VASİYET Ve MİRAS
551- Zahiriyenin Görüşü:
Zahiriye mezhebinin vasiyetten ayrı olarak mirasın taksimi hususunda geniş yer tutan görüşleri mevcuttur. Bunların hepsini buraya almamız mümkün değildir. Çünkü bu konu tek başına ayrı bir cilt oluşturacak kadar geniştir. Ancak biz, burada zahiriyenin görüşlerini ve metodunu ortaya koyan bazı meseleleri ele alacağız. Amacımız fıkhı meseleleri ele alarak zahiriyenin bu husustaki görüşlerini tafsilatlı bir şekilde incelemek değildir. Zahiriye fıkhının bu husustaki görüşlerinden örnekler alıp muhaliflerinin görüşleri ile karşılaştırarak konuyu inceleyeceğiz. Böylelikle İbn Hazm'ın ve muhaliflerinin görüşleri ve metodları ortaya çıkmış olacak.
Konuya vasiyetle ilgili bazı meseleleri ele alarak başlayacağız. Özellikle vasiyetin vacip oluşu hususunu inceleyeceğiz. Çünkü Mısır kanunları İbn Hazm'ın görüşlerine dayanarak vasiyetin vacip olduğuna hükmetmiştir. Bu sebeple bu vücubiyetin aslını araştıracağız.
552- ibn Hazm'a Göre Vasiyet:
İbn Hazm, vasiyetin farz olduğu görüşündedir. Delil olarak da Allah'ın (cc) şu âyetini getirmektedir: "Sizden birinize ölüm geldiği vakit şayet bir hayır (mal) bırakacaksa anasına, babasına ve akrabasına meşru bir şekilde vasiyet etmek, takva sahipleri üzerine icrası lazım bir hak olarak farz kılındı." Âyetin zahiri manasından anlaşılan vasiyetin farz olduğudur. Vasiyetin farziyetine dair hadisler de zikreden İbn Hazm, bu hususta şöyle diyor: "Miras bırakan her müslümanm vasiyette bulunması farzdır. Nafi, İbn Ömer'den rivayet ediyor: Rasulullah (sav) şöyle buyurdular: "Vasiyet edeceği bir şeyi olup da vasiyeti yanında yazılı bulunmadan iki gece geçirmek, müslümana yakışan bir durum değildir." îbn Ömer şöyle diyor: "Rasulul-lah'ın (sav) bu sözünü duyduktan sonra, vasiyetimin yazılı olarak yanınir da bulunmadığı tek bir gece dahi geçirmedim." İbn Hazm, bütün zahiriye âlimlerinin bu görüşte olduğunu belirttikten sonra, Cumhur fukaha'nm görüşlerini ele alıyor ve şöyle diyor: "Cumhur fukaha, vasiyet farz değildir, diyorlar. Çünkü Rasulullah (sav) vasiyette bulunmamıştır. Hadis râvisi Ha-tib b. Ebi Beltea da vasiyet etmemiştir. Ali (ra) yanında yediyüz ile dokuz-yüz dirhem arasında parası bulunanları vasiyet etmekten men etmiştir. İbn Abbas da sekizyüz dirhemi olan kişiyi vasiyet etmekten men etmiştir."[1][1]
Vasiyet farz değildir, diyenler üç kısımdır: Bir kısmı, kişinin malı az da olsa çok da olsa farz değildir, diyorlar. Çünkü vasiyeti farz kılan âyet nes-hedilmiştir. Diğer bir kısım ise, malı çok olduğu zaman farz olur diyorlar. Üçüncü bir grup ise, fakir olan yakınlarına ve varislerin haricindekiler e vasiyet etmesi farzdır diyorlar.
553- Peygamberlerin Mirası:
İbn Hazm çeşitli sebeblerle vasiyetin farz olmadığını iddia edenlerin sözlerini reddediyor. Ona göre, vasiyet kesinlikle farzdır ve vasiyet edenin malının çok olması da şart değildir. Yukarıda zikredilen hadis ravisinin vasiyette bulunmaması ise, vasiyetin farz olmadığına delil teşkil etmez. Çünkü onun vasiyet edecek hiçbir şeyi yoktu. Rasulullah'm (sav) ölüm anında vasiyette bulunmaması ise, malının tamamını sadaka olarak vasiyet etmesinden dolayıdır. Çünkü nebilerin bıraktıkları mallar sadakadır. Bu hususta İbn Hazm şöyle diyor: "Rasulullah (sav) vasiyet etmemiştir, diyorlar. Rasulullah (sav) daha önceden malının tamamını vasiyet etmiştir: «Biz peygamberlerin bıraktıkları mallar sadakadır.» Şüphesiz bu söz bir vasiyettir. Çünkü malının tamamını sadaka olarak vasiyet ediyor."[2][2]
554- Mirasdan Tasadduk:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kişinin malı ister çok olsun, isterse az olsun îbn Hazm'a göre, vasiyet farzdır.
İbn Hazm, bu farziyete ve birtakım naslara dayanarak vasiyet etmeden ölen kişinin malından, münasip bir miktar tasadduk etmek gerekir. Çünkü vasiyet farzdır. Bu sadakada bir sınır yoktur. Varisler veya vasi ne kadar münasip görürse, o verilir. Seleften bir grup de bu görüştedir. Bu hususta müminlerin annesi Aişe (ra)nin şöyle rivayet ediyor. Bir adam Rasu-lullah'a (sav) gelerek: Annem aniden öldü. Konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka vereyim mi? diye sordu. Rasululah (sav) da: "Evet, onun adına tasadduk edebilirsin" buyurdular. Bu hadis, vasiyet etmeden ölen kişi adına sadaka verilmesinin gerektiğini açıkça ifade etmektedir.[3][3]
İbn Hazm, bu hadisi zikrettikten sonra, bu manada bir kaç hadise daha yer veriyor ve bu hadislerden vücubiyet manası çıkarıyor.
555- Yakın Akrabaya Vasiyet:
İbn Hazm, hadislerin zahiri manasına göre vasiyet farzdır, derken âyet-i kerime uyarınca mirasçı olmayan akrabaya vasiyeti gerekli görmektedir: "Sizden birinize ölüm geldiği vakit, şayet bir hayır bırakacaksa anasına, babasına ve akrabasına meşru bir şekilde vasiyet etmek, takva sahiplerine farz kılındı."
îbn Hazm, bu hususta şöyle der:
"Her müslümanın kâfir de olsa, mirasından pay alamayan yakınlarına vasiyet yoluyla tasaddukta bulunması farzdır. Bunda herhangi bir sınır yoktur. Vasiyet etmemiş ise, varisleri veya vasi tarafından tasaddukta bulunulur. Annesi ve babası veya ikisinden biri kâfir ise, onlara tasadduk için vasiyette bulunması da farzdır. Şayet bunu yapmazsa ölümünden sonra malından onlara tasadduk edilir."
Daha sonra şöyle devam ediyor: "Bu söylediklerimizin delili Allah'ın (cc), şu âyetidir: "... Anasına, babasına ve akrabasına meşru bir şekilde vasiyet etmek, takva sahipleri üzerine icrası lazım bir hak olarak farz kılındı. Artık bunu işittikten sonra kim değiştirirse, vebali değiştirenlerin boynuna-dır. Şüphesiz ki Allah, işitir ve bilir." (el-Bakara, 2/180-181) Sizin de işittiğiniz gibi bu bir farzdır. Ancak varis olan ana-baba ve akrabalar bunun dışındadır."
Bu durumda İbn Hazm'a göre, mirasdan payları yok ise, akraba için vasiyette bulunmak farzdır. Bunun delili ise yukarıda zikredilen âyet-i kerimedir. Şayet vasiyet etmemiş ise malından tasaddukta bulunulur. Ancak bu tasadduk malının üçte birini geçmemelidir.
