İman kelimesinin kayıtlı olarak kullanılması

Eğer "iman" kelimesi, iman yahut salih amelle birlikte mukayyed olarak kullanılırsa, o zaman bu kelimeyle kalbte bulunan imanın kastedilmesi söz konusudur. Acaba üzerine atfedilen de (matufu'n-aleyh) kastedilir mi ve bu durumda özelin genele atfı türünden mi olur, yoksa birlikte kullanılması halinde kapsamının içerisine girmez mi?

Yahut atfedilen, ehl-i sünnet mezhebine göre, onun lâzımı mı olur, yoksa onun bir bölümü veya lâzımı olmaz mı?

Bu konuda insanların, ileride de Allah'ın izniyle geleceği gibi, üç ayrı görüşü vardır ve bu genel olarak bütün isimlerde söz konusu olan bir şeydir, isimlerin müsemmaları mutlak ve kayıtlama ile çeşitlilik gösterir.

Buna örnek olarak "maruf" ile "münker" isimlerini gösterebiliriz. Yüce Allah'ın:

"O (peygamber) onlara marufu emreder, onları münkerden alıkoyar." (A'raf 157),

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden alıkoyarsınız." (Al-i İmran, 110),

"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar biribirlerinin velileridirler. Bunlar marufu emreder, münkerden alıkoyarlar." (Tevbe, 71)

Buyruklarında: "maruf" un kapsamına bütün hayırlar, "münker" in kapsamına da bütün kötülükler girmektedir.

Kimi zaman bundan daha da özel isimlerle birlikte kullanılır.

Yüce Allah'ın şu buyruğunda görüldüğü gibi:

"Onların fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Meğer ki bir sadaka vermeyi veya bir maruf işlemeyi yahut insanlar arasını düzeltmeyi emredenlerinki ola." (Nisa, 114)

Burada marufla, sadaka vermek ve insanlar arasını düzeltmek arasında -iman ve amel isimleri ile iman ve İslâm isimleri arasında gözetildiği gibi- farklılık gözetilmektedir.

Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir:

"Muhakkak namaz ahlaksızlık ve münkerden alıkoyar." (Ankebut, 45)

Burada "fahşa" (ahlaksızlık) ile münker arasında farklılık gözetilmiştir. Yüce Allah'ın şu:

"Ve onlar münkerden alıkoyarlar" (Tevbe, 71) buyruğunda ise:

"fahşa", münkerin kapsamındadır.

Daha sonra ise "münker" Yüce Allah'ın şu buyruğunda her ikisi ile birlikte kullanılmaktadır:

"Muhakkak Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara bir şeyler vermeyi emreder, fahşa münker ve haddi aşmaktan da nehyeder." (Nahl, 19)

Burada haddi aşmak (bağy) her ikisinden de ayrı olarak zikredilmiştir. Halbuki bundan önceki iki yerde ise haddi aşmak, "münker" isminin kapsamı içerisindedir

"İbadet" kelimesi de bu türdendir. Eğer mutlak olarak Allah'a ibadet emri verilirse, Allah'ın verdiği bütün emirler ona ibadetin kapsamı içerisine girer. Yüce Allah'a tevekkül etmek O'nun emirleri arasındadır. O'ndan yardım dilemek, O'nun emirleri arasındadır. Bunlar Yüce Allah'ın şu buyruğunun ve benzeri diğer buyruklarının kapsamına girerler:

"Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat, 56),

"Allah'a ibadet edin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayın." (Nisa, 36),

"Ey insanlar! Sizi yaratan Rabbınıza ibadet edin." (Bakara, 21),

"Biz sana kitabı hak ile indirdik. Allah'a dini ona halis kılarak ibadet et" (Zumer, 2),

"De ki: Ben dinimi yalnız ona halis kılarak Allah'a ibadet ederim." (Zumer, 14),

"Ey cahiller! Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?" (Zumer, 64)

Diğer taraftan Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi, ibadetle birlikte bir başka ismin de kullanıldığı olur:

"Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." (Fatiha, 5),

"Yalnız ona ibadet et ve yalnız ona tevekkül et." ( Hud, 123)

Hz. Nuh'un şu sözlerinde de görüldüğü gibi:

"Allah'a ibadet edin, ondan sakının ve bana itaat edin." (Ankebut, 16)

Aynı şekilde sadece Allah'a itaat ismi kullanıldığında, O'na itaatin kapsamına, O'nun verdiği bütün emirler girer. Allah'ın Resulüne itaat da O'na itaatin kapsamına girmektedir.

