İslâm beş esastan mı ibarettir?

Hakkında soru sorulan hususlardan birisi de şudur:

Eğer Yüce Allah'ın farz kıldığı zahiri ameller beşten daha fazla ise, niçin İslâm bu beş esastır demiştir?

Bazı kimseler bunları İslâm'ın en açık, belirgin ve büyük şiarları olduğunu belirterek cevap vermişlerdir. Kulun, bunları yerine getirmekle İslâm'ı tamam olur, onları terketmekle de İslâm'a bağlılığının çözüldüğü hissini verir.

Meselenin tahkiki ise şudur:

Peygamber (s.a.v) kulun rabbine mutlak olarak teslimiyeti olan dini söz konusu etmiştir ki, bunda muayyen olarak herkesin ihlaslı bir ibadeti Allah'a halis kılarak, O'na ibadet etmesi gerekir. Bu ise bu beş esastır.

Bunun dışındakiler ise, birtakım sebeplerle bazı maslahatlar için farz olur. Bunların farziyeti bütün insanları kapsamına almaz.

Hatta kimi zaman cihad iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak gibi farz-ı kifaye de olur, buna bağlı olarak emirlik, hüküm vermek, fetva vermek, Kur'an okutmak, hadis öğretmek ve benzeri diğer hususlar da bunlara tabidir.

Ya da bu, insanlara ait olan bir hak sebebiyle farz olur ve bu farz sadece lehine veya aleyhine vacib olan kişiye has olur. Bunun düşünülmesi ile düştüğü de olur. Üzerinde hak olan kimsenin ibra edilmesi, yahut maslahatın gerçekleşmesiyle, maslahatın veya ibranın meydana gelmesiyle bu hakkın düştüğü de olur. Borçların ödenmesi gasbedilen şeylerin, ariyetlerin, vediaların geri verilmesi, kan, mal ve namus konularındaki haksızlıkların cezalandırılması insanlara ait haklardır. Bunlardan ibra edildiklerinde, bu haklar düşer. Ayrıca bunlar herkese değil, bazı şahıslar üzerine vacibtir ve her durumda da bunların vücubu söz konusu değildir.

Allah'a karşı, gücü yeten her kula katıksız bir ibadet olarak bunların vücublarından söz edilemez. Bu bakımdan müslümanlar, yahudiler ve hıristiyanlar bunlarda ortaktırlar.

Fakat beş esasın durumu böyle değildir. Bu beş esas müslümanların özellikleri arasında yer alır.

Fakat akrabalık bağını gözetmek, zevcenin, çocukların, komşuların, ortakların, fakirlerin haklarına riayetin vücubu, şahitlik, fetva, yargı, emirlik (yöneticilik) iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ve cihad gibi bütün hususlar birtakım insanlar hakkında arızî bazı sebepler dolayısıyla vacib olur. Bu ise birtakım menfaatleri gerçekleştirmek ve birtakım zararları kaldırmak için arız olur. Eğer bunlar insanın fiili olmaksızın meydana gelecek olursa, farz olmaları da söz konusu değildir. Ortak olan herhangi bir şey ise kifaye yoluyla farz olur.

Özel olan ise, Amr üzerinde değil de sadece Zeyd üzerine farz olur. Muayyen bir işin farz oluşunda, herkese farz oluşunda beş esasın dışında hiç birisinde insanlar arasında ortaklık yoktur. Zeyd'in hanımı ve akrabaları, Amr'ın hanımı ve akrabaları değildir. Dolayısıyla bunun üzerindeki farzın benzeri öteki üzerinde yoktur.

Halbuki Ramazan ayı orucu, Beytullah'ın haccedilmesi, beş vakit namaz ve zekât böyle değildir. Zekât, her ne kadar malî bir hak ise de, Allah için yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Bu zekâtın harcama yerleri (ilgili ayette belirtilen) sekiz sınıftır. Bundan dolayı zekâtta niyet farz olur. Başkasının, onun izni olmadan, yerine getirmesi caiz değildir. Kâfirlerden de zekât vermeleri istenmez. Kul haklarında ise niyet farkı yoktur. Başkası onun yerine eda edecek olursa onun izni olmasa bile onun zimmeti ibra olur. Kâfirlerden bu hakları yerine getirmeleri istenir. Keffaretler gibi.

Yüce Allah için hak olarak vacib olan şeylerse, kulun sebep olması dolayısıyla vacib olurlar. Ayrıca bunlarda ceza olma yönü de vardır.

Allah için farz olanlar üç türlüdür:

1 - Namaz gibi ibadet,

2 - Hadler,

3 - Keffaret ve bunları andıran safi cezalar, hacdaki keffaretler, nezir (adak) yoluyla vacib olanlar da böyledir. Bütün bunlar kulun yaptığı bir fiil sebebiyle vacib olurlar ve bunlar ödenmesi gereken bir haktır.

Zekât ise, Allah için kişinin malında bir hak olarak farzdır. Bundan dolayı malda zekâtın dışında bir hak yoktur denilir. Yani mal sebebiyle zekât dışında ödenmesi farz olan bir hak yoktur. Yoksa o malda mal dışında kalan sebepler dolayısıyla birtakım farzlar vardır. Yakın akrabaya, zevceye, köle ve sahip olduğu hayvanlara gerekli nafakayı vermek, akilenin yüklenmesi, borçların ödenmesi, musibetler zamanında bağışta bulunması, aç olana yedirmesi, çıplak olanı giydirmesi ve buna benzer diğer mali farzlar, kifâye yoluyla farzdır. Fakat bütün bunlar arız olan bir sebep dolayısıyla farz olurlar ve bunların vücubu için malın varlığı şarttır. Tıpkı hacda istitaa (yol bulabilmek) in şart olması gibi. Kişinin kendisi, vücubun sebebi, istitaa ise, vücubun şartıdır. Zekâtta mal ise sabeptir, vücub da onunla birlikte söz konusudur. Eğer bulunduğu yörede zekât verecek kimse yoksa, bir başka yöredeki kimseye verir. Zekât, Allah için vacib olan bir haktır. İşte bundan dolayı birtakım fakihler şöyle demiştir:

Zekâtta teklif şarttır. Küçüğe ve deliye farz değildir.

Genel olarak ashab-ı kiram, Malik, Şafiî, Ahmed gibi cumhur ise, küçüğün ve delinin malında da zekâtın farz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü küçük ve delinin malı, diğer kimselerin malı gibidir. Bu konuda velileri onların yerini tutar. Bedenî hallerde ise durum böyle değildir. Çünkü bedenleri, akıllarının olması halinde, tasarrufta bulunur. Bunların akılları ise eksiktir. Bu onların sahip oldukları arazilerdeki öşrün farz olmasına benzer. Bununla birlikte öşrü zekâttaki hak sahibi olan sekiz grup insan hak eder. Küçükle delinin mallarında keffaretin ödenmesinin farz oluşu da böyledir. Namaz ve oruç ise aklın bunların farziyetinden yana acze düşmesi sebebiyle kalkar, özellikle buna küçükte olduğu gibi, bedenî acizlik de eklenirse. Malda ise bu husus söz konusu değildir. Veli o bakımdan anlama konusunda onların yerini tutar. Nitekim malda yerine getirilmesi gereken bütün hususlar da onların yerine geçer. Bedenlerinde ise herhangi bir şeyin farziyeti söz konusu değildir