27 MAYIS YÖN’ÜN YÖNÜ DEVLETÇİLİĞİMİZ, Dr. HİKMET KIVILCIMLI,
1989, Bibliotek Yayınları
Özetleyen
Ekrem CANDAN
Ankara Üniversitesi Sos. Bil. Enst.
Doktora Programı (Özel Öğrenci)
Bürokrasi ve Bürokratik Elit Dersi
Türkiye devrimci hareketi içinde yer alan ve devrimci bir önder olarak kabul edilen Dr. Hikmet KIVILCIMLI’nın sosyalizm, devletçiliğimiz, YÖN hareketi, 27 Mayıs Devrimine ilişkin analizi ve devletçilik anlayışına ilişkin değerlendirme ve kritiklerini içeren çalışması ilk olarak 1970 yılında “27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi” adıyla (Ant Yayınları), daha sonra ise 1977’de “27 Mayıs, Devletçilik, Yön’ün Yönü” adı altında (Tarihsel Maddecilik Yayınları) yayımlanmıştır. Aynı kitap daha sonra 1989 yılında “27 Mayıs Yön’ün Yönü Devletçiliğimiz” adıyla (Bibliotek Yayınları) yayımlanmıştır. Yayınevi hazırlanma inceliği ve keyif ile okunacak olması yönüyle kitabı Marx’ın 18. Brumaire’sine benzetmektedir.
Kitap 5 bölümden oluşmaktadır.
1. Bölüm: Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz
2. Bölüm: Devletçilik (Kapitalizm Fideliği) Üzerine Bir Küçük-Burjuva Kuruntu Fikri
3. Bölüm: Devrimciliğin Birinci Sorunu Sınıf İktidarı (Birinci Kurtuluş ve 27 Mayıs Açısından)
4. Bölüm: 27 Mayıs ve İktidar
5. Bölüm: 27 Mayıs’ın Sentetik Açıdan İncelenmesi
Eser değişik zamanlarda kaleme alınan ve bir kısmı özel başlıklar altında toplanan çalışmalardan oluşmaktadır. Bütün bölümler esas olarak devletçilik, kapitalist sistem, sosyalizm, 27 Mayıs Müdahalesi, Kadro ve Yön Hareketleri ve 60’lı yılların siyasi hareketlerine ilişkin tartışmalara odaklanmaktadır.
1. Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz
Birinci Bölümde Avrupa ve Türkiye’de sosyalizm bağlamında devletçilik anlayışımız tartışılmaktadır.
Bugün dünyanın her yerinde sosyalizm komünizme karşı alınmış bir önlemdir, daha doğrusu, eski bir Milli Birlik üyesinin deyimiyle komünizme taşmayı önleyecek son benttir, herkesçe hoş görülen bir ehven’i şer, kötünün iyisidir. Ama bizim devletçiliğe kardırılan sosyalizm anlayışımızla, Batıdaki sosyalizm yapılışları arasında, en az ortaçağla modern çağ arasındaki farklar kadar fark vardır.
Batı’da ekonomide işleyici kol, politikada vergi ve oy ödeyici kul durumuna giren işçi sınıfı, devlet dışında başının çaresine baktı. Batıda sosyalizm, devletin dışında ve karşısında doğdu. Devletçiliğe hala, bir türlü, kolay kolay ısındırılamadı.
Bizde ise işçi sınıfımız dışından ve ta yukarılardan bir sosyalizm gürültüsüdür gırla gidiyor. Hem de bütün iddiası ne? Kalkınmamızı özel sermaye yerine, devletçiliğimiz eliyle yapmak! (sosyalist devletçilik) Çevremize azıcık göz gezdirelim. Bugün, yabancı sermaye hepimizden daha devletçi! Sıkı sıkıya, kıskıvrak bağlanacağımız devlet planları bekliyor.
“Sosyalizm hazır elbisesi, bütün makbul “Avrupa malı” yabancı nesneler gibi, değerleri tartışma konusu edilmez “düsturlar” halinde ülkemize sokuluyor. Her pahalı satılmak istenen şey gibi, sosyalizm de, hayran kaldığımız Batı kökenli “ithal malı” olarak piyasaya sürülüyor. Avrupa’dan alıyorsak lütfen namusumuzla, tahrif etmeden alalım. Avrupa’da hiçbir sosyalizm devletçilikle başlamadı. Tersine, her sosyalizm, devletçilik yüzünden boynu altında kaldı.
Avrupa’da sosyal yapı değişiklikleri kaçınılmaz bir gelişim sayılıyor. O gelişimi önlemek ve söz yerindeyse “amortize” etmek için fizik yasaları uygulanıyor. Batının güdücü sınıfları bir “emniyet sübabı” arıyorlar. Sosyal emniyet sübaplarının en elverişlisini sosyalizmde buluyorlar.
Türkiye’de bütün sosyal ve politik çabaların sonucu, tam Batıdakinin tersine dönüyor. Kılık ve saç sakal “devrim”leri bile, kadim devletçiliğimizden gelmiyorsa, isyan çıkarıyor. Traş “inkılapları” dışında en ufak bir toplumsal yapı değişikliği ise ölüm (komünizm) sayılıyor. Modernleşme gidişini bütün gerekleri ve sonuçlarıyla benimseyeceğimize, o gidişin sosyal yapımıza getireceği her türlü değişikliği sansüre uğratmak için uykularımız kaçıyor. Ortaçağ ilişkilerimizin kilit mevkisini her ne pahasına olursa olsun dokunulmaz tutmak için bir maske aranıyor. Ve o maske devletçiliğimizle karışık sosyalizmtrak “aydın” gevezeliklerinde bulunuyor.
Avrupa’da büyük sanayinin kuruluşuna yol açan işçi sınıfının yığın hareketi sosyalizmi yaratırken, bizde “devletçiliğimiz” adıyla savunulan tutum, pratikle, işçi hareketlerini yeraltına sokup, vergi kaçakçılığı ile sosyal adaletsizliği göklere çıkaran bir sanayileşme geriliğini bilerek, bilmeyerek kışkırtıyor.
Kalkınmamız şöyle dursun, sürekli artan nüfusumuz düşünülürse, olduğumuz yerde kalmamızı bile rahatça sağlamayan böyle bir devletçiliğimiz, ister istemez “demokrasi”yi kuramadı. Çünkü demokrasi, Avrupa’da 150 yıldan beri tanımlandığı gibi “en kalabalık, en züğürt yurttaşların” yanına olur. Devletçiliğimiz ise, çoğunluğumuzun –işçi, köylü, esnaf, aydın, memur yığınlarımızın- sosyal adaletsizliğe kurban edilmeleri pahasına, çok parti çağında birkaç şehirde, tek parti çağında birkaç mahallede birkaç “milyoner” yaratmanın şarkısını boruyla çaldırtmayı, demokrasi havası diye övdü.
