Cehm'i destekleyenlerin iman ve İslâm görüşü

Cehm'in iman hakkındaki görüşlerini destekleyenlerden birisi olan Kadı Ebû Bekir şöyle demektedir:

Bize göre İslâm'ın ne olduğu sorulacak olursa şöyle deriz:

İslâm;bağlanmak, boyun eğmek ve teslimiyet göstermektir. Kulun, kendisini Rabbine bağlayan ve emrine teslimiyeti sağlayan her itaat, İslâm'dır.

İman ise; İslâm'ın hasletlerinden bir tanesidir. Eğer bize, İslâm'ın bu anlama geldiğini neye dayanarak söylediğimiz sorulursa, şöyle cevap veririz:

Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Bedevi araplar iman ettik dediler. Sen de ki: Siz iman etmediniz, fakat teslim olduk deyiniz." (Hucurât, 14)

Burada onların iman etmedikleri ifade edilirken, İslâm oldukları bildirilmektedir. İslâm olmaları ifade edilirken, onların emre itaat edip bağlandıkları ve teslimiyet gösterdikleri anlatılmak istenmiştir. Yüce Allah'ın:

"Size karşı teslimiyet gösterenler..." (Nisa, 90) buyruğu da bunu ifade etmektedir.

Herhangi bir şeye teslimiyet gösteren herkes İslâm olmuş demektir. Bununla birlikte İslâm olmak, en çok, Allah'a ve peygamberine teslim olan kimse hakkında kullanılır.

Ben derim ki:

Onların söz konusu ettikleri bu husus, yanlışlığının, kitap ve sünnete aykırı olmasının yanısıra, aynı zamanda çelişkidir. Çünkü onlar imanı İslâm'ın hasletlerinden bir haslet olarak kabul etmişlerdir. Bütün itaatler İslâm'dır. Fakat bunlarda söz konusu olan iman sadece tasdiktir.

Mürcie her ne kadar imanın İslâm'ı da içerdiğini söylüyorsa da, aynı zamanda, imanın kalbin ve dilin tasdik etmesi olduğunu da söylerler.

Cehmiye ise, imanı, kalbin tasdikinden ibaret kabul eder. O bakımdan kelime-i şehadet, namaz, zekât ve diğer ameller imandan olmaz.

Halbuki Allah'ın Rasûlünün açıkladığı şekilde; İslâm'ın da iman kapsamına girdiğine ilişkin açıklamalarına daha önce işaret etmiştik.

- Kişinin müslüman olmadıkça mü'min olması mümkün değildir.

- Nitekim iman, aynı zamanda ihsanın da kapsamına girmektedir.

- Kişi mü'min olmadıkça ihsan sahibi olamaz.

Onların bu konudaki çelişkilerine gelince:

Onlar, imanın İslâm'ın hasletlerinden birisi olduğunu söylediklerinde, imana gelen bir kimsenin İslâm'ın hasletlerinden birisini yerine getirdiğini, bütününün yerine getirilmesi gereken İslâm'ı yerine getirmediklerini ifade ederler.

Dolayısıyla böyle bir kimse bütünüyle İslâm'ı yerine getirmedikçe müslüman olamaz.

Aynı şekilde bütünüyle imana sahip olmayan kimsenin, onlara göre, mü'min olamayacağı gibi. Yoksa onlara göre imanın bir kısmını yerine getiren mü'min değildir. Onda imandan bir şey de bulunmaz, iman hakkında bunu söyledikleri gibi, İslâm hakkında da bunu böylece söylemeleri gerekir. Halbuki onlar:

Her iman İslâm'dır, fakat her İslâm iman değildir, derler. Eğer bundan amaçları her imanın Yüce Allah'ın yerine getirilmesini emrettiği İslâm'ın kendisi olduğunu belirtmekse, bu onların, imanın İslâm'ın bir hasleti olduğu şeklindeki görüşleriyle çelişir. Çünkü İslâm'ın bir kısmını iman kabul ederlerken, İslâm'ı iman kabul etmemektedirler.

Eğer, her iman İslâm'dır, yani Yüce Allah'a bir itaattir ve İslâm'ın yerine getirilmesi gereken bir parçasıdır demek istiyorlarsa, -ki maksatları da budur- onlara şöyle denilir:

Buna göre İslâm, itaatlerin sayısıncadır. Kelime-i şehadet tek başına İslâm, namaz tek başına İslâm, zekât tek başına İslâm olur. Hatta fakire verilen her bir dirhem, bir İslâm olur. Her secde bir İslâm, oruç tuttuğumuz her gün İslâm olur.

Diğer taraftan müslüman, ancak, İslâm adını verdikleri şeylerin yapılmasıyla müslüman olabileceğine göre, fâsıkların da mü'min olmakla birlikte müslüman olmamaları gerekir. Böylece onlara şöyle diyebiliriz:

Sizler, size göre imanı kâmil olan mü'minleri müslüman kabul etmediniz. Bu iddia ise Kerramiye'nin görüşlerinden daha kötüdür.

