İbn Hazmın Hayatı Ve Yaşadığı Çağ

İBN HAZMIN HAYATI VE YAŞADIĞI ÇAĞ..

(384 h. / 994 m. - 456 h. / 1064 m.)

HAYATI, TAHSİLİ, ZAHİRİYE MEZHEBİNİ SEÇMESİ

19- Doğumu:

Adı Ali olup babası Ahmed b. Said b. Hazm b. Galip b. Salih b. Süfyan İbn Yezid'dir. Künyesi, Ebu Muhammed'dir, kitaplarında bunu kullanır. Şöhreti İbn Hazm olup bununla tanınır. Büyük alimlerden doğum tarihi tam olarak bilinen pek az bulunur, ölüm tarihi ise tam bilinir. Zira çocuk doğ­duğu zaman, ne olacağı bilinmez, silik doğar, meşhur olarak Ölür. Onun için doğum tarihi pek bilinmez, ölüm tarihi kesindir. Ancak İbn Hazm böyle de­ğildir. Zira onun doğum tarihi sade yılıyla değil, ayıyla ve günüyle; hatta günün saatıyla bile bellidir. Çünkü o doğum tarihini, çağdaşlarından biri­ne gönderdiği mektupta tam olarak kaydetmiştir. Tabakatü'l-Ümem yaza­rı (462 h. / 1068 h.) Kadı Said b. Ahmed Endülüslü'ye 384 yılı Ramazan ayı­nın son gecesi tanyeri ağardıktan sonra güneş doğmadan önce doğduğunu yazmıştır. Bu, ailesinin ferdlerinin doğum tarihini kaydetmeğe önem ver­diklerini gösterir. Yoksa İbn Hazm, kendi doğum tarihini böyle tam olarak nereden bilecek. Bu da Endülüs halkının medeniyetteki derecesini, doğum tarihlerini kaydetmeye verdikleri önemi, İbn Hazm ailesinin yüksek mev­kiini gösterir.

20- Tarih Farklılığı:

Ibn-i Hazm'm biyografisini yazanların hepsi bu tarihte birleşmektedir­ler, ihtilaf yoktur. Sadece Yakut, Mu'cemü'l-Üdebâ' da doğum tarihini yu­karıdaki şekilde kaydeden Said'den naklen şöyle der: "Bana kendi el yazı­sıyla Ramazan ayının son günü sabah namazından sonra doğduğunu yaz­dı, o bir ay eksik 72 yaşındadır."[1][1] İlk bakışta bunun bir kopya hatası ol­duğu bellidir. Zira Mu'cemü'l-Üdebâ da kayıtlı olduğu üzere 456 yılı Şaban ayı nın sonunda Öldüğüne göre, bir ay eksik 72 yaşında olması için doğumu 384 Ramazan'mda olması gerekir, 383 de değil. Çünkü doğumu 383, ölü­mü 456 olduğuna göre burada bir yazma hatası olduğu belli. Bundan baş­ka, Yakut'ta herkes gibi, doğum tarihini Said'e isnad etmektedir. Ve İbn Hazm'm ona 384 yılında doğduğunu yazdığını söylemektedir. O, Kurtuba'nın doğu kesiminde dünyaya gelmiştir.

21- Milliyeti:

İbn Hazin, ilmiyle yükseldi, nesebi ile değil. O, Endülüs Devlet'inde ve­zirlik yapan bir ailenin çocuğudur. Kendisi de bir süre vezir oldu. Fakat şe­ref, izzet ve selameti ilimde buldu, ilme döndü ve ilimle yükseldi. Tarihte adı: Fıkıhda imam, tarihçi, yazar ve şair olarak anılacaktır.

Onun ailesi asıl itibariyle İranlıdır. Büyük atası Yezid, İranlıdır. Mu-aviye'nin kardeşi Yezid İbn Ebû Süfyan'ın azadhsıdır. Ebû Bekir onu Su­riye fethine giden orduya kumandan yapmıştı. Bu bakımdan o, milliyeti İranlı, fakat Kureyş azadhsıdır. Onun için Emevilerden yanaydı, onları tu­tardı, onların düşmanlarına o da düşmandı. Çünkü İbn Hazm, vefalı bir ki­şiydi. Bu, onun içinde kökleşmiş bir meziyetti, onun en seçkin ve şerefli me­ziyetiydi.

Büyük atası, Emevî hanedanıyla birlikte Endülüs'e göçtü. Emeviler Endülüs'e gelip burada devlet kurdular. O da bir kasabaya yerleşti. Asıl­ları İran'da doğmadır.[2][2] Büyük ataları Endülüs'e gelip yerleşince, daha ilk günden itibaren bu aile, önemli bir mevki kazandı. Feth İbn Hakan onlar hakkında şöyle yazar: "Hazm oğulları, ilim ve edib hanedanıdır, şerefli ve soyludurlar. Onlar hem ilim, hem de mevki ve şan yönünden yüksektirler."