Avrupa’da sosyalizm, az çok işçi yığınları için, işçilerle birlikte, işçiler tarafından benimsendikçe güçlenmiştir. Bizde devletçi sosyalizm, düşünce çoraklığımızda kolay satış yapmaya memur birkaç yarım-aydının “aydın avuntusu”dur.
Avrupa, yüzyıldan beri az çok bağımsız bir düşünce özgürlüğünü düşünce olarak kaldığı ölçüde yasak edememiştir. Bizde yasalar değil, şahıslar, derebeyler, “devletçiliğimiz” egemendirler. Daha doğrusu devletçiliğimizin özü “devletlû”ları yasaların üstünde saymaktır.
Batıda sosyalizm, büyük sanayinin yarattığı modern işçi sınıfına, uzun süreli savaşlarda savunduğu yaşama ve düşünme özgürlüğünü modern toplum çerçevesini çatlatmaksızın kısmi tatminlerle amortize etme, giderme yolları açan iyi kötü bir sosyal istikrar sağlamak çabasıdır. Türkiye’de ise, Avrupa’da işportaya çoktan düşmüş sosyalizm ya da sosyal düşünce döküntülerinden derme çatma parçalar, yedek parçalar biçiminde yurda aktarılırsa “yerli malı” bir sosyalizmimiz oluverir biliniyor. Ne sağ ne sol, kimse modern anlamda düşünceyi ciddiye almıyor. Bizim “devletçi sosyalizm”, sırtını devletçiliğe dayamış sosyalizmimiz Batının anladığı yönde “komünizme taşmayı önleyecek son bent” olmaktan bile çıkıyor.
Dünkü tek parti çağının, tarikat ehli dışında kimsenin ciddiye almadığı çorbacı skolastiğinin son perdesi ne oldukları belirli “komünizm” süprüntüsü “kadroculuk”du. Bugünkü çok parti çağının, hemen herkesçe ciddiye alınan çorbacı skolastiğinin ilk perdesi ne oldukları belirsiz, iyi, hoş, parlak sözleri ne olursa olsun, en doğru ve sağlam diye yaslandıkları yerde, “devletçiliğmiz” gibi çürük tahtaya basmış olan “yöncülük”tür. Kadroculuk “işverenden yana devletçilik”miş de, yöncülük “halktan yana devletçilik” miymiş?
Kadroculuk daha itçi biçimde “ütopik demagoji”ydi. Yöncülük daha tasavvufi (mistik) biçimde “demagojik ütopi”dir. Kadrizm, “alaturka demagoji”ydi, Yönizm, demagojiye “alafranga utopizm”dir.
Batıdan en az yüzelli yıl geri “devletçiliğimiz”e sözde ilerici batıcı “sosyalizm” kaftanını giydirmelerle yapılan kalkınma “ideolog”luğu, hiç değilse yeni bir “demogog”luk sayılmaz. Bırakalım o sosyalizm (Yön) ya da “nasyonal sosyalizm” (Kadro) gibi ulema pozlu kuruntuları, önce kendi gerçeğimize inelim.
Sosyalizm Batı için ne kadar kaçınılmaz bir zorunluluksa, Türkiye için o kadar düşünce gümrüğünden konfeksiyon mal, hazır elbise kaçırmak, kafamızı gövdemizden apayrı çalıştırmak, beynimizi çok alışkın bulunduğumuz düşünce tembelliğiyle katılaştırmak, taşlaştırmak, molozlaştırmak oluyor. Batıda sosyalizm başka türlü dindirilemeyen sancılara karşı kullanılmış bir morfin şırıngasıdır. Bizde sosyalizm hammaddesi Avrupa’dan kaçak olarak yurda sokulan –afyon kadarcık bir yerli malı olmayan- keyif veren zehirdir, her türlü pratikten kopmayı haklı çıkaracak bir afyonkeşliktir. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar “ucuz sosyalizm” görülmemiştir. Çünkü dünyanın hiçbir yeri Türkiye değildir. Bizim en son toplumsal gerçekliğimiz, Avrupa ile taban tabana zıttır. Daha doğrusu Batıya karşı kanlı, ateşli savaşa giren Kuvvay-ı Milliyeciliğimiz Batıdaki az çok “sosyalist” hükümetlere karşı gelişmiştir.
Nereden bakarsak bakalım, Türkiye’mizin birinci sorunu “komünizmi önleyecek” bir sosyalizm değildir. Önce, iliklerimizi, damarlarımızı yedi bin yıldan beri ahtapot gibi sarmış şark kalem efendiliği devletçiliğimizin maddi yükünü; pahalılığı, işsizliği, yoksulluğu, manevi yükünü, adaletsizliği, anti-demokratik kanunları, mutlak düşünce köleliğimizi açıklamalı ve giderme yollarına içtenlikle girmeliyiz. Bunun ilk koşulu, toplumsal sınıflarımız arasında açıkça, namusluca hesaplaşmayı yasak etmeyen ucuz ve alçak gönüllü devlettir. Sınıflar üstünde ya da dışında liberalizm mi, yoksa sosyalizm mi gibi alafranga tartışma tahteravallileri, bizantizmdir.
Bizdeki Doğu devletçiliği, hatta Prusyalı demirden başbakan Bismarck’ın taklit ettiği Louis Napoleon “devletçiliği” bile olamadı. Tek parti devletçiliği kısa kesti, “Türkiye’de işçi, mişçi yok!” dedi. Çok parti devletçiliği için işçi vardı, ama “köylü efendimiz” gibi salt ve ancak “oy davarı” olarak sayılırdı. Seçimden seçime “sayım” yapılırken, işçi sınıfı değil, işçiler hesaba katılabilirdi. Nitekim, kadrizm, “imtiyazsız, sınıfsız” Türkiye’de “münevver ve mütefekkir insan”ların atıştırdıkları bir devlet sofrası dalkavukluğuydu. Yönizm; sınıfların artık “milli şef”çe ilan edilmiş bulunduğu Türkiye’de, sınıflar üstü “aydın ve zinde kuvvetler”in güdeceği devletçilik oldu. Kadrizm için “işçi sınıfı” ya da “sınıf savaşı” yoktu, varsa önlenmeliydi. Yönizm; ünlü ayrıcalıklı “bildiri”sinde “mevkiye gelmişler”in “felsefesi etrafında birleşme” “kurtulmanın birinci şartıdır” buyruluyor. Demek, bütün kapıkulları bile değil, “mevki sahipleri birleşiniz!”
