Mürcie'nin Diğer Hataları

Mürcie'nin ikinci tür hatası -Mürcie'nin Cehmiyye kolu konusunda geçen açıklamalardan da anlaşıldığı üzere- kalbte iman adına kalbî ameller söz konusu olmaksızın sadece tasdikin bulunacağını zannetmeleridir.

Üçüncüsü ise, onların kalbte bulunan imanın hiçbir amel söz konusu olmaksızın tam olacağını zannetmeleridir.

O bakımdan onlar amelleri imanın bir meyvesi ve bir gereği olarak değerlendirir ve bunu müsebbib ile birlikte sebep seviyesinde kabul ederler. Yoksa onun için gerekli bir unsur olarak değerlendirmezler. Bu konudaki tahkik sonucu ise şudur:

Kalbin eksiksiz imanı, imana uygun zahirî ameli de gerektirir ve bu kaçınılmazdır. Zahiren bir amel olmaksızın, kalbte tam bir imanın bulunması mümkün değildir. Bu bakımdan Mürcie, bedenle kalb arasındaki ilişkiyi tam anlamıyla ortaya koyamadığından meydana gelmesi imkansız birtakım meseleleri teorik olarak düşünmeye koyuldular. Mesela şöyle derler:

Bir adam kalbinde, Ebû Bekir ve Ömer'in kalbindeki iman gibi bir iman taşıdığı halde, Allah için tek bir secde bile yapmaz, Ramazan orucunu tutmaz, annesi ve kızkardeşiyle zina eder, Ramazan gününde şarap içerse ve bu imanı tam eksiksiz bir mü'mindir derler. Diğer mü'minler ise böyle bir şeye son derece tepki gösterir ve reddederler.

Ahmed b. Hanbel der ki:

Bize Halef b. Hayyan anlattı, bize Makil b .Ubeydullah el-Absi anlattı ve dedi ki:

Salim el-Aftas bize irca görüşünü getirip geldi. Aralarında Meymun b. Mehran ve Abdülkerîm b. Malik'in de bulunduğu arkadaşlarımız ise ondan alabildiğine nefret edip uzaklaştılar. Hatta Abdülkerîm, mescid dışında kendisiyle asla bir çatı altında bulunmayacağı konusunda Allah'a söz verdi.

Makil der ki: Ben hacca gittim, arkadaşlarımdan bir grup ile birlikte Ata b. Ebi Rebah'ın yanına vardım. O esnada:

"Nihayet o peygamberler ümitlerini kesip de kendilerinin yalanlanacaklarını zannettikleri sırada..." (Yusuf, 110)

ayetini okuyordu. Ben ona:

Bizim bir ihtiyacımız var, sizinle yalnız konuşabilir miyiz dedim. O da bunu yaptı. Bu sefer ona bizim karşılaşacağımız (ve geride bıraktığımız) bazı kimselerin yeni konular ortaya atıp bunlara dair söz söyleyerek namaz ve zekâtın dinden olmadıklarını ileri sürdüklerini bildirdi. Bana şöyle dedi:

Peki Yüce Allah:

"Halbuki onlara ancak Allah'a ibadet etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları, zekâtı vermeleri emrolunmuştu. İşte dosdoğru din budur." (Beyyine, 5) buyurmuyor mu? Buna göre namaz da, zekât da dindendir.

Makil dedi ki: Ben ona şöyle dedim:

Bunlar imanda artış söz konusu değildir, derler. Bu sefer Ata şöyle dedi:

Şanı Yüce Allah:

"İmanlarıyla birlikte katmerli olarak imanlarının arttırılması için..." (Feth,4) buyruğunu indirmemiş midir? işte iman budur.

