Öğüt ve hatırlatma

"O halde eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver. Korkan kimse öğüt alır. Bedbaht olan da ondan kaçınır. O kimse en büyük ateşe girer." (A'la,9-12)

Burada Yüce Allah kendisinden korkan kimsenin öğüt alacağını (tezekkür) haber vermektedir.

Tezekkür ise, O'na ibadet etmeyi gerektirir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"O ayetlerini size gösteren ve gökten size rızık indirendir. Ancak (Allah'a) yönelen öğüt alır." (Mü'min, 13)

"Allah'a yönelen her kulun, gönül gözünü açmak için ve ona ibret vermek için yaptık" (Kaf, 8)

İşte bundan dolayı Yüce Allah'ın:

"Korkan kimse öğüt alır" (A'la, 11) buyruğu hakkında müfessirler:

Allah'tan korkan kimseler, bu Kur'an'dan öğüt alacaktır açıklamasını getirmişlerdir. Yüce Allah'ın:

"Ancak (Allah'a) yönelen öğüt alır" (Mü'min, 13) buyruğu ile ilgili olarak da, ancak itaat yoluna dönenlerin öğüt alacağı şeklinde bir açıklama getirmişlerdir. Çünkü tam bir tezekkür (öğüt alıp hatırlama), tezekkür ettiği şeyden tam anlamıyla etkilenmeyi gerektirir. Çünkü sevilen bir şey hatırlanırsa o istenir, korkulan bir şey hatırlanırsa, ondan kaçılır. Yüce Allah'ın:

"Onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, onlar iman etmezler" (Bakara, 6) buyruğu da bu türdendir.

Nitekim Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin." (Yasin, 11)

İşte Yüce Allah:

"Onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, onlar iman etmezler" buyruğu ile, bunların dışında kalanlardan inzarı nefyetmiş bulunmaktadır. Bir yandan onlar için inzarı ispat ederken, bir diğer açıdan nefyetmiş bulunmaktadır. Çünkü:

İnzar: korkulacak bir şeyi bildirmektir.

İnzar, öğretmek ve korkutmak gibidir. Birisine bir şey öğretirsen, öğretme işlemi tamamlanmış demektir. Bir başkası ise, onu öğrendim dediği halde, onu öğrenmemiştir. Aynı şekilde bir kimseyi korkutsan, onun korkmasıyla korkutma işlemi tamamlanmış olur. Korkutulduğu halde korkmayan kimsenin korkutulması ise tamamlanmamıştır. Kendisine doğru yolu gösterip hidayet bulan kimsenin durumu da böyledir. Böyle bir kimsenin hidayeti tamamlanmış olur. Yüce Allah:

"Takva sahipleri için bir hidayettir'' (Bakara, 2),buyurur. Kendisine doğru yolu gösterdiğin halde o doğru yola gitmeyen kişinin durumu da Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirilen durum gibidir:

"Semud'a gelince, onlara yol gösterdik, fakat onlar körlüğü, hidayete üstün tuttular" (Fussilet,17)

Böyle bir kimsenin ise doğruya iletilmesi tamamlanmış olmaz. Nitekim: Onu kestim ve o da kesildi, onu, kestim fakat kesilmedi demek de buna benzemektedir.

Tam bir etkileyici etkisini de beraberinde getirir. Eğer etkisi ortaya çıkmayacak olursa, o tam bir etkileyici değildir. Bir fiil, bu etkiyi alabilecek bir yere rastlarsa tamamıyla gerçekleşir, değilse gerçekleşmez.

Sevilen şeyi bilmek, onu istemeyi doğurur. Sevilmeyeni bilmek de onu terketmeyi doğurur. Bu bakımdan böyle bir bilgiye "dâî" adı verilir. Yine:

Kudret ile birlikte dâî, makdurun varlığını gerektirir. Bu ise amaçlanan şeyi istemeyi gerektiren ve istenen şeyi bilmektir.

Bütün bu hususlar ise fıtratın sağlıklı olduğu ve bozucu etkenlerden esenlik içersinde bulunduğu hallerde meydana gelir. Eğer fıtratta bir bozukluk varsa, o zaman insan, lezzetli bir şeyin farkına varmaz, hatta ondan rahatsız bile olur. Aynı şekilde fıtratın bozukluğu dolayısıyla aslında rahatsız edici ve acı verici şeyden dolayı lezzet duyabilir.

Fesat ise hem ilmi, hem de ameli gücün bozukluğu demektir.

Nitekim bal, hastalıktan dolayı ağzında acılık bulunan bir kimseye acı gelir. Çünkü böyle bir kimsenin duyusu bozulmuştur. O kadar ki, tadına baktığı bir şeyin tam aksi olan tadı almaktadır. Çünkü onun mizacında bir acılık bulunmaktadır, işte içinde bozukluk olan kimsenin hali de böyledir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Hem bilir misiniz ki, o (mucize) gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar. Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi (mucize gördükten sonra da inanmazlar) ve bırakırız onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar" (En'am, 109-110)

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar (doğruluktan sapıp) eğrilince Allah da kalblerini eğritti." (Saff, 5)

".... ve kalblerimiz kılıflı demelerinden dolayı. Hayır (kalbleri kılıflı değil), fakat inkârlarından dolayı Allah o kalblerin üzerini mühürlemiştir." (Nisa, 155)

Bir başka ayette de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kalblerimiz perdelidir" dediler. Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lanetle mistir. Artık çok az inanırlar." (Bakara, 88)

Ayeti kerîmede geçen "Ğulf" kelimesi çoğul bir kelimedir. Böylece onlar, yaratılışlarında iman etmek için bir engelin bulunduğunu söylemek istemiş gibidirler. Yani kalblerinin üzerinde adeta yaratılıştan örtüler bulunduğu iddiasında bulunuyorlar. O bakımdan Yüce Allah:

"Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lanetlemiştir. " buyurmuş ve yine küfürleri sebebiyle kalblerine mühür vurmuştur.