22- Onun İranlı Olduğundan Şüphe Eden Var:

Tarihçilerin çoğunun söyledikleri böyledir. Fakat Ebu Mervan İbn Hayyan buna muhaliftir. Yakut, Mu 'cem 'inde ondan şunu nakleder: "Onun ailesinin İranlı olduğunu, aradan uzun yıllar geçtikten sonra iddia etme­si garib bir şeydir. Babası vezir Muakkal zamanında idarede yer almış, Ah-med b. Saîd b. Hazm'ın Emevilerin azadlıları olduğu sahih değildir. Yakın atası yani Said İslâm'a yeni girenlerdendir. Seleflerinin yüksek bir mev­kii yoktur. Babası Ahmed, gerçekten bu aileyi meydana çıkarmıştır. O, üs­tün meziyetli, marifetli, akıllı, yiğit ve düşünceli bir adamdı..."[3][3]

23- Onun İranlı Olduğu Meşhurdur:

Bu rivayetten görülüyor ki, çağdaşı olan İbn Hayyan onun İranlı olma­sında ve Ümeyye oğullarının azadlıları olduklarında şüphe ediyor. Bu iddiasında şuna dayanıyor: Böyle bir iddiadan önce, o Lüble Acemlerinden di­ye maruftu. Hristiyanlıktan müslümanlığa atası Said girmiştir. Endü-lüs'deki Lüble'den İran'daki İstahr Kal'asma nasıl bağlanır, bu acayip bir şey! Daha önce bu aile silik imiş, babası zamanında meşhur olmuş, aileye şan kazandıran babası olmuş. Onun şüphesi ve sözleri böyle. Şimdi buna kısaca bakalım.

İbn Hayyan'm sözleri, Feth İbn Hakan'ın dediklerine uymuyor. Zira Feth İbn Hakan: "Hazm oğulları ilim ve edebiyat h;;iıadamdır. Şerefli ve soylu bir ailedir." diyor. Böyle olmak için köklü ve meşhur bir aile olmaları ge­rekir. Bundan başka Makarrî, Zehebî ve diğerleri, onun İranlı olduğunu söy­lemişlerdi ve bunda ittifak vardır. Zehebi, İbn Hazm'ın çağdaşı olan Said'den naklen onu bize şöyle anlatır: "Allame Ebû Muhammed Ali İbn Ahmed b. Said b. Hazm b. Galib b. Salih, Emevilerin azadlısı olup aslı İranlıdır, En-dülüs'de Kurtuba'da doğdu."[4][4]

Şüphe yok ki, onun İranlı olduğu meşhurdur. Bir çokları, çağdaşı olan Kadı Said'den bunu böylece naklederler. îbn Hazm kendisi de bunu böyle söylemiştir. Çağdaşlarından, İbn Hayyan'dan başka, bunu yalanlayan ol­mamıştır. Onu buna sürükleyen şey, belki de İbn Hazm'ın fukahaya kar­şı açtığı sert mücadele olmuştur. O, çok çetin bir mücadeleciydi. Bu yüzden, düşmanlık şevkiyle onun aleyhinde böyle bir şüphe uyandırmış olabilirler; başka yalanlayıcı bir sebep yok.

24- İbn Hayyan'ın İddiası Kabul Olunamaz:

Bu meselede bizi ilgilendiren şey, ailesinin İslâm'ı ilk kabulüdür. Aca­ba hristiyan iken, îbn Hayyan'ın dediği gibi, atası Said mi İslâm'ı kabul et­ti? Yoksa ailesi eskiden müslüman olmuş ve Emevilerle beraber doğudan Endülüs'e mi gelmişlerdir. Bu da şüphesiz ki, asıllarının köküne dayanmak­tadır. Eğer asılları İranlı ve büyük atası Yezid b. Ebû Süfyan'ın azadlısı ise, o takdirde İslâm'ı kabulleri eskidir. Çünkü azadlılık ahdi yapan dedesinin müslüman olması gereklidir. Zira Müvâlât ahdi yapanların müslüman ol­ması şarttır. Bir Arap müslümanla, Arap olmayan müslüman böyle bir ahid yaparlar, birbirlerine mirasçı bile olurlar. Buna göre ilk müslüman olan bü­yük atasıdır ve bu ailenin İslâm'ı kabulü Hz. Ömer b. Hattab devrindedir. Mütevatir olan bu rivayetler gereğince biz bunu seçiyoruz. Hayyan'ın or­taya attığı ise isbat olunamaz ve dikkate alınamaz. îbn Hazm'ın ailesi hak­kında söylediklerini yalan saymaya yol yoktur; bu konuda kimse birşey di­yemez, ibn Hazm'ın millet arasında yalan söylediği duyulmamıştır. Düş­manlarını kaya parçası gibi dağıtıyor, dize getiriyordu. Ona sivri dilli, sert sözlü dediler, fakat yalancı asla diyemediler. Onun en seçkin meziye­ti vefalı, sözünde sadık olmasıdır. Vefa ile yalan bir arada bulunamaz, bir­birine zıddır. Sonra İbn Hazm gibi bir adam, Övünecek bir soy iddiasına hiç de muhtaç değildi. O iki meziyetle süslüydü: İlim ve yüksek mevki. Onun başka bir şeye ihtiyacı yok idi.

25- Yetişmesi, İlk Öğrenimi;

İbn Hazm, şanlı, zengin ve yüksek mevki sahibi bir ailede yetişti. O, bu ailenin çocuğu olmakla öğündüğü gibi, ilmi mal ve mevk için değil de sırf aydınlığa çıkmak, nura kavuşmak için tahsil etmiş olmakla da Övünürdü... Bir defa Muvatta şârihi Bâcî ile tartışırlardı. Bâcî ona şöyle dedi:

- "İlim uğrunda çalışmakta benim gayret ve himmetim senden çok da­ha büyüktür. Zira sen ilim öğrenirken varlık içinde yüzdün, ders çalışırken önünde altın şamdanlık yanardı. Ben ise, eskiler satılan bit pazarından alın­ma kırık dökük bir kandille ders çalıştım."

