Sünnet

355- Sünnet:

Beyan ettiğimiz gibi Sünnet, dini hükümleri beyanda Kur'an'ın ta­mamlayıcısı dır. Bütün ulema bunda ittifak halindedir. Ancak tarih sahi-felerinden bile adı silinen küçük bir taife bundan müstesnadır. Bununla be­raber Sünnet, kuvvetini Kur'an'dan alır. Sünnetin delil olduğunu Kur'an bildirir. Bu hususta İbn Hazm şöyle der: Dinde asıl başvurulan ana kay­nak Kur'an-ı Kerim olduğunu beyan ettik, baktık ki, Kur'an'da Hz. Peygam-ber'in emir ettiklerine itaat etmeği de Kur'an bize söylüyor, Cenabı Hakk Hz. Peygamber'i tavsif ederken şöyle buyurur: "O, kendi arzusuyla söyle­mez, onun dedikleri vahiy yoluyladır." (en-Necm, 53/3 - 4) Böylece biz doğ­ru olarak Hz. Peygamber'e gelen vahiyleri iki kışıma böleriz:

1. Okunan vahiy, bunlar Allah'ın icaz halindeki nazm-ı cehlidir.

2. Tilavet olunmayan (vahyi gayru metlu) fakat rivayet yoluyla nakil olu­nan hadislerdir. Bunlar Kur'an'ı beyan ederler. Cenab-ı Hakk şöyle buyu­rur: "Kendilerine indirileni insanlara beyan edesin." (ec-Nahl, 16/44) Kur'an'a itaat etmek farz olduğu gibi bu kısma da itaat etmek farzdır, ara­da fark olmaz."[1][1]

Gerçekte îbn Hazm: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Peygambere ita­at edin, sizden olan emir sahiplerine de itaat edin" (en-Nisa, 4/59) âyetini dinin üç ana kaynağı saymaktadır ki onlar da: Kitap, Sünnet ve icma'dır. Bunlardan dördüncü bir kaynak çıkar ki, ona da delil der. Allah'a itaat Kur'an'a dayanır, Peygamber'e itaat Sünnete dayanır, emir sahiplerine ita­at da ulemanın icma ettiklerine dayanır. İbn Hazm'ın görüşüne göre, emir sahipleri ulemadır.

356- Kitap ve Sünnet Dinin Ana Kaynağıdır:

İbn Hazm'da İmam Şafii gibi Kur'an ve Sünneti birbirini tamamlayan iki kısım olarak kabul eder. Ve bunlara nasslar adını verir. Sünnetin de­lil olduğu Kur'an'la sabit olduğundan onu tamamlayıcı bir kısım sayar. Ve bunlar dini hükümleri isbatta başvurulan ilk nasslardır. O, bu hususta şun­ları der: "Kur'an'la haber-i sahih olan Sünnet biribirine izafe olunur, bu iki­si bir şeydir. İkisi de Allah indindendir. İtaat hususunda her ikisinin hük­mü birdir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Ey inananlar, Allah'a ve Peygam-ber'ine itaat edin, ondan yüz çevirmeyin..." (el-Enfal, 8/20)[2][2]

Buna göre diyebiliriz ki İbn Hazm, din iliminde Kitap ve Sünnet'i aynı derecede tutar. Çünkü her ikisi de Allah indinden vahiydir, veya dinin iki şubesi bir kaynağı vardır. Bunlar delil olmakta birbirine denktir. Bunlar­dan ikincinin delil olması birinciyle sabittir. Kur'an'la sabit olduğundan o da onun kuvvetinden kuvvet alır. Onun için şöyle diyebiliriz: Din ilminin kaynağı İbn Hazm'a göre üçtür.

Birincisi naslardır ki onlar da Kitap ve Sünnet'tir, ikincisi İcma'dır, üçüncüsü de nassa ve icmaa dayanan delildir. Bundan dolayı İbn Hazm, Kur'an, Sünnete hakimdir diye bir şey ortaya atmaz. Bazı fukaha Sünneti delil almak için onu Kur'an'la karşılaştırır. Bazı Hanbeli ve Şafiilerin yap­tığı gibi Sünnet Kitab'a hakimdir demez. Çünkü Kur'an'ı anlamanın yolu Sün­nettir, diyenler var. Kitap ve Sünnet ona göre, vahiy Muhammed'inin birer kısımlarıdır, birbirlerini tamamlarlar, birbirinden ayrı şeyler değildirler.

Sünnetin Nevileri:

357- Sünnetin Nevileri:

Sünnet esas itibari ile üçtür. Kavl, fiil ve takrir.