"Artık pek azı hariç, onlar inanmazlar" (Nisa, 155)

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İçlerinden, gelip seni dinleyen vardır. Fakat yanından çıktıklarında kendilerine bilgi verilmiş olanlara, "az önce ne söyledi?" derler. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini mühürlemiştir de kendi heva ve heveslerinin ardına düşmüşlerdir" (Muhammed, 16)

Yine iman etmeyenler şöyle demişlerdir.

"Ey Şuayb! Söylediklerinin bir çoğunu anlamıyoruz." (Hud,91)

Yüce Allah bu gibi kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:

"Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi." (Enfal, 23)

Yani işittikleri şeyleri onlara kavratırdı. Onlar bu durumda oldukları halde kavratacak olsa bile:

"Onlar yine yüz çevirerek gerisin geri dönerlerdi." (Enfal, 23)

Çünkü onların fıtratları bozulmuştur, anlayamazlar. Anlayacak olsalar bile gereğince amel etmezler. Böylelikle onların, sağlıklı bir bilgi edinme gücü olmadığını, yine sağlıklı bir amelî güce sahip olamadıklarını ifade etmektedir. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır onlar hayvanlar gibidir. Hatta onlar yolca da sapıktır." (Furkan, 44)

Bir başka yerde şöyle buyurulmaktadır:

"Andolsun, cehennem içinde birçok cin ve insan yarattık ki, kalpleri var, fakat onlarla anlaşmazlar, gözleri var fakat onlarla görmezler, kulakları var fakat onlarla işitmez­ler, îşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktır. Ve işte onlar gafillerdir." (A'raf, 179)

"O inkâr edenler (i Hakka çağıran)ın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka birşey işitmeyen (işittiği sesin manasını anlamayan hayvanlarda haykıran kimselerin durumu gibidir. (Onlar) sağır, lal ve kördürler. Onun için düşünmezler." (Bakara, 171)

Münafıklar hakkında da,

"(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar (Hakka) dönmezler." (Bakara, 18) buyurmuştur.

Kimisi bunu şöyle açıklamaktadır. Onlar işitme, görme ve konuşma duyularından yararlanamadıkları için tümüyle dilsiz kimseler gibi değerlendirilmişlerdir. Ya da işitmekten, görmekten ve konuşmaktan yüz çevirdikleri için onlar sağır, kör ve dilsizler gibi olmuşlardır. Halbuki durum böyle değildir. Aksine bizzat onların kalbleri kör, sağır ve dilsiz kesilmiştir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

" Gerçek şu ki, asıl körlük gözlerinki değildir. Fakat asıl göğüslerdeki kalbler kör olur." (Hacc, 46)

Kalb hükümdar, azalar da askerleri durumundadır. Kalb düzelince vücudun diğer kısımları da düzelir, bozulunca diğer kısımları da bozulur. Böylece bir sesi ancak hayvanların işittiği gibi işitmek noktasına gelir. Yani o sesin anlamını kavrayamaz. Bazı şeyleri kısmen algılasa bile tam bir idrak sahibi olamaz. Çünkü tam idrak kalbte, sevilenin sevilmesi ve tiksinilen şeyden uzaklaşması şeklinde bir etkinin ortaya çıkmasını gerektirir. Ortaya böyle bir etki çıkmıyorsa, bunun tam anlamıyla gerçekleşeceği düşünülemez, o bakımdan onu yok kabul etmek mümkün olur. Çünkü tam olmayan bir şey, yokmuş gibi kabul edilir.

Nitekim Peygamber (s.a.v) namazını doğru dürüst kılmayan kimseye:

"Namazını bir daha kıl. Çünkü sen namaz kılmadın." buyurmuştur. (Buhârî, Eyman, 15; Tirmizî, Salat, 11; Nesaî, Tatbik, 15; Sehv, 67)

İşte bu gibi durumlarda imanın nefyedilmesi bu türden bir nefiydir.

Allah onları, adı anıldığında kalblerinin korkudan titremesi, ayetlerini dinlediklerinde imanlarının artması özellikleriyle nitelendirmiştir.

Dahhak, "ayetlerinin imanlarını arttırması" nı yakinlerini artırması şeklinde,

Rabî b. Enes haşyetlerini,

İbn Abbas da tasdiklerinin arttırması şeklinde açıklamıştır.

Yüce Allah bu iki temel hususu birkaç yerde söz konusu etmiştir. Nitekim şöyle buyurur:

"İman edenlerin kalblerinin Allah'ın zikrine ve haktan inene huşu duyma (yumuşama) zamanı gelmedi mi? Bunlar daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar." (Hadid, 16) (mükerrer)