İbn Hazm ona şu karşılığı verdi:

- "Pekala bu sözlerin, senin lehine değil, benim lehimedir. Çünkü sen o halde iken ilmi benim halime gelebilmek için tahsil ettin, menfaat umdun. Ben ise bildiğin ve söylediğin o halde iken ilmi tahsil ettim ve bunu sırf il­me hizmet için yaptım, dünya ve ahirette ilmin şeref ve kadirini korumak­tan başka asla birşey beklemedim."[5][5]

İbn Hazm, naz ve nimet içinde yetişti. Kur'an ezberledi, kendi söyledi­ğine göre Kur'an'ı ona evde kadınlar, yani cariyeler ve akraba kadınları ez­berletti. Bunu Tavku'l-Hamâme kitabında şöyle anlatır:

"Kadınları yakından tanırım, onlar arasında yetiştim. Onların benden başkasının bilmeyeceği sırlarına vakıfım. Çünkü onların kucağında büyü­düm. Onların elinde yetiştim. Onlardan başkasını tanımazdım. Bıyıklarım çıkıp ergenlik çağına gelince, ancak erkekler arasına karışıp onlarla görüş­tüm. Bana Kur'an'ı kadınlar öğrettiler, bir çok şiirleri naklettiler. Beni ya­zı yazmaya alıştırdılar. Hiç bir şeye kafamı yormadığım o çocukluk günle­rinde, onların aralarında geçenleri görür, onların hikayelerini ve haberle­rini dinlerdim. Onlarda gördüğüm birşeyi asla unutmazdım. Bunun asıl se­bebi Av yaradılışımda olan gayret ve kıskançlık ile onlar hakkındaki kötü zannımdır. Onlar hakkında bildiklerim pek az şey değildir."[6][6]

26- ilk öğrenimini Kadınlardan Yapmasının Etkileri:

İbn Hazm'ın kendi alanında biricik olan bu eserinde yazdığı bu sözleri­ni olduğu gibi naklettik. Çünkü bunlar, onun ilk yetişmesini anlatmakta­dır. O, ilk terbiyesini kadınların elinden almıştır; bu da onu ince hisli yapmıştır. O, ilk yetişirken yazı öğrenmiş, yazısı güzel olsun diye güzel ya­zı meşki yapmış, hüsn-ü hat talimi yapmış, bir çok şiirler ezberlemiş. Bunların hepsini ona kadınlar öğretmiş. O; "bana Kur'an'ı kadınlar öğret­ti" diyor, "ezberletti" demiyor. Öyle anlaşılıyor ki, onlar Kur'an'ı sadece ez­berletmekle kalmıyorlar, ona bazı yerleri açıklıyorlar, yorumluyorlar. On­daki kıssaları, hikayeleri genişçe anlatıyorlar. Bu sözlerden başka bir şey de anlıyoruz ki, o da onun yaradılışında olan kötü zandır, bu yüzden ola­cak ki çağında bir çok ulemaya karşı kötü davranmış, muhaliflerini kötü niyetle suçlamış, onlara sert saldırmış, onları kaya parçaları gibi tuzla buz etmiştir. Yine bu kötü zan, itimatsızlık yüzünden siyaseti bırakıp, insan­lar arasından kaçıp ilme dönmüş ve ilimde huzur ve sükûn aramış olacak. Kitaplar arasında sakin bir hayat aramış, kitaplarda dostluk bulmuştur. Kitap en iyi arkadaştır, dostluğunun sadakatmda şüphe edilmeyen ancak kitaptır.

27- İlk Hocasının Onda Silinmez İzleri:

İbn Hazm, ilk öğrenimini kadınlar arasında yaptı. Diğer yandan baba­sı onun terbiyesine çok dikkat ediyordu. Onu daima kontrol ediyor, eğilim­lerini, arzularını, meraklarını gözetiyordu. Kendisi böyle kontrol altında tutulmasını anlatır ve kadınlar arasında bolluk ve nimet içinde yaşama­sına rağmen, nezih ve temiz kalmasının sebebi bu olduğunu söyler ve şöy­le der:

"Bu anlattıklarımın sebebi şudur: Ben, gençlik ateşi ile dolup kanımın kaynadığı delikanlılık çağında, çocukluk heveslerinin canlandığı sırada, er­kek ve kadın murakebeciler arasında bulundum. Kendimi duymaya başla­yıp aklım ermeğe başlayınca, hocam Ebû Kasım Abdurrahman b. Yezid Ez-dî'nin dersinde bana Faslı Ebû Hüseyin b. Ali kalfalık etti. (Allah ondan ra­zı olsun) adı geçen Ebû Hüseyin akıllı, âlim, ilmiyle âmil, ibadetine bağlı, salih bir kişiydi. Dünyaya tapmayan, ahireti için çalışan bir zattı, sanırım bekardı, çünkü hiç karısı yoktu. Ben, ilimde, amelde, dinine bağlı onun gi­bi takva sahibi bir kimse görmedim. Bana, Allah'ın lütfuyla çok yararı ol­du. Neyin kötü, neyin günah ve çirkin olduğunu, bana o öğretti. O, hac yo­lunda öldü. Allah rahmet eylesin."[7][7]

28- Sözle Öğütten Ziyade İyi Örnek Gerek:

ibn Hazm, böylece, bolluk içinde bir hayat sürmesine rağmen, nezih ve afif yaşamasının sırrını açıklıyor ki, o da; kendisinin daima kontrol altın- a tutulmasıdır. Onu kontrol edip gözetenlerin bir kısmı konaktaki kadın-raır. Kadınların mürakebesi pek yaman olur, hele bazı kadınların fitnesine maruz kalma tehlikesi varsa, diğerleri onu gözden uzak tutmazlar. Göz-kaş işaretlerim bile gözden kaçırmazlar.