Kavl:

Hz. Peygamber'in rivayet olunan sözleridir, bunlara hadis deriz ve çokturlar. Zekat miktarını bildiren hadisler bunlardandır, Hz. Pey-gamber'den rivayet olunan bu hadisler, sahih hadis kitaplarında toplanmış­tır.

Fiil:

O'nun yaptığı işlerdir, namazı nasıl kıldığı, itikafı. Bunlar da sünnetten olup dinde delildir. Bunlar da vahiy ile olmuştur, uymak gere­kir. Hz. Peygamber: "Namazı ben nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın" demiş­tir.

Takrirleri:

Ashabdan birinin bir şey yaptığını görür, onu kabul eder. Nasıl ki Amr b. As su vücudun dayanamayacağı kadar soğuk olduğundan ve ısıtacak ateş de bulunmadığından suyu bırakıp teyemmüm etmiştir, bu­nu gören Hz. Peygamber kabul etmiştir.

Ulema Sünneti böyle, üç kısım olarak kabul etmiştir. Bunlar üç kısım teş­kil eder, bunların her biri cumhur ulemaya göre delildir. Vacip olduğuna delalet ederse, o vacip olur, mendup olduğuna delalet ederse, mendup olur, mubah olduğuna delalet ederse mubah olur.

358- Her Nev'i Hükümleri:

İbn Hazm da Sünneti böyle üçe taksim eder. Fakat ona göre, bu kısım­lardan yalnız kavi ile vacip sabit olursa Hz. Peygamber'in kavli ancak uyulması iyi olan bir örnektir, vacip değildir. Takriri ise yalnız mubah ol­duğuna delildir. Bu konuda şöyle der:

"Sünnet üç kısımdır ve Hz. Peygamber'in sözü, onun fiili ve bir de gör­düğü bir şeyi kabul edip inkâr etmemesi. Hz. Peygamber'in sözle emirleri farz olur, hilafına delil olmadıkça uymak gerekir. Bu kitapta bunu beyan edeceğiz. Fi'ilinin hükmü ise örnek tutmaktır, vacip değildir. Ancak bir hük­mü infaz varsa o başka. Bir şey görüp de onu inkar etmeden kabul etme­si, mubah olduğunu gösterir. Çünkü Allah'ın ona emri, tebliğ etmesidir. Teb­liğ etmediğinden mubah kalır...[3][3]

Onun bu sözlerinden anlaşılıyor ki, ona göre, Hz. Peygamber'in kavli ile olan hadisler delildir, çünkü Peygamber tebliğ ile memurdur, tebliğ sade­ce sözle olur. Fiil örnek olur, bu müstehap olur, farz olmaz. Buna delil şu âyet-i kerimedir: "Allah'ın Rasulündr; sizin için güzel örnek vardır." (el-Ah-zab, 33/21) Eğer örneğe uymak vacip olsaydı "sizin üzerinize" denirdi.[4][4] İbn Hazm'a göre, fiil bir emri yerine getirmek için olursa, o zaman vacip ifade eder. Nasıl ki, "Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın", "Haccm na­sıl yapılacağını benden öğrenin" buyurmuştur. Cemaata gelmeyenlerin hanelerini yakmak kasdı, sarhoşa dayak da böyledir. [5][5]

359 - Peygamber'in Kavilleri Delil Olur:

Bunlardan görüyoruz ki, İbn Hazm, Sünnetten delil olarak yalnız Hz. Peygamber'in kavillerini alıyor, fiilleri ise, ancak bir karine ile vücup ifa­de eden bir delil olur. Bu görüş bütün Zahiriye Mezhebi'nin görüşüdür. Za-hiriyeciler, vücubu sadece kavilden alırlar, çünkü tebliğ sözle olur, fiil ve takrir ancak karine ile delil sayılır, sözlerden başkasını delil tutmak ve on­ları tebliğ nev'inden saymamak bazı Şafiilerin de görüşüdür. Bazı Şafiile­rin, Maliküerin ve Hanefîlerin de başka bir görüşü vardır ki o da vacip, sün­net veya mubah ifade ettiğine delil bulununcaya kadar fiilde beklenir. Bir kısım Hanefiler ve Malikiler ise Hz. Peygamber'in fiilleri vücup ifade eder, demişlerdir.