"Takva" ismi de böyledir. Tek başına kullanıldığında yapılması emredilen ve işlenmemesi, terkedilmesi istenen her fiil takva kapsamına girer.

Talk b. Habib der ki:

"Takva" Allah'tan gelen bir nur üzere, Allah'ın rahmetini umarak, Allah'a itaatle amel etmek ve Allah'a karşı günah işlemeyi terketmektir."

Yüce Allah'ın şu buyruklarında görüldüğü gibi takva, tek başına zikredilmiştir:

"Muhakkak ki takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklar kenarındadır. Doğruluk makamında gayet muktedir bir melikin huzurunda olacaklardır." (Kamer, 54-55)

Bazen takva ile birlikte bir başka ismin daha kullanıldığı görülmekterdir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:

"Kim Allah'tan korkarsa (takva üzere olursa) ona bir kurtuluş ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter." (Talak, 2),

"Gerçek şu ki, kim takva eder ve sabrederse, şüphesiz ki Allah, ihsan edenlerin ecrini zayi temez." (Yusuf, 90),

"Kendisi adına birbirinizden bir şeyler istediğiniz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten korkun (takva edin)" (Nisa, 1),

"Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin," (Ahzab, 70),

"Allah'tan korkun ve sadıklarla birlikte olun." (Tevbe, 119),

"Allah'tan nasıl korkmanız gerekiyorsa öylece korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün." (Al-i İmran, 102)

Daha buna benzer başka birçok buyruklar vardır.

Yüce Allah'ın:

"Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin" (Ahzab, 70) buyruğu, O'nun şu buyruklarına benzemektedir:

"Allah'a ve Rasûlüne iman edin ve sizi üzerinde halife kılmış olduğu mallardan Allah yolunda harcayın" (Hadid, 7),

"Rasul Rabbinden kendisine indirilenlere iman etti, mü'minler de. Onların her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti. (Derler ki) Biz rasullerinden hiçbirisi arasında ayırım gözetmeyiz. Ve derler ki: Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz bize mağfiret buyur. Dönüş yalnız sanadır." (Bakara, 285)

Görüldüğü gibi burada iman edenlerin söyledikleri sözler imana atfedilmiştir. Aynı şekilde dosdoğru söz de takvaya atfedilmiştir. Bilindiği gibi takva, mutlak olarak zikredildiği takdirde, dosdoğru söz söylemek de onun kapsamına girer.

Aynı şekilde "iman" da mutlak olarak zikredilecek olursa, Allah'ın ve Rasûlünün emir ve buyruklarını dinleyip onlara itaat etmek de imanın kapsamına girer.

Yüce Allah'ın:

"Allah'a ve Rasûlüne iman edin" buyruğu da böyledir. Allah'a iman, Muhammed ümmeti hakkında mutlak olarak kullanıldığı takdirde Rasule iman etmek de onun kapsamına girer.

Yüce Allah'ın:

"Onların her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti" buyruğunda da böyledir.

Allah'a iman mutlak olarak kullanıldığı takdirde buna tabi olan diğer hususlar da onun kapsamına girer.

Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir:

"Onlar ki sana indirilene de iman ederler, senden önce indirilmiş olanlara da" (Bakara, 4),

"Şöyle deyiniz, Allah'a, bize indirilene ve İbrahim'e indirilene... iman ettik." (Bakara, 136)

"Allah'a ve ümmi peygamber olan Rasûlüne iman edin" (A'raf, 158) denildiği takdirde, Rasûlüne imanın kapsamına bütün kitaplara, Rasul ve peygamberlere iman da girer. Aynı şekilde:

"Rasûlüne iman ediniz ki, size rahmetinden iki kat versin" (Hadid, 28) buyruğunda da durum böyledir. Yine:

"Allah'a ve Rasûlüne iman edin ve sizi üzerinde halife kıldığı mallardan infak edin" (Hadid, 7) buyruğunda da, Allah'a ve Rasûlüne iman kapsamına, bütün bunlara iman da girmektedir. İnfak ise bir başka ayet-i kerîmede:

"Allah'a ve Rasûlüne iman edin" buyruğunun kapsamına girer. Nitekim doğru söz söylemek de Yüce Allah'ın:

"Andolsun ki kendilerine kitap verilenlere... emrettik" (Nisa, 131) buyruğu ve buna benzer diğer buyrukların kapsamına girer.