Babasının himayesi altında yürütülen bu gözetim, iyi sonuçlarını ve mey­velerini vermiştir. Babası, nimet içinde yüzen bir yaşayışta büyüyen oğlu­nun terbiyesine çok önem verir, onun iyi yetişmesine çok dikkat ederdi.

Fakat yalnız böyle sıkı bir kontrol yeterli olamaz. Hissi murakabe ya­nında ruhi destek de yer almalıdır. Onun için biraz büyüyünce, babası onu güzel ahlaklı, temiz kalbli, doğru yolda olan bir adamın terbiyesine verdi. Böylece, ilim meclisleri dolmuş oldu. Bu hoca onun ilk üstadı olan Faslı Ebû Hüseyin'dir ki, ömrü boyunca evlenmemiş, helalinden de olsa gönlüne ka­dın girmemiştir. İbn Hazm, "kendini tutan nezih adam" dediği bu hocası­nı, çok beğendi ve sevdi. Onun sayesinde kalbini kötü isteklere, heva ve he­ves arzularına kapattı. Zira iyi örnekler, insan üzerinde, sözle yapılan öğütlerden, vaazlardan daha etkili olur.

29- Felaket Üstüne Felaket:

İbn Hazm, bu müreffeh hayat içinde, emirlerin ve vezirlerin konakların­da pişen gençler gibi büyüyüp okudu ve kültürlü bir genç olarak yetişti. Ön­ce Kur'an'ı ezberleyip öğrendi, biraz şiir ezberledi, belledi. En faziletli ho­calara gidip onlardan okuduklarıyla ilim susuzluğunu giderdi, onlardan gü­zel ahlak aldı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu müreffeh hayat, bu mutlu huzur, bu yeni yetişen genç ve ailesi için böyle devam etmedi. Babası vezirdi, eskiler şöyle demişler: Sultanın malından yiyen, ayağıyla ölüme koşmuş olur. (Yine eskiler: Kurbu sultan ateşi süzân est deru) Babası Endülüs'de Eme-viler'in son devrinde vezirdi. Bu, hükümdarlığın onların elinden çıkıp Ebû Mansur Amiri hanedanına geçmesi devridir. İş böyle olunca, vezirler ve on­lar gibiler için karar ve huzur kalmaz. Baştakiler değişince, felaket; vezir olanlara da sıçrar. Babası için de bu böyle oldu. İbn Hazm bize bunları an­latmaktadır: "Bolluk içinde bir hayat sürerken bu birden darlığa dönmüş, hayatın tatlı kadehine acı dolmuş, 15 yaşındayken başa gelenlerden son­ra bizi de felaket çarptı, tevkif olunduk, sürgüne gittik, mallarımıza elkon-du, bu felaket umuma geldi, fakat bize daha çok dokundu. Biz bu ahval için­deyken vezir olan babam, vefat etti, 402 yılı Zilkade ayı'nın sonunda Cu­martesi günü ikindiden sonra hakkın rahmetine kavuştu."[8][8]

Onun ilk uğradığı felaket bu oldu. Güzel bir hayat içinde yaşarken, bu acıyı tattı. Bu yalnız onun ve ailesinin uğradığı bir felaket değildi. Zayıf olan Emevi Halifesi Hişam'dan sonra hükmü eline alan Amir oğulları zamanın­da bütün Endülüs'de fitne ve çalkantılar başgöstermişti. Kurtuba kargasalıklar içindeydi, orduların istilasına maruz kalıyordu, yağma yapıyorlar, halkı kovuyorlardı. Bu fitneler 398 Hicri yılında başlamış ve sürüp gidiyor­du. Özellikle batı bölümü yağmaya uğramıştı. Öyle ki, İbn Hazm'ın ailesi oradaki konaklarını terke mecbur olmuşlardı. Bunu İbn Hazm şöyle anla­tır:

"Rahmetli babam, Kurtuba'nın doğusunda Zehra semtindeki yeni hane­mizden Kurtuba'nm batı semtindeki eski hanemize taşındı, bu 399 yılı Ce-maziyelahır ayının üçündeydi."[9][9]

Fitneler, kargaşalıklar sürdü, nihayet Kurtuba'yı bırakıp Mariyye'ye git­tiler. Bunu da şöyle anlatır. "Fitne kazanı kaynadıkça kaynadı, dalbudak saldı, Berberi orduları Kurtuba'nın batısındaki evlerimizi yağma etti­ler... Nihayet Kurtuba'dan çıkıp Mariyye şehrine yerleştik."[10][10] Bu 404 yı-lmdaydı. "Gazaba uğradık. Evlerimizden sürgün edildik. Berberi askerleri bize üstün geldiler. 404 hicri yılı Muharrem ayının başında Kurtuba'dan çıktık"[11][11]

