İmanda istisna

Daha önce şöyle diyenlerin de olduğu belirtilmişti: Bunlar kendileriyle savaşılmaksızın müslüman olmuşlardı. O bakımdan bunların İslâm'ı başkalarından daha iyiydi. Fakat Allahü Teâlâ, İslâm'a girişlerini minnet konusu yaptıkları için onları yermiş ve onlar hakkında:

"Amellerinizi boşa çıkarmayınız" buyruğunu indirmiştir, işte bunlar, büyük günah işleyen kebair ehli türünden idiler.

Yüce Allah'ın:

"Fakat teslim olduk, deyin. İman sizin kalbinize girmemiştir" buyruğunda yer alan "lemmâ" edatı, meydana gelmesi umulan ve beklenen şeyi nefyetmektedir. Yüce Allah'ın:

"Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenlerle sabredenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız." (Al-i İmran, 147)

"Yoksa siz, sizden önce geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?" (Bakara, 214) buyruğunu andırmaktadır. Buna göre Yüce Allah'ın:

"İman sizin kalbinize girmemiştir'' buyruğu, imanın kalblerine girmesi umudunun beklendiğini göstermektedir. Çünkü önce İslâm'a giren bir kimsenin kalbinde iman meydana gelmiş olmaz. Ancak iman, daha önce meydana gelir. Nitekim hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:

"Kişi günün başında dünyalığı arzulayarak İslâm'a girerdi. Fakat daha o gün bitmeden İslâm güneşin üzerinde doğduğu her şeyden onun için daha çok sevilir bir şey olurdu." (Buhârî, Cenaiz, 67, 86, İ'tisâm, 2-8; Ebû Dâvûd, Sünne, 24; Nesâî, Cenaiz, 110)

İşte bundan dolayı korkarak, ya da birşeyler umarak islâm'a girenlerin kalblerine, genellikle ancak bundan sonra iman girmiştir. Yüce Allah'ın:

"Fakat teslim olduk deyiniz" buyruğu ise, onlara böyle söz söylemelerini emretmektedir. Münafığa ise hiçbir emir verilmez. Daha sonra Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz:

"Eğer Allah'a ve Rasûlüne itaat ederseniz amellerinizden bir şey eksiltmez"

Allah'a ve Rasûlüne itaatin ise, münafık için, önce iman etmedikçe hiç bir faydası olmaz.

Bu ayet-i kerîmeyi Ahmed b. Hanbel ve başkaları İslâm'da değil, imanda istisna, yani "inşaallah" demenin mümkün olduğuna delil göstermiştir. Aynı şekilde büyük günah işleyen kimselerin imandan çıkıp İslâm'a geçmiş olacaklarına da delil gösterirler.

Meymunî der ki:

Ben Ahmed b. Hanbel'e "inşaallah ben mü'minim" demek hakkındaki görüşünü sordum şöyle dedi:

Ben inşaallah mü'minim derim, fakat istisna yapmaksızın da müslümanım derim.

Bu sefer Ahmed'e: İman ile İslâm arasında fark gözetiyor musun? diye sordum. Bana: "Evet" dedi.

Bu sefer ben ona: Delilin nedir? diye sorunca şöyle dedi:

Benim delilim: "Bedeviler iman ettik dediler. Sen de ki: Siz iman etmediniz. Fakat İslâm olduk deyin" buyruğu lehime delildir dedi ve başka şeyleri de söz konusu etti.

Şalenci dedi ki:

Ben Ahmed'e: Hükümler mirasa dair buyruklardan hareketle kendime göre mü'minim diyorum. Fakat Allah katında durumumun ne olduğunu bilmiyorum, diyen kişi hakkındaki görüşünü sordum. O: Böyle bir kimse Mürcie'den değildir, dedi.

Ebû Eyyub Süleyman b. Davud Haşimi dedi ki:

İstisna caizdir. Ben gerçekten mü'minim deyip de "Allah katında" kaydını koymaz ve istisna da yapmazsa, bana göre bu caizdir ve böyle diyen bir kişi Mürcie'den değildir. Ebû Hayseme ve İbn Ebî Şeybe de bu görüştedir.