Binlerce yıl önce, halk “kan bağları”nı tutarken, devletçilik de bir “kan”dan gelme asilzadelikti. Şimdi sıra savma demokrasiye geldi. Gerçek demokrasiyi önlemek için devletçiliğimiz “demokrat” kılığına girecektir. Ve girdi. Tevfik Fikret’in deyimi ile: Kanun diye, kanun diye, kanun tepelemenin en eski üstadı Doğu devletçiliğidir. İster cübbe, kaftan giysin, ister smokin, frak … Kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. “Biz bize benzeriz!”
Siz hiç gördünüz mü, bizde halktan gelmiş yani devletten gelmemiş tek bir “hürriyet” “kanun” ya da “demokrasi”, tek bir reform, devrim? Ne geldiyse başımıza devletçiliğimizden geldi. O yüzden “hürriyet”, kanun, devrim” sözde, devletçiliğimiz işte kaldı. Bugün susta duran “sosyalistlerimiz”e bakılırsa, sosyalizm de “devletçiliğimiz”den gelecek.
Koskoca bir imparatorluk yıldı, devletçiliğimizin kılına dokunulmadı. Avrupa’yı, esnaf dükkancılarından modern büyük sanayiye yükselten 19. Yüzyıl, Türkiye’de böyle aşıldı. Batı ilerlemekte doruğa çıkarken, biz dörtnala geri gidip yarı-sömürgeleştik. Hep o devletçiliğimiz sayesinde. Yalnız o zamanki devletçiliğimize “hilafetçiliğimiz” ya da “saltanatımızı” denirdi.
…. Birinci Evren Savaşında, … devletçiliğimizin soluğu tutulmuştu. Büyük Millet Meclisi o zaman bir “halkçılık programı” kotardı. Devletçiliğimiz, onun uygulamasını “zaferden sonra”ya bıraktı. Zafer çarçabuk devletçiliğimizin zaferi oldu. “Sınıf’ı me’murin 3-5 binden 30 bine, 300 bine dek bereketlendi. 20 yıllık tek parti “inkılapçılığımızın temeli, milliyetçi-laik-halkçı cumhuriyetçi “devletçiliğimiz”di. İkinci 20 yıllık “demokrasi”ciliğimizin temeli Birleşmiş Miletlerci-Natocu-Centocu-Seatocu gene “devletçilğimiz”dir. Neden bir üçüncü 20 yıllık “sosyal cumhuriyetçi”liğimizin temeli anayasacı-senatocu-plancı-Batıcı bir daha “devletçiliğimiz” olmasın?
Sakın beni “devlet düşmanı” bir analşist sanmayın. O zaman size, hiçbir şey anlatamamış olurum. Gerçek demokrat, devletin candan savunucusuyum. Bunca ferman, ıslahat, devrim çabalarına karşın giderilememiş, gereğince “şeytan da olan, Bolşevik de olan” kırtasiyeciliğimiz yok mu? Binbir saltanattan daha sultan, bütün uygarlık putlarından daha ebedi, ezeli, ölmez, ulu, ulusal, kutsal ve tutkalsal azrailimiz..
Ona bir çare gösterebiliyor musunuz? Ama, lafla değil. Örgütlü ve bilinçli pratik çare. Bırakın soyut-somut sosyalizm tekerlemelerini, Batıcı demokrasi temcit pilavlarını. Düşündüğü gibi yaşamak için savaşmayan aydın, uşaktır. Örgütsüz halk, köle kalabalığıdır. Halkın örgütüne dayanmayan her parlak söz, sosyal şarlatanlıktır. İşçi sınıfımız karıncalar gibi kaynaşıp örgütleniyor. Demek öncü “münevver ve mütefekkir insan” değil, işçidir. İşçi saflarında, işçi emrinde ekonomik, siyasal, pratik örgüt işine katılmayan her aydın, vatan ve millet sevgisinde içtenliksiz ya da korkaktır.
2. Devletçilik (Kapitalizm Fideliği) Üzerine Bir Küçük-Burjuva Kuruntu Fikri
İkinci bölümde kısa bir önsözden sonra Yön Tezinin doktrinleri ve parolaları kritik edilmektedir. Kıvılcımlı önsözde, Yön dergisini kastederek teorik yanlışlarının küçük olmadığını, sosyalizm iddialı çıkmasa, hatta işe bilimsel sosyalizm yöntemini karıştırmasa, kutlanacak yanları olduğunu, anacak iş bilimsel sosyalizme dayanınca bunu hoş görmeye hakkının olmadığını belirterek eleştirilerinin gerekçesini belirtir.
I- Doktrinler
Kıvılcımlı’ya göre her küçük burjuva düşüncesinin en hoşlandığı şey, “özgün doktrin”ler ortaya atmaktır. Atar atmaz “dünya açıklanmış” olacaktır. Yönizm de bunu yapıyor.
Ona göre, Yönizm, bir küçük-burjuva devrimciliğinin “vicdan azabı” teorisidir. Bu “bitmeyen kavga” bilince çıkarılırken sınıfı, sitili ve konusu konulmalıdır.
Yönün sınıf yapısı: Yön Dergisinin daha ilk sayısında (20 Aralık 1961) yayımlanan bildiriye imza atanların sosyal kategorilerine (general, profesör, milletvekili, senatör, subay, mühendis, avuktat, doktor, iktisatçı, memur vs) bakılınca Yön’ün bir kapıkulu atmosferi içinde doğduğu ve bir kapıkulu dergisi olacağı anlaşılıyordu.
Yön bildirisine imza atanların rakam ve orantıları, Yön’e Türkiye’de kapıkullarından başka kimsenin sosyalizme elverişli bulunmadığı kanısını verecektir. Kıvılcımlıya göre, modern toplumda bir sosyal sınıf olmayan aydınlar (açık memur, serbest meslekli-örtülü memur, öğrenci-gelecekteki memur) Yön sosyalizminde % 96,5’lık paya sahipken, sosyalizme en açık sınıf olan işçiler % 1,75 seviyesindedir.
Yönizm, Türkiye toplumuna “Yön” vermek gibi ağır ve nankör bir çaba içindedir. Bunun için 3 doktrin ve 3 parola ortaya atılıyor.
Yönizmin 3 doktrini var: 1- Batılılaşma doktrini, 2- Ekonomi doktrini, 3- Devletçilik doktrini. 3 parolası da o 3 doktrinden çıkar. 1- İstismarı (sömürüyü) kaldırmak, 2- Sosyal adalet, 3- Planlı istihsal (üretim)
Bu altı nokta, Yönizmde birbirine karışık, içiçe ve ayrılmaz durumdadır. Kıvılcımlı, bu 3 doktrin ve 3 parolayı tek tek kritik etmeden önce Batıcılık doktrini, İktisat doktrini ve Devletçilik doktrinine ilişkin kavramsal çerçeveyi ortaya koyar, Yön bildirisini eleştirir.
