Hakikat ve mecaz

Yüce Allah'ın ve Rasûlünün sözünde olduğu gibi, herkesin sözünde de kelimenin işaretinin mutlak ve mukayyed gibi türleri hakkında verilen açıklamalar açık ve anlaşılırdır. Bunun reddedilmesine imkân yoktur.

Fakat: iman lafzının amellere delaleti bir mecazdır. Hz. Peygamberin:

"İman seksen, yahut yetmiş küsur şubedir. Bunun en üstünü la ilahe illallah, en aşağısı ise yolda gidip gelenleri rahatsız edici şeyleri kaldırmaktır" (Buhârî, İman, 3; Müslim, İman, 57, 58; Ebû Dâvûd, Sünne, 14; Tirmizî, İman. 16) sözü bir mecaz,

"İman Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine inanmandır..." (Buhârî, İman, 37; Müslim, İman, 1, 5.) buyruğu ise bir hakikattir.

Bu iddia Mürcie'nin, Cehmiyye'nin ve Kerramiye ile amelleri iman adının kapsamı içerisine sokmayan herkesin dayanağını teşkil etmektedir, diyerek buna itiraz edilirse, böyle bir itiraza, birincisi gerçek ile mecaz kelimeler hakkında genel bir açıklamayla ilgili, ikincisi ise bu konuya has bilgileri içerecek iki ayrı cevap veririz.

Bunlardan birisinin mecaz kabul edilmesi halinde, bu mecazdan kastedilmesi gereken hakikatin ne olması gerektiği araştırılmalıdır. Acaba bu hakikat mutlak olanmıdır, yoksa mukayyed olan mıdır? Yoksa her ikisi de, iman lafzı mutlak olarak kullanılacak olursa, neye hamledileceğinin bilinebilmesi için hakikat midir?

Bunun için önce şöyle denilir:

Anlamlarına işaret eden kelimeleri "hakikat ve mecaz" kısımlarına ayırmak ve hakikat ve mecaz kelimesi medlul veya işaret hakkında kullanılacak olursa bunların işaret ettikleri şeyi veya bu kelimelerle işaret edilen anlamları kısımlara ayırmak. Şunu belirtelim ki, bütün bu türler müteahhirlerin sözlerinde görülebilen bir husustur.

Fakat meşhur olan şudur:

Hakikat ve mecaz, kelimelerin geçici özelliklerindendir. Herhalde bu tür bir kısımlara ayırma, ilk üç yüzyıldan sonra ortaya çıkmış bir ıstılahtır. Ashabdan veya onlara tabi olanlar tarafından hiç kimse böyle bir şey söylememiştir.

Malik, Sevri, Evzaî, Ebû Hanife ve Şafiî gibi büyük imamlar da böyle bir söz söylememişlerdir.

Hatta Halil, Sibeveyh, Ebû Amr b. Ala ve bunlara benzer ileri gelen dil alimleri de bu konuda bu tür şeyler söylememişlerdir.

Mecaz kelimesini ilk kullanan kişi Ebû Ubeyde Ma'mer b Müsenna'dır. Fakat o "mecaz" ile gerçek olanın karşısında yer alan şeyi kastetmiyor. O ayet-i kerîmenin mecazı deyimiyle, ayette ne söylenmek istendiğini kastetmektedir. Bundan dolayı Ebu'l- Hüseyn el- Basri gibi usul alimleri hakikati mecazdan ayırdetmek birtakım yollarla mümkün olur derler.

Bu yollardan birisi de dilcilerin:

Bu hakikattir bu da mecazdır demelerine dayanıp iddialarda bulunanlar, bu konuda belli bir bilgiye dayanarak söz söylemiş olamazlar. Dilcilerin böyle bir şey söyledikleri bir zandır. Gerek dilcilerden, gerekse ümmetin selefinden ve bilginlerinden hiçbir kimse böyle bir şey söylememiştir. Bu sonradan ortaya çıkmış (hadis) bir şeydir.

Çoğunlukla bu terim, Mutezile ve onlara benzer kelâmcılar tarafından kullanılmıştır. Çünkü böyle bir söz fıkıh, usul, tefsir, hadis ve benzeri selef alimlerinden hiç birisinin sözleri arasında yer almamaktadır.

İşte imam Şafiî gibi Usul-ü Fıkıh hakkında ilk defa bağımsız olarak açıklamalar yapan bir imam böyle bir ayırıma gitmediği gibi, "hakikat" ve "mecaz" kelimelerini de ağzına almamıştır.

Yine Muhammed b. Hasan'ın arap dilini esas alan meseleler hakkında "el-Camiü'l-Kebir" adlı eserinde ve başka eserlerde bununla ilgili açıklamaları vardır. O bu açıklamaları arasında "hakikat" ve "mecaz" diye bir şeyden söz etmiyor.