Yine Şalenci'nin naklettiğine göre o, Ahmed b. Hanbel'e, günahı gayretini de ortaya koyarak işleyip büyük günahlarda ısrar eden fakat bununla birlikte namazı, zekâtı ve orucu terketmeyen kimsenin durumu hakkında soru sordum. Acaba bu durumda olan bir kimse büyük günahlarda ısrarla devam eden kişi olarak kabul edilir mi? Bana şöyle dedi:

Böyle bir kimse kebaire ısrarla devam eden kişidir.

Nitekim Hz. Peygamber'in buyruğu da böyledir:

"Zani, zina ettiği zaman mü'min olarak zina etmez." (Buhârî, Mezâlim, 30; Eşribe, 1; Hudûd, 1;Müslim, İman, 100; Nesâî, Eşribe, 42)

Yani o kişi imandan çıkar ve İslâm dairesine düşer. Yine Hz. Peygamber'in şu ifadesi de bu türdendir:

"Şarabı içtiği zaman da mü'min olarak şarabı içmez. Hırsızlık yapan kişi, hırsızlık yaptığı zaman mü'min olarak çalmaz."

İbn Abbas'ın:

"Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir" (Maide, 44) buyruğu hakkında yaptığı açıklamayı da andırmaktadır. Ben ona:

Peki burada sözü geçen küfür ne demektir? diye sordum. Ahmed b. Hanbel bana şöyle dedi:

Bu küfür kişiyi İslâm dininin dışına çıkarmaz, imanın bazısının diğer bazısına göre daha aşağıda olduğu gibi küfür de böyledir. Nihayet öyle bir noktaya ulaşılır ki, artık bunda (dinden çıkartan küfür olduğunda) ihtilâf edilmez.

İbn Ebî Şeybe der ki:

"Zani, zina ettiği zaman mü'min olarak zina etmez" yani imanı kâmil olarak bu işi yapmaz, imanından bir miktar eksilir.

Şâlenci der ki: Ben Ahmed'e iman ve İslâm hakkında soru sordum.

Şöyle dedi: "İman söz ve ameldir, İslâm ise ikrardır. "

Şâlenci dedi ki: Ebû Hayseme de bu görüştedir.

İbn Ebî Şeybe dedi ki:

"İman olmadıkça İslâm, İslâm olmadıkça da iman olmaz. Eğer konuşma esnasında bir kişi: Ben imanı kabul ettim diyecek olursa, bu İslâm'a girmiş demektir. Eğer: İslâm'ı kabul ettim derse, imana da girmiş kabul edilir."

Muhammed b. Nasr el-Mervezi der ki:

Bunlardan başka birisi Ahmed b. Hanbel'e Peygamber (s.a.v)'in:

"Zani, zina ettiği zaman mü'min olarak zina etmez" buyruğu hakkında soru sormuş ve şöyle demiştir:

Kim bu dört işi (hadiste geçen ve mü'min olarak işlenemeyeceği belirtilen işleri) yapar, yahut onlar gibisini veya onlardan daha ilerisini yaparsa, o kişi müslümandır, fakat ben ona mü'min demem. Bunlardan daha aşağılarını -yani kebairden daha küçüklerini kastediyor- işleyen kimseye ise imanı eksik mü'min derim.

Ben derim ki:

Ahmed b. Hanbel kimi zaman böyle bir ayırımı kabul eder ve bu doğrultuda görüşlerini açıklardı. Kimi zaman da bu konuyla ilgili görüş ayrılıklarını söz eder kendisi bu konuda görüş belirtmezdi. Sonraki dönemlerdeki tavrı budur. Ebû Bekr el-Esrem "es-Sünne" adlı eserinde der ki:

Ben Ebû Abdullah'a imanda istisna hakkında ne dersin? diye soru sorulduğunu işittim. O, şöyle dedi:

Ben böylesini ayıplamam. Yani insanlardan bunu ayıplayan kimseler vardır demektir.

Ebû Abdullah der ki: Eğer:

"İman söz ve ameldir, artar ve eksilir görüşünü kabul edip korku ve ihtiyat sebebiyle istisnada bulunursa inşaallah mü'minim derse ayıplayanların söyledikleri gibi böyle birisi şek ve şüphe içerisinde değildir. Bunun yaptığı istisna amel içindir."

Ebû Abdullah dedi ki: Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"İnşaallah Mescid-i Haram'a elbette korkusuzca gireceksinizdir..." (Fetih, 27) demek istiyor ki, burada yapılan isitisna şüphe söz konusu olmaksızın yapılmıştır.

Peygamber (s.a.v) de kabristandakiler hakkında şöyle buyurmuştur:

"İnşaallah bizlerde size kavuşacağız." (Müslim, Cenaiz, 103; Nesâî, Cenaiz, 103;İbn Mâce, Cenâiz, 36)

Yani bu konuda onun bir şüphesi yoktur, fakat yine de bunu istisna ile söylemiştir. Yine Rasûlullah (s.a.v):

"İnşaallah bu (şehadet üzere) olduktan sonra diriltiliriz" (Buhârî, Nikah, 1; Müslim, Siyam, 74, 79; Ebû Dâvûd, Savm, 36 da: " Ben aranızdan Alah'tan en çok korkanım" anlamında.) buyurmuştur.

Yani kabirden böyle diriltiliriz demek istemiştir.

Yine Peygamber (s.a.v) şu buyruğunu da zikretti:

"Ben aranızda Allah'tan en çok korkan kişi olduğumu ümid ederim." (Kaynağı tesbit edilemedi.)

Devamla dedi ki: işte bütün bunlar imanda istisna yapılabileceğine ilişkin kanaati güçlendirir.

Ben Ebû Abdullah'a dedim ki:

Sen istisna yapılmasında bir mahzur görmüyor gibisin. O şöyle dedi:

Eğer bu kişi iman, söz ve ameldir, artar ve eksilir diyenlerden ise bu bence daha kolaydır. Daha sonra Ebû Abdullah şöyle dedi:

Bazıları istisnada bulunmayı bir türlü havsalalarına sığdıramıyorlar. O bu sözlerini söylerken böyle diyenlere hayret ediyor gibiydi. Yine Ebû Abdullah'a şöyle denildiğini dinledim:

Sebabe hakkında ne dersin? Sebabe irca iddiasında bulunan kimse idi. Diğer taraftan Sebâbe'den bunlardan daha kötü sözler de nakledilmiş olup hiçbir kimseden bu sözlerin benzerini duymadım. Yine Ebû Abdullah der ki: Sebabe dedi ki:

Kişi söz söyledi mi, dili ile amel etmiş olur. Nitekim onlar da böyle söylerler. Bir kişi söz söyledi mi, bir organlıya yani söz söylemesi esnasında diliyle amel etmiş olur. Daha sonra Ebû Abdullah söyle der:

Bu oldukça kötü bir sözdür, ben kimsenin bu görüşte olduğunu işitmedim ve bana kimseden böyle bir görüş de ulaşmış değildir. Ebû Abdullah'a:

Sen Sebâbe'den herhangi bir şey (Hadis) alıp yazdın mı? denildi. O şu cevabı verdi:

Evet onun böyle bir şey söydeğini bilmezden önce az miktarda bazı şeyleri eskiden ondan yazmış bulunuyorum. Ben Ebû Abdullah'a şöyle dedim:

Peki ondan sonra ondan bir şey yazdın mı? Hayır, bir harf bile yazmadım dedi. Ebû Abdullah'a denildi ki:

Süfyan'ın imandan istisna yapılabileceği kanaatinde olduğunu ileri sürüyorlar? Evet Süfyan'ın görüşü budur. Onun istisna yaptığı bilinen bir husustur. Ben Ebû Abdullah'a şöyle dedim:

Peki bunu Süfyan'dan nakleden kimdir? Şöyle dedi:

Bu konuda Süfyan'dan nakilde bulunan herkes onun istisna yaptığını nakletmektedir. Ayrıca dedi ki: Vekû; Süfyan'dan şöyle nakletti:

İnsanlar bize göre dünyevi hükümlerde ve mirasdar mü'mindirler. (mü'min muamelesi görürler.) Allah katında ne olduklarını ise bilemeyiz. Ebû Abdullah'a dedim ki:

Peki senin görüşün nedir? diye sordum. O, biz istisna yapılabileceği görüşündeyiz dedi.

Ebû Abdullah'a dedim ki:

Ben müslümanım deyip istisna yapmayan kişi hakkında ne dersin? Şöyle dedi:

Evet ben müslümanım diyecek olursa, istisna yapmaz. Ebû Abdullah'a:

Ben bu müslümandır diyebilir miyim? Halbuki Rasûlullah (s.a.v):

"Müslüman diğer müslümanların dilinden ve elinden kurtulduğu kişidir." (Buhârî, İman, 5; Müslim, İman, 64-66) buyuruyor ve biliyorum ki insanlar böylesinin zararından kurtulamıyorlar. Bu sefer Ma'mer'in ez-Zühri'den naklettiği hadisi zikretti:

Bizim görüşümüze göre İslâm bir sözdür, iman ise ayrıdır. Ebû Abdullah dedi ki:

Bunu bize Abdurrezak Ma'mer'den, o Zührî'den naklederek anlattı. Ebû Abdullah'a şöyle denildi:

İman artar ve eksilir diyebilir miyiz? Şu cevabı verdi:

"Peygamber (s.a.v)'in hadisi buna işaret etmektedir".

Sonra Rasûlullah (s.a.v)'ın şu buyruğunu zikretti:

"Cehennemden kalbinde imandan şu ağırlıktaki bir şey kadar bulunanı çıkartın... " (Nesâî, İman, 18)

İşte bu hadis buna delildir. Ebû Abdullah'ın yanında İsa el-Ahmer'den ve onun irca ile ilgili sözlerinden söz edildi ve şöyle denildi:

Evet o kişi de kötü sözler söyleyen bir kimsedir. Ebû Abdullah dedi ki:

Bize Müemmil anlattı, bize Hammad b. Zeyd anlattı; ben Hişam'ı şöyle derken dinledim:

Hasan ve Muhammed müslüman der ve mü'min demekten çekinirlerdi.

Ebû Abdullah'a:

"Bunu Süveyd'den başkası rivayet etmiş midir?" dedim. " Şöyle dedi:

Ben rivayet eden olduğunu bilmiyorum. Yine Ebû Abdullah'ı şöyle derken dinledim İman, söz ve ameldir. Bunun üzerine Ebû Abdullah'a:

"Bunu azad et. Çünkü bu cariye mü'mindir" diye rivayet edilen hadis hakkında görüşünü sordum.

(Hadisin Müslim'deki rivayeti Muaviye b.el-Hakem'den olup ilgili kısmı kısaca şöyledir:

"... benim Uhud taraflarında koyun otlatan bir cariyem vardı. Kurdun koyunlarımdan birisini götürmesi üzerine kızarak ona bir tokat vurdum. Onu Rasûlullah'ın yanına getirdim... Bana "Onu azad et mü'minedir" buyurdu. (Mesâcid, 33; Ebû Dâvûd, Salât, 169)

Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre ise, bir adam Hz. Peygamber'e gelip, mü'min bir köle azat etmek borcu bulunduğunu söyledi. Beraberinde de siyahî bir cariye vardı. Hz. Peygamber "Onu azat et, o mü'minedir" buyurdu,(Ebû Dâvûd, Eyman, 16; Dârimî, Eyman, 10) )

Şöyle dedi: Her rivayet eden kişi "O mü'mindir" ifadesini nakletmiyor. Onu azad et, ifadesini nakletmekle yetiniyor. Devamla dedi ki:

Mâlik de Hilal b. Ali adındaki raviden bu hadisi dinlemiş ve O:

"Bu cariye mü'mindir" ifadesini kaydetmiyor. Bazıları:

O cariye mü'mindir demiştir. Çünkü bu cariye bunları ikrar edince onun hükmü mü'min hükmüdür. Anlamı budur. Ebû Abdullah'a şöyle dedim: İman ile İslâm arasında fark gözetir misin? Bana şöyle dedi:

Bu konuda insanlar ihtilafa düşmüşlerdir, iddia ettiklerine göre Hammad b. zeyd İman ile İslâm arasında fark gözetirdi. Ona:

Peki Mürcie kimlerdir diye sorulmuş, o da:

"İman amelsiz olarak sözden ibarettir diyen kimselerdir" demiştir.

Ben derim ki:

İmam Ahmed b. Hanbel'den, Hariciler'le Mütezile'nin söylediği gibi (günahkar kimseden) imanın tümünün alınıp onunla birlikte imandan bir şey kalmadığını söylediğine dair bir rivayet gelmemiştir. Çünkü başka yerlerde açıkça şunu ifade eder:

Büyük günah işleyenlerle birlikte kendisi vasıtasıyla Cehennemden çıkacakları bir iman vardır. Bunun için de Peygamber (s.a.v)'in şu hadisini delil gösterir:

"Sizler cehennemden kalbinde imandan zerre ağırlığınca eser bulunanı çıkartınız."

Ne o, ne de ehl-i sünnet imamlarından herhangi bir kimse bunu ortaya atmamış, aksine şunu ifade etmişlerdir:

Münafık olmayan fâsıklarla birlikte kendisi vasıtasıyla cehennemden çıkartılacakları bir miktar iman vardır, işte kâfirlerle münafıklar ve bunlar arasındaki fark budur. Ancak onunla birlikte kısmi bir iman bulunuyorsa, övgüye mazhar olan mutlak ismin kapsamı içerisine girmesi gereği yoktur. Çünkü şeriatın sahibi Peygamber bu gibi kimselere bu ismin verilmesini nefyetmek üzere şöyle buyurmuştur:

"Zina eden zani mü'min olarak zina etmez."

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Hiç biriniz kendisi için sevdiği hayrı kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olamaz." (Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72)

Bir başka yerde de şöyle buyurmuştur:

"Komşusu sıkıntılarından yana emniyet içerisinde olmayan kişi iman etmiş olmaz." (Buhârî, Edeb, 29; Müslim, İman, 73)

Bunu pekiştirmek için de defalarca yemin etmiştir. Hz. Peygamber bir başka sefer şöyle buyurmuştur:

"Mü"min insanların kendisine kanlarından, mallarından yana güvenlik duyduğu kimsedir." (Tirmizî, İman, 12; Nesâî, İman, 8)

Mutezile ise İman ve İslâm adını vermeyi tamamıyla reddederek şöyle derler:

Böyle bir kimsede, İman ve İslâm'dan eser yoktur. Ayrıca şöyle derler:

Böyle bir kişiyi biz iki menzile arasında bir yerde kabul ederiz. Onlar derler ki:

Böyle bir kişi ebediyyen cehennemde kalır. Şefaate nail olmak suretiyle oradan çıkmaz, işte onların reddedilen, kabul edilmeyen görüşleri budur.

Bütün ehl-i sünnet böyle bir kimseden yerine getirilmesi farz olan kâmil imanın alındığını, farz olan imanın kısmen zail olduğunu, fakat tehdide muhatab kimselerden olduğunu kabul ederler. Bu konuda imanın bölünme ve kısımlara ayrılmayı kabul etmediğini ileri süren Cehmiye ve Mürcie, böyle bir kimsenin imanı kamildir derler, ismin mutlak olarak verilmesini nefyeden kimseler şöyle derler:

Mutlak isim övgüyle ve sevaba hak kazanmakla birliktedir. Bizim:

Takva sahibi, birr (iyilik) sahibi ve sırat-ı müstakim üzeredir dememiz gibi. Eğer fâsık hakkında bu isimler kullanılmıyorsa, iman ismi de böyledir. Böyle birisinin hitabın kapsamına girmesine gelince, iman ismi ile muhatab alınan kimsenin imandan kısmen de olsa bir şeye sahip olan herkesin kapsama girmesi dolayısıyladır. Çünkü burada (ey iman edenler sözünde) bütün mü'minlere emir vardır. O bakımdan onların masiyetleri bu emri yerine getirme sorumluluklarını kaldırmaz.