30- Felaketten Alınan Ders:

İbn Hazm, hayatının daha başında bunca felaketlere uğradı, bolluk içinde geçen o mutlu yıllar bozuldu. Belki de bunun şu hikmeti var: Onun olgunlaşması, iradesinin kuvvetlenmesi için bunlar birer ders oldu. Çün­kü devamlı nimet içinde geçen hayat, kişide gevşeklik yapar, ciddi şeylere bakmaz olur. Hayatın içinde yuvarlanıp emeğin, çalışmanın zevkini tatmaz. Uygunluğun tadını, çekişmenin emelini bilmez. İbn Hazm, hayatında bü­tün bunları gördü. Şiddet ile nimet, güzel hayatla geçim didinmesi hep var... İncelik ve sertlik/yumuşak duygular ve çetin mücadele... hepsini yaşadı.

İlim ve Fıkıh Tahsili:

32- Hadis Okumaya Başlaması:

ibn Hazm, o zaman devlet büyüklerinin çocuklarının tahsil ettikleri ilim­leri öğrendi. Kur'an'ı ezberledi, şiirleri ezberledi, yazmayı ve güzel hattı Öğ­rendi. Yukarıda geçtiği üzere bunları ona kadınlar okutup öğretti.

Babası sadece bununla yetinmedi. Takva sahibi, ağır başlı, güzel ahlak­lı, temiz kalpli bir adamı kalfa yaptı. Yukarıda geçtiği üzere bu kişi Faslı Huseyin b. Ali'dir. Onu hocaların derslerine götürür, o da yaşının müsaade ettiği kadar ders dinler ve bellerdi. Bu müddet zarfında Ahmed b.Cesur'dan da ders aldı ve ondan hadis okudu. Tavku'l-Hamame kitabında şöyle der: "Bana Ahmed b. Muhamammed b. Cesur rivayet etti, o da Ahmed b. Mutarrif b. Abdullah b. Yahya'dan o da babasından, o da Malik'den, o da Habib Ensari'den, o da Hafs b. Asım'dan dinlemiş, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: Yedi kişi vardır ki, kıyamette, başka hiçbir sığınacak yer yokken Yüce Allah onları korur: Adil hükümdar, kendini Allah'a iba­dete veren genç, kalbi camiye bağlı olan adam, Allah için birbirini candan seven iki kişi, tenha yerde Allah'ı zikredince gözleri yaşla dolan kimse, mev­ki sahibi güzel bir kadın onu kendine davet ettiği halde ben Allah'dan kor­karım diyen adam, sağ elinin verdiği sol eli bile görmeden sadaka veren kim­se."[12][12] O, 401/ h. - 1010 m. yılında Hamedaniye'den hadis rivayet eder. On­dan Kurtuba'da camide hadis dinlemiştir. Yukarıdaki hadisi Ahmed b. Cesur'dan rivayet eder. Ahmed, 401 yılında Öldüğüne göre, İbn Hazm 17 ya­şma basmadan hadis okumuş demektir. Olaylar bunu göstermektedir. La­lası Faslı Ebû Hüseyin ile ilim meclislerine gider, ders dinlerdi. Hadisle fı­kıh iki eş kardeş olduğuna göre, Hadisle birlikte fıkıh da okumuş demek­tir. Bunun için İbn Hazm, daha genç yaşta fıkıh okumaya başladı diyebi­liriz. Babası onun terbiye ve tahsiline bunca önem verdiğine göre, farz ve nafile namazları gibi fıkha dair ilk bilgiyi almamış olması hiç de makul değildir, onun hayatının gelişine uyan budur.

32- Fıkıh Okumasının Sebebi:

Din bilgisini, gençliğinde aldı, babası onun tahsiline dikkat etti. Fakat, Yakut; Mucemü'l-Udebâ'âa Ebû Muhammed b. Arabi'den şunu naklederek der ki: "Bana Şeyh İmam Ebû Muhammed Ali b. Said b. Hazm, fıkıh öğren­me sebebini şöyle anlattı: O, babasının arkadaşlarından büyük bir adamın cenazesine gitmiş, ikindi namazından önce camiye girmiş, halk, tehiyye na­mazını kilmaksızm oturmuş, lalası ona tehiyye namazını kılmasını işaret etmişse de, bunu anlayamamış, yanındakilerden bazıları: Bu yaşa gel­mişsin, tehiyye namazının vacip olduğunu henüz bilmiyorsun demişler. O zaman 26 yaşındaymış. Hocasının işaretini anlamış ve kalkıp namaz kıl­mış. Cenaze namazını kıldıktan sonra tekrar camiye girince bu defa hemen namaza durmuş. Bu kez de ona: Otur, otur, şimdi namaz vakti değil, demişler. Bu durumdan çok utanmış ve hocasına: "Bana fıkıh alimi Ebû Ab­dullah'ın evini göster, dedim. Hemen onun evine koştum ve başımdan geçenleri anlattım ve fıkıh okuyacağımı söyledim. Bana İmam Malik'in Muvatta kitabını tavsiye etti. Ertesi gün ondan kitabı okumaya başladım. Üç yıl kadar ondan fıkıh okudum, sonra da tartışmaya başladım."[13][13]

33- Bu Haberler Onun Biyografisiyle Bağdaşmaz:

Bu haber, yaş bakımından onun anlattığımız hayatına uymaz. Ebu Muhammed b. Arabi'nin bizzat İbn Hazm'dan rivayet ettiği de bununla bağ­daşmaz- Şöyle demiş: Ben 26 yaşma bastım, henüz sehiv secdesi nasıl ya-pıhr bilmiyorum." [14][14]

Bu 26 yaş da onun biyografisi ile bağdaşmaz. Şöyle ki İbn Hazm'm Ah­med b. Cesur'dan hadis okuduğu sabittir. Hadis okuyup tehiyye namazını bilmemesi imkansızdır. Yine bir gerçektir ki lalası Faslı Ebû Hüseyin onu büyük alimlerin ders meclislerine götürürdü. Bütün bunlararağmen onun tehiyye namazını bilmemesi nasıl olur. Onun içinde bulunduğu hayat da tabiatıyla bunu yalanlar. O büyük bir vezir oğluydu, babası devlet büyük-lerindendi, adamlık çağına girdiği halde tehiyye namazını bilmemesi ola­maz. Çünkü bunu kabul etmek, onun o. gün'» dek camiye girmemiş ol­duğunu gösterir. En azından seyrek girdiğine delalet eder ki, 26 yaşma gir­miş, mevki sahibi bir adama nisbetle bu makul olamaz.

Haberin kendisi İbn Hazm'm bu yaşta olmasını yalanlar. Çünkü bu olayda hocasının yanında olduğu ve ona işaret ettiği söyleniyor. 26 yaşma girmiş, vezirlik mertebesine ulaşmış bir adama lalası işaret etmez. Akla ya­kın olan onun o zaman 16 yaşında olmasıdır, sözde.yazma hatası olmuş,16 yerine 26 yazmışlar.

34- Haberin incelenmesi:

Biri çıkarda şöyle diyebilir: Evet, bu haber için bu uygun bir cevap, fa­kat diğer haberi ne yapacağız, o da şu: Ebu Muhammed b. Arabi der ki: "imam Ali İbn Hazm, ergenlik yaşına geldikten 26 yaşma kadar vezirlik­te bulundu ve şöyle dedi: Ben bu yaşa bastım, sehiv secdesi nerede yapılır bilmiyorum."

Bu haberin ravisi de, diğeri gibi İbn Hazm'm öğrencisidir. 26 yadına gel­diği halde sehiv secdesini bilmediği nasıl söylenir? Bana göre şöyledir: Se­hiv secdesi çok nadir vuku bulur, bundan dolayı unutulabilir. Siyasetle meş­gul olduğundan hatırlamayabilir. Bununla beraber bu haberin öğrencisine nısbet edilmesi de söz taşır. Çünkü o, 26 yaşında siyseti bıraktı ve kendini tamamiyle ilme verdi, diyor. Halbuki sabit olan birşey varsa o, 414/1023 yı-ı Ramazanında halife seçilen beşinci Abdurrahman'ın veziri olmuştu. O za­man ibn Hazm 30 yaşında vardı. Onun için fıkıh öğrenmeye başlamasına aır olan bu haberleri kabul edemeyiz. Çünkü bunun aslı incelemeğe de­ğer, onun hayatıyla bağdaşmaz, bunda değişiklik yapılmış, yanlışlık var.

35- Fıkıh Tahsiline Genç Başlaması:

O, vezir olduktan sonra ilimle meşgul olmaya başladı, diyemeyiz. Çün­kü o, bundan Önceki günlerinde de mutlaka ilimle meşguldü. Onuri vezir olması veyahud siyasete atılması 408 yılından önce değil. Bu zamana ka­dar günlerini boş şeylerle, eğlenceyle geçirmiş olamaz. O böyle şeyleri tanımazdı. O tam ciddi bir kişiydi. Sevgiye dair yazmış olduğu meşhur kitabında aşk ve aşıklar hakkında bazı şeyler varsa da, bunlar nezih bir aşk, temiz bir gönül eseridir. Hatta, o ciddi olmakta o kadar meşhurdur ki, son çağlarda bazı insanlar, aşk ve aşıklara dair olan sözlerin ona nisbetini ka­bul etmezler.

İbn Hazm, siyasetten önce ilim tahsil etti, ona kendini tam verdi. Her ne kadar, o yıllarda hayatı kararsız ve huzursuz geçtiyse de yine çalıştı. Kur-tuba harap olunca oradan Mariyye'ye gitti. Sonra tevkif olundu, hapse atıl­dı. Sonra Balansiye'ye, sonra Kayravan'a, böylece bir yerden bir yere konup göçtü. Her yerde vaktini dersle, mutaalayla, ilim aramakla geçirdi.

Ne olursa olsun, şu da var ki, o, ilk yıllarda kendini tam olarak fıkıh il­mine vermiş değildi. Hadis, edebiyat ve tarih ile bazı akli ilimler ve felsefe ile meşguldü. Bununla beraber, yine de tartışmalar yapardı. Zehebi, Tez-kiretü'l-Huffaz kitabında bazı çağdaşlarından naklen şöyle der: "Biz Balan-siye'de Maliki Mezhebi okurken Ebu Muhammed b. Hazm yanımıza geldi. Bizi hayretle dinledi. Sonra oradakilerden birine bir fıkıh meselesi sordu. Cevap verdiler, fakat itiraz etti. Oradakilerden biri ona: "Bu senin iddia ede­ceğin şey değil" dedi. Bunun üzerine kalkıp gitti. Evine kapandı. Birkaç ay sonra oraya geldi. Gayet güzel bir tartışma yaptı ve sonunda şöyle dedi: "Ben hakka uyarım, içtihad ederim, bir mezheble mukayyed olmam."