Batıcılık doktrini
Kıvılcımlı’ya göre Atatürk devrimleri ulusal kurtuluş ateşi içinde başladı. Bu devrimler batılılaşmak mıdır, batılılaşmamak mıdır? Bunu Yöncülerden öğrenmek yerine M. Kemal Paşanın Meclisteki konuşmalarına bakmak gerekir. Ona göre, M. Kemal Paşa dünya önünde giriştiği devrimin bir kurtuluş savaşı olduğunu söyledi. Bu ulusal kurtuluşun 1- Emperyalizme ve kapitalizme karşı gelmek, 2- Zorbalığa (Osmanlı derebeyliğine) karşı gelmek şeklinde iki amacı bulunduğunu belirtti. M. Kemal Paşanın belirttiği bu iki amacın Yönizmin atlayarak görmezlikten gelmesi nasıl bir sosyalizm, solculuk, hızla kalkınma ya da hızla yükselme olur. Anlaşılmıyor.
Bu tartışmadan sonra “batılılaşma”nın ne olduğuna ilişkin açıklamalar yapar. Ona göre, batılılaşma bir ülkede kapitalizmi kurmaktır. Nitekim Türkiye’de de şimdiye dek yapılmış bütün “batılılaşma” işlemleri, kapitalistleşmekten başka sonuç vermemiştir. Veremezdi de. Düpedüz kapitalizm demek dururken, dolambaçlı yoldan epey anlamsız ve lastikli Batılılaşma denmiştir. Batılılaşma, “utangaç kapitalisteşmek”tir.
Kapitalist sınıf Türkiye’de kökü her zaman “kökü dışarıda”da bir sınıftır. Saltanat çağında komprador kapitalizmdi, yabancı sermayenin Türkiye’deki kontuarlarına bağlı doğrudan doğruya ajanlarıydı. Cumhuriyet çağında finans-kapital oldu. Yani, Türkiye’deki kapitalist sınıfına karşı bile açık yüzle görünmeyecek kertede millete ve vatana karşı, uluslararası finans-kapital ile göbek bağlıydı. Dolayısıyla, kurtuluş savaşından sonra kalkıp, Türkiye’de kapitalizmi yoktan var edeceğiz, denemezdi.
Yöncülerin, batılılaşma sözcüğünü kullanmaları, emperyalizm ve kapitalizme aşık olduklarını mı gösterir? Hayır, onlar 1920 Türkiye’sinde olduğu gibi hala emperyalizm başka, kapitalizm başka şeydir sanırlar.
Kıvılcımlı’ya göre Yön’ün dediği gibi batılılaşma şehir-köy ikiliğini kaldırmaz, aksine şehirle köy ikiliği büsbütün artmıştır. Diğer yandan, Yön bildirisinde belirtildiğinin aksine Batı uygarlığının temeli akılcı düşünce değildir, her bezirgan toplum gibi, batı uygarlığı da akıl değil, kör arz ve talep temeline dayanır. Ve bu madde temeli, yanlış, hatta tersine değerlendirmelerle yok edilemez.
Eğer tam Batıcı akılcıl düşünceyi istiyorsak, onun doğuş yasa ve koşullarını tersine çevirmemeliyiz. Batı aklının, 500 yıllık burjuva gelişiminden sonra doğduğunu, yoksa onun burjuva gelişimini doğurmadığını unutmamalıyız. Ondan sonra, Batıda (emperyalist metropollerde) değil, Doğuda (sömürge topluluklarda) yaşadığımızı akıldan çıkarmamalıyız.
Kıvılcımlı, Yönizmin kullandığı “kalkınma” kavramına da itiraz eder. Ona göre, Batıda “kalkınma” diye soyut ve mutlak bir esnaf yakıştırması yoktur. Kapitalizm, bir gerçekliktir. Şeylerin adlarını açık koymadan mistifikasyona kalkınmayalım. Batıda kalkınma değil, kapitalizm için çok elverişli şartlar ve sömürgecilik olmuş. Hani Türkiye’nin kapitalizmi geliştirecek şartları ve sömürgeciliği. Yok.
Aynı şekilde Bildiride kullanılan Batı memleketlerindeki iktisadi sistemin “tatmin” ediciliğine ilişkin değerlendirmeyi de tenkit eder. Bu kavramı da küçük-burjuva akılcı düşüncesi için bir mistikleştirilmiş tabu sözcük olarak görür. Bunu nesnel ve ölçülebilir bulmaz. Ekonomik sistem ve gidişat sınıf olarak işçileri mi yoksa kapitalizm mi ? diye sorar.
“Çağdaş uygarlık” kavramına da itiraz eder. Ona göre; 1- Çağdaş kapitalizm, 2- Çağdaş sosyalizm vardır. Kapitalizm ya da sosyalizm dışında ne “iktisat” ne “üretim” kalmıştır. Kapitalizm kapitalistlerle sosyalizm işçilerle yapılır.
İktisat doktrini
Kıvılcımlı, Yönizmin ileri gelenlerini kadrizm ustaları gibi ekonomik determinizme taş çıkartmakla eleştirir. Ona göre, Yön Bildirisinde hemen herşey iki ana tema üzerine oturtuluyor: 1- İktisat, 2- Devletçilik.
Yön için hangi toplum konusu ele alınırsa alsın hepsi “iktisadi”den çıkar. Bu konuda tek tek örnekler verir ve bildirideki önermeleri tartışır. Bunları okuyunca Yön sanki Marxist dersin, der.
Devletçilik doktrini
Kıvılcımlı’ya göre, Yönizmin batılılaşmak doktirini de, iktisat doktrini de laftır, söylenir. Kusuruna bakılmasa da olur. Saçmalasa da, dilin kemiksizliğine verilebilir. Ama “devletçilik doktrini” hiç şakaya gelmez. Devlet som iştir. Batılılaşmak da, iktisat ve istihsal yapmak da, plan kurmak, sosyal adalet indirmek, sömürüyü kaldırmak da ve daha nice eylem hep devletçiliğimizle olacaktır.
Ona göre, Yön dergisi iyi hazırlanmış bir ajitasyonla alana çıktı. Bütün iddiası adında topluydu. Yön…. Kime yön verilecekti? Türk milletine. Hangi yoldan? Devletçilikte.
Kıvılcımlı’ya göre devletçilik Türkiye’de yeni bir şey değil. Cumhuriyet kuruldu kurulalı yöneticiler kendilerinin devletçi olduklarını söylediler. “Kalubeladan Beri Devletçilik” başlığı altında devletçiliğimizin kökenlerini belirtir. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu sapına kadar devletçiydi. Osmanlı toplumunda yapılanma (1- Güden savaşçılar, gaziler,, 2- Güdülen barışçı köylüler, reaya) ve devletçiliğin görünümünü ve zamanla aldığı yeni biçimi (dirlik düzeni, kesim düzeni) tartışır.
Devlet nüfuzu Batı’da aşağı yukarı bizdeki mekanizmayla kuruldu. Ama daha 16. Yüzyılla birlikte kapitalist sınıfı devlete kafa tutmaya başladı. 17. Yüzyıl İngiltere’sinde, 18. Yüzyıl Fransa’sında, 19. Yüzyıl Kara Avrupa’sında kapitalist sınıfların devrimleriyle devlet güçlü burjuvazinin eline geçti. Batıda o geçişler, belirli koşullarla dramatik birer trajedi oldu. Derebeyi karakterli devleti burjuva devleti kılığına soktu. Çok kanlar döküldü. Türkiye’de aynı geçiş, hep “karma: derebeyi-burjuva kırması” biçiminde gelişti. Hiçbir zaman “kansız” olmaktan çıkmadı.
Batıda devletçilik Fransa’da Louis Napoleon’la, Almanya’da Bismarck’la oldu. Ama vatının yerli kapitalizmini büyük sanayileşme doruğuna çıkar çıkmaz, derebeyi nüfusu olmaktan az çok kesinlikle çıkabildi. Devlet, dayandığı sosyal sınıfın avadanlığıydı.
Bizim devletçiliğim, sınıf dışı bir zümrütü anka değildir. Ancak, kapitalist sınıfımız saltanat zamanı komprador, cumhuriyet zamanı finans-kapital biçimiyle, cılız ve “kökü dışarıda” kaldığı için, tefeci-bezirgan sınıflarla ortaklaşa bir melez devlet olarak sürüp gitti. Devletin yarı derebeyi karakteri keyfi çalımlarına sınıf mınıf dinlemezmiş çeşnisi kattı. Egemen sınıfların o kamuflaj pek hoşuna gitti. Kimi kapıkullarının sağlı sollu devletçi “ideolug”luklarını dolgun maaş ya da kazançlı ün ile ödülleyerek, yanılsamayı sürdürdü.
Kıvılcımlı, Yön gençlerini de devletçilik yanılsamasını kadroculukla paylaşma eğiliminde görür. Kendisi, onlar için devletçiliği değil, milletçiliği (devletçilik ve milliyetçilikten farklı olarak natonisme karşılığı olarak) layık gördüğünü belirtir. Milletçiliği, Türkiye’nin uzak tarihinden gelip, şimdiki gerçek yapısını etkilemiş bir eğilimin en az yanlış karşılığı olarak tanımlar. Milletçilik geleneğinin kaynağı olarak Osmanlılığı gösterir. Uzak ve yakın tarihimiz bakımından milletçilik kavramını açıklar, devletçilik ile milletçiliği birbirinden ayırma gereğinden bahseder.
Cumhuriyetin modern devletçiliğin saltanatın antika devletçiliği gibi kapitalist fideliği olduğunu belirtir. Ve bu fidelikten bugünkü korkunç finans-kapital+tefeci-bezirgan ittifakının kaynak aldığını öne sürür.
Kıvılcımlı’ya göre Yönizm “aydınlar” dediği kapıkullarını özgüç (ağırlık merkezi, zinciri sürükleyecek halka anlamında) sayıyor. Yönizm, kadroculardan farklı olarak devletçiliğin yanına bir “emekten yana” sözcüğü katılınca herşeyin yoluna giriverdiğini sandı. Yön Bildirisindeki yeni devletçilik anlayışını eleştirir, mistik ve belirsiz bulur.
Ona göre, devletsiz devletçilik olmaz. Devlet denildi mi ise, o bir “inanç” değil, bir “sosyal sınıf aracı”dır. Tarihin tek büyük “gerçeklik”i budur. Bu en keskin gerçekliği atladık mı, toplumda ve politikada başka bütün “gerçeklikler”den yan çizmiş oluruz.
40 yıllık cumhuriyetin devletçiliği ortada. Hiçbir kusurunu görmesek, ülkeyi, ileri ülkelerle karşılaştırınca 40 yıl öncesinden daha geri bırakmış değil midir? Bu hiç değilse, devletçiliğimizin verimsiz ve yetersiz kaldığını gösterir. Yön’ü devletçiliğin kötülüğünü daha çok devletçi olarak gidermeye çalışmak yönünden eleştirir ve gerçekler alanından çıkıp inançlar alanına girmekle tenkit eder.
Bu bağlamda, “devlet”in ne olduğu ve kimin elinde bulunduğu bilinmeden, onu bir aydın kapıkulunun istediği “yön”de kullanabileceğini sanmak nedir?, diye sorar. Yöncüleri sosyal adalet, sömürü, plan gibi yalnız ve ancak iktidar sorunu olan kavramları kullanmak suretiyle Fransızların tabiriyle “mistifikasyon” dedikleri biçimde karşısındakini aptal yerine koymakla suçlar.
II- Parolalar
Kıvılcımlı, Yönizmin 3 parolası olan 1- İstismarı (sömürüyü) kaldırmak, 2- Sosyal adaleti sağlamak, 3- Planlı istihsal (üretim) parolalarını sansasyonel bulur. Parolaları tartışmadan önce “felsefe” mi, bilim mi” tartışması yapar. Yönizmi, bilim yerine felsefeye kaymakla eleştirir. Yönizmin “kalkınma” konusunda felsefe yapmasını tenkit ediyor. Kalkınmanın olağanüstü somut bir ekonomi kategorisi olduğu halde bunun bir felsefi konuymuş gibi tartışıldığını söyler.
Yön’ün kalkınma felsefesinin hareket noktaları (bütün imkanları harekete getirmek, yatırımları artırmak, üretimi planlamak, sosyal adaleti sağlamak, istismarı kaldırmak, demokrasiyi kütlelere mal etmek) olarak belirtilen 6 maddeyi tek tek tahlil eder. Bu kalkınma felsefesinin altı maddesinin özü itibariyle 1- Planlı üretim, 2- Sosyal adalet, 3- Sömürünün kaldırılması olduğunu belirtiyor. Bunların hepsinin de devletçilik bağlamında çözüme kavuşturulduğunu söylüyor. Ve üstelik bu konuların Türkiye’de daha önce hiç ele alınmamış gibi öne sürülmesini eleştiriyor.
Kıvılcımlı, Yön Bildirisi ve Vatan Partisi Programı çerçevesinde sosyal adalet, planlı üretim ve sömürünün kaldırılması parolalarının içeriğini tartışır ve Yön bildirisine sert eleştiriler yöneltir. Yöncüleri bilim dışı, gelişi güzel kavramlar (anlamı şairin karnında kavramlar) kullanmakla ve vatan-millet-sakarya yerine açlık-işsizlik-evsizlik edebiyatı yapmakla suçlar, düşünce yerine, apolet ve şöhretin öne geçmesine yol açmakla eleştirir, çelişki ve saptırmalarını örneklendirir. Yönizmin öngördüğü devletçilik anlayışının gereği olarak görülen hususları gerçekçi ve bilimsel bulmaz. Bunları “gücü, satanı ezmeme mezesi”, “spekülasyona göz yummama salçası”, “sömürüsüz ticaret masalı”, “ziller kapıkulları için çalıyor”, “felsefe: yem borusu”, “öğrenci olmadan bilginlik” başlıkları altında tartışır.
Kıvılcımlı’ya göre, devlet memurları ve aydınlar kapıkullarıdır. Devlet, egemen sınıfındır. Modern toplumda modern sosyal sınıf iki kamptır. Burjuvalar-ağalar kampı, proleterya kampı. Bu sosyal temel açık konmadıkça her “devletçilik” adam kandırma oyununa döner. Ona göre, özel teşebbüs bir sosyal sınıfa dayanır. Kapıkulu modern bir “sosyal sınıf” değildir. Hangi sınıf maaşını ve konforunu sağlarsa ona “kul” olur. Gerçek bu! En hasbi devletçi Yönizm bile kalkınmayı hızlandırmak istedi mi, o maaş-konfor, güvencesi vergiye göz kırpıyor. Böylece, kalkınma felsefesi denen şey, kapıkuluna avunma felsefesi=yem borusu oluyor.
Plan konusunda ise, hızla kalkınma ve plan tartışmaları bağlamında Türkiye’de plan sözünün kimden çıktığını sorar. Ona göre emperyalizmden. Uluslararası finans-kapital Türkiye’yi torbada keklik edince, sömürüsünü bir plana bağlamak istedi. Ve politikacılarımızın ağzına plan sakızını verdi. Emperyalizmin plan dediği şey tekeldir. O, oluştan, tekelci anlamına gelen devletçidir de. Yalnız bu iki adı kullanmaz. Yön devletçi-plancıdır. Ve DPT’yi beğenmez. Yönizmi, plancılık yaklaşımı bakımından da eleştirir.
Yön’ü nasıl bir düzen istediğini açıkça belirtmemek yönüyle de tenkit eder ve “ürkek sosyalist” ya da “kripto-sosyalist” olarak tanımlar, karma ekonomiyi savunduklarını belirtir. Hem planlamayı savunmak hem de karma ekonomiyi benimsemeyi bir çelişki olarak görür. Yönü “sınıf” kavramı yerine çevreler, kişiler gibi belirsiz kavramları kullanmakla suçlar. Ayrıca, küçük-burjuva yerine sınırlı bir kesim olarak ayrıcalıklı kapıkullarına (devletlular) dayandığını belirtiyor.
3. Devrimciliğin Birinci Sorunu Sınıf İktidarı (Birinci Kurtuluş ve 27 Mayıs Açısından)
Üçüncü bölümde Sınıf İktidarı konusu tartışılır. Bu tartışma, kurtuluş savaşı ve 27 Mayıs bağlamında yapılır.
Cumhuriyetin kuruluşunda Tevfik Rüştü Aras’ın 1920 yılı Moskova’dan ithal ettiği devletçiliğin çok kişinin başını döndürdüğü ve ne zaman kritik günler yaşandıysa bir devletçilik akımının sahneye çıkarıldığını öne süren Kıvılcımlı, ortaya çıkan akımlarının ortak yanının, hepsinin de devleti egemen sınıf ilişkisinden kopuk gösterdiklerini, belirli bir sosyal sınıfa dayanmayan bir bağımsız devlet bulunabileceğini yaydıklarını belirtir. Kadroculuğu ve Yön hareketini de bu kapsamda görür. Ona göre hepsinin yanılsaması, politikada devlet iktidarı denen can alıcı konuyu karartma ilkesine dayandı.
Devrimin birinci sorunu şu ya da bu doktrin ya da parola değil, iktidar sorunudur. İktidar kişi işi değildir. İktidardaki kişi hangi sosyal sınıfın eğilimindeyse, devlet de devletçilik de tüm o sosyal sınıfın egemenlik aracı olur. Kıvılcımlı, bu doğruyu belirtmek için iki yerli hareketi Kadroculuk ve Yöncülüğü tartışır. Onların ana fikirleri sırtında, gerek birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı, gerekse ikinciye uzanan 27 Mayıs Devrimi olaylarını analiz eder.
Yönizm-Kadrizm
Bütün devletçiliklerimiz az çok geçmişi hortlatma eğilimleridir. Kadroculuk o hortlayışın 20-30 yıl önceki iskeletidir. Yöncülük aynı iskelete “emekten yana” yamalarıyla donattığı sözde yeni bir halidir.
Kadroculuk, İzmir’in bir hafta işçilerin ve gençlerin fiilen işgali altında kaldığı zaman ortaya çıkartılmıştır. Yöncüler ne zaman ortaya çıktı? 1961 yılı. 1960 Mayıs 27 Devrimi yeni geçmişti. 27 Mayıs gene devletçiliğimizin bir şaha kalkışıydı.
Kimin, niçin, nasıl ittiği bir yana. 27 Mayıs, geleneksel ilmiyemizin (üniversitenin) yaptığı bilimsel ve gidimsel kışkırtma üzerine, seyfiyemizin (ordunun) kılıcını ortaya atmasıydı.
Yön ve Kadro hareketinin farklarına değinen Kıvılcımlı, devletçiliğin Türkiye cumhuriyet olduğu günden beri uygulandığını ve Kemalizmin bütün reform ilkelerini devletçiliğe dayandırıldığını belirtir. Ona göre, Türkiye’de devletçiliğe bir sağdıç aranıyorsa o, 1920 yıllarında bulunur.
Sosyalizmin sefaleti: Pratiksizlik
Sosyal sınıf pusulası (üretim temeli üzerinde başlıca sosyal sınıflar: kapitalist sınıfı, işçi sınıfı): Yön Dergisini bu sınıf pusulasına inanmaz ve varlığını inkar eder. Yön’ü sosyal sınıfları ihmal etme ve Türkiye’yi sosyal sınıfların değil aydınların yönettiğine inanmakla suçlar.