Bana göre, bu görüşlerin içinde en doğrusu orta olanıdır. Buna göre, Hz. Peygamber'in fiilleri kareniseni bağlıdır. Eğer durum vacip olmasını gerek­tirirse, vacip olur, yoksa karineye göre başkası bir şeyi ifade eder, sanırım bu görüş İbn Hazm'ın görüşüne uymaktadır, çünkü fiil başlıbaşma bir hüküm ifade etmez, karineye göre hüküm alır.

Kavilere Göre Sünnetin Nev'ileri:

360 - Sünnet, Mütevatir ve Haber-i Vahid Olur:

Mahiyetlerine göre Sünnetin taksimi böyle. İbn Hazm, ravilerine göre Sünneti iki kışıma ayırır: Mütevatir sünnet, haber-i vahidler. Mütevatir olan sünnetlerin delil olduğunda ulemanın ihtilafı yoktur, Sünnet, Kur'an-ı Kerim'in tefsir ve beyanıdır. Hz. Peygamber'in getirdiklerine tabi olmanın farz olduğunda iki müslüman ihtilaf etmez. Ancak sünnetin derecesini ^ kesin olduğunu tayinde ihtilafa düşmüşlerdir. Her müslümanm cenab-ı hakkın "Allah'a itaat edin, peygamberine itaat edin" (en-Nisa, 4/59) emrine ması nasıl gerçekleşir. Baktık ki, Sünnet iki kısımdır: Mütevatir hadis var" bir cemaatın diğer bir cemaattan Peygamber'e kadar nakil ettikleri bun­lar da kimsenin ihtilafı yok. Bu kesindir, bunu almak vaciptir. Tevatür yo­luyla biliyoruz ki, Kur'an-ı Kerim Hz. Peygamber'e indi, o hak peygamber­dir. Namazın rekatlarını, sayısını, zekata dair bir çok hükümleri tevatür yoluyla biliyoruz. Bunlar Kur'an'm tefsiri oluyor."[6][6]

361- Tevatür Kafi Delildir:

İbn Hazm, mütevatir zaruret yoluyla ve tabii surette ilim ifade ettiği­ni beyan eder. Ona göre tevatürün yakın ifade etmesi sadece dinin gereği değil, zaruret ve insan tabiatı da bunu ister. Yoksa insanların bildikleri şey­lerin çoğu elden gider. Memleketler, hükümdarlar, âlimler, filozoflar hak­kında bize gelen haberleri tevatür olduğundan kabul ederiz, o bu konuda şöyle der:

"Zaruret ve tabiat tevatürün kabulünü gerektirir. Çünkü görmediğimiz ülkelerde olanları, geçmiş peygamberleri, âlimleri, filozofları, hükümdar­ları, tarih olaylarını tevatür yoluyla biliriz. Bunu inkar eden hislerimiz yo­luyla idrak ettiklerimizi inkar ediyor gibidir. Bu, eski zamanlarda olup ni­yetleri tastık etmeye benzer. Anasını, babasını tasdik etmemek, kendisi­nin bir kadından doğmuş olduğunu kabul etmemek gerekir."[7][7]

Görüldüğü üzere ona göre tevatür, hisle bildiklerimiz gibi ilim ifade eder. Mütevatir ile sabit olan haberler, bedihi olan şeyler gibidir. Bunda kimse­nin şüphesi olmamalıdır. İnsanın bildiklerinin çoğu tevatüre dayanır. Anasını, babasını, kendisinden önceki zamanlarda olanları tanıması böy­ledir. Geçmişteki olayları, insanlar ancak tevatür yoluyla öğrenir. Tevatür yoluyla gelenlere kanmayan kimse eskiden beri bildiklerinin çoğunu kafa­sından silmiş, tanımamış olur, içinde yaşadığı toplum hakkında bildikle­rini inkar etmiş sayılır.

362- Tevatür'de Kavilerin Adedi:

İbn Hazm, Hz. Peygamber'den tevatür yoluyla gelen hadisleri anlatır­ken, tevatürün ölçüsü hakkında âlimlerin ihtilaflarını da söyler. Sonra da o, sert deliliyle hepsinin yanlış olduğunu beyan eder. Ulemanın sözlerim ve onun görüşünü zikredelim:

Tevatür fiilindeki ravilerin miktarında âlimlerin ihtilafı vardır. Bir kısmı:Tevatürü bütün şark ve garp ehli rivayet etmiş olmalıdır, demişlerdir. Bir kısmı da; bizim sayamayacağımız kadar çok olmalı, demişlerdir. Bir kısmı ise ;30 kişi yani Bedir ehli kadar olmadıkça kabul olunmaz demişlerdir.