556- Vasiyet Âyetinin Neshi:
İbn Hazm'a göre, ölen kişi vasiyette bulunmamış ise hakimin onun adma uygun bir miktar tasaddukda bulunması gerekir. Bu husustaki dayanağı yukarıda geçen âyet-i kerimedir. Ancak kendisi ile aynı görüşte olan bazı selef âlimlerinin sözlerini de nakletmektedir. İbn Hazm'm rivayetinde Tâvûs'un oğlundan şöyle rivayet ediyor: Ölen kişi muhtaç ol?n yakınlarının isimlerini zikrederek vasiyette bulunmuş ise, gereken miktar onlara verilir. Şayet vasiyette bulunduğu kişiler, fakir değillerse, ihtiyaç sahiplerine verilir. Diğer bir rivayette ise, Salim b. Yesâr ve Alâ b. Ziyad'a; Şayet bir mal bırakacaksa ana-babasına bıraksın..." âyetinin mahiyeti hakkında sorulduğunda Kur'an'ı açıp bu âyete baktılar ve "akrabalarıdır" dediler,[4][4]
ibn Hazm, varis olmayan akrabalara vasiyet etmenin vacip olduğunu açıklamakla yetinmeyip, bunun vacip olmadığını iddia eden dört mezheb ımammm sözlerini de eleştiriyor. Dört imam'a göre, bu âyet neshedilmiş-tir. Miras âyetinin inmesi ile bu âyetin hükmü ortadan kalkmıştır. İbn Hazm ise, âyetin mensuh olmadığını iddia ederek şöyle diyor:
"Vasiyet âyeti inmeden önce, insanlar istediği kişiye vasiyette buîunabiliyorlardı. Bu âyetin inmesi ile bu durum neshedilmiştir ve şüphesiz âyette nasih ve muhkemdir. Durum böyle iken hiçbir nassa dayanmadan nasih âyet mensuh olmuştur, mensuh olan hüküm de tekrar nasih olmuştur diye iddia eden kişi, batıl bir söz söylemiş olur. Allah'a (cc) karşı hakkında bilgiye sahip olmadığı bir söz söylemekle zanla hükmetmiş olur. Allah (cc) şöyle buyuruyor: "... Sana bu kitabı her şeyi beyan etmek için; bir hidayet, bir rahmet ve müminlere bir müjde olarak indirdik." (en-N'ahi, 89) Nasih bir âyet neshedilemez. Allah'ın bize emrettiğinden başka bir söz bilmiyoruz."[5][5]
557- Genel Olarak İbn Hazm'ın Görüşü:
İbn Hazm'ın vasiyet hususundaki görüşleri böyledir. Özet olarak görüşleri iki noktada toplanmaktadır:
1. Varisler haricindeki akrabalara, vasiyette bulunmak farzdır. Bu vasiyet Allah'ın emrine icabeten yapılmalıdır: "Sizden birinize ölüm geldiği zaman şayet bir hayır bırakacaksa ana-babasına ve akrabasına meşru bir şekilde vasiyet etmek, takva sahipleri üzerine icrası lazım bir hak olarak, farz kılındı" âyet-i kerime vasiyetin miktarını belirlememiştir. Bu miktar ve vasiyet edilecek şahıslar değişkendir.
2. Ölen kişi, vasiyette bulunmamış veya varis olmayan akrabalarına vasiyet etmemiş ise, hakim mevtanın mirasından onlara vermelidir. Çünkü o malda, onların hakkı vardır ve hakim bu hakkı tayin etmelidir. Zira hakim, müslümanlarm düzeninden sorumludur ve insanların mallarındaki Allah'ın hakkını yerine ulaştırmak, zulmü ortadan kaldırmalıdır.
558- Mısır Kanunlarında Vasiyet:
Mısır kanunları, babası ölen çocuğa dedesinin vasiyette bulunmasının farziyeti hususunu, İbn Hazm'ın yukarıda verilen iki görüşünü esas olarak düzenlemiştir. Zahiriye mezhebi, vasiyetin miktarını ve hangi akrabalara verilmesi gerektiğini açıklamamış, bunu hakimin takdirine bırakmıştır. Mısır hakimleri de bu miktarı malın üçte birini geçmemek kaydıyla ölen kişinin mirastaki payı kadar olmasını kararlaştırmışlardır. Ölen kişinin varis olarak alması gereken bu hisse, dede tarafından torunlarına vasiyet edilmelidir. 1946 senesinde hazırlanan bu kanun, 71 sayılı kanunun 76, 77, 78 ve 79. maddelerinde yer almaktadır. Bu maddelerin metni aşağıdaki gibidir.
76. madde: Babası ölmüş olan bir kişinin dedesi, kendisine vasiyette bulunmadan ölürse, babasının hissesi kadar mirastan pay alır. Şayet babası hayattayken dedesi kendisine vasiyette bulunmadan ölürse, varis olmaması şartı ile yine aynı miktarda vasiyette bulunmuş gibi sayılır. Ölen kişi, bu hisse miktarındaki bir bedeli ölmeden önce karşılıksız olarak torununa vermişse, bu hüküm geçersizdir. Bu hisse miktarından daha az bir bedel vermiş ise, eksik kalan kısım vasiyet yoluyla kendisine verilir...
77. Madde: Vasiyette bulunan kişi, vasiyet etmesi gereken bir kişiye, hissesinden daha fazla vasiyette bulunursa, bunda bir mahzur yoktur. Ancak hissesinden daha az bir hisse ile vasiyette bulunursa, bunu tamamlaması gerekir. Vasiyet etmesi gereken kişilerden bazılarına vasiyette bulunmazsa, bunlara da hisselerinin verilmesi gerekir. Gerektiğinden daha az vasiyette bulunulan kişinin hakkı, mirasının üçte birinin içerisinden alınarak, o kişiye verilir.
78. Madde: Vacip olan vasiyet diğer vasiyetlerden daha önceliklidir. Vasiyet edilmesi gereken kişilere, vasiyet edilmeyip bunların haricindekile-re vasiyet edilmiş ise, bu kişilerin hakkı üçte birden artan mâldan verilir. Şayet üçte birden artan kısım yeterli değilse, diğerlerinin hakkından alınarak bu kişilere verilir
79 madde: Son iki maddede açıklanan bütün durumlarda, hak sahiplerinin hakkı, ihtiyari olarak vasiyet edilmiş olanların hakjcı muh af az affedilerek arta kalan kısımdan taksim edilir.
Vasiyetin farziyeti hususunda yukarıda verilen maddeler ile İbn Hazm'ın el-Muhalla'daki görüşleri aynıdır. Çünkü İbn Hazm, vasiyetin miktarını ve kimlere verileceğini tayin hususunu hakimlerin insiyatifine bırakmıştır. Bu kanunun açıklaması diğer kitaplarımızda mevcuttur.[6][6]
Allah'ın Terekedeki Hakları:
559- İbn Hazm'ın Görüşü:
Tereke hükümlerini içeren bu konu, îbn Hazm'ın zahiriyeci metodunu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu hususta îbn Hazm'ın görüşlerine katılıyoruz. Aşağıda İbn Hazm'ın ve dört imamın görüşlerini karşılıklı olarak ele alacağız.