D. Avcıoğlu’nun sosyalizmin yarının meselesi olduğu görüşünü eleştiren Kıvılcımlı, M. Kemal Paşa’nın halkçılık programını ertelemesiyle D. Avcıoğlu’nun sosyalizmi ertelemeye uğratması arasında bir kıyaslama yapılamayacağını belirtir.
Ona göre, Yön’ün de benzerlerinin de, üzerlerine düşün başlıca görev, her zaman basit olan gerçeği çözüm telinden yakalamaktır. Bugün yeryüzünde emperyalizmden kurtuluşun tek yolu, onun tarihsel antitezi ve biricik olmasa bile, en kesin mezar kazıcısı olan sosyalizmdir.
Türkiye’nin anti-emperyalist ve anti-kapitalist savaşı, Türkiye’yi batıcılaşmak sapa yolundan kapitalizme çıkarmıştır. Türkiye ulusal kurtuluştan, vardırıldığı kapitalizme, yabancı sermaye egemenliğine, yabancı üs olmaya düşürülmüştür. Emperyalizmin topraklarımıza sokulması sosyalizm düşmanlığıyla olmuştur. 47 yıllık savaş, 180 derecelik bir dönüşle, anti-emperyalist savaşken, emperyalizmle ittifak olmuştur.
Kıvılcımlı’ya göre hepimizi cıyak cıyak bağırtan sancılarımız, geriliğimiz, işsizliğimiz, açlığımız, evsizliğimiz 40 yıl savaşır göründüğümüz emperyalizmin kucağına düşmüş olmamızdan ileri gelmektedir.
Kurtuluş savaşı döneminde emperyalizm karşısında bir tek düşman görünüyordu: Sosyalizm. O yüzden, anti-emperyalist-anti-kapitalist mücadele, Türkiye’de önce kapitalizmi, sonra emperyalizmi, bugünkü duruma yükseltmiştir. Milli mücadelede anti-emperyalist savaş ile halkçılık programı arasında hayati bir bağlılık vardır. Kurtuluş savaşında biricik amaç halkı emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtarmaktır. (Meclisteki konuşmalar, 1921 Anayasasının vilayet şuralarına ilişkin hükmü, köylünün milletin efendisi olarak tanımlanması, vs.).
Kişi başka-sınıf başka: Yön’cülerin işçi sınıfını varlığını ve sosyal misyonunu dayanaksız bir şekilde inkar ettikleri belirtiliyor. Yöncüler Avrupa görmüş mutlu azınlık olarak nitelendiriliyor.
4. 27 Mayıs ve İktidar
Dördüncü bölümde 27 Mayıs Devrimi, Cuntanın oluşumu, Milli Birlik Komitesinin icraatları, kendi içlerinde yaşadıkları mücadeleler, devrim sonrasında yaşananlar, asker-sivil ilişkileri gibi konular tartışılmaktadır. Dündar Seyhan’ın Gölgedeki Adam adlı kitabından alıntılar yapılarak, değerlendirmeler yapılmaktadır.
Kıvılcımlı, 9 subay olayını (1957-1958) 27 Mayıs’ın başarısız bir provası olarak görür. 1960 devrimini yapanların 6 yıldan beri ihtilal hazırlığı yaptıklarını belirtmelerinden yola çıkarak ihtilal hazırlığının 1954 yılı, tam da Vatan Partisinin kurulduğu yıl başladığını belirtir. 1957 yılında ihtilalci 7 subay ile Vatan Partililer tutuklanmıştır. Ancak, bu iki hareket arasında bir ilişki kanıtlanmamıştır.
27 Mayıs’ı yapan ihtilalcilerin ihtilal sonrasında yapacaklarıyla ilgili herhangi bir hazırlığı olmadığını belirten Kıvılcımlı şu hususa dikkat çeker: Hükümet, düzen demek iktidar demektir. Politikada iktidar, büyülü, mistik bir küçük-burjuva bilim kategorisi değildir. Doğrudan doğruya, kayıtsız şartsız ve yalnız sosyal sınıf egemenliği demektir. Özünde ondan başka hiçbir şey değildir. Bilimin nesnel ve somut verisi budur.
Sınıf egemenliği çoğu kez sınıf diktası ile karıştırılır. İktidar ve tahakküm farklı şeylerdir. Bir avuç sömürücü azınlık, çoğunluğu aldatır ya da zorla kendi oyununa getirirse, o zaman tahakkümdür. İster faşist, ister demokrat olsun, finans-kapital hiçbir zaman çoğunluğu sömürmekten caymaz. Finans-kapital iktidarı her zaman tahakkümdür.
Modern toplumda burjuva tahakkümüne karşı çıkan tek iktidar alternatifi, proletarya sosyalizmidir. Proletarya da azınlıktır. Ama sömürücü bir sınıf değildir ve kendisinin sömürüden kurtulması için, yeryüzünde hiç kimsenin sömürü ve dolayısıyla da tahakküm altında kalmaması gerektiğine inanır. Onun için, daha ilk adımda, finans-kapital tahakkümüne karşı bütün köylü, esnaf, aydın tabakalarını, hatta burjuva liberallerini ve bütün insanlığı çağırır.
27 Mayıs devrimcileri bu çok basit gerçekliği akıllarına getirmeden bir iktidarı devirdiler. Devrilen finans-kapital iktidarı mıydı? Açıkça oydu. 27 Mayıs’çılar öyle sanmadılar. Kişileri devirdiklerine inandılar. O kişi kuklaları oynatan sınıfları görmediler.
Öylesine görmediler ki, iş başa düşünce devirdikleri adamların halkı kandıran sömürme aygıt ve avadanlıklarını yerden kaldırıp, yapma solunumla dirilttiler. Ve iktidarı bu finans-kapital dikta araçlarına kendi elceğizleriyle teslim etmeyi, dünyanın en akılcıl işi saydılar.
Geri kalan her iğrilti ya da doğrultu ayrıntıdadır. 27 Mayıs ayrıntılar içinde boğuldu. İktidarı teslim ettiği öteki yedek finans-kapital ekibinden ummadığı tepki ve tekmeleri yedikçe şaşakaldı.
27 Mayıs sabahı, devrimciler iktidardaki DP hükümetinden değil, Amerika’nın araya karışmasından korkuyorlardı.
İhtilal başarıyla sonuçlandı, şimdi ne yapacaklardı? Ellerinde sosyal sınıf pusulası yoktu. Anadan doğma devletçi yetişmişlerdi. Devlet bütünüyle ellerindeydi. İstediklerini yapabilirler miydi? Sınıf pusulasızlığı yüzünden, iktidar, devrimcileri adeta paniğe uğrattı. Net, belirli bir davranış yerine, herkes başının derdine düştü.
Kıvılcımlı’ya göre devrimciler sosyal sınıf ilişkilerini olduğu gibi kavrayamamışlardı. DP iktidarında, Türkiye’yi ve dünyayı sarmış finans-kapital adlı bir sosyal sınıf bölümünün tahakkümü vardı. DP finans kapitalin örgütüydü. Menderes onun simgesiydi. Simgenin kalkması, ne dünyada emperyalizmi, ne Türkiye’de onu destekleyen tefeci-bezirgan eşraf ve ajanlar topluluğunu eli kolu bırakamazdı.
Türkiye’de bir işçi sınıfı vardı. Ezilen, soyulan Türk ulusunun önüne, sömürmenin her biçimini kökünden ve kesince gidermeye hazır bulunan işçi sınıfı tutulup geçirilebilseydi, o zaman ulu görevlilerin (MBK üyesi devrimcilerin) tereddüt ve telaşına yer kalmazdı. Kendi gelecek stratejilerine, yani can kaygusuna düşmezlerdi. Sosyal sınıflar stratejisine bel bağlarlardı.
İlk akıllarına gelen üniversite cankurtaran simidine sarılmak oldu. Bilim tanrısı önüne kılıçlarını adadılar. Üniversite ise kendilerinden daha muhtacı himmet bir dedeydi, nerede kalmış gayriye himmet ede! Herşey oluruna bırakıldı, en amprik akıl ve sağduyu, battı balık yan gider oldu.
Emekli Paşa Cemal Gürsel göreve çağrıldı. İhtilalciler, gerçek bir devrimci gibi değil, kendi güvencelerini düşünmüşlerdir. Devrimciler, çağdaş uygarlığı benimseyen, kalkınma felsefesine sahiptiler ve devletçiydiler.
Zinde Kuvvetler: Zinde kuvvetlerin özü/başı ordudur. 27 Mayıs’ın başı Org. Cemal Gürsel Paşa’dır. Bir ihtilal düşünün ki, lideri ne yapacağını bilmez. Sonrası kendiliğinden gelmez mi? Bu bir ordu hastalığıdır. Silahlı kuvvetler, ayaklanacaklar ama bir şartla: üstlerinden emir alarak! Bizim ordu ayaklanırken de itaatlidir. Kime, Paşa’ya. Paşa hastalığı ve hiyerarşi. Silahlı Kuvvetler Birliğinin kuruluşu.
Sivil Zinde: Üniversite: Osmanlı geleneğinde olduğu gibi, Seyfiye (silahlı kuvvetler), ilmiyeden (büyük hocalardan) davranışının haklı olduğuna fetva istemiştir.
Milli Birlik Komitesi. Milli Birlik Komitesinin yapısı ve yetkileri. Cemal Gürsel’in liderlik yapamaması.
Kıvılcımlı, MBK üyelerini, devrimcileri küçük-burjuva aydını olarak görür. Kayırma küçük-burjuva kararsızlığının bir ucuysa öbür ucu paniktir. Piyasadan tarafsız uzman görevlendirilmesi, devrimcilerin bölünmesi, devrim mi, hiyerarşi mi, sivil bakanlar……
Finans-kapital birlik-beraberlik ütopyasını değil, esnek egemenlik istiyordu. Azınlığın bir ülkede egemen olması için ise böl ve hükmet parolasıyla, bütün güçleri kendi aralarında dağıtıp, finans kapital yönünde birleştirmek gerekir. CHP hizbi, DP hizbini sözde orduya devirtmişti. Şimdi karşısında emirlerine uymayan bir ordu küçük-burjuvazi görmek istemiyordu. Ordu, iki finans-kapital hizbi tarafından hakla karşıymışçasına kötüleniyordu. Ordu, solculara, faşist, sağcılara komünist diye umacılaştırılıyordu.
5. 27 Mayıs’ın Sentetik Açıdan İncelenmesi
Beşinci bölümde, 27 Mayıs Devrimi tartışılmaktadır. Konu başlıkları ve içerik kısmen dördüncü bölümle benzerlikler taşımaktadır.
Yığınlar açısından devrimlerin bir gününde öğrenilenler, durgun yüzyıllar boyu propaganda ve ajitasyonla öğrenilemez. Ancak, finans kapital çağındayız. En çok olaylar, in içine işlenmez mason perdeleriyle gizlenir.
27 Mayıs’ta iki cephe vardı. Çelişki açıktı. 1- Finans-kapital, 2- Halk cephesi. Halkın ordu ile tek cephe kurması bütün egemen çevreleri telaşa düşürdü. 27 Mayıs, siyasi bir olaydı, ama o patlangıç, sosyal ve ekonomik çıkmazın ürünüydü. Türkiye ekonomik olarak iflas durumundaydı, bu durum Türkiye’yi emperyalizmin dümen suyuna sokmuş güdücü sınıfların egemen siyasetinden çıkmıştı.
Türkiye’nin egemen politikası, iki sosyal zümrenin tekelindeydi: 1. Finans-kapital zümrelerinin politika örgütü, eski DP (sonra AP); 2. Devletçiliğimiz zümrelerini geleneksel örgütü, CHP’ydi. İkisi arası çırpınan partiler ise, MP, CKMP, Hür P. vs. gibi yönsüz, yarı küçük-burjuva, yarı burjuva ve derebeyi partileri idi.
Tek parti zamanı devletçiliğimiz, finans-kapitalin sırtında ve üstün görünüyordu, çok parti zamanı finans-kapital, devletçiliğimizin sırtına çıktı. Aslında bu hep böyleydi, ama görünüşle millet aldatılmak isteniyordu. Devlet ve devletlu üstün gösteriliyor, ama esasta finans kapital aslan payını alıyordu. İkinci evren savaşından sonra finans-kapital güçlendi, devletçiliğimizi kötüledi ve kapıkulu durumuna soktu. Baskın basanın olduğu için 27 Mayısla, güç dengesi bir gecede finans kapitalin aleyhine, devletçiliğimizin lehine dönüvermiştir.
Finans-kapital 27 Mayıs’a iki şey için razıydı: 1- Kişi nedeni: Amerika’nın artık istemediği Menderes’ten kurtulmak, 2- Teknik neden: yıkılacak kadar kademe enflasyonunun gidermek. Görevi biten 27 Mayıs, halkı da, üniversiteyi de, orduyu da karşısına almıştır. Finans kapital 27 Mayıs’tan kurtulma ortamını 27 Mayıs’a hazırlatmıştı.
20 Mayıs 2015, Ankara