Bazıları 70 bazıları 50 kişinin rivayetini şart koşmuşlar. Bazıları 40, bazıları 2O demişler bazıları da en az, 5 veya 4 veya üç kişi olmalı demişler­dik İki kişi diyenler de vardır"[8][8]

Böylece bütün kavilleri sayar, en küçük sayı ikidir, en çok da bütün şark, garb halkının rivayet etmesidir. Bütün bunları sayması, İbn Hazm'ın ge­niş malumat sahibi olduğunu gösterir. O muvafık veya muhalif de olsa, hep­sini bilerek yapar. Bunları saydıktan sonra hepsinin batıl olduğunu söyler. Bunlar delilsiz sözlerdir der.

363 - Tevatürde Sayıya Değil Manaya Bakılır:

Bu sözlerin batıl olmasından ziyade bizi İbn Hazm'ın bu konudaki gö­rüşü ilgilendirir. Şüphesiz ki, tevatür ikiden az olmaz. İbn Hazm, tevatü­rün zaruri olduğunu kabul ettiğine göre, insanın ilk bilgileri onu hayvan­lardan ayırır: İki kişi bir haberde birleşirse, onun doğruluğu bedihidir. Kim­se onu yalan sayamaz, işte tevatürün yakın ifade etmesi buna dayanır. O, sayıya bakmaz. Çünkü 10 veya 20 kişi bir yerde toplanıp yalan söylemele­ri mümkündür. Yalanda anlaşıp birleşebilirler. Fakat birbirini görmemiş iki kimse, bir haberi söylerse ve diğeri de onun aynısını söylerse bunun doğ­ruluğu bedihidir ve insan onu tasdik eder. Onun için îbn Hazm, tevatür­de sayıya değil manaya bakar. Haber verenlerin yalan üzere ittifak etme­leri mümkün mü, değil mi onu araştırır. Eğer yalanda birleşmeleri müm­kün ise, sayı ne olursa olsun, bunu mütevatir kabul etmez, eğer yalanda bir­leşmeleri mümkün değilse, sayı az da olsa onu mütevatir kabul eder. İki­den az da mütevatir düşünülemez.

364- Bir Cemaatın Yalanda Birleşmesi Mümkündür:

Biraz temas ettiğimiz bu görüşünü anlatması için sözü İbn Hazm'a ve­relim: Geçen sözlerin batıl olduğunu söyledikten sonra şöyle der: "Birisi bi­ze sorarsa, zaruri ilim icabeden haberde sayı kaçtır? derse, cevap şudur: Ma­sum oldukları delillerle sabit olan peygamberlerden başkalarının yalan söy-e*nesi caizdir, mümkündür, bu hisle bilinir. İstedikleri veya korktukların­ın dolayı bir cemaatın da yalan söylemesi mümkündür. Fakat iki kişi, bir­in eriyle görüşmeden, aynı şeyi haber verirlerse, bunun doğruluğu tastik unur. Ölüm, doğum, nikah, tayin, azil ve diğer haberler bu yolla bilinir. ır dişiye uzun bir yalan uydurulmasını söylesen bunu yapar. Fakat birbirini görmeyen iki kişiye birer yalan uydurmalarını söylesen ikisinin de aynı yalan haberi uydurmaları mümkün olmaz."[9][9]

Bundan da görülüyor ki itibar manayadır, ihtiyat lazımdır. Eğer habe­ri duyanda kanaat hasıl olursa, bu zaruri ilim olur. İki kişinin yalanda an­laşmaları düşünülemez ama bir çok ravinin birleşmeleri mümkün olabilir. Onun için itibar sayıya değil manayadır.

365- Tevatürün Baştan Sona Olması Şarttır:

İbn Hazm'ın tevatür hakkındaki görüşü böyle, bu onun takip ettiği me­toda uygundur. Bedihiyat dediği ilim nefse uygundur. Araştırmalarda bu­nu gösterir. Şöyleki:

1. Tevatürde yalan üzere ittifakları mümkün olmayacak bir miktarın bu­lunması şarttır. Her mertebe ve ravilerin böyle olması lâzımdır. Sened Hz. Peygambere doğru bu miktarla ulaşmalıdır. Eğer bir tabakada da sened bu miktardan düşerse, tevatür kalmaz, o haber-i vahid olur.

2. Tevatürle sabit olan zaruri ilim, acaba bir kişiyle hasıl olur mu? İbn Hazm buna olumlu cevap verir. Fakat bu her yerde değil. Onun için teva­türün ifade ettiği zaruri ilim, ancak sayıyla olur. Haber-i Vahid bazen sa­hih ilim ifade eder, fakat bu her yerde ve her zaman olmaz.