İbn Hazm, terekeye taalluk eden haklar arasında zekat, hac ve kefaret gibi haklara öncelik tanımaktadır. Öyle ki bu haklar, borçlardan ve ölünün kefen masraflarından bile daha önceliklidir. İbn Hazm bu hususu şöyle dile getiriyor:
"Ölen kişi, az veya çok, bir mal bırakmış ise hac, zekat ve kefaret gibi bir borcu da var ise, öncelikle bu borçlar ödenir. Bunlar ödendikten sonra malından artmış ise, borçları ödenir. Geri kalanı da defin masraflarına tahsis edilir. Defin masrafları da ödendikten sonra, geriye malı kalırsa, bu malin üçte birinden, vasiyetleri yerine getirilir, üçte ikisi ise varisler arasında taksim edilir."[7][7]
Görüldüğü üzere İbn Hazm'a göre, Allah'ın hakkı kul hakkından önce gelmektedir. Arkasından sırasıyla, defin masrafları, vasiyet ve mirasın taksimi gelmektedir.
İbn Hazm, zekata öncelik tanımasını şöyle izah ediyor: "Zekat, hac ve iflas konularında da belirttiğimiz üzere zekat, hac, umre, kefaret veya ramazan orucunu bozma sebebiyle borcu olan bir kişi öldüğünde bütün bu borçları malından karşılanır. Bu borçlar ödendikten sonra, arta kalanı sırası ile kul borçları, vasiyet ve mirasa tahsis edilir. Hac borcunun miktarı, o günkü şartlarda bir kişinin hac masraflarını karşılayacak bir bedel ile tesbit edilir."[8][8]
560- İbn Hazm'ın Delilleri:
Yerine getirilmesi vacip olan Allah'ın hakları arasında öncelik gözetilmez. Zekat hacca veya hac kefarete üstün tutulamaz, hepsi eşittir.
İbn Hazm'ın Allah'ın hakkına Öncelik tanımasının delili, mirasın taksimi hususundaki şu âyet-i kerimedir: "... (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğratılmak sızın (yapılacak)fzr." (en-Ni-sa, 4/12) Âyet-i kerimede borçlar, mirasın taksiminden daha Önceliklidir. Nebi (sav)'de şöyle buyuruyor: "Allah'a olan borcunuzu ödeyiniz. Çünkü O, ödenmesi gereken borçlar içerisinde ödenmeye en layık olanıdır." Görüldüğü üzere âyet, borçların mirastan daha öncelikli olduğunu, hadis ise Allah'a olan borcun diğer borçlardan daha öncelikli olduğunu ortaya koyuyor.
İbn Hazm, bu delillerin yanı sıra, sahabe ve tabiinin fetvalarına da yer vermektedir. Bu rivayetlere göre, Hasan-ı Basri ve Tâvûs, hac ve zekatın borç mesabesinde olduğunu ifade etmektedirler. İbn Şihab ez-Züh-ri'nin ise şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Zekat, Ölünün malından alınır. Vacip olan her şey onun malından karşılanır." Sahabeden Ebu Hureyre'nin şöyle dediği rivayet olunur: "Hac ve nezir ölünün adına malından ödenir."
İbn Hazm'ın bu husustaki görüşü böyledir. Ayrıca ölen kişinin Allah'a olan borcunun ödenmesi için vasiyet edip etmemesini de dikkate almaz. Çünkü maldaki bu hak sabittir. O, fakirlerin hakkıdır, ölen kişinin bu tür borçlarının ödenmesi vaciptir. Bu borcun ödenmesi için ölen kişinin vasiyette bulunmuş olmasına gerek yoktur ve kul borçlarından daha önceliklidir. Çünkü Nebi (sav), Allah'a olan borcun ödenmeye daha layık olduğunu ifade etmektedir.
Bu cümledeki "daha layıktır" tabiri, bu Önceliği vurgulamaktadır. Ancak şu da var ki, şüphesiz bu borçların Ödenebilmesi için borcu olup olmadığını bilmek gerekir. Bunu bilmeden hiçbir şey yapılamaz. Çünkü kefaret ve nezir gibi ibadetler kişinin kendisinin bileceği ibadetlerdir.
561- Hanefinin Görüşü:
Bu hususta Şafii ve Hanbeliler İbn Hazm'a yakın bir görüştedirler. Hanefiler bu görüşe karşıdırlar. Malikiler ise, bu iki görüşün ortasında bir görüş bildirmektedirler.
Hanefilere göre, vasiyet ve mirastan önce ödenmesi gereken borç, ölen kişinin belirli bir şahsa karşı yapmış olduğu borçlanmadır. Allah'a karşı yapılmış olan borçlanma ise, fakirlerin hakkıdır. Muayyen bir kişi sözkonu-su değildir. Örneğin kefaret ve nezir gibi "borçlanmalarda borcunu isteyen muayyen bir alacaklı yoktur. Bu sebeble bunlar borç olarak tesbit edilemez, vasiyet ve mirasa nazaran da öncelik verilemez. Bu tür borçların ödenmesi için; ölen şahıs tarafından vasiyette bulunulmamış ise, bunlar ödenmez. Bu durumda bu borçlar vasiyet konumundadırlar ve terekenin dağılımı sırasına göre şahıs borçlarından sonra mirastan önce gelirler. Bu borçların ödenmesi, üçte birlik kısım içerisinden yapılır. Bunun dışına çıkılamaz. Ancak varisler izin verirlerse ödeme üçte ikilik kısma da taşabilir.
562- Üç İmamın Görüşleri:
Ebu Hanife, bu görüşleri ile cumhur fukahaya muhalefet etmektedir. İmam Malik, Şafii, ve Hanbeli, Allah'a olan borcun terekeden ödenmesinin vacip olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Onlara göre, bu borcun ödenmesi de vasiyet ve mirasdan daha Önceliklidir. Ayrıca ölen şahis, bu borçların ödenmesini vasiyet etmiş ise, ödenecek miktar terekenin üçte biri ile sınırlı değildir. Diğer vasiyetler ile bir tutulamaz. Çünkü bu borç, vasiyet ve mirasdan daha önceliklidir.
Bu tür bir borcun ödenmesini vasiyet etmek, belirli bir şahsa olan borcun ödenmesini vasiyet etmek gibidir. Buradaki vücubiyet vasiyetten kaynaklanmamaktadır. Ölen şahsın, bunu vasiyet etmesinin amacı kesinlikle ödenmesini vurgulamak ve böyle bir borcunun varlığından yakınlarını haberdar etmek içindir. Bu vasiyet; tıpkı herhangi bir sebeble insanlara borcu olan kişinin, ölmeden önce bu borçların ödenmesini vasiyet etmesi gibidir.
İmam Malik, Şafii ve Ahmed, Allah'a olan borçların terekeden ödenmesinin vacip olduğu, vasiyet ve mirasa itibarla daha öncelikli olduğu hususunda ittifak etmelerine rağmen, İmam Malik iki hususta diğer iki imama muhalefet etmiştir:
Birinci Husus: Bu borçlar ancak söz konusu şahsın ölmeden önce bu tür borçlarının olduğunu ikrar etmesi ile ödenir.
İkinci Husus: Allah'a olan borçların Ödenmesi insanlara olan borçlardan sonra gelir.
563- İmam Malik'in Görüşü:
Malik (ra), bu borçların ancak, Ölen kişinin ölümünden önce, bu dini vecibeleri yerine getirmediğini söylemesi ile ödenebileceği görüşündedir. Ancak bunu ikrar etmesi vasiyet değil, yakınlarını bu hususta bilgilendirmesi manasına gelir. Bu borcu ödemek vacip olduğu durumlarda ise, ancak kul borçlarından sonra ödenir. Bu görüşün temelini cumhur fukahanm ittifak ettiği bir kaide oluşturmaktadır. O da şudur: Alacaklı olan bir kişinin hakkını istemesi durumunda, bu borcu ödemek daha evladır. Allah bağışlayıcı ve kerimdir. Bununda ötesinde kulun hakkında iki durum sözko-nusudur. Kulun hakkı ve bu hakkın ödenmesi yönündeki Allah'ın emri. Allah'ın hakkının ödenmesinde ise sadece Allah'ın emri sözkonusudur.
