlar.

Nitekim yüce Allah onların bu anlayışlarına şöyle işaret ediyor:

“Sonra inkâr edenler, başkalarını rablerine denk tutarlar.” (En’am, 1)

Bir diğer ayette de şöyle buyuruyor:

“Allah’a andolsu ki, sizi alemlerin rabbiyle bir tutarken biz apaçık bir sapıklık içindeymişiz.!” (Şuara, 97-98)

Birinci yorumu destekleyenlerden bazıları, ikinci görüşü savunanların ileri sürdekleri kanıta cevap olarak bazı müfessirlerin:

“İman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha fazladır.” cümlesini, mü’minlerin Allah’a olan sevgileri, müşriklerin ilahlarına yönelik sevgilerinden çok daha fazladır, şeklinde tefsir etmelerini göstermişler. Müfessirlerin bu yorumlarını kanıt olarak ileri sürenlere denilir ki:

Sizin aktardığınız bu yorum, sizin savunduğunuz görüşle çelişmektedir. Çünkü siz diyorsunuz ki:

Onlar, düzmece ilahlarını, mü’minlerin Allah’ı sevmeleri gibi severler. Bu ise, mü’minlerin Allahı, müşriklerin düzmece ilahlarını sevmelerinden daha çok sevmeleriyle çelişen bir durumdur....

Böylece bu görüşün zayıflığı ortaya çıkıyor. Demek ki, mü’minler Allahı, müşriklerin Allah’ı ve de düzmece ilahlarına sevmelerinden daha çok seviyorlar. Çünkü onlar sevgide de düzmece ilahlarına Allah’a ortak koşarlar. Mü’minler ise sevgiyi sırf Allah’a özgü kılarlar.

Öte yandan ayette “Allah’ı sever gibi..” ifadesinin orijinalinde mastar, cümle içinde mef’ul olan sevilene izafe edilmiş ve sevmenin faili de hazfedilmiştir. Bununla ya “Allah sevilir gibi”- bir fail belirlemeksizin- şeklinde bir anlam kast edilmiştir ki, bu durumda:

“İman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha fazladır.” cümlesinin anlamıyla çelişki bir husus ortaya çıkmış olur, ya da bizzat müşriklerin Allah’ı sevmeleri, şeklinde bir anlam kast edilmiştir. Dolayısıyla, başkalarının Allah’a olan sevgilerinin kast edilmiş olması caiz değildir. Çünkü ifadenin akışı içinde onların sevgilerinin aksine buna delalet edecek bir husus yoktur. Çünkü:

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk ilahlarına edinir de onları Allah’ı sever gibi severler.” ifadesinde buna delâlet ediliyor. Çünkü burada, benzetilen sevgi de onlara izâfe edilmiştir. Aynı şekilde benzeyen sevgi de onlara aittir. Ayetin akışının gösterdiği budur. Bu tıpkı şöyle demeye benzer:

Zeyd’i, Amr’ı sever gibi seviyor..

Veya Ali’yi Ebubekir’i sever gibi seviyor. Yahut ailesinden olmayan salih kimseleri, ailesinden olan salih kimseler gibi seviyor...

Yahut şöyle demeye benziyor:

Hakkı sever gibi batılı seviyor.. Kur’an dinlemeyi sever gibi ıslık dinlemeyi seviyor.... Bu gibi örneklerden, benzeyeni benzetilen gibi sevdiği şeklinde bir anlam anlaşılır. Bunu sevdiği gibi şunu da seviyor..

Yani, o, başkalarının şunu sevdikleri gibi, bunu seviyor, şeklinde bir anlam anlaşılmaz. Çünkü böyle ifadelerde, başkalarının sevgilerine delâlet eden hiçbir belirti yoktur.

Neticede şunu demek istiyoruz:

Sevgi, Allah’ın dışında ilah edinenlere yönelik olur.Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor:

“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı kimseyi gördün mü?” (Casiye, 23)

Hevasının istediği şeye ibadet eden kimse, kendi hevasını ilah edinmiş olur.

Böyle bir kimse, ilah edinilmeyi hakkeden birini ilah edinmiş değildir.

Bilakis, hevasının arzuladığı şeyi ilah edinmiştir.

Hevasını ilah edinen bu kimse, müşriklerin ilahlarına sevmelerine benzer bir şekilde hevasını sever.

Buzağıya tapanların ona yönelik sevgileri gibi. Bu, Allah ile beraber başka ilahları sevmektir, Allah için sevmek değildir. Bu şirk ehlinin sevgisidir.

Nefis, Allah’ı sevmeyi arzulayabilir. Aynı zamanda şirk nitelikli bir sevgiyi de barındırabilir. Hevasının arzuladığı şeyi sevmek gibi. Hevasının arzuladığı şeyi, Allah’a yönelik sevgisine ortak etmiş olur, böylece. Bazen heva insanın nefsini tamamen etkisi altına alabilir. Çünkü bir şeye yönelik sevgi insanın gözünü kör, kulağını da sağır eder.

İnsanın, Allah için yaptığını sandığı ameller de öyle. Bu ameller özleri itibariyle şirk oldukları halde, insan bunun farkında olmayabilir. Bu şirk insana gizli kalabilir. Böyleyken bu tür amelleri işlemeye devam eder. Ya liderlik sevgisi için, ya mal sevgisi için, ya da görüntü (imaj) sevgisi için...

Bazı adamlar Resulullah’a (s.a.v.) sormuşlar:

“Ya Resulallah! Bir adam cesur olduğu için, biri hamiyet duygusuyla, biri de gösteriş yapmak için savaşıyor; bunlardan hangisi Allah yolundadır? Buyurmuş ki: Allah’ın sözü en yüce olsun diye savaşan kimse Allah yolundadır.” (Müslim, el-İmare, 150; İbnu Mace, Cihad, 13)

İbadetle meşgul son kuşak tasavvufçuların büyük çoğunluğu muhabbetullah iddiasıyla hareket ettikleri halde, anlayış ve davranışlarını ilim, kitap ve sünnet terazisiyle tartıp ölçmedikleri için, zihniyetlerine bir tür şirk bulaşmış, hevalarına tabi olmak durumuna düşmüşlerdir. Oysa yüce Allah, sevgisini resule tabi olma şartına bağlamıştır:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 31)

Çünkü Allah’ı sevmeye davet eden Resulullahtır.

Allah’ın sevdiği hiçbir şey yoktur ki, resul insanları buna çağırmış olmasın.

Yine Resulün davet ettiği hiçbir şey de yoktur ki Allah bunu sevmesin.

Böylece rabbin sevdiği ile resulün davet ettiği birbirinden ayrılmaz şeyler olarak belirginleşmektedir.

Daha doğrusu, biri diğerinin aynısıdır, nitelikleri ayrı olsa da.