Haber-i Vahid:

366- Haber-i Vahid Olan Hadis:

Buraya kadar mütevatir hadisten bahis olundu ki onun kesin delil ol­duğuna ittifak vardır. İbn Hazm'ın tevatüre dair görüşünü ve diğer ulema­nın sözlerini öğrenmiş bulunuyoruz. Ve yine biliyoruz ki, İbn Hazm'a gö­re, mütevatir hadis zaruri ve bedİhi olarak ilim ifade eder, kesindir. Bun­lar birinci kısımdır. Hadisin ikinci kısmı da haber-i vahiddir. Şimdi ondan bahsedelim. Biliyoruz ki haber-i vahid amel hususunda da delildir, Şia'dan başka ulema bunda ittifak halindedir. Basra'dan bir grup da buna karşı­dır ki, Şafîi onlarla tartışmış ve büyük eseri "Um" de bunları kaydetmiş­tir. İbn Hazm'a göre ise, haber-i vahid hem amel babında da delildir, hem de yakîn ifade eder, ancak tevatür kuvvetinde değildir.

Haber-i vahid: Bir kişinin bir kişiden rivayet olup adil ravilerin bu ri­vayeti Hz. Peygamber'e vasıl olmasıdır. Bazen rivayetin senedinde birden fazla kişiler olabilirse de tevatürün şartları bulunmadığından haber-i va­hid olarak kalır.

367- Haber-i Vahid'in Delil Olmasının Delilleri:

Haber-i Vahid, İbn Hazm'a göre, doğru bir rivayet olup, hem amel ve hem itikad hususunda delildir. Buna şunları delil gösterir.

a. Âyet-i kerime şöyledir: "Her bölükten bir taife din öğrenmek için git­se de dönüşlerinde kavimlerini uyarsınlar." (et-Tevbe, 9/122) İbn Hazm'a göre, "taife" kelimesi cemaate denildiği gibi bir kişiye de denir. Ve bu dil­de böyledir. Allah Teala o taife yani bir kişi de olsa, döndüğü zaman kav­minin ona uymalarını emir etmiştir. Demek ki bir kişinin haberine uymak, ona inanıp amel etmek farz oluyor. Demek bir kişinin haberini kabul etmek gerekiyor.

Evet dil bakımından taife kelimesi bire ve daha ziyadeye denir. Fakat bu âyette karine onun birden çoğa ıtlak olunduğunu gösterir. Çünkü zamir ve fiil burada çoğuldur, "uyarsalar, düştükleri zaman" hep çoğuldur. Onun için İmam İbn Hazm'ın bu âyetle delil göstermesini uygun bulmuyoruz.

b. Hz. Peygamber Arabistan'a komşu ülkelerin hükümdarlarına elçiler gönderdi. Bu elçilerin gönderildiği meşhurdur, herkes bilir. Hz. Peygam­ber, gönderdiği bir elçinin dine dair haber verdiklerine o hükümdarın uy­malarını istedi. Demek bir kişinin haber verdiğini kabul etmek lazım ki, onlardan bunu istiyor. Şafii buna haber-i hassa diyor. Bu doğru ve tartışıl­maz bir delildir.

c. Hz. Peygamber Muaz'ı Yemen'e, Ebu Musa Eşari'yi diğer bir yere, Ebu Bekir'i Hac Emiri, Ebu Ubeyde'yi Necrani'ye, Hz. Ali'yi Yemen'e kadı ola­rak gönderdi. Bunlar dini ve Kur'an'ı her yerde mürşidler olarak dini öğ­retiyorlardı. Bunlar Hz. Peygamberden aldıkları emirleri, onlara tebliğ edi­yorlardı. Eğer bir kişinin haberi ilim ve amel icab etmiş olsaydı oralara bir kişi değil, daha çok kişiler gönderirdi.

d. Ashabı Kiram bilmedikleri bir şey başlarına gelince ona dair bir ha­dis olup olmadığını birbirlerine sorarlardı. Birisi bir hadisi şerif haber ve­rince onu kabul ederlerdi, tasdik ederlerdi. Demek haber-i vahid ilim ve amel hususunda delil oluyor. Bunu önceki delil İmam Şafii de zikretmiş­tir.