564- imam Şafii'nin Görüşü:
Şafîilere göre, ölen şahsın zekat vermesini gerektiren malı, ölümünden sonra da zekat vermeyi gerektirecek kadar ise, bu zekat borcunun ödenmesi diğer borçlardan daha Önceliklidir. Çünkü ölen kişinin mülkiyetinin tamamı onun değildir. O, mülkiyetin içinde fakirlerin de hakkı vardır. Bu hak, sahiplerine verildikten sonra geriye kalan, mevtanın malıdır. Şayet zekatı gerektiren mal vefatından önce elinden çıkmış ise ve geriye kalan mal zekat miktarına ulaşmıyorsa, bu durumda bu borç onun zimmetine geçmiştir. Kefaret ve nezirler gibidir. Şafii mezhebinde bu durum iki yönden ele alınır.
Birincisi: Malikilerde olduğu gibi, insanlara olan borçlarının ödenmesinden sonra ödenir. _.
İkincisi: İki borçta eşittir. Çünkü insanlara olan borçlar alacaklılarının olmasından dolayı kuvvetli ise, Allah'a olan borç da iki şeyden dolayı kuvvetlidir:
Birincisi: Nebi (sav)in hadisidir: "Allah'ın hakkı ödenmeye daha layıktır."
İkincisi: Allah'a olan borcun da alacaklısı vardır. Bu borcun alacaklısı Allah'tır, bu da Allah'ın emri gereği fakirlerin ve miskinlerindir. Bu da kul hakkıdır ve bu hakkı Allah (cc) tahsis etmiştir.
Bu iki durumdan dolayı Allah'ın hakkı da kuvvetlilik kazanmakta ve kulların hakkına eşit olmaktadır. Her iki hakkın da diğerine önceliği yoktur.
565- îmam Ahmed'in Görüşü:
Hanbelilere göre, terekedeki Allah'ın hakları diğer insanlara olan borçlar gibidir. Ancak Allah'ın hakkını vermeyi gerektiren mal ve bu miktarı koruyorsa o zaman, Allah'a olan borç öncelik kazanmış olur. Bu miktar sabit değil ise, malın durumuna göre, her alacaklıya belli nîsbette ödenir. Çünkü Hanbelilere göre, Öncelik tanınan borç; malın miktarı içinde karşılığını bulan borçtur. Şayet Allah'ın hakkı olan bu borçlar, malın kendisine taalluk etmiyorsa, diğer borçlar gibidir.
Bu durumda ortaya çıkan sonuç şudur: Allah'a borçlanmayı gerektiren mal sabit İse, bu borçlar terekeye taalluk eder, insanlara olan borçlar gibi değildir: Bu borçların terekeye taalluk etmesi, o malın bir parçası olması hasebiyledir. Hatta terekeye ait borçlardan daha kuvvetlidir. Çünkü; o fiili olarak terekenin içinde belirli bir miktardır.
566- İbn Hazm'ın İmamlara Muhalefeti:
Dört imamın bu husustaki görüşleri böyledir. İbn Hazrn'm dört imama da muhalif olduğunu görmekteyiz. İbn Hazm, Ölüm vaktine kadar mahn sabit olması veya malın zail olmasıyla vücubiyetin mücerred olarak zimmetine taalluk etmesi gibi, farkları gözetmeden Allah'ın haklarına öncelik vermektedir. Durum ne olursa olsun, borçları ödemeye öncelikle zekat, kefaret, nezir ve hac borçları ile başlıyor. Şayet ölen kişinin bıraktığı mal bu borçları ödemeye yetmiyorsa, hepsinden belli bir miktar ödenir. Buna esas teşkil eden delil Nebi (sav)in hadisidir: "Allah'a olan borç, Ödenmeye daha layıktır." Tabi ki bu hadisin delil olarak alınması, hadisin zahiri manasına göredir.
567- İbn Hazm'ın Tenkidi:
İbn Hazm, dört imamın görüşlerine de muhalif olduğu için onların görüşlerini tenkid eder. Bu tenkidinde özellikle Ebu Hanife ve Maliki hedef alır. İmam Şafii'nin görüşleri ona biraz daha yakındır. İmam Malik'i ise Ebu Hanifeden daha çok eleştirir. İmam Malik'in görüşleri hususunda şöyle diyor: "İmam Malik'in bu husustaki sözleri, en hatalı ve en çelişkili sözlerdir. Çünkü o, hiç bir delil olmaksızın farzlar arasında Öncelik tayin etmiş ve bazı nafile ibadetleri[9][9] bazı farzlardan daha öncelikli görmüştür. Bu söylediklerinin bir delili olmamakla beraber, Allah'ın yarattığı hiç bir kulda böyle bir tertipte bulunmamıştır." Biz, onun İmam Malik'i böyle sert bir dille eleştirmesinden dolayı hem kendimiz, hem de onun için Allah'tan bağışlanma dileriz. İmam Malik'in yaptığı şey hükümleri ta'lii etmek, maksadını anlamak ve umumi ve hususi gayelerini tesbit etmektir. Herhangi bir kişi kölesinin azad edilmesini vasiyet etse, adam öldükten sonra kölesi azad olur. Çünkü İslâm Şeriatı insanların hürriyetini istemektedir ve bunun önüne engeller koymamıştır. İmam Malik'in nafile bir ibadet olan köle azad etmeyi zekattan önce alması İslâm'ın özünü vurgulamak istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu söz İslâm'ın sınırı dışında ve fıkhi hükümlere ters düşen bir söz değildir.
568- Ibn Hazm'ın Kendine Eleştirisi:
İbn Hazm, kendi görüşünü ve muhaliflerinin görüşlerini aktardıktan sonra kendi görüşüne bir eleştiri getiriyor ve bunu cevaplandırıyor: Şayet bir kişi varislerini mirasından mahrum bırakmak isterse, sizin mezhebinize göre hac, zekat ve kefaret gibi maddi mükellefiyetlerinden bazısını yerine getirmediğini iddia ederek veya dilediği kadar nezrederek bunu gerçekleştirebilir. Sizin mezhebinize göre, bu borçları ödemek farzdır. Böylelikle varislerini mirasından mahrum bırakmış olur. Bu yolla gerçekteki borçlarından bile kaçabilir. İbn Hazm'ın bu eleştiriye cevabı ise şöyledir: "Bize şöyle bir soru sorulsa; bir kişi varislerini mirasından mahrum bırakmak için bazı maddi ibadetlerini yerine getirmediğini ve bundan dolayı borcu olduğunu söylese ve ölüm anında bu borçların, ödenmesini vasiyet etse bu hususta ne dersiniz? Ona cevabımız şöyle olur: Böyle bir şey yapmaya kalkarsa günahı onundur. Allah'ın haklarını ödememesinden kaynaklanan ma-siyet üzerinden kalkmaz. Çünkü Allah (cc), haklarının sizin anlattığınız şekilde denmesini emretmemiştir. Ayrıca böyle bir eleştiriyi yapanlara şu cevapda verilebilir: Siz insanlara olan borçların öncelikli olduğunu söylüyorsunuz. Bu taktirde varislerini mirastan mahrum bırakmak isteyen bir kişi, sıhhatli iken malının tamamını, herhangi bir kişiye borçlu olduğunu söyler ve Ölümünden sonra, malı onun olur. Aralarında hiçbir fark yoktur. Yine Allah'ın hakkını vermek istemeyen bir kişi, böyle bir borcu olduğunu söyleyerek malını herhangi bir şahsa verilebilir. Böyle bir eleştiri ancak fesatlık etmek maksadı ile yapılabilir. Çünkü bu Allah'ın emirlerinin ve farzlarının yerine getirilmesine mânı olur."[10][10]
569- Allah'ın Hakkı Önceliklidir:
Ibn Hazm'ın bu eleştiriye cevabını kısaca şöyle Özetleyebiliriz: Böyle bir şey yapan kişi Allah'a karşı isyankâr ve günahkâr olur. Bu isyan sadece Allah'a karşı değil, Nebi'ye (sav) karşı da yapılmış olur.