Diğer taraftan kıble ehli olan fâsıkların da müslüman olmamaları gerekir. Bu da Haricîlerin, Mutezile'nin ve başkalarının görüşlerinden daha kötüdür. Hatta nafile ibadetleri terkeden kimse bile müslüman olmaz. Çünkü nafileler de Yüce Allah'a bir itaattir. Tabi eğer sizler farz ve nafile her itaati İslâm olarak kabul edip değerlendiriyorsanız.

Diğer taraftan bu, sizin Yüce Allah'ın bedevi araplar hakkında söylediklerini naklettiği ve delil olarak gösterdiğiniz şu buyruktan farklıdır:

"Sizler iman etmediniz, fakat teslim olduk deyiniz..." (Hucurât, 14)

Burada Yüce Allah onların hakkında imanı değil, İslâm'ı tesbit etmiştir. Aynı şekilde sizler eğer fâsıkları İslâm adının dışına çıkartıyorsanız, bu onları iman isminin dışına çıkartmaktan daha büyük bir suçtur ve bu durumda sizler Mûtezile'yi suçladığınız şeyden daha büyük bir kusur işlemiş olursunuz. Çünkü Kitap ve Sünnet bunlar hakkında imanı reddederken, bu reddediş İslâm adını reddedişten daha büyüktür. Kitap ve Sünnet'te iman adı daha büyüktür.

Eğer sizler: hayır, aksine her itaat yapan kimseye "müslüman" adı verilir diyorsanız, herhangi bir itaati yapıp da kelime-i şehadeti söylemeyen bir kişinin de müslüman olması gerekir.

Kalbiyle tasdik edip diliyle bunu söylemeyen bir kimsenin de size göre müslüman olması gerekir.

Çünkü size göre iman, İslâm'dır, imanı yerine getiren bir kimse, İslâm'ı da yerine getirmiş olur. Bu yüzden, size göre kelime-i şehadeti söyleyen, fakat hiçbir amel işlemeyen bir kimse müslüman olur.

Ayrıca sizin Yüce Allah'ın:

"Bedevi araplar iman ettik dediler. De ki: Sizler iman etmediniz fakat teslim olduk deyiniz" (Hucurât, 14) buyruğunu delil göstererek, burada Yüce Allah'ın onlar hakkında imanı nefyetti ve islâm olduklarını bildirdiğini söylüyorsunuz. Bu iddianızda şöyle denilir:

Bu ayet-i kerîme, sizin aleyhinize bir delildir. Çünkü şanı Yüce Allah, imanı reddetmekle birlikte, onlar hakkında İslâm'ı tesbit etmesi, imanın İslâm'dan bir cüz olmadığının delilidir. Çünkü iman, İslâm'ın bir kısmı olsaydı, onlar bunu yerine getirmedikleri takdirde müslüman olamazlardı. Eğer sizlerin:

"Biz onlar hakkında İslâm'ı kabul ettik" sözünüzle "herhangi bir İslâm'ı kabul" ettiğinizi belirtmek istiyorsanız ve size göre İslâm'dan olan her itaatin bir İslâm olduğunu söylemek istiyorsanız, daha önce belirttiğimiz hususu da kabul etmeniz gerekir. Yani bir gün oruç tutmanın, bir dirhem sadaka vermenin ve buna benzer şeylerin İslâm olduğunu da kabul etmelisiniz.

Halbuki onlar şöyle demektedirler:

Her mü'min müslümandır, fakat her müslüman mü'min değildir. Bu sözlerini mutlak olarak söylerler.

Konuyu açacak olursak, bizim ifade ettiğimiz hususlar ortaya çıkar:

İman, İslâm'ın ve dinin hasletlerinden bir haslettir, fakat İslâm'ın ve dinin tümü değildir.

İslâm, verilen emre uygun olarak yerine getirilen her itaati yapmak suretiyle Allah'a teslim olmaktır,

İman ise İslâm'ın en büyük hasletlerinden biridir,

İslâm ismi, kulun Allah'a bağlanıp boyun eğdiği her itaattir. Bu iman, tasdik ve nafile olan her şeydir.

Ancak daha önce iman emrini yerine getirmedikçe imanın dışında kalan herhangi bir itaat ile Allah'a yakınlaşmak söz konusu olamaz. Ayrıca onlar, dinin, din tutmaktan alındığını söylerler. Bu da anlam bakımından İslâm'a yakındır.

Onlara şöyle denilir:

Sizin iddianız buysa, her mü'min bir müslümandır, fakat her müslüman bir mü'min değildir sözünüzle bunlar arasında çelişki vardır.