368- Haber-i Vahidi Delil Saymayanlara Cevap Veriyor:

İbn Hazm, adil olmak şartıyla haber-i vahidin delil olduğunu isbat için delilleri getirdikten sonra, diğer ulemanın sözlerini tartışıyor. Ezan ve ika­met gibi herkesin bildiği şeylere dair haberi vahid kabul olunmaz diyenle­rin sözlerini çürütüyor. Sonra Kur'an'a ziyade yapan bir hükme dair olan haber-i vahidlerde meşhur olmadığını şart koşan Hanefüerin görüşünü ka­bul etmiyor. Sonra inanç hususunda haber-i vahid kabul etmeyen Mutezi­leye cevap veriyor. Sonra da haber-i vahid yakin değil zan ifade eder diyen­lerle tartışıyor.

369- Şahitlik ile Rivayet Arasında Fark Gözetir:

îbn Hazm, şahidlik ile rivayet arasında fark olduğunu söylüyor. Riva­yet bir kişiden kabul edilir, onda iki kişi olmak aranmaz. Bir kişinin şeha-deti bile yemin ile kabul olunur. İmam Malik, Şafii, Ahmed bunu kabul eder... Şahidlik ile rivayet arasındaki fark şöyledir:

1. Allah Teala, bu dini korumayı üzerine almıştır, mal, namus ve diğer nizalar hakkındaki şeyleri muhafazayı insanlara bırakmıştır. Hz. Pey­gamber dini tebliğde asla hata etmemiştir. Fakat insanlar arasında dava­larda hüküm verirken hata ihtimali olmuştur. Bunda şahidlerin sözüne ba­kılır. Onun için şahidlikte iki kişi aranır, rivayette bir kişi yeter.

2. Adil kimselerin şehadetine göre hüküm vermek gerekir.

3. Cenab-ı Hak bize din hususunda tebliği emr etmiştir. Fakat şahidlik hakkında bir şey yoktur.

370- Ravide Aranan Şartlar:

İbn Hazm, ravinin rivayetinin kabulü için onun; adil, mevsuk, doğru ol­masını, işittiğini belleyen ve hıfzeden olmasını şart koşar. En üstün dere­cede de fıkıh bilen kimse olur. Ravi adil, hafız, güzelce belleyen bir kimse ise onun rivayetini kabul etmek vacip olur. Halini bilmediğimiz, fasık mı, adil mi, gafil mi, hafız mı olduğunu tanımadığımız ravi hakkında durulur. Haberini kabulden çekiniriz. Fıkıh bilmesi, en üst derece için şarttır. O şöy­le der: "Ebu Musa el-Eşari rivayet eder, Hz. Peygamber şöyle buyurmuş­tur: Allah benimle gönderdiği ilim ve hidayet yağmura benzer. İyi topra­ğa düşerse toprak suyu çeker, güzel ot biter bol bitki verir. Eğer toprak ço­rak ise oraya yağan yağmur suyundan insanlar faydalanır, içerler, hayvan­larını sularlar. Şayet toprak kötü ise ne suyu tutar ne de ot biter, faydası olmaz. Allah'ın dini hakkında bilgi sahibi olan kişi de böyledir, öğrenir, öğ­retir, bereketli yağmur gibi faydalı olur..." İşittiği hadisi belleyip manası­nı bilen bereketli yağmur gibidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ni­ce tebliğ eden vardır ki dinleyenden daha anlayışlıdır. Nice fıkıhla uğra­şan vardır ki, fakih değildir. İşittiğini bellemeyen ravi faydalı olamaz..."[10][10]

Bundan anlaşılıyor ki ravinin fakih olması kemâl şartıdır, rivayette asıl şart, zabt ve adalettir, bu iki şart bulununca kabul edilir, üstelik bir de fa­kih olursa, o zaman üst dereceye çıkar, bereketli toprak olur...

371- Senedin Muttasıl Olması:

İbn Hazm, hadislerin kabulü için senedin muttasıl olmasını şart koşan adil kişinin adil olandan rivayet etmesi gerekir. Hz. Peygamber'e kadar se-ned böyle olacaktır. Böylece o, mürsel olan hadisi kabul etmez, Hz. Peygam-

ber'den hadisi duyanın adı senette yoksa o mürseldir, onu almaz. Hadisin senedi her hangi bir tabakada kesilirse ona munkatı denir, onu da kabul etmez, mürsel kendisi delil olmadığından başkasını da takviyye edemez, se­nedi muttasıl olan hadisi mürsel ile teyit etmeyi de kabul etmez diyor. An­cak beyan ettiği konuda icma varsa, o zaman mürsel ve münkatı kabul eder. "Mirasçıya vasiyet olunmaz" hadisi bunlardandır. Hz. Peygamberin mu­cizelerine dair hadisler de bunlardandır... Az yemekle çok kişiyi doyurma­sı, az suyla orduyu sulaması, harbde düşmanlarının üzerine toprak saçma­sı..."[11][11]