Şayet biz, Allah'ın haklarına öncelik vermemiş olsaydık sadakaya muhtaç olan kişiler bundan mahrum kalmış olacaklardı. Hangi hakkın daha öncelikli olduğunu nas açıkça ortaya koymaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere İbn Hazm'm terekeye taalluk eden Allah'ın haklarını diğer borçlardan, vasiyetlerden ve mirastan daha öncelikli gördüğü yönündedir.
Terekenin Taksimi:
570- Zevil Erhamın Mirasçılığı:
Mirasın taksimi hususunda ehl-i sünnet âlimleri arasında cüzi bir takım ihtilaflar mevcuttur. Şianın imamiye kolu dışında asılda hiçbir ihtilaf yoktur.
Ancak İbn Hazm'ın, miras hususunda bazı aslî meselelerde mezheb imamlarının görüşlerine muhalefet ettiğini görüyoruz. Dört mezhebin kıyas yapmadığı bazı meselelerde ise, onların görüşlerini kabul etmiştir. İbn Hazm, zevil erhamın [11][11]varis olamayacağı görüşündedir. Bu hususta Şafii ve Malikilerle ittifak etmiştir. Mütekaddim (önceki) Şafii ve Maliki uleması zevil erhamı mirasçı saymamıştır. Ancak Hicri IV. Asırdaki mu-taahhir ulema, devlet hazinesinin işlevini yitirmesinden dolayı, zevil erhamın mirasçı olabileceği yönünde görüş bildirmişlerdir. İmam Ahmed ve Hanefi ise, mirasçı olabilecekleri görüşündedirler.
571- İbn Hazm'ın Muhalefeti:
İbn Hazm, bazı meselelerde dört imamla ittifak ettiği gibi bazı görüşleri ile de onlara muhalefet etmiştir. Biz, bu meselelerden dört tanesini ele alıp inceleyeceğiz. Bunlar: Garaviye, ninenin mirası, avl ve mirasın taksimi esnasında akrabalara ve yetimlere tasadduk etme meseleleridir.
Garaviye:
572- Fukahanın Görüşleri ve Delilleri:
Dört mezheb imamlarına göre varisler, Ölen şahsın anası, babası ve eşinden oluşuyorsa; ayrıca kız veya erkek kardeşleri de yok ise, Ölenin eşi farz olan hakkını alır. Anne kalanın üçte birini, baba da geriye kalanın tamamını alır. İmamların bu hususta üç delilleri mevcuttur:
Birincisi: Bazı sahabelerin fetvaları
İkincisi: Şayet anne tamamının üçte birini alacak olsa, babadan daha çok almış olacak. Çünkü eşi yarısını, anne de üçte birini alınca; babanın hissesi annenin hissesinin yarısı kadar kalacaktır. Fakat miras hükümlerine göre, erkeğin kadından daha fazla alması gerekmektedir.
Üçüncüsü: Allah (cc) şöyle buyuruyor: "... Eğer çocuğu yok da anne babası ona varis olmuş iseler, anasına üçte bir (düşer)...." (en-Nisa, 4/12) Bu âyet erkeğe nisbetle kadının hissesini belirtmektedir. Şayet kadına terekenin üçte biri verilirse erkeğe de üçte ikisi verilmelidir. Çünkü kadının hissesi erkeğin hissesinin yarısı kadar olmalıdır.
Bu meseleye garaviye denilmesinin sebebi meşhur oluşundan dolayıdır.
573- İbn Hazm'ın Muhalefeti:
İbn Hazm, dört mezheb imamlarının bu husustaki görüşlerine muhaliftir. Babanın hissesi anneden daha az olsa da anneye terekenin tamamından üçte birinin verileceği görüşündedir. Çünkü o, âyetin zahirine göre hükmetmektedir. Bu sebeble bu hususta şöyle diyor: "Bir erkek veya kadın öldüğünde varisleri, sadece eşi ve ana babası ise terekenin taksimi şöyle yapılır: Kadın ölmüş ise, kocasına terekenin yarısı, erkek ölmüş ise; karısına terekenin dörtte biri, anneye terekenin üçte biri verilir. Babaya ise; kızı ölmüş ise üçte bir, oğlu ölmüş ise üçte biri ve üçte birin dörtte biri, yani onikide beşi kadar hisse verilir."[12][12]
Sahabeden İbn Abbas, Muaz bin Cebel ve Ali b. Ebi Talib (r.anhum) bu görüştedirler. İbn Hazm, Allah'ın (cc) şu âyetini delil olarak almaktadır: "... anne-babası varis olmuş iseler anasına üçte bir (düşer)..." âyetin zahiri manası; annenin üçte bir alacağı yönündedir. îbn Hazm, âyetin kendi görüşüne delil olabileceğini, dört imamın, annenin babadan daha az alacağı yönündeki görüşlerine delil teşkil etmeyeceğini ifade ediyor. Şöyle diyor: "Rasulullah'm (sav) sözünden başka hiçbir kimsenin sözü delil sayılamaz. Annenin, babadan üstün olduğu da inkâr edilemez. Rasulullah (sav)den şöyle rivayet edilmektedir: "Bir adam Rasulullah (sav)in yanına gelerek şöyle dedi:
- "Ey Allah'ın Rasulü! Benim iyi muamele etmeme en layık olan kimdir?" Rasulullah («av):
- "Annendir", buyurdular. Adam:
- "Sonra kimdir?" Rasulullah (sav):
- "Annendir", Adam:
- "Sonra kimdir?" Rasulullah (sav):
- "Annendir". Adam:
- "Sonra kim? diye sorunca Rasulullah (sav):
- "Babandır" buyurdular.
Görüldüğü üzere iyi muamele etme hususunda, Rasulullah (sav), anneyi babadan daha üstün tutmuştur. Ayrıca bizim ve onların icmasma göre; ölenin çocuğu varsa miras hususunda Allah (cc) anayı ve babayı eşit tutmuştur. "... Ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır..." Âyetin ifadesi böyle olduğu halde nasıl oluyor da annenin babaya olan üstünlüğünü inkâr ediyorlar?[13][13]
Babaanne ve Anneannenin Mirası:
574- Fukahanın ve İbn Hazm'ın Görüşleri:
Fukahaya göre sahih ninenin[14][14] mirastaki hissesi, altıda birdir. Bundan fazlasını alamaz. Fukahanın bu husustaki delili; Muğire bin Şûbe'nin hadisidir. Ömer (ra)m ve birçok sahabenin fetvası da böyledir. Şayet nineler birden çok iseler altıda bir hisseyi aralarında bölüşürler.