Çünkü müslüman Allah'a itaat eden kimse demektir, imanla birlikte olmadıkça da hiçbir kimsenin itaati sahih değildir.

Buna göre bir kimse, en basit bir itaati bile yerine getirecek olursa, İslâm'dan herhangi bir şeyi yerine getirmesi ancak mü'min olması halinde söz konusu olabilir. Dolayısıyla her müslümanın mü'min olması gerekir, İslâm'la ister bütün itaatlerin, isterse bunlardan birisinin yerine getirilmesi kastedilsin bu böyledir.

Bütün bunların sahih olması, ancak iman ile birlikte olur. O takdirde ayet, sizin lehinize değil, aleyhinize delil olur.

Sizin, "Her mü'min bir müslümandır" sözünüze gelelim. Eğer iman ile kasdettiğiniz şey, sadece kalbin tasdiki ise, kişi kelime-i şehadeti söylemese ve kendisine emredilen amellerden herhangi bir şeyi yerine getirmese bile, müslüman sayılmalıdır.

Bu ise İslâm dininde batıl olduğu apaçık bilinen şeylerdendir. Hatta genel olarak yahudiler ve hıristiyanlar bile bir kişinin müslüman olabilmesi için kelime-i şehadeti söylemesi, ya da bunların yerini tutan bir davranış ortaya koyması gerektiğini bilirler.

Sizin "her mü'min müslümandır" şeklindeki sözlerinizle kastedilen kelime-i şehadeti, ya da beş ilkeden herhangi birini yerine getiren değil, itaat olan herhangi bir şeyi yerine getiren kimsedir. Bu şekilde söz konusu edilen itaat bâtınî bir itaattir.

Ancak, Kitap ve Sünnet'te bilinen, hatta ilk imamlar veya sonraki dönemlerde gelen imamlar tarafından bilinen İslâm ve müslüman bu değildir.

Diğer taraftan sizler ayet-i kerîmeyi delil gösterdiniz. Bedevi araplar görünür bir İslâm'ı ortaya koymuşlardı. Ve onlar bu İslâm'ı ortaya koyuşlarında kelime-i şehadeti de dilleriyle söylemişlerdir. Bu söyleyişleri ister samimi ve doğru olsun, ister yalan olsun. Bu halleriyle Allah, onlar hakkında imanı değil, İslâm'ı tesbit etmiştir. Böylelikle işin hakikatini bilmeyen bir kimse, bunun Kitap ve Sünnet'in gösterdiği esaslar dahilinde selefin görüşü olduğunu zanneder.

Yani her mü'min müslümandır, fakat her müslüman mü'min değildir,sözünü onlara isnat eder. Ancak bunlar arasındaki fark, selefin görüşleri ile Mûtezile'nin iman ve İslâm hakkındaki görüşleri arasındaki farktan daha büyüktür. Çünkü Mûtezile'nin iman ve İslâm hakkındaki görüşleri Cehmiye'nin görüşlerine göre onlarınkine çok daha fazla yakındır. Fakat Mûtezile'nin kıble ehlini sonsuza kadar cehennemde kabul etmek, Cehmiye'nin sözlerinin selefin sözlerine olan uzaklığından daha uzaktır.

İman meselesinde Cehm'in görüşünü destekleyen müteahhirler, bu konuda, istisna meselesinde ve Kur'an-ı Kerîm'in ve benzeri nasların nefyettiği kalpte imanın nefyedilmesi hususunda selefin sözlerini ortaya koyar gibi görünürler. Bütün bu konularda söyledikleri, mücerret anlamda sözde selefin sözlerine uygun olmakla birlikte, aslında selefin görüşlerinden son derece farklı ve uzaktır. Bu konudaki görüşler arasında onlarınkinden daha uzak görüş yoktur. İman ve İslâm ismi hakkında Mûtezile'nin, Haricîler'in ve Kerramiye'nin görüşleri Cehmiye'nin görüşüne göre selefinkilere daha yakındır. Fakat Mutezile ve Haricîler asilerin sonsuza kadar cehennemde kalacaklarını söylerler.

Bu ise selefin bu konudaki görüşlerinden, diğer bütün görüşlere göre, daha da uzaktır. Onlar isim konusunda yakın olmakla birlikte, hüküm konusunda seleften uzaktırlar. Cehmiyye'nin söyledikleri arasında, fâsıklar cehennemde sonsuza kadar kalmayacağı iddiası, hüküm bakımından selefin görüşlerine daha yakın olmakla birlikte, onların iman ve İslâm'ın ad olarak verildiği kimselerle, bunların hakikati konusundaki açıklamaları Kitap ve Sünnet'ten hareketle söylenen her görüşten alabildiğine uzaktır. Ayrıca böyle bir iddia akla da, şeriate de, dile de aykırıdır. Onlardan başka bu konuda bu kadar aykırı düşen de olmamıştır.