"Birr" (iyilik) kelimesi mutlak olarak kullanıldığı takdirde, şanı Yüce Allah'ın bütün emirlerini kapsar. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

"İyiler (ebrar) hiç şüphesiz nimetler içindedirler. Kötüler ise hiç şüphesiz cehennemdedirler." (İnfîtar, 13-14)

Yüce Allah'ın:

"Fakat iyilik bundan sakınanınkidir" (Bakara, 189) buyruğu ile:

"Yüzlerinizi doğuya ve batıya döndürmeniz iyilik değildir. Fakat iyilik Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman etmek, mala olan sevgisine rağmen akrabasına, yetimlere, muhtaçlara, yolculara, dilenenlere, kölelere veren, namazını dosdoğru kılan, zekâtı veren ahidleşince ahidlerini yerine getirenler, sıkıntıda, hastalıkta ve savaş kızıştığında sabreden kimselerin yaptıklarıdır. Sadık olan kimseler işte bunlardır, takva sahibi olanlarda ancak bunlardır" (Bakara, 177)

Buyruğunda söz konusu edilen "birr"e gelince, burada "birr" kelimesi mutlak olarak kullanıldığı takdirde, onunla kastedilen takva ile amaçlanan şeyin aynısıdır. Takva'nın mutlak olarak kullanılması durumunda, "birr" kelimesiyle anlatılmak istenen şeyler kastedilir. Diğer taraftan Yüce Allah'ın:

"Birr (iyilik) ve takva üzerinde yardımlaşın" (Maide, 2) buyruğunda olduğu gibi, bazen her iki kelime de beraberce geçer.

"İsm" (günah) kelimesi de mutlak olarak kullanıldığı takdirde, her türlü günahı kapsar.

Bazen Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi "Udvan" (düşmanlık) haddi aşmaklık" sözüyle birlikte kullanılabilir.

Yüce Allah'ın şu buyruğunda görüldüğü gibi:

"Günah ve düşmanlık üzere birbirinizle yardımlaşmayınız." (Maide, 2)

Aynı şekilde "Zünûb" (günahlar) kelimesi de mutlak olarak kullanıldığında, farz olan her şeyi terketmek ve haram kılınan her şeyi yapmayı da kapsar. Yüce Allah'ın şu buyrukları bunun örneğidir:

"De ki: Ey nefisleri aleyhinde ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder." (Zumer, 53)

Diğer taraftan bazen bu kelime Yüce Allah'ın şu buyruğunda da görüldüğü gibi başkalarıyla birlikte de kullanılabilir:

"Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı mağfiret et." (Al-i İmran, 147)

Aynı şekilde "Hûda" (hidayet) kelimesi de mutlak olarak kullanıldığı takdirde, Yüce Allah'ın Resulü ile birlikte göndermiş olduğu ilmi ve ameli de bir arada kapsar. O bakımdan bunun kapsamına şanı Yüce Allah'ın bütün emirleri girer. Şu buyrukta olduğu gibi:

"Bizi dosdoğru yola ilet" (Fatiha, 6).

Maksat aynı zamanda hak ile ilmi ve onun gereğince ameli istemektir. Yüce Allah'ın:

"Takva sahipleri için bir hidayettir" (Bakara, 2) buyruğu da böyledir.

Bununla anlatılmak istenen de onların o kitapta bulunanı bildikleri ve onun gereğince amel ettikleridir. Bundan dolayı onlar kurtuluşa etenlerden olmuşlardır. Cennet ehlinin:

"Bizi buna ileten Allah'a hamdolsun" (Araf, 43)sözleri de böyledir.

Allah onları, onlara faydalı ilmi ve salih ameli ilham etmekle hidayete iletmiştir.