Bu sefer ben:

Onlar bu kanaatleri sana nisbet ediyorlar dedim ve bana ulaştığına göre İbn Zerr bir grup arkadaşıyla birlikte senin huzuruna girmiş ve bu konudaki kanaatlerini sana arzetmiş ve sen de bunu kabul ederek böyle söylemişsin. Bu sefer iki yahut üç defa:

"Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah adına yemin ederim ki hayır" dedikten sonra şunları söyledi:

"Ben Medine'ye geldim. Nafi'in yanında oturdum ve ey Allah'ın kulu dedim. Benim senin tarafından görülecek bir ihtiyacım var. Bana gizli mi, yoksa açık mı diye sordu. Ben:

Hayır gizli dedim. Bu sefer bana:

Pek çok gizli şeyde hayır yoktur dedi. Ben:

Hayır bu türden değil, dedim. İkindi namazını kıldıktan sonra kalktı ve elbisemden beni tuttu, daha sonra da kıssacının kıssa anlatmasını beklemeksizin küçük kapıdan çıktı ve bana:

İhtiyacın neymiş? diye sordu. Ben:

Bu adamı da uzaklaştır, başbaşa kalalım, dedim. Bu sefer ona:

Kenara çekil! dedi. Ben de ona sözünü ettiğim kimselerin söylediklerini sundum.

Şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:

"Ben (insanların) boyunlarını Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur deyinceye kadar vurmakla emrolundum. Eğer Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur diyecek olurlarsa kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Onun hakkıyla olması müstesna hesaplarını görmek de Allah'a aittir."

Bu sefer ona şöyle dedim:

Bu gibi kimseler derler ki:

Biz namazın farz olduğunu kabul ediyor fakat kılmıyoruz. Şarabın haram olduğunu kabul ediyor, fakat içiyoruz. Annelerle evlenmenin haram olduğunu kabul ediyor, fakat evleniyoruz diyorlar. Elini hızlıca elimden çekti ve:

Kim bunu yaparsa o kâfirdir, dedi.

Makil dedi ki:

Zühri ile karşılaştım ve ona bu gibi kimselerin söylediklerini bildirdim. Şöyle dedi:

Allah Allah! insanlar bu gibi anlaşmazlıkları da tartışmaya koyuldular öyle mi? Halbuki Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Zina eden, ettiğinde mü'min olarak zina etmez. Şarap içen, onu mü'min olarak içmez."

Yine Makil der ki:

Hakem b. Utbe ile karşılaştım. Onâ:

Abdülkerîm ile Meymun'un haber aldığına göre senin huzuruna Mürcie'ye mensup bir grup girmiş ve sana kanaatlerini belirtmiş, sen de onların söylediklerini kabul etmişsin? Şöyle dedi:

Peki Meymun ve Abdülkerîm de bunu kabul ettiler mi? Hasta olduğum sırada yanıma oniki kişi geldi ve şöyle dediler:

Muhammed'in babası! Sana Rasûlullah (s.a.v)'ın huzuruna bir adamın siyahî veya Habeşli bir cariye ile ulaştığı, adamın ey Allah'ın Rasulü! Benim mü'min bir köle azad etmek borcum var. Acaba sana göre bu cariye mü'min midir?

Bu sefer Rasûlullah (s.a.v) o cariyeye:

"Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına şahitlik eder misin?" diye sormuş, cariye evet deyince Rasûlullah (s.a):

"Muhammed'in de Allah'ın resulü olduğuna şahitlik eder misin?" diye sorunca yine, evet, demiş bu sefer Hz. Peygamber:

"Cennetin hak, cehennemin de hak olduğuna şahidlik eder misin?" diye sormuş. Cariye evet demiş, sonra:

"Yüce Allah'ın, ölümünden sonra seni tekrar dirilteceğine de şahitlik eder misin?" diye sorunca cariye evet demiş. Bu sefer Hz. Peygamber:

"Bunu azad edebilirsin. Çünkü bu kadın mü'minedir" dediği konusunda sana haber ulaştı mı? Onlar böylece çıkıp gittiler ve bunu Hakem b. Utbe'ye nisbet ettiler.

Hakim der ki:

Daha sonra Meymun b. Mehran'ın huzurunda oturdum. Ona:

Eyyub'un babası dedim, bize bir sûre okuyup tefsir eder misin? diye sordum. O da:

"Güneş tortop edilip durulduğu zaman..." (Tekvîr, 1) buyruğunu okumaya başladı. Nihayet:

"Orada kendisine itaat edilendir" (Tekvîr, 21) buyruğuna kadar geldi ve dedi ki:

İşte burada sözü edilen Cebrail'dir, imanı Cebrail'in imanı gibidir diyenlere yazıklar olsun. Ayrıca bunu Hanbel (babası) Ahmed'den de rivayet etmektedir. Ayrıca bunu İbn Ebî Müleyke'den de rivayet eder.

