...O da nefsindendir. lafzının faydaları

O halde:

“... O da nefsindendir.” (Nisa, 79) ifadesinden şu sonuçları çıkarabiliriz:

Bu gerçeğin bilincine varan kul, hiçbir zaman nefsine güvenmez. Çünkü kötülük ancak ondan gelir. İnsanların kınamalarına ve yermelerine de aldırmaz. Aksine günahlarını gözden geçirir ve onları işlemiş olmaktan pişmanlık duyarak tevbe eder. Nefsinin şerrinden ve amellerinin kötülüğünden Allah’a sığınır. Allah’a itaat hususunda kendisinden yardım ve destek ister. Bunun neticesinde hayır elde eder ve şerri, kötülüğü savar. Bu nedenle duaların en faydalısı, en büyüğü, en hikmetlisi Fatiha suresinin içerdiği şu duadır:

“Bizi dosdoğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğramışların ve sapıkların değil.” (Fatiha, 6-7)

Yüce Allah, kulu bu dosdoğru yola iletince, kendisine ibadet etmesi, günahları terk etmesi için ona yardım eder. Dolayısıyla dünyada da ahirette de ona şer isabet etmez. Günah nefsin ayrılmaz bir tutumudur. Bu yüzden nefis her an bir yol göstericiye muhtaçtır. Yemek ve içmekten çok hidayete muhtaçtır. Bunun içine sayısız ihtiyaçları da girer. Hidayete her şeyden çok muhtaç olduğu için de her namazda Allah’tan hidayet dilemesi emredilmiştir. Kendi nefsinin ve duayı tekrar etmeleri emredilen diğer insanların ve cinlerin nefislerini ibret gözüyle irdeleyenler, nefsin dünya ve ahirette bedbaht olmasına neden olan cehaletini ve zulmünü gözlemleyenler bu duanın değerini bilirler.

Bunun neticesinde yüce Allah’

ın lütuf ve rahmetiyle bu duayı, kötülüğü engellemenin ve hayrı oluşturmanın en büyük sebeplerinden biri kıldığını müşahede ederler.

Bu meseleyi biraz daha açmak babında şunu söyleyebiliriz:

Yüce Allah Kur

’an’da hangi kıssayı anlatmışsa, bu, bizim ibret almamız içindir.

İbret almak da ancak ikincisini birincisiyle mukayese etmemizle mümkündür. Ayrıca birinci ve ikincinin mükteza ve hüküm hususunda ortak olmaları gerekir. Eğer insanların nefislerinde -Firavun ve ondan öncekiler gibi- peygamberleri yalanlayan kimselerde bulunan özelliklerin aynısı bulunmasaydı, hiçbir şekilde benzer özelliklerimiz bulunmayan kimselerden ibret almamıza gerek olmazdı. Ama mesele şu ayetlerde belirtildiği gibidir:

“Sana söylenen, senden önceki peygamberlere söylenmiş olanlardan başka bir şey değildir.” (Fussilet, 43)

“İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür veya delidir, dediler.” (Zariyat, 52)

“Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri nasıl da birbirine benzedi?” (Bakara, 118)

“Daha önce kâfir olmuş olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar.” (Tevbe, 30)

Bu yüzden peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden öncekilerin yollarını, geleneklerini tıpatıp izleyeceksiniz. Öyle ki onlar kelerin deliğine girmişlerse siz de gireceksiniz. Dediler ki: Ya Resulallah! Yahudi ve Hıristiyanların mı? Buyurdu ki: Kimin olacak?!” (Buhari, el-İ’tisam, 14; Müslim, İlim, 6)

Diğer bir hadiste de şöyle buyuruyor:

“Andolsun, sizden önceki milletlerin yerini karış karış, zira zira tutacaksınız. Dediler ki: Ya Resulallah! Farsların ve Rumların mı? Buyurdu ki: Kimin olacak?!” (Buhari, el-İ’tisam, 13; İbnu Mace, Fiten, 17)

Bu hadislerin ikisi de sahihtir.

Huneyn savaşında, müşriklerin -uğur getireceğine inandıkları için- üzerine silahlarını astıkları bir ağaçları vardı. Bazı insanlar dediler ki:

“Ya Resulallah! Onların ki gibi bize de bir askı (zatu envat) yap. Buyurdu ki:

“Allahu Ekber! Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Musa’nın (a.s.) kavminin ona söylediğinin aynısını söylediniz:

“Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap.” (A’raf, 38)

Bunlar evrensel sünnetler, her zaman geçerli olan geleneklerdir. Siz de sizden öncekilerin geleneklerini, yasalarını izleyeceksiniz.” (Ahmed, 5/218-340)