Diğer taraftan hidayet, bazen Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

"İctiba" (seçmek) ile de birlikte kullanılabilir.

"Bazılarını da seçtik, onları doğru bir yola ilettik." (Enam, 87)

Şu buyruklarında da böyledir:

"O nimetlerine şükreden idi. (Allah) onu seçti ve onu doğru yola iletti" (Nahl, 121),

"Allah dilediği kimseyi kendine seçer ve ona dönene de hidayet eder" (Şura, 13)

Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir:

"O Rasûlünü hidayet ile ve hak din ile gönderendir." (Tevbe,33,Feth,38,Saff,9)

Burada hidayet iman, hak din de İslâm'dır.

Hidayet mutlak olarak kullanıldığı takdirde, mutlak iman gibi, kapsamına hem iman, hem de İslâm girer.

"Dalâlet" sözü de mutlak olarak kullanıldığı takdirde, ister bilerek, isterse bilmeyerek olsun, hidayetten sapan kimseleri kapsar ve böyle bir kimsenin azaba uğratılanlardan olması gerekir.

Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:

"Muhakkak onlar babalarını dalalette bulmuşlardı ve onların izleri üzerine hızlıca koşuşuyorlardı." (Sâffat, 69-70)

"Rabbimiz, gerçekten biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlarda bizi hak yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara bizim azabımızın iki katını ver ve onları en büyük lanetle lanetle." (Ahzab 67-68)

"Artık kim benim hidayetime uyarsa, o ne sapar ne bedbaht olur." (Tâ-Hâ, 123)

Diğer taraftan bazen dalâlet "gayy" (azgınlık) ve "gazab" (kızgınlık) kelimeleriyle birlikte de kullanılmaktadır.

Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:

"Sizin arkadaşınız sapmadı ve azıtmadı." (Necm 2),

Fatiha sûresinin sonunda yer alan "gazaba uğrayanların ve yolunu sapıtanlarınkine değil" buyruğunda da böyledir. Aynı şekilde:

"Muhakkak ki günahkârlar dalâlet ve çılgın ateş içindedirler " (Kamer 47) buyruğu da böyledir.

Aynı şekilde "Gayy" kelimesi de mutlak olarak kullanılacaksa, Yüce Allah'a isyanı gerektiren her şeyi kapsar. Nitekim şeytan tarafından söylendiği nakledilen şu sözlerde de durum böyledir:

"Andolsun ki, onları toptan azdıracağım. Benim ihlâsa erdirilmiş olan kullarım müstesna." (Hicr 39,40)

Bazen de Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi dalaletle birlikte de kullanılır:

"Sizin arkadaşınız sapmadı ve azıtmadı." (Necm 2)

"Fakir" kelimesi mutlak olarak kullanıldığı takdirde, onun kapsamına miskin kelimesi de girer.

"Miskin" kelimesi de mutlak olarak kullanıldığında fakiri de kapsar. Her ikisi birlikte kullanılacak olursa birbirlerinden farklı oldukları anlaşılır. Birinci türe Yüce Allah'ın şu buyruklarını örnek gösterebiliriz:

"Eğer sadakalarınızı açıkça verirseniz, ne güzeldir. Eğer onları gizler fakirlere verirseniz işte bu sizin için daha hayırlıdır." (Bakara, 271),

"Onun keffareti on miskini yedirmektir." (Maide, 89)

İkincisine örnek olarak da Yüce Allah'ın şu buyruğunu gösterebiliriz:

"Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak-fakirlere, miskinlere...dir" (Tevbe, 60)

Mutlak, mukayyed, mücerred ve başkaları ile birlikte kullanılmaları halinde işaret ettikleri şey farklı farklı olan bu isimler, onlardan birisi tek başına kullanıldığı takdirde ötekinden daha genel bir anlam ifade edebilir.

"Amel" ve "Sıdk" ile birlikte "iman" ve "maruf" kelimelerinin "fahşa" ve "bağiy" ile birlikte "münker" kelimelerinin ve benzerlerinin kullanılışında olduğu gibi.

Bazen bu iki kelime genellik ve özellik bakımından birbirleriyle eşit olurlar, "iman", "birr", "takva" kelimeleriyle "fakir" ve "miskin" kelimeleri gibi. Bunların hangisi mutlak olarak kullanılırsa, ötekinin de kapsadığı anlamı kapsar.