İbn Ebu Müleyke dedi ki:

Ben bir takım kimselerle karşılaştım ki, uzun bir süre bunlardan herhangi bir kimse:

"Ben imanı tam bir mü'minim" dediğini görmedim. Daha sonra:

Bunu kabul etmeyerek sonunda benim imanım Cebrail ve Mikail'in imanı gibidir demeye koyuldu. Şeytan onlarla uğraşmasını sürdürdü. Sonunda onlardan kimisi şöyle demeye koyuldu:

Kızkardeşimi, annesini, kızını nikahlasa bile, ben mü'minim. Halbuki Allah'a yemin ederim ki, Peygamber (s.a.v)'in ashabından şu kadar kişiye yetiştim. Onlardan her birisi vefat ettiğinde mutlaka kendisinin münafık olduğundan da çekinirdi. Bu anlamda bir rivayeti Buhârî de İbn Ebî Müleyke'den Sahih'inde rivayet etmekte ve şöyle dediğini kaydetmektedir:

Muhammed (s.a.v)'in ashabından otuz kişiye yetiştim. Hepsi de kendisinin münafıklığından korkardı. Onlardan hiçbir kimse benim imanım Cebrail'in imanı gibidir demezdi.

Beğavî'nin Abdullah b. Muhammed'den rivayetine göre İbn Mücahid şöyle demiştir:

Ata b. Ebî Rebah'ın yanında bulunuyordum. Oğlu Yakub gelip şöyle dedi:

Babacığım benim bazı arkadaşlarım, imanlarının Cebrail'in imanı gibi olduğunu iddia ediyorlar. Ata dedi ki: Yavrucuğum, Allah'a itaat edenin imanı Allah'a isyan edenin imanı gibi değildir.

Ben (İbn Teymiyye) derim ki:

Mürcie konusunda (Makil tarafından) nakledilen "namaz ve zekât dinden değildir" şeklindeki kanaat, onlardan bazısının görüşü olabilir. Çünkü Mürcie "dinden değildir" yerine, imandan değildir derlerdi. Bunların dinden olup olmadıklarıyla ilgili olarak ise onlara mensub birisinin şöyle dediği anlatılmıştır:

Bunlar dinden değildir ve biz imanla din arasında fark gözetmeyiz. Kimisi de şöyle der:

Hayır bunlar dindendir der ve iman ile din arasında fark gözetir. Bu ise onların kendilerinin görüşleri konusunda söylediklerinden anlaşılandır. Ben de onlara mensup herhangi birisinin kitaplarında, amellerin dinden olmadığı şeklinde bir görüşe rastlamadım.

Fakat onlar bu konuda "ameller imandan değildir" derler. Aynı şekilde Ebû Ubeyd de kendileriyle tartışan Mürcie taraftan kimseler hakkında bunu nakletmektedir. Ebu Ubeyd ve başkaları amellerin dinden olduğu konusunda delil gösterirler. Ve bu arada:

"Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim." (Mâide, 3) ayetini zikrederek bunun Hacc-ı Veda'da indirildiğini belirtir. Ebû Ubeyd der ki:

Böylelikle artık dinin Rasûlullah (s.a.v)'in Peygamber Efendimizin hayatının sonlarında Veda Haccı'nda kemâle erdiğini haber vermektedir. Bu gibi kimseler ise bundan yirmi yıl önce bile kâmil olduğunu iddia etmektedirler. Mekke'de vahyin ilk nazil olduğu ve Peygamber Efendimizin Allah'ın varlığını kabul etmeye başladığından beri böyle olduğunu söylerler. Sonunda şöyle söylerler:

Onların (Mürcie'nin) birisine karşı bu delili getirince şöyle demek zorunda kaldılar: İman, dinin tamamı değildir, fakat din üç bölümdür:

İman bir bölüm, farzlar bir bölüm ve nafileler de bir bölüm. Ben derim ki: işte nakledilen bu görüş, onların (Mürcie'nin) görüşüdür.