Dört imamın bu husustaki görüşü böyledir ve ittifak halindedirler. Ancak İbn Hazm, onlara muhalefet etmiştir. Şayet ölünün annesi yok ise, nineyi annenin yerine koyarak, nineye, anneye verilen hisseyi verir. Ölünün varisleri veya kardeşleri var ise, altıda biri uygun görür. Ancak varisleri, erkek veya kız kardeşleri yok ise; terekenin tamamının üçte biri ninenin hissesidir, der. İbn Hazm bu hususu şöyle açıklar:
"Ölen kişinin annesi yok ise; nine, annenin üçte bir aldığı durumlarda üçte bir, altıda bir aldığı durumlarda da altıda bir alır. Ölünün annesi yok ise, ölünün babası hayatta olsa da olmasa da nine, mirastaki payım alır. Ölünün annesi veya daha yakın bir ninesi yok ise, her nine mirasçı olabilir. Şayet nineler yakınlıkta eşit iseler, bu hisseyi paylaşırlar."[15][15]
Görüldüğü üzere İbn Hazm, ölünün annesinin olmadığı durumlarda, nineyi sadece mirasçı kabul etmiyor, aynı zamanda ona annesinin hissesi kadar hisse vermesini öngörüyor. Babanın hayatta olması dahi onu mirastan men etmeye yetmiyor. Bu durumda babası, babaannesi ve eşi olan bir kişi Öldüğünde; eşi mirasın yarısını, babaanne üçte birini, baba da geri kalanını alır. Ninenin ölen kişiye yakınlığı oğlu ile gerçekleşmiş olsa da baba, annesinin hissesinin yarısını alır. İbn Hazm, nasları delil alırken devamlı surette bu kaideyi gözetmez. Çünkü ölen kişiye yakınlığı, başkası ile gerçekleşen mirasçıların mirasçılığı, arada vasıta olan şahsın mevcudiyeti ile var olur. Mesela: Annenin varlığı, dedeyi mirasçılık hakkından düşürür. Bu hususta, bu kaideyi uygulamamasının sebebi ise; anneye ait miras hükmünü ninelere de aynen tatbik etmesidir. Bu sebeble, buna delil olarak Allah'ın fcc) şu âyetini getirmektedir: a..Anne-babası varis olmuş iseler, anasına üçte bir (düşer)..." Allah (cc) şöyle buyurur: "... Ana-babanızı cennetten çıkardığı gibi..." Bu âyetinde Allah Adem ve eşinin bizim ebeveynimiz olduğunu ifade etmektedir. Ayette böyle olduğu halde; bir topluluk çıkıp bunu kabul etmeme cüretini gösteriyor. Ninenin mirastaki hakkının altıda bir olduğunu iddia ediyor. İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: "Anne yok ise, nine anne mesabesindedir."[16][16]
Avl Meselesi:
575- imamların Görüşleri:
Feraiz ulemasının ıstılahına göre avl; varislerin hisselerini oluşturan payların mirasının tamamından fazla olması durumudur. Bunu bir Örnekle açıklayalım: Kocası, öz kızkardeşi ve annesi hayatta olan bir kadın öldüğünde, âyet hükmü gereğince; kocası mirasın yarısını, kızkardeşi yarısını ve annesi de üçte birini alması gerekir. Şüphesiz bunların toplamı, gerçek mirastan daha fazladır. Çünkü mirası altıya böldüğümüzde asıl kaideye göre: Üç hisse kocası, üç hisse kızkardeşi iki hisse de annesinin alması gerekir. Ancak bu hisselerin toplamı sekiz hisse etmektedir. İşte fazlalık olan bu hisselere âvl ismi verilir. Dört mezheb imamlarına göre, böyle durumlarda hak sahiplerine hissesi tamamen verilmez. Hisselerin gerçek oranlarında dağıtılması için fazlalık miktarı hesaptan düşülür. İmamlar, bu meselenin çözümünde şöyle bir yol izlerler; öncelikle hisseleri sekize çıkarırlar. O zaman tereke; altı yerine sekize taksim olunur. Terekenin tamamını yetmişiki parça olarak kabul edersek bunu sekize böldüğümüzde gerçek hisseler ortaya çıkacaktır. Bu taktirde kocanın hissesi: 3 x 9 = 27, annesinin hissesi: 2 x 9 = 18 ve kızkardeşinin hissesi 3 x 9 = 27 olacaktır. Görüldüğü üzere her varisin hissesinden fazlalık miktarınca çıkarılması ile hiçkimseye adaletsizlik yapılmamış olur.
576- îbn Hazm'ın Muhalefeti:
Dört mezheb imamının bu husustaki görüşlerinin esasını teşkil eden delil; sahabe fetvalarıdır. Mirasta hissesi bulunan bir hak sahibine diğer hak sahibinden daha fazla hisse vermek mümkün değildir. Çünkü bu anlamda ne bir nas vardır, ne de böyle bir kıyas mevcuttur. Her hak sahibinin hissesinden fazlalık düşülerek adalet gerçekleştirilmiştir.
İbn Hazm ise, avl'ı kabul etmez. Ve bunun aslının olmadığını iddia eder. Onun bu husustaki görüşü şöyledir: "Varislerin haklarında hiçbir şekilde avl yapılamaz... Amr bin Dinar, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet ediyor: «Hiç bir farzda avl yapılamaz.» Ubeydullah b. Abdullah bin Mes'ud'un şöyle dediği rivayet olunur: «Bir malı iki yarım ve üçte bir parçaya böleni gördünüz mü? Bir mal ancak ikiye veya üçe veya dörtte bölünebilir.» Bir bütünün iki yarım ve bir üçte birlik parçadan oluşması mümkün değildir. Bir bütün ancak ikiye, üçe veya dörde bölünebilir. İbn Abbas, böyle bir durumda hisselerin malın tamamından fazla olmaması için varislerden bazılarının miras hakkını düşürürdü veya hisselerini azaltırdı."
577- İbn Hazm'ın Delili:
İbn Hazm, bu hususta İbn Abbas'ın görüşünü almaktadır. İbn Abbas'ın görüşü ise, iki temele dayanır.
Birincisi: Bazı miras hakları, bazılarına göre daha kuvvetlidir. Çünkü bazı miras hakları hesaptan çıkarmak mümkün olduğu halde, bazılarının hesaptan çıkarılması mümkün değildir. Şüphesiz hesaptan çıkarılması mümkün olmayan hesap hakları diğerlerinden daha kuvvetlidir. Kuvvetinden dolayı bu miras hakkı, sabit kalır. Bu sebeble avl yapılması mümkün değildir. Çünkü avl, yaparken her miras hakkının aynı kuvvette olduğu esas alınır. Hangisinin hesaptan çıkarıldığını, hangisinin sabit kaldığını anlamak mümkün değildir.
İkincisi: Miras hisselerinin fazlalığı, asabe[17][17] ismi verilen kimselerin mi-rasçılığma kıyas edilir. Asabe sayılan mirasçılar, hisseleri belirli olan mirasçılardan arta kalan ne ise, onu alırlar. Böyle bir meselede asabe sayılan mirasçıları artırsak dahi hiçbir karışıklık meydana gelmez. Örneğin anne, öz kızkardeş ve kocanın mirasçı oldukları meseleye bir de öz erkek kardeşi mirasçı olarak eklersek yine de hisselerin fazla gelmesi gibi bir durum ortaya çıkmaz. Çünkü bu mirasta, annenin hakkı altıda bir, kocanın hakkı mirasın yarısı, öz kızkardeş ile erkek kardeşin hakkı ise, bunlardan arta kalanlardır. Bu tür meseleler araştırıldığında, hak sahiplerinden bazılarının asabe oldukları görülecektir. Böyle durumlarda hissesi belirli olanların hisseleri, verildikten sonra, artan miras var ise, asabelere verilir. Artan bir şey yok ise hiçbir şey verilmez.