Aynı şekilde "tilâvet" kelimesi de böyledir. Yüce Allah'ın:

"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu hakkıyla tilâvet ederler (okurlar)" (Bakara, 121) buyruğunda olduğu gibi, mutlak olarak kullanıldığı takdirde onun gereğince ameli de kapsar.

Nitekim İbn Mes'ud, İbn Abbas, Mücahid ve bunlara benzer ashab ve tabiin de böylece tefsir etmişler ve şöyle demişlerdir:

"Onu hakkıyla tilâvet ederler", yani gereği gibi ona uyarlar. Helalini helâl ve haramını haram kabul edip riayet ederler. Muhkemi ile amel eder, müteşabihi ile de iman ederler. Burada "tilâvet" kelimesinin, uymak anlamına gelen, bir şeyin arkasından gitmek anlamında olduğu da söylenmiştir.

Yüce Allah'ın:

"Onu takip ettiği zaman aya andolsun" (Şems, 2) buyruğunda olduğu gibi.

Bunun kapsamına, onu okumayanlar da girer. Şöyle de denilmiştir:

"Anlamının gereğince anlaşılması ve gereğince amel edilmesi de onun tam anlamıyla okunmasının bir gereğidir."

Nitekim Ebû Abdurrahman Sülemi de şöyle demektedir:

Bizlere Kur'an-ı Kerîm'i öğreten Osman b. Affân, Abdurrahman b. Mes'ud ve başkalarının anlattığına göre ashab, Peygamber (s.a.v)'den on ayet-i kerîme öğrendiklerinde, bunlardaki ilim ve ameli gereğince öğrenmedikçe başkasına geçmezlerdi. O bakımdan onlar şöyle demişlerdir:

Böylece biz, hem Kur'an-ı Kerîm'i, hem ilmi ve hem de ameli bir arada öğrenmiş oluyorduk.

Yüce Allah'ın:

"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu hakkıyla tilâvet ederler" (Bakara, 121)

Buyruğunda yer alan "kitap" hem Kur'an'la, hem de Tevrat'la tefsir edilmiştir.

Muhammed b. Nasr isnadını da belirterek İbn Abbas'tan:

"Onu hakkıyla tilâvet ederler" buyruğuyla ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Yani onlar o kitaba hakkıyla uyarlar"

Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre:

"Onu hakkıyla tilâvet ederler" buyruğunun anlamı şudur:

"Helalini helâl, haramını da haram bilirler. Sözleri yerlerinden oynatarak tahrif etmezler. "

Katâde'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Onlar o kitabı hakkıyla tilâvet ederler, işte onlar o kitaba iman ederler."

Yine Katâde şöyle der:

"İşte o kimseler Muhammed (s.a.v)'in ashabıdırlar. Hem Allah'ın Kitabı'na iman ettiler, hem onu tasdik ettiler. Helalini helâl, haramını haram bildiler ve onda bulunun hükümler gereğince de amel ettiler."

Bize anlatıldığına göre Îbn Mes'ud şöyle dermiş:

"Kitab'ın hakkıyla tilâvet edilmesi, helalinin helâl ve haramının haram kabul edilmesi ve Allah tarafından indirildiği şekliyle onu okuyup kitabın yerinde değişiklik yapmamamızdır."

Hasan'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Onu hakkıyla tilâvet ederler. Yani muhkem olan ayetleriyle amel ederler, müteşabih olanlarına iman ederler. Kendileri için müşkil (içinden çıkılmaz) gibi görünen buyrukları da bilenlere havale ederler"

Mücahid'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Onlar o kitaba hakkıyla uyarlar" Bir rivayette de "onunla gereği gibi amel ederler", dediği rivayet edilmiştir.

Diğer taraftan tilâvet (okumak) ile birlikte başka kelimeler kullanıldığı da olur.

Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

"Sana kitabtan vahyolunanı oku ve namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki namaz fahşadan (hayasızlıktan) ve münkerden alıkoyar." (Ankebut, 45)

Ahmed b. Hanbel ve başkaları şöyle demiştir:

"Kitabın tilâvet edilmesi, tamamıyla Allah'a itaat ile amel etmek demektir".