36- Balansiye'ye Gidince Kendini Fıkıh ilmine Verdi:

Bu habere dayanarak, İbn Hazm'ın küçüklüğünden beri ilme düşkün ol­duğunu söyleyebiliriz. Onun hayatı bunu gösterir. O, bütün İslâm ilimlerini, özellikle hadis ve dinler tarihini okumuştur. O, ancak Balansiye'ye gittik­ten sonra kendini tam manasıyla fıkıh ilmine verdi, oradaki ulema ile müzakereler yaptı, böylece Sahabe ve Tabiin ulularından başka kimseyi tak-lid etmeyen görüş sahibi, fıkıhta bir imam oldu.

O, bize Balansiye'ye gidip orada oturduğunu şöyle anlatır: "Emirü'l-Mü­minin Mürteza Abdurrahman b. Muhammed ortaya çıkınca, Balansiye'ye gitmek üzere gemiye bindik. Oraya gidip yerleştik." Bu, 407 yılında onun sürgün edilmesinden sonraydı. Demek 407 yılının sonunda 408 yılının başlarındaydı. Oraya Abdurrahman b. Muhammed'i desteklemek, ona hal­kı davet etmek için gitmişti, ilimle de meşgul oldu.

Böyle olunca, onun fıkha tam yönelmesi 408 h. / 1017 m. yıllarında ol­muştur, ondan sonra fıkıhta imam sayılmıştır. Fıkha daha çok emek ver­mekle beraber, diğer İslâmî ilim dallarından da kopmuş değildir.

37- Neden Maliki Mezhebinden Şafiiliğe Geçti:

İlk zamanlarda Maliki fıkhıyla meşguldü. Çünkü Endülüs'de hakim ve yaygın mezheb buydu, devletin resmi mezhebi de bu idi. İbn Hazm şöy­le demiş: İki mezheb devlet kuvveti ile yayılmıştır. Doğuda Hanefi Mezhebi mağribde Maliki Mezhebi. İbn Hazm'ın Maliki Mezhebine yönelmesi man­tık gereğidir ve böyle oldu. Bundan Önce de söylemişdik, o, Muvatta kita­bını Abdullah bin Dehûn'dan okudu, onlardan ve diğer ulemadan fıkıh oku­maya devam etti. Öyle anlaşılıyor ki, okuyan, araştıran İbn Hazm, İmam Şafi'nin hocası İmam Malik'in Mezhebini eleştirenleri okumuştur ve onun Aristo'nun Eflatun için söylediği gibi şöyle dediği söylenir: "Maliki'yi se­verim, hakka olan sevgim, onun sevgisinden daha çoktur." Şüphesiz ki o, İhtilaf'i Malik kitabını okumuştur. Onda şunlar vardır: İmam Malik, feri asıl, aslı fer'i yapmış, denilmektedi. İbn Hazm şunu da elbette bilirdiki; İmam Şafii önce Malik'i tenkid etmekte tereddüt ederdi. Fakat Endü­lüs'de halktan bazısının İmam Malik'in kavuğu ile yağmur duası yaptık­larını öğrenince bunu beğenmedi ve istihare yaptıktan sonra onu eleştiren kitabı yazarak insanlara İmam Malik'in de diğer insanlar gibi bir insan ol­duğunu anlatıp açıkladı.

Şüphesizki İbn Hazm, okudukları arasında onun düşünce temayülüne uygun şeylerde buldu ki, Maliki Mezhebinden Şafii Mezhebine geçti. Çün­kü fikir yanlarına, kayıtlardan azade kalmaya onun büyük rağbeti vardı, bu dinin sahibi Rasul-i Ekrem'den başkası ile mukayyet değildi, öyle olunca diyebiliriz ki, onun fikir temayülüne uygun düşen Şafimin eserle­rini mutlaka okumuştur. Onun Maliki Mezhebinden Şafii Mezhebine dön­mesinin sebeblerini açıklayan bir şey elimizde yok. Sebebini bilemeyince, bu açığı kapatmak için vakıaya yakın bir ihtimal farzetmeliyiz. Bakıyoruz: ibn Hazm'da görünen eleştirme ruhu, fikir serbestliği, Şafiinin eserlerin­de olanlarla birleşiyor. Zira Safinin İhtilaf-ı Malik, Iraklıların ihtilafı, Si-yer-ı Euzâiye Red kitapları bu tarzdadır, bunların hepsi eleştiri ve tartış­ma kitaplarıdır. Bunlar İbn Hazm'ın tenkidçi ruhuna, fikir temayülüne tı­patıp uymaktadır.

38- Zahiriye Mezhebini Kabulünün Sebebleri:

ibn Hazm Şafii Mezhebini okudu, bu yolla Iraklıların mezhebine de vakıf oldu. Sonra esere dayanan fıkıh okudu. Fakat bir mezheb çerçevesi için-t6 h u'P kalmaya razı olmayan ruhu, sadece Şafii Mezhebi hakimiyeti al-şun a ^eketsiz kalmaya razı olmadı. Belki Şafii Mezhebinde onun en holet13Şey: Onun naslara şiddetle sarılıp fıkıhta nas veya naslara esas alması> bir de istihsan ve mesalih-i mürsele ile fetva verme hakklayi Malik'e Şiddetle hücum etmesidir. Şafii istihsanın iptali ayrıca bir eserde yazmıştır. Mesalih-i Mürseleye şamildir; bunu yerinde açıklayacağız...