578- İbn Abbas'ın Görüşü:
Görüldüğü üzere, İbn Abbas, böyle'durumlarda, asabe sayılması müm-
(1) kün olan her hak sahibinin hissesini azaltmakta ve arta kalan hisseyi onlara vermektedir. İbn Abbas'in görüşünü bildirdiği hadis şöyledir: Züfer b. Evs ona şöyle sorar:
- "Miras haklarında ilk olarak avl yapan kimdir?" İbn Abbas:
- "Ömer b. Hattab'dır. Ona göre her miras hakkı kuvvet açısından eşittir." Züfer b. Evs:
- "Allah'a yemin olsun ki; hanginizin görüşünün Allah katında daha önl çelikli olduğunu bilmiyorum." İbn Abbas:
- "Allah'a yemin ederim ki miras haklarında avl yapmak daha öncelikli olan değildir." Züfer:
- "O zaman öncelikli olan hangisidir?" İbn Abbas:
- "Farz olan her miras hakkıdır. Allah (cc) farz olan hiçbir miras hakkından eksiltme yapmamıştır. Bu öncelikli olandır. Öncelikli olmayana gelince; farziyeti ortadan kalkmış olan her miras hakkıdır. Bu varise ancak arta kalan verilir. İşte, bu da önceliği olmayandır."[18][18]
Görüldüğü üzere İbn Abbas'a göre, hisseler fazla geldiğinde; asabe olan kişinin hissesi düşürülür ve bu kişi arta kalanı alır.
579- İbn Abbas'ın Ggrüşilnün Delilleri:
îbn Heuzm, bu meselede İbn Abbas'ın görüşünü seçmiştir. Ancak neye dayanarak bu görüşü seçti? Bir nassa mı yoksa icmaya mı? Çünkü İbn Hazm'a göre, nas dışındaki hiçbir şey ve sahabenin ferdi olarak söylediği hiçbir söz, delil olaraîfcj,alınamaz. Bu taktirde, nasıl oluyor da Hz. Ömer'e (ra) muhalefet eden îbn Abbas'ın (ra) görüşünü kabul ediyor? İbn Hazm'ın bu husustaki açıklaması şöyledir: "Makul olan şudur: Allah (cc), hiçbir zaman vermemiz mümkün olmayan bir malı vermemizi emretmemiştir. İbn Abbas'ın görüşünün sıhhatini gösteren üç delil mevcuttur.
Birincisi: Onun mirasta öncelik tanıdığı mirasçıların mirasını Allah (cc) hiçbir zaman eksiltmemiştir.
İkincisi: Aklî zaruret de bize gösteriyor ki; Allah'ın kendilerine mirası farz kıldığı bu kişilerin ve Ölen kişinin, hür ve mümin olmaları durumunda, hiçbir şekilde bu kişiler mirastan men edilmezler. Çünkü bunlar, Allah'ın hiçbir zaman mirastan men etmediği kişilerdir. Allah'ın verdiği bu hakdan onları men etmek caiz değildir. Ancak bazı kişiler, bazen varis olurlar, bazen olmazlar. Karı-koca ve ebeveyn her durumda, devamlı surette varis olabilirler. Fakat kızkardeşler, bazı durumlarda varis olurlar, bazı durumlarda varis olmazlar.
Üçüncüsü: Şayet miras, varislerin hisselerine yetecek kadar ise, Kur'an'a baktığımızda, bu hisselerin Allah tarafından belirlenmiş olduğunu görürüz. Hisselerin fazla geldiği durumlarda ise, Allah'ın bu hisse sahiplerinin isimlerini zikretmediğini görürüz. Allah'ın Kitabında zikr ettiği varislerin hisselerinden artarsa; onlara veririz. Artmazsa vermeyiz. Çünkü naslar-da, onların mirasçılığı hakkında hiçbir delil yoktur."[19][19]
580- Bu Hususta Nas Yoktur:
İbn Hazm'ın yaptığı, bu görüşün açıklamasını yapmaktan başka bir şey değildir. İbn Hazm'ın metoduna göre, her görüş naslarla veya icma ile kayıtlı olmalıdır. Fakat bu hususta hiçbir delil gösteremedi. Çünkü bu anlamda hiçbir nas veya icma yoktur. Bu husustaki görüşünün mantığı kıyasa daha yakındır. Bir kişinin miras hakkının nasla sabit olma halini, bu kişinin asabe olma haline kıyas etmektedir. Böylece asabe imiş gibi, malın artanını ona vermektedir.
İbn Hazm, İbn Abbas'ın görüşlerini destekler mahiyette sıraladığı ilk iki görüşünde, aklî zaruretlere dayanmaktadır. Ona göre; aklî zaruretler, hissesinden eksiltme yapılamayan varislerin, bazen hisselerinden arta kalanı olan varislerden daha öncelikli olmasını gerektiriyor. Yine hiçbir şekilde mirastan mahrum edilemeyen varislerin, bazen varis olup bazen olmayan varislere göre; daha öncelikli olmasını da akli zaruretlerin gereği olarak görmektedir. Üçüncü görüşünde ise; delil almadaki metoduna dayanmaktadır.
581- iki Görüşün Karşılaştırılması:
Gerçek şu ki; İbn Hazm, kabul ettiği İbn Abbas'ın görüşünü kendi metoduna uydurmak isteyip naslara müracat ettiğinde, kendi görüşünü nas-lara yakınlığının Hz. Ömer'in (ra) naslara yakınlığından daha fazla olmadığı ortaya çıkmaktadır. Hz. Ömer'in görüşü ise, avl yapılması yönündedir. Fakihlerin çoğunluğu da onun görüşünü kabul etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim muhkem âyetleri ile, kocaya yarım, anneye üçte bir ve kızkardeşe de yarım hisse verileceğini açıklamıştır. Bu durumda biz, Hz. Ömer'in görüşünü alarak varislerin hepsine hisse verecek olsak, fazlalık miktarıriı eşit olarak hisselerden eksiltmek zorunda kalırız. îbn Hazm ile îbn Abbas'ın görüşünü alarak bazı hak sahiplerine öncelik verecek olsak; bu önceliğin kesin delillerle sabit olması gerekir. Çünkü bazı kimselerin öncelik iddiası, dayanağı olmayan zandan başka bir şey değildir. İbn Hazm ise, sözlerin en yalanının zan olduğunu defalarca tekrar etmiştir. O zaman bu caiz değildir. ib Hazm'ın, bazı hak sahiplerine Öncelik vermesinin kesin bir delil ol zm zan ile hükmetmek olduğu görüşündeyiz.
Son olarak şunu diyoruz; her iki görüş sahibi de hisselerden azaltma yoluna başvurmaktadır. İbn Abbas, bazı hisseleri çok azaltıp bazılarını olduğu gibi bırakmaktadır. Bunun manası; naslarm çoğunluğunu amel ettirip bazılarım devre dışı bırakmaktır. Hz. Ömer ise, bütün hisselerden eksiltme yapmaktadır. Onun esas aldığı temel; hisselerin eşit olması ve bir nas-sı tamamen ihmal etmemesidir. Şüphesiz ki Ömer el-Faruk'un görüşü ihtiyatlı davranmaya ve takvaya daha uygundur.
Miras Taksiminde Bulunan Akrabaya ve Yetimlere Tasadduk:
582- Akrabaya ve Yetimlere Tasaddukun Farziyeti:
Bu mesele, naslarm zahiri ile hükmeden zahiriye fıkhının özelliğinin belirginlik kazandığı meselelerden biridir. Onlara göre; tereke taksiminde bulunan akrabaya ve yetimlere tasadduk etmek, farzdır. Bu hususta nastan delilleri dahi vardır. Allah (cc), tereke taksiminde bulunan yakınlara, yetimlere ve miskinlere tasadduk etmeyi emr etmiştir. Her varisin, farz olan bu emre icabet ederek kendi hissesinden onlara vermesi gerekmektedir. Buna binaen İbn Hazm şöyle diyor: "Reşid olan varislerin, vasilerin ve varis vekillerinin miras taksimi esnasında orada bulunan kendi yakınları veya ölünün yakınlarına, yetimlere ve miskinlere, gönüllerinin rızası mik-tarınca vermesi farzdır."