372- Mürsel Hadisin Kabulü:

İbn Hazm, bu konuda İmam Şafii'nin metoduna uymaktadır. Şafii de mürsel hadisi bazı kayıtlarla kabul eder. Tabiinin büyüklerinin mürseli-ni, senedini muttasıl hadisle takviyye edilen mürseli alır. Görüyoruz ki îbn Hazm, ilim ehlinin kabul ettiği mürsel hadisi almakta Şafii gibi davranmak­tadır. Çünkü bunu bir nevi icma saymaktadır. Burada delil olan, icmadı**, mürsel hadis gibi değil. Eğer mürsel hadisi başka bir mürsel hadis te'yid ederse o da kabul olunur, İbn Hazm bu hususta İmam Şafii ile birleşmek­tedir. O da İmam Şafii gibi; "mirasçıya vasiyet yoktur" hadisini misal gös­terir, ancak başka bir mürselin te'yid ettiğini almakta ayrılır. Şafii, Müca-hid, Said b. Müseyyeb gibi ta'bilerin büyüklerinin rivayet ettikleri mürsel hadisleri kabul eder. Çünkü bunları bir çok sahabi rivayet ettiğinden isimlerini saymaya gerek duymazlar.

373- Her isnadı Tanımaz:

İbn Hazm, Hz. Peygamber'e nisbet olunan hadisi, sahabi: "Bana Peygam­ber söyledi," demedikçe kabul etmez. Bunu açıkça belirtmesi lazımdır. Bu bakımdan: "Sünnet böyledir, bize böyle emr etti," gibi sözlerle başlayan ha­disleri almaz. Çünkü bunların şahabının olması ihtimali vardır. İhtimal ile delil olmaz, İbn Hazm'a göre, sahabenin içtihadı delil olamaz, sahabi tak-lid edilemez. Bu konuda şöyle der:

Bir sahabi: "Sünnet böyledir, bize bunu emretti" derse bu isnad değil­dir, bunun Peygamberden olduğu kesin değildir. Bunun hakkında delil yok­tur. Cabir b. Abdullah şöyle rivayet eder: "Hz. Peygamberin zamanında ço­cuk doğurmuş olan cariyeleri satardık" demiş, Ömer bunu yasaklamış. Bu onun içtihadı olabilir, ona göre bu Sünnettir.

374- O Fıkıhda Olduğu Gibi Hadiste de Zahiriyecidir:

Görüldüğü üzere İbn Hazm, fıkıhda Zahiriyeci olduğu gibi hadis rivayetlerinde de zahiriyecidir. Rivayetlerde sadece zahire bakar. Ancak adil olanların rivayetini kabul eder. Adalette şunları arar: Taatleri yerine ge­tirmek, büyük günah işlememek, küçük günahları aşikare yapmamak, küçük günahları gizli işlemek adaleti bozmaz. Ayrıca o, rivayette yorum yap­maz. Ravi filandan işittim, derse hadisi kabul eder, eğer sahabi mürsel ha­dis rivayet ederse, bunu almaz. Halbuki diğerleri bunu çok sahabiden duymuştur diye tevil ederler. Nasıl ki İbrahim Nehai eğer: Abdullah b. Mes'ud'dan derse bunu sadece ondan işitmişimdir, eğer mürsel rivayet edersem, bir çok sahabiden duymuşumdur, demiştir. İbn Hazm, bunu te­ville kabul etmez. Zahirine bakar, almaz.

Bir de Hz. Peygamber'e nisbet olunan her hadisi almaz, ravi bunu Hz. Peygamber söyledi, diye açıkça söylemelidir. Sahabi: Peygamber bize em­retti, dese de bunu almaz, o sözün zahirine bakar, bu yalnız ona emir ola­bilir der. Görüldüğü üzere İbn Hazm, dini hükümlerde olduğu gibi, hadis rivayetinde de zahirîye yolunu tutmuştur. Ne tevil yapar ne illet arar. Fı­kıh ve Sünneti zahiri üzere alır. Sebeb araştırmaz. İllete göre hüküm yü­rütmez, açıkça Zahiridir.