Fakat söylediğimiz gibi Şafii Mezhebinde de az durdu. Zira okuyup öğ­rendikleri arasında gördü ki, Şafii'nin talebesi olan ve Zahiriye Mezhebi sa­hibi Davud İsfehani sadece naslara sarılmaya davet ediyor. Emir ve nehiy ancak nasla ve hadisle yapılır, yoksa o zaman ahkam-ı asliden olan istis-hab kaidesine gidilir. O da, Davud Zahiri'nin dediği gibi kıyasa karşıdır ve: Safinin istihsanı iptal için getirdiği deliller aynı zamanda kıyası da ibtal etmeye yeter, der.

İbn Hazm bu görüşe kapıldı, zira fıkıh okuduğu hocaları arasında Mes'ud b. Süleyman da vardı, o da Zahiriye Mezhebine meyyal ve muhte­lif kaviller arasında seçme yapan bir alimdi. Bunda fikir serbestisi oldu­ğundan bu, hoşuna gitti. Zira meşhur mezheblerden birine bağlı kalmıyor ancak naslarla ve âsârla mukayyet oluyor. Onun için sonraları: "Ben hak­ka tabi' olurum. İçtihad eder, bir mezheble mukayyet değilim" derdi.

39- Hocalar ve Kitaplardan Öğrendikleri:

İbn Hazm eline geçen her kitabı okur, bulduğu her hocadan ders alırdı. Ahmed b. Cesur'dan ve Ebu Kasım Abdurrahman Ezdi'den hadis okudu, Ab­dullah b. Dâhun'dan ve Balansiye Kadısı olan Abdullah Ezdi'den fıkıh dersi aldı. Bu üstadlardan ve diğerlerden fıkıh, hadis, Kur'an ilimleri, arapça ve diğer İslâm ilimlerim öğrendi. Abdurrahman Ezdi ona hadis, Kur'an, nahiv, lügat gibi türlü ilimleri okutan bir hocasıdır. O bu saydık­larımızdan başka, şahıslarını tanımadığımız diğer üstadlardan da ilim aldı, bu da onların eserlerini okumakla oldu. Kurtuba, Mariyye, Balansi­ye, Kayravan, Şâtibe, Mağripdeki diğer şehirler kütüphanelere bu kitap­larla doluydu. Bu kudretli yazar, seçkin alim, büyük imam bu kütüphaneleri gidip bunları okudu. Okuyup inceledikleri onda öyle kuvvetli bir akıl ve ki­şilik oluşturduki, bütün gözler ona dikildi, kulaklar onu dinler oldu ve adı tarihte daima çınladı durdu.

40- Ders Verip Vermediği:

Burada bir mesele var: İbn Hazm bunca ilmi tahsil ettikten sonra., aca­ba ders okutup talebe yetiştirdi mi? Endülüs'de diğer ulema, Kurtuba, Gır­nata, Mariyye, Balansiye, Kayravan camilerinde ders halkaları kurmuşlar, onların ilim kaynaklarından bilgi alan nice talebe yetiştirmişlerdir.

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: İbn Hazm daha gençliğinden itibaren ders okumaya, mutaalâya Önem verirdi, çağdaşlarında olmayan kendine öz­gü bir fıkıh metodu ve görüşü edindi. Fakat bunları, ancak siyasetten vazgeçip kendini tamamı ile ilme verdikten sonra ilan etti. Bu suretle gö­rüşlerini müdafaaya, tartışmalara başladı. Aynı zamanda yahudilere ve hristiyanlara karşı İslâm'ı savundu. Onun görüşlerini beğenen hayranları ilim aşığı gençler onun etrafına toplandılar. Böylece işte bu devirde onun dostları ve düşmanları diye iki grup türedi. Az da olsa onun sevenleri, hayranları vardı, fakat karşısında olan düşmanları daha çoktu. Onun gö­rüşlerini ne zaman yaymaya ve savunmaya başladığım belirtmek için, ne vakit siyasetle uğraştı, siyasilere ne vakit yardım etti, bunu bilmemiz ge­rekir. Öyleyse onu görelim:

[1][1] Yakut, Mu'cemu'l-Üdebâ , c. XII, sh. 237, Rüfâî Tab'ı

[2][2] Aynı kaynak, aynı yer

[3][3] Aynı kaynak, s. 350

[4][4] Makkarî, Nefhu't-Tıb, c. VI, sh. 203, Rifâî Baskısı

[5][5] Maltkarî, Nefhut-Tıb, c. VI, sh. 202, Rüfâî Tab'ı

[6][6] îbn Hazm, Tavku'l-Hamame (Türkçesi Güvercin Gerdanlığı) s. 50, Kahire Baskısı

[7][7] A.g-e.,s. 126

[8][8] Aynı Kaynak, s. 110

[9][9] Aynı yer.

[10][10] Aynı kaynak, s. 113

[11][11] Aynı kaynak, s. 112

[12][12] Aynı kaynak, s, 145

[13][13] Yakut, Mucemü'l-Üdeba c. XII, sh. 241, 242

[14][14] Aynı kaynak