Zahiriye bunu ihtiyari bir şey değil, farz olarak kabul eder. Varis bunu kendi rızası ile vermez ise, hakim cebren verdirir. İbn Hazm, bu durum hakkında da şöyle diyor: "Bunu vermekten yüz çevirirlerse hakim onları buna zorlar."[20][20]
583- İbn Hazm'ın Delilleri:
İbn Hazm, bu görüşüne Allah'ın (cc) şu âyetini delil getirmektedir: "(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunurlarsa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin," (en-Nisa, 4/8) Ulemadan bazıları, bu âyetin mensuh olduğunu iddia etmektedirler. İbn Hazm ise, mensuh olmadığını, sahabeden büyük bir topluluğun bu âyet ile amel ettiklerini ifade ediyor ve şöyle diyor:
Allah'ın emri farzdır. Bunun aksi iddia edilemez... Hattan b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Ebu Musa el-Eş'ari bu âyetin mensuh olmadığı hususunda bana yemin etti." İbn Abbas ise şöyle diyor: "Bu âyetin mensuh olduğunu zannediyorlar. Allah'a yemin olsun ki, bu âyet mensuh değildir. Fakat insanlar bu âyetle amel etmeyi küçük görüyorlar. Ancak kendilerinin bir çıkarı varsa gerçeği söylüyorlar." Abdurrahman b. Ebu Bekir de bu âyet hususunda şöyle diyor: "Bu âyetle amel etmek farzdır."
Böylelikle İbn Hazm, âyetin farziyet ifade ettiğini delillendirmek için sahabenin sözlerine tabi olmaktadır. Sahabe, kendi konuştukları lisan ile Kur'an'a muhatab olan fesahat ehlidir. Onlar, Kur'an'ı anlamak hususunda diğer insanlardan daha fazla anlayış ve kavrayış gücüne sahiptirler.
584- İbn Hazm'ın İmamları Tenkidi:
İbn Hazm, kendi anlayışını kuvvetlendiren sahabe sözlerini aktarmakla yetinmeyip, âyetin farziyet ifade etmediğini iddia eden dört imam ile tartışmaktadır.
İmamlar, âyeti iki durum üzerine bina etmektedirler. Ayet ya men-suhtur, ya da âyetteki emir farziyet ifade etmeyip, mendup veya istihsan manasınadır. İbn Hazm ise şöyle diyor:
"Emir ancak farziyet ifade etmek için kullanılır. Nasdan bir delil olmadığı müddetçe farziyeti inkâr edilemez. Naslarda böyle bir delil olmadığına göre, farz olmadığı yönündeki iddia, hiçbir hüccete dayanmaksızın sözün zahiri manasını değiştirmek anlamına gelir. Ayetin nesh olduğuna dair delil getirmek gerekir. Çünkü nesih ile mensuh arasında uygunluk olması mümkün değildir. Nasih âyet mensuh âyeti her yönüyle açıklığa kavuşturur. Bu meselede böyle bir şeye rastlamıyoruz." İbn Hazm, bu hususu şöyle açıklamaktadır: "Bu emrin farziyet ifade etmediğini iddia edenlerin mücerret olarak iddialarından başka bir delilleri yoktur. Hiçbir kimse "bunu yap" ifadesinden istersen yapmayabilirsin anlamı çıkarmaz. Hiçbir delil bulunmaksızın bu âyet mendub, bu âyet mensuh, bu âyet mahsus demek ancak batıl bir sözdür. Tevfik Allah'tandır. Bu mesele, selefin çoğunluğuna muhalefet ettikleri meselelerdendir."[21][21]
585- Tasaddukun Miktarı:
Görüldüğü üzere, varisin vereceği tasaddukun miktarı belirlenmemiştir. Varis, gönlünün razı olduğu bir miktarı fakirlere ve akrabalara verir. Varis bunu vermek istemezse, hakim malından bir miktar alıp fakirlere verir. Bu miktarı da varise zulmetmeyecek ve fakirlerin menfaatlenebüecek-leri bir miktar olarak tesbit eder. Ancak günümüzde olduğu gibi insanlar bu hükmü hafife aldıkları zaman hakimin adaletli bir şekilde terekenin miktarına göre belli bir miktarı fakirler için alması caiz olur mu?
Zahiriye Mezhebine göre, hakimin terekelerin miktarına göre varislerin hisseleri nisbetinde adaletli bir şekilde, terekenin bir miktarını, Öncelikle ölen kişinin ve varislerin yakınlarından fakir kimseler var ise, bunlardan başlayarak vermesi caizdir.
Buna dayanarak, Mısır'da halen tapu vergisi adı altında alınmakta olan verginin bu esasa dayanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu verginin fakirlere, miskinlere ve yetimlere verilmesi şarttır.
[1][1] İbn Hazm, Ali ve İbn Abbas (ra) hakkındaki hadislerin zayıf olduğu görüşündedir.
[2][2] A.g.e., c. IX, s. 313
[3][3] A.g.e., c, IX, s. 314
[4][4] A.g.e., c. IX, s. 315
[5][5] A.g.e., c. IX, s. 316
[6][6] Bkz: Vasiyet Kanununun Şerhi - M. E. Zehra
[7][7] A.g.e., c. IX, s. 252
[8][8] A.g.e., c. IX, s. 338
[9][9] İmam Malik'e göre vasiyet üzerine köleyi azat etmek zekattan daha önceliklidir.
[10][10] A.g.e., c. IX, s. 340
[11][11] Zevil Erham: Belirli hisse sahipleri ve asabe ismi verilen mirasçılar dışında kalan akrabalardır. Ölünün belirli hisse sahibi mirasçıları ve asabe ismi verilen mirasçıları bulunmadığı taktirde, miras ya zevil erhama ya da devlet hazinesine verilir. Bu hususta ihtilaf vardır. (Mütercim)
[12][12] A.g.e., c. IX, s. 260
[13][13] A.g.e.,c. IX, s. 261
[14][14] Miras bakımından nineler sahih ve fasit diye iki kışıma ayrılır. Mirastan belli bir payı bulunan nineye sahih nine ismi verilir. Mirastan belli bir payı olmayana da fasit nine denilir. Dedeler de sahih ve fasit olmak üzere ikiye ayrılır. Kendisi ile ölü arasına bir veya birden fazla kadın giren dedeler fasit dede sayılır ve mirasçı olamazlar. Ölünün annesinin babası gibi. Kendisi ile ölü arasına kadın girmeyen dedeler ise sahih dede sayılır. Sahih nine kendisi ile ölü araşma fasit dede girmeyen ninelerdir. Babanın annesi ve annenin annesi gibi. Fasit nine ise; kendisi ile ölü arasına fasit dede giren ninelerdir. Ölünün annesinin babasının ann,esi gibi. (mütercim)
[15][15] A.g.e., c. IX, s. 272
[16][16] A.g.e., c. IX, s. 272
[17][17] Asabe: Kur'an âyetlerinde mirastan alacakları hakları belirli hisselerle tayin ve tes-bit edilmemiş mirasçılara verilen addır. (Mütercim)
[18][18] A.g.e., c. IX, s. 264
[19][19] A.g.e., c. IX, s. 276
[20][20] A.g.e.,c. IX, s. 310
[21][21] A.g.e.,c. IX, s. 310