Diğer imamların hiç birisinin sözlerinde de mecaz kelimesi bulunmamaktadır. Bundan tek istisna Ahmed b. Hanbel'in sözleridir. O "Kitabü'r-Red Ale'l-Cehmiyye" adlı eserinde, Kur'an-ı Kerîm'deki "Biz ve Siz" kelimeleriyle buna benzer diğer kelimeler hakkında: "Bu, dilin "mecazlarındandır" demiştir. O bir kimsenin "Biz sana veririz, biz yaparız" gibi sözlerinin dilin mecazından olduğunu belirtmektedir.

Mezhebinin alimlerinden olan ve Kur'an-ı Kerîm'de mecaz olduğunu söyleyen, Kadı Ebû Ya'la, İbn Akîl, Ebi'l- Hattab ve başkaları bunu delil gösterirler. Ancak aynı mezhepteki başka birtakım ilim adamları, Kur'an-ı Kerîm'de mecazın varlığını kabul etmezler.

Ebi'l-Hasen el-Hirzi, Ebi Abdullah b. Hamid ve Ebu'l-Hasan et-Temimî'nin oğlu Ebu'l-Fadl et-Temimî gibi.

Aynı şekilde Muhammed b. Huveyzi Mindad ve Maliki mezhebine mensup başka kimseler de Kur'an-ı Kerîm'de mecazın varlığını kabul etmezler.

Davud b. Ali ve onun oğlu Ebû Bekir ile Münzir b, Said el-Ballutî de bunu kabul etmezler.

Ballutî bu konuda ayrıca bir eser de yazmıştır.

Bazıları bu hususta İmam Ahmed'den iki rivayette bulunurlar. Diğer imamlardan ve İmam Ahmed'in mezhebine mensup eski ilim adamlarından hiçbir kimse Kur'an-ı Kerîm'de mecaz olduğunu söylememişlerdir.

Malik, Şafiî ve Ebû Hanife böyle bir şey söylememişlerdir. Kelimelerin "hakikat" ve "mecaz" kısımlarına ayrılması H. 400 ncü yılda yaygınlık kazanmıştır. Bu işin başlangıcı da H. 300 ncü yılın başlarına uzanır, ikinci yüzyılda böyle bir şeyin olduğunu şahsen bilmiyorum, belki sonlarında çıkmış olabilir.

İmam Ahmed ve başkalarının böyle bir bölümleme yaptığını kabul etmeyen kimseler de şöyle demektedir:

Ahmed'in, "dilin mecazı" sözünden amacı, yardımcıları bulunan büyük bir kimsenin, "biz böyle yaptık, böyle yapıyoruz" gibi sözler söylemesinin konuşma üslubunda mümkün olduğunu ifade etmektir.

Bunlar derler ki: Ahmed bu sözleriyle, bir lafzın baştan beri kullanıldığı anlamdan başka bir anlam için kullanıldığını söylemek istememiştir.

Hatta bir kesim, Kur'an-ı Kerîm'de veya başka yerde dilde mecazın olduğunu hiçbir şekilde kabul etmezler.

Ebû İshak el-İsferâini bunlardân birisidir.

Bu konuda onunla tartışma halinde olanlar şöyle demektedir:

Onunla bu konudaki anlaşmazlığımız kelimelere ilişkindir. Çünkü dilde ilk konulduğu anlam dışında kullanılmış bir kelime varsa ve bu manasına ancak bir karine ile işaret edebiliyorsa, kendisi buna mecaz demese bile, mecaz denilen şey budur. İsferâinî'nin görüşünü kabul edenler de şöyle demektedir.

Kelimeleri hakikat ve mecaz olmak üzere ikiye ayıranlar şöyle der:

Hakikat, konulduğu şeyin kendisi için kullanılan kelimedir.

Mecaz ise, aslan ve eşek kelimeleri gibi konulduğu şeyin dışında bir anlam için kullanılan kelimedir.

Eğer bu kelimelerle hayvanlar anlatılmak isteniyorsa hakikat, kahramanlık ve ahmaklık anlatılmak isteniyorsa, mecaz söz konusudur.

Bu bölümleme ve tanım, her şeyden önce kelimenin bir anlam için kullanılmasını, bundan sonra da bazen konusuyla ilgili, bazen da konusu dışında kullanılmasını gerektirir.

Bunun için böyle bir taksimi kabul edenlerce her mecazın mutlaka bir hakikati vardır, ama her hakikatin bir mecazı yoktur. Fakat onlardan daha sonraki bazı kimseler, onlara itiraz ederek şöyle demektedir:

Konulmuş bir kelime kullanılmaya başlanmadan önce ne hakikattir ne de mecaz. Eğer o, konulduğu anlamın dışında bir şey için kullanılacak olursa, hakikati olmayan bir mecazdır.