Daha sonra da Yüce Allah şu buyruğunda olduğu gibi özel olarak namazı da zikretmiştir.

"Bir de Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar..." (A'raf,170),

"Öyleyse bana ibadet et ve özellikle beni hatırlamak için namaz kıl." (Tâ-Hâ, 14)

"Allah'ın indirdiklerine tabi olmak" sözü de bütün itaatleri kapsar.

Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:

"Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka edindiğiniz bir takım velilere uymayın." (A'raf,3),

"Kim benim hidayetime uyarsa, asla sapmaz, bedbaht da olmaz" (Tâ-Hâ, 123),

"Bir de bu benim dosdoğru yoluma uyunuz. Başka yollara uymayınız. O zaman o yollar, sizi onun yolundan ayırıp uzaklaştırır." (En'am, 153)

Bazen bu kelimeyle birlikte şu buyruklarda olduğu gibi başkaları da kullanılır:

"İşte bu da sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Artık ona uyun ve takva sahibi olun ki, merhamet olunasınız." (En'am, 155),

"Rabbinden sana vahyolunana tabi ol. Ondan başka hiçbir ilah yoktur ve müşriklerden yüz çevir" (En'am, 106),

"Sana vahyolunana tabi ol ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (Yunus, 109)

"Ebrar" kelimesi de mutlak olarak kullanıldığı takdirde ileri geçenlerden olsun, orta yollu hareket edenlerden olsun, bütün takva sahipleri onun kapsamına girer.

"Mukarrebler" ile birlikte kullanıldığı takdirde ise bu kelime daha özel bir anlam ifade eder.

Birincisi hakkında Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"İyiler hiç şüphesiz nimetler içindedirler, kötüler ise hiç şüphesiz cehennemdedirler." (İnfitâr, 13-14)

İkinci türe örnek olarak da şunları görelim:

"Şüphe yok ki, iyilerin kitabı illiyyindedir.İlliyin'in ne olduğunu sen ne bilirsin. O yazılmış bir kitaptır. Onu mukarreb olanlar müşahade ederler." (Mutaffifin, 18-21)

Bu konu oldukça geniş ve kapsamlı bir konudur. Bunu ayrıntılarıyla açıklamak oldukça uzun sürer.

Kelimelerin mutlak ve özel olarak işaret ettiği şeyleri bilmek konusunda en faydalı olan, Kitap ve Sünnet'in kelimeleridir.

Bu kelimeler sayesinde insanların anlaşmazlık içerisinde bulundukları pek çok şüphe ortadan kalkar.

Bu anlaşmazlık konularından bir tanesi de "İman ve İslâm Meselesi" dir.

İman ve İslâm'ın neye ad oldukları konusu baş gösteren ilk anlaşmazlık ve ihtilâftır. Bundan dolayı ümmet birtakım fırkalara ayrıldı. Kitap ve sünnet hakkında farklı görüşler ortaya çıktı. Bazıları bazılarını tekfir etti, birbirleriyle savaştılar. Nitekim bu durumu başka yerlerde de açıkladık.

Amacımız, Allah'ın ve Rasûlünün sözlerini hidayetin tümüyle Allah'ın ve Rasûlünün sözlerinden alındığını açıklamak ve bunun için de gerekli delilleri ortaya koymaktır. Yoksa delilsiz olarak kabul edilen veya delilsiz olarak reddedilen sözleri zikrederek bunu yapmak istemedik.

Allah'ın ve Rasûlünün dininden başkasına destek vermek olan sözleri nakletmek amacında değiliz.

Maksad olarak gözetilmesi gereken şey, Rasûlün getirdiğini bilip tanımak ve buna uymaktır. Bunu da Allah'ın ve Rasûlünün açıkladığı şeylere işaret eden delillerle gerçekleştirmektir.

İmanın açıklanması konusunda selefin ve sünnet imamlarının söyledikleri sözler de bu türdendir.

Onlar:

- Kimi zaman iman hem kavl (söz), hem ameldir,

- Kimi zaman kavl (söz), amel ve niyyettir,

- Kimi zaman iman kavl (söz), amel, niyet ve sünnete uymaktır,

- Kimi zaman da iman, dil ile söylemek, kalb ile inanmak, organlarla amel etmektir derler.