Kur'an'a Nisbetle Sünnetin Yeri:

375- Kur'an ve Sünnete İtaat Lazımdır:

Dini hükümleri beyanda Sünnetin delil olduğu şüphesizdir. Sünnet ve Kur'an delil olma bakımından birdir. Biri diğerinden geri tutulamaz. Bi­rinden dolayı diğeri reddedilemez, ikisi din hükümlerini beyanda birbiri­ne yardımcı olur. İbn Hazm'a göre, delil olma bakımından ikisi bir derece­dedir. Her ikisi de nasdır ve icmadan Önce gelmektedir. Eğer Kur'an hadis­ten önce geliyorsa bu Sünnetin delil olması Kur'an ile sabit olması itibari iledir. Bu itibari bir takdimdir. Bu tarif edenin, tarifi olunana takdimi gi­bi bir şeydir. İbn Hazm bu konuda şöyle der:

"Müslümanlar arasında Allah'ın emrine itaati, Peygamberin emrine itaat arasında fark olmadığında ihtilaf yoktur. Allah'ın, namaz kılmanın emri ne ise, Peygamber'in mukim olan öğle namazını dört rekat, misafir olan iki rekat kılsın, emri de odur. Kur'an'dakilere uymak nasıl vacip ise, Hz. Peygamber'den sahih surette nakil olunanlar da öyledir. Ancak nakil ve ri­vayet yolunda ihtilaf olabilir."[12][12]

ibn Hazm, sünnetin Kur'an gibi delil olduğunu kabul eder, her ikisine itaatte fark yoktur, o şu âyet-i kerimeye dayanır: "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur," (en-Nisa, 4/80) Diğer bakımdan sünnet de mâna itibariyle vahiydir. "O Peygamber, kendiliğinden bir şey söylemez, onlar ona vahiy olunmuştur." (en-Necm, 53/ 3-4) Böylece Sünnet Kur'an gibi olunca delil bakımından aynı derecededir her ikisi de nassdır, icma gibi diğer de­liler onlardan sonra gelir, onara karşı olamaz.

376- Sünnet Kur'anı Tahsis Eder ve Katidir:

İbn Hazm'a göre, delil olma bakımından sünnet Kur'an mertebesinde olunca bu ikisi diğer delillerden öne alınır ve şöyle der:

1. Sünnet, Kur'an'ı tahsis eder. (Belli bir gaye için kullanma) Kur'an'da umumi bir lafız varsa Sünnet de has bir mevzu varid olmuş ise, Sünnet Kur'an'm umumunu hususileştirir. Allah Teala, Kur'an'da hırsızın elinin kesilmesini umumi surette emretmiştir. Fakat sahih hadis dört dinardan çok bir şeyde el kesilmesini söyler. Böylece bir hadis, ayeti tahsis eder. Yi­ne Kur'an'da umumi olarak süt kardeşleri haram kılınmıştır. Hadiste bir iki emzirme ile haram olmaz, diye ayeti tahsis etmiştir. Dininden dönene, zina yapana sarhoşa verilen cezalar da böyledir..."

2. Sünnet katidir, Kitap ve Sünnette umumun delaleti kafidir. Hâs da öyledir. Bunların hepsi, Sünnetin delil olma bakımından Kur'an mertebe­sinde olduğunu gösterir. Ayrıca, İbn Hazm, tahsisi bir nev'i beyan sayar, bu bakımdan da Sünnet Kur'an'm beyanıdır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuş­tur: "İnsanlara kendilerine indirilene beyan edesin" (en-Nahl, 16/44)

377- Hanefileree Sünnetin Tahsis Etmesinin Şartları:

Mezheb imamlarından Şafii ve Ahmed'de aynı görüştetirler, İmam Ebu Hanife'ey göre ise sünnet Kur'an'ı ancak üç halde tahsis eder:

1. Kur'andaki âmini, Kur'an tahsis ettiyse o zaman âmm zanni olur, Sün­net onu tahsis edebilir.

2. Mütevatir Sünnet, Kur'an'ı tahsis eder, çünkü mütevatir hadisin se­nedi katidir, kati olan Kur'andaki âmmı tahsis eder.

3. Meşhur hadisler de Kur'an'ı tahsis eder. Çünkü üçüncü asırda meş­hur olan hadis mütevatir derecesinde olur ve katidir. Amel hususunda ke­sindir. Hanefilerin görüşü böyle. Şafii'ye göre, mütevatir hadisler gibi, haber-i vahid olan hadisler de Kur'an'ı tahsis eder. Âmmın delaleti zanni-dir, haber-i vahid de zannidir. Diğer yandan Sünnet Kur'an'ın beyanıdır.

İbn Hazm, şafiilere bir bakıma katılır, