Salâh ve fesat kelimeleri

"Salah" ve "Fesad" kelimeleri de aynı türe girer.

"Salah", mutlak olarak kullanıldığında, bütün hayırları kapsamına alır.

"Fesad" kavramı da aynı şekilde, bütün türleriyle şerri kapsar.

Daha önce "Salah" adı hakkında verdiğimiz açıklamalarla "Muslih" ile "Müfsid" kelimelerinde de durum böyledir.

Yüce Allah Hz. Musa kıssasını anlatırken şöyle buyurmaktadır:

"Dün bir canı öldürdüğün gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun, fakat ıslah edicilerden olmak istemezsin." (Kasas, 19)

"Musa, kardeşi Harun'a: Kavminin içinde benim yerime geç ve onları ıslah et, fesatçıların yoluna da uyma, dedi." (A'raf, 142)

Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlara: 'Yeryüzünde fesâd çıkarmayın' denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler. Şunu bil ki, gerçekten onlar ifsad edicilerin ta kendileridir. Fakat bilmezler." (Bakara, 11-12)

Buradaki zamir, Yüce Allah'ın şu buyruğunda söz konusu edilen münafıklara aittir:

"İnsanlardan öyle kimseler de vardır ki, iman etmedikleri halde: 'Allah'a ve ahiret gününe inandık' derler." (Bakara, 8)

Bu buyruk mutlaktır ve gerek peygamber (s.a.v) döneminde yaşayanları, gerekse o dönemden sonra bu niteliğe sahip olacakları kapsamına almaktadır, işte bundan dolayı Selman-ı Farisi şöyle demiştir:

Yüce Allah bu ayeti kerîme ile, ayetin nazil olduğu dönemlerde henüz yaratılmamış bir topluluğu kastetmiştir.

Süddi de, hocalarından rivayetle aynı şeyi söylemektedir. Buna göre fesâd, küfür ve masiyetler demektir.

Mücahid'den yapılan rivayete göre ise fesâd, emirlere uymaktan ve yasaklardan kaçınmaktan uzaklaşmaktır. Her iki görüş de aynı anlamı içerir.

İbn Abbas'dan gelen rivayete göre ise, "fesâd", küfür demektir, işte münafıklık, kendisiyle kâfirlere samimi olarak bağlandıkları ve mü'minlerin sırlarını onlara açtıkları haldir.

Ebu'l-Aliye ve Mukafil'den gelen rivayete göre ise, masiyetleri işlemektir. Bu da önceki kelimeler gibi, genel bir kelimedir.

Münafıkların:

"Biz ancak ıslah edicileriz" (Bakara, 11) şeklindeki sözleri, söylediklerini inkâr etmeleri şeklinde tefsir edilmiştir. Yani onlar, bizler ancak Rasûlün bize emrettiği şeyi yapmaktayız derler. Bununla onlar, bizim yaptığımız salahın kendisidir ve bizim bu işlerden kasdımız da salahtır demek isterler. Her iki görüş de İbn Abbas'dan rivayet edilmiştir ve ikisi de doğrudur. Onlar hem bunu, hem ötekini söylerler. Birinci sözlerini içyüzlerini bilmeyen kimselere,ikinci sözlerini de kendi aralarında ve onların iç durumlarından haberdar olanlara söylerler. Fakat ikinci söz birincisini de kapsamına almaktadır. Çünkü ortaya koyduklarından farklı ve tam aksine olan şeyleri gizlemek, onların özelliklerindendir ve onlar bu yaptıkları işi de bir salah olarak görmektedirler.

Mücahid derki:

Onlar kâfirlere karşı samimi davranmanın, fesâd değil salah olduğunu anlatmak istemişlerdir. Süddi'den gelen rivayete göre onlar, "bizim yaptığımız bu iş salahın kendisidir" demek istemişlerdir. Onlara göre Hz. Muhammed'i tasdik bir fesattır. Şöyle de söylenmek istenmiştir. Onlar bunun, dünya hayatında bir salah olduğunu söylemek istemişlerdir. Eğer devlet (üstünlük ve galibiyet) Peygamber (s.a.v) 'in olursa, ona uymakla artık güvenlik altına alınmış olurlar. Kâfirlerin olursa, zaten onlara karşı samimi davranmak suretiyle onlardan yana güvenlik içerisinde olmuş olurlar.

İşte bu konudaki bu iki görüş sebebiyle Yüce Allah'ın:

"Şunu bil ki gerçekten onlar fesat çıkartanların ta kendileridirler, fakat bilmezler." (Bakara, 12) buyruğu hakkında şöyle denilmiştir: Yani onlar yaptıkları işin salah değil, bir fesâd olduğunu bilmemektedirler. Yine, Şanı Yüce Allah'ın, Peygamberini, onların fesadlarından haberdar edeceğinin farkında değildirler, şeklinde de açıklanmıştır. Bu konudaki birinci görüş, ikincisini de kapsamına almaktadır ve maksad da odur.

Nitekim ayetin lafzı da buna işaret etmektedir.

Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Benim velim (gerçek dost ve yardımcım) o kitabı indiren Allah'tır ve O, salih olanları veli edinir." (A'raf, 196)

Bir başka yerde:

"Musa dedi ki: Sizin bu getirdiğiniz şey, bir sihirdir. Şüphesiz Allah, onu iptal edecektir. Elbette o fesatçıların işini ıslah etmez." (Yunus, 81)

Hz. Yusuf ise şöyle dua etmiştir:

"Benim canımı müslüman olarak al ve beni salihler topluluğuna kat." (Yusuf, 101)

Bazen bu kelimelerden birisi, kendisinden daha özel bir anlam ifade eden bir başka kelime ile birlikte de kullanılır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

"O senin yanından ayrılıp gitti mi (veya yönetimin başına geldi mi) yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise fesadı sevmez." (Bakara, 205)

Bunu küfür ile yapar denildiği gibi, zulüm ile yapar da denilmiştir. Her iki açıklama da doğrudur. Yüce Allah şöyle de buyurmuştur:

"İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde üstünlük taslamak ve fesadı yaymak istemeyenlere veririz. Güzel akıbet ise takva sahipleri içindir." (Kasas, 83)

Yüce Allah'ın şu buyruğu daha önce geçmişti:

"Firavn o yerde büyüklendi, halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi zayıf düşürmek istiyor, oğullarını kesiyor kadınlarını hayatta bırakıyordu. Gerçekten o fesatçılardandı." (Kasas, 4)

Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Bu sebepledir ki İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir cam bir can karşılığında veya yeryüzünde bir fesat olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir." (Mâide, 32)

İlk olarak haksız yere kimseyi öldürmek, fesadın kapsamı içerisindeki işlerdendir. Fakat buna karşılık (katili) öldürme hakkı öldürülenin velisine aittir. Dinden dönme, yol kesip insan öldürmek ve zinada ise (bu işleri yapanı) öldürme hakkı bütün insanlara aittir, işte bundan dolayı, bunun Allah'ın hakkı olduğu söylenmiştir. Birincisi affedildiği halde, diğer haklar affedilmez. Çünkü bu gibi işlerin fesadı geneldir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a ve Rasûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesâd çıkarmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri, asılmaları, yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir." (Mâide, 33)

Bu ayeti kerîme irtidad eden, adam öldüren ve mal yağmalayan kimseler hakkında inmiştir. Aynı zamanda bu ayetin nüzul sebebinin, ahidleri bozup haksız yere adam öldüren birtakım kimseler olduğu da söylenmiştir. Müşrikler olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. Burada mürtedler, muharibler (yol kesip adam öldürenler) ile muharibler arasından ahdi bozanlar ve muharib müşrikler birlikte zikredilmiştir. Selef ile halefin cumhuru, bu ayeti kerîmenin müslüman olan yol kesicileri de kapsamına aldığı kanaatindedir. Ayet-i kerîme bütün bunları kapsamına almaktadır, işte bundan dolayı bütün bu söz konusu kimseler devlet tarafından ele geçirilmediği sürece tevbe etmeleri halinde üzerlerinde bulunan Allah'ın hakkı sakıt olur.

Aynı şekilde "salah ve ıslah" pek çok yerde "iman" ile birlikte zikredilmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

"Muhakkak iman edip salih ameller işleyenler..." (Bakara, 277)

"Kim iman eder ve ıslah ederse, onlar için korku yoktur ve onlar üzülmezler de" (En'am, 48)

Bilindiği gibi iman, ıslahın en üstün halidir ve salih amelin de en faziletlisidir.

Nitekim sahih hadiste şöyle geçmektedir:

"Ey Allah'ın Rasulü! Amellerin hangisi daha faziletlidir? diye sorulmuş, o da:

"Allah'a iman" buyurmuştur." (Buhârî, İman, 18;Tirmizî, Fedâilu'l- Cihâd, 22,23)

Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak ben tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyip hidayet üzre olana çok çok mağfiret ediciyim." (Tâ-Hâ, 82)

"Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenler cennete girerler..." (Meryem, 60)

"Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenlerin, işte bunların Allah günahlarını sevaba değiştirir..." (Furkan, 70)

Zina iftirası hakkında da şöyle buyurulmaktadır:

"Ancak bundan sonra tevbe edenler ve ıslah edenler müstesna, muhakkak Allah mağfiret ve rahmet edicidir." (Nur, 5)

Hırsızlık hakkında da şunları söylemektedir:

"Fakat kim, ettiği zulümden sonra tevbe eder ve ıslah ederse şüphesiz ki Allah, onun tevbesini kabul eder." (Mâide, 39)

"Sizlerden fuhuş yapanların her ikisini de incitin. Eğer tevbe edip ıslah ederlerse onlardan vazgeçin." (Nisa, 16)

İşte bu bakımdan fukaha, zina iftirasını yapan (kazif) in şehadetinin kabulü hakkındaki iki görüşten birisinde, durumlarını ıslah etmesini şart koşmuşlardır. Bunun için de bir yıllık süre takdir etmişlerdir.

Nitekim Ömer (r.a) bir sene süre ile ertelediğinde, Sabiğ b. Asele, bu şekilde uygulama yapmıştı.

İmam Ahmed'de bid'ate davet eden propagandistin tevbesi ile ilgili olarak Hz. Ömer'in Sabiğ b. Asel'i ertelediği gibi, bir yıl erteleme görüşünü kabul etmiştir.