İmam Ahmed'in İslâm hakkında zikrettiklerine gelince, o bu konuda şöyle diyen Zührî'ye uymuştur:

Onlar (selefimiz) İslâm'ın söz, imanın da amel olduğu görüşündeydiler. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın hadisinde bunu görüyoruz. Bu görüşü iki şekilde açıklayabiliriz:

İslâm ile ona tabi olan zahir amellerle birlikte söz kastedilebilir. Peygamber (s.a.v)'in şu buyruğu ile açıkladığı İslâm da budur:

"İslâm, Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan ayı orucunu tutman ve Beytullah'ı haccetmendir." (Buhârî, İman, 37; Müslim, İman,1-5; Ayrıca Buhârî, Tefsir, 31.sure, 2; Nesâî, İman, 5,6)

İslâm ile, zahir farzların işlenmesi söz konusu olmaksızın sadece söylenen söz de kastedilmiş olabilir.

Peygamber (s.a.v)'in İslâm adını verdiği şey ise bu değildir. Ancak:

Bedevilerin İslâm'ı bu tür bir İslâm'dı denilebilir. O zaman şu cevap verilir:

Bedeviler ve başkaları peygamber (s.a.v) döneminde İslâm'a girdiklerinde namaz, zekât, oruç ve hac gibi zahir amelleri yerine getirmeye mecbur edilirlerdi. Mücerred bir söz söylemekle hiçbir kimse terkedilip bırakılmazdı. Aksine açıktan bir masiyet işleyen herkes bu masiyeti dolayısıyla cezalandırılırdı.

Ahmed, eğer bu rivayetinde İslâm sadece kelime-i şehadettir, onu söyleyen herkes müslümandır demek istemişse, bu ondan gelen rivayetlerden birisidir.

Diğer rivayet şöyledir: Kelime-i şehadeti yerine getirip namaz kılmadıkça müslüman olmaz. Namaz kılmadığı takdirde kâfir olur.

Üçüncü rivayet: Zekatı da terketmek suretiyle kâfir olur.

Dördüncü rivayet: Eğer iman zekât verilmemesi dolayısıyla çarpışıyorsa kâfirdir, çarpışmıyorsa değildir. Yine ondan gelen rivayete göre, o şöyle demiştir:

Ben zekâtımı eda etmekle birlikte onu imama ödemiyorum, diyecek olursa, imam onu öldürmek hakkına sahip değildir. Yine ondan gelen bir rivayete göre orucu ve ebediyyen haccetmeyi kararlaştırmak suretiyle de haccı terketmekle kâfir olur.

Bilindiği gibi, temel esasları terkedenin kâfir olduğunu kabul eden görüşe göre İslâm'ın mücerred bir sözden ibaret olmasına imkan olmaz

Aksine anlatılmak istenen şudur:

Böyle bir kimse sözü söyledi mi, İslâm'a girer. Bu doğrudur.

Böyle birisinin müslüman olduğuna dair şahidlik edilir fakat kalpte bulunan imanla ilgili olarak onun lehine şahitlik edilmez. Böyle bir müslümanlıkta da istisna yapılmaz. Çünkü bu meşhur olan bir husustur. Fakat emredildiği şekliyle beş esasın edası demek olan İslâm ise istisnayı kabul eder. istisnanın söz konusu olmadığı İslâm, sadece dille getirilen kelime-i şehadettir. Bu artma da kabul etmez eksilme de, bunda istisna yoktur.