Ebû Ubeyd der ki:

Bu iddia ise kitabın (Kur'an-ı Kerîm'in) açıkça belirttiği hususlardan farklıdır. Yüce Allah'ın:

"Allah katında din İslâm'dır." (Al-i İmran, 19) buyurduğunu:

"Her kim İslâm'dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul olunmayacaktır" (Al-i İmran, 85) ve:

"Ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim" (Mâide, 3) buyurduğunu hiç işitmedin mi? Burada İslâm'ın bütünüyle din olduğunu haber vermekte, bunlar ise onun üçte biri olduğunu iddia etmektedirler.

Ben (İbn Teymiyye) derim ki:

Mürcie, imanın üçte bir olduğunu söylemiş fakat iman dinin üçte biridir dememişlerdir. Onlar iman adı ile kastedilen şeyle din adı ile kastedilen şey arasında fark gözetmişlerdir. Allah'ın izniyle bu iki kelimenin de neye ad olduğuna dair açıklamalar söz konusu edilecektir.

Mürcie'nin kimisinin:

"Namaz ve zekât dinden değildir deyip, iman ve din adı ile kastedilen şeyler arasında fark gözetmezken, kimisi de:

Hayır bunların ikisi de dindendir" der ve iman ile din arasında fark gözetir.

Şafiî (r.a), Ata b. Ebî Rebah'a çok saygı gösterir ve:

"Tabiîn arasında, hadise ondan daha çok uyan kimse yoktur" derdi.

Ebû Hanife de aynı şekilde:

"Ben, Ata gibisini görmedim" demiştir, imam Şafiî bu şekilde delil göstermeyi Ata'dan öğrenmiştir.

İbn Ebî Hatim, İmam Şafiî'nin menakibinde şu rivayeti kaydetmektedir:

"Bize babam anlattı, bize Meymun anlattı, bize Şafiî'nin oğlu Ebû Osman anlattı:

Babamın bir gece Humeydi'ye şöyle dediğini duydum: Onlara (yani Mürcie'ye) karşı Yüce Allah'ın şu buyruğundan daha güçlü bir delil getirilemez:

"Halbuki onlar, dini onun için halis kılarak ve Hanifler olarak Allah'a ibadet etmekten, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başka bir şeyle emrolunmadılar. Dosdoğru din işte budur." (Beyyine, 5)

Yine Şafiî (r.a) "el Umm" adlı eserinin "Namazda Niyyet" başlığını taşıyan bölümünde şöyle demektedir:

"Niyyet olmadıkça, hiçbir namazın sahih olamayacağı konusunda Ömer b. el-Hattab (r.a)'in Rasûlullah (s.a.v) 'tan rivayet ettiği:

"Ameller ancak niyetler iledir" (Buhârî, Bed'u'l - Vahy, 1, İman, 41, Nikâh, 5; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fedâilu'l - Cihad, 16; Nesâî, Tahâre, 59) hadisi delil gösterilir."

Daha sonra şöyle der:

"Ashab-ı kiram onlardan sonraki tabiîn ve bizim yetiştiğimiz kimseler sözbirliği halinde şöyle derlerdi, iman, söz, amel ve niyettir. Bu üçünden herhangi birisi ötekileri olmadıkça birşey ifade etmez."

Ahmed b. Hanbel der ki:

Humeydî şöyle dedi: Bazı kimselerin:

"Kim namazı, zekâtı, orucu ve haccı kabul eder, fakat ölünceye kadar bunlardan hiçbir şey yapmasa, ölünceye kadar arkasını kıbleye dönerek namaz kılsa, o kişi mü'mindir. Yeter ki, onun bunları terketmekle birlikte bunlara iman ettiği ve bunları inkâr etmediği bilinsin. Farzları ve kıbleye doğru dönmenin gereğini kabul etsin." dedikleri anlatıldı.

Ben ise şöyle dedim:

Bu apaçık bir küfürdür. Allah'ın Kitab'ına, Rasûlünün sünnetine ve İslâm alimlerine de aykırı düşmektedir.

Yüce Allah ise:

"Onlar dinlerini ona halis kılarak Allah'a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar..." (Beyyine, 5) buyurmaktadır.

Hanbel der ki: Ben Ebû Abdullah Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini duydum:

Her kim bunu söylerse, Allah'ı inkâr etmiş ve emrini reddetmiş olur. Ayrıca Allah'ın Rasûlünün Allah'tan getirdiğini de reddetmiş olur.