Bütün bunların hepsi doğrudur.

Eğer: İman söz ve ameldir derlerse, sözün kapsamına kalbin de dilin de sözleri girer. İşte arapçada "kavl ve kelâm" sözlerinden ve benzerlerinden, mutlak olarak kullanıldıkları takdirde,anlaşılan budur.

"Kelâm" ile "kavl" kelimelerinin mutlak olarak kullanılmaları halinde neyi anlattıkları hususunda dört görüş vardır:

1 - Selefin, fukahanın ve cumhurun kabul ettiği görüşe göre, "insan" kelimesi nasıl aynı anda ruh ve bedeni kapsamaktaysa, bunlar da hem sözü, hem de anlamı bir arada kapsamaktadır.

2 - Diğer bir görüşe göre "kelâm" ve "kavl" in ad olduğu şey kelimelerin kendisidir. Anlam ise, ad olduğu şeyin bir kısmı değildir. Anlam, ad olduğu şeyin medlulüdür. Bu ise Mûtezile'den ve başkalarından olan kelâm ehlinin bir çoğunun ve ehl-i sünnete mensup bir kesimin görüşüdür. Aynı zamanda bu nahivcilerin de görüşüdür. Çünkü onların uğraş alanları kelimelerdir.

3 - Bir diğer görüşe göre bunların müsemması mânâdır. Kelâmın söz hakkında kullanılmasıysa, bir mecazdır. Çünkü ona işaret etmektedir. Bu da İbn Küllab ve ona uyanların görüşüdür.

4 - Bir başka görüşe göre ise kelâm ve kavl, söz ve anlam arasında ortaktır. Bu da Küllâbiye'den müteahhir bazı kimselerin görüşüdür. Onların bu konuda Ebu'l-Hasan'dan rivayet edilen üçüncü bir görüşleri vardır. Buna göre Allah'ın kelâmında mecaz, insanların kelâmında hakikattir. Çünkü insanların harfleri kendileri ile kaimdir. Dolayısıyla kelâm, mütekellimden başkasıyla kaim olmaz. Kur'anî kelâm ise böyle değildir. Ona göre Kur'an-ı Kerîm, Allah ile kaim değildir. Kur'an-ı Kerîm'in O'nun sözü olmasına imkan yoktur. Bunun açıklanması bir başka yerdedir.

Burada maksadımız şudur:

Seleften;

- İman hem kavl (söz), hem de ameldir diyen kimse:

Kalbin ve dilin kavlini, kalbin ve organların amelini kasteder,

- İtikadı kasteden kimse ise:

Kavl kelimesinden ancak açık olan kavlin anlaşıldığı görüşündedir veya bundan korktuğu için kalb ile inancı da ayrıca zikretmiştir.

- İman, kavl ve niyyettir, diyen kimse ise şöyle demektedir:

Kavl, inancı ve dilin söz söylemesini kapsar. Amelden ise bazan niyyet anlaşılmayabilir, o bakımdan ayrıca niyeti de zikretmiştir. Buna ek olarak sünnete uymayı söz konusu eden kişinin bunu söylemesinin sebebi, bütün bunların Allah tarafından sevilebilmesi için, ancak sünnete uyulması ile mümkün olması dolayısıyladır.

Bütün bunlar ise, her türlü söz ve ameli anlatmak istememişlerdir. Ancak şeriata uygun olan söz ve amelleri kasdetmişlerdir.

Fakat onların amaçları imanı sadece sözden ibaret kabul eden Mürcie'yi reddetmektir. Bunun için onlara "Hayır, iman hem kavl, hem de ameldir" derler.

- İmanı dört kısım olarak kabul edenler ise, maksatlarının ne olduğunu da açıklamışlardır:

Nitekim Sehl b. Abdullah Tüsteri'ye imanın ne olduğu hakkında soru sorulduğunda, o şu cevabı vermiştir:

İman kavl, amel, niyet ve sünnettir.

Çünkü iman eğer amelsiz bir söz olursa, küfür olur.

Niyetsiz söz ve amel olursa, nifak olur,

Eğer sünnetsiz söz, amel ve niyet olursa o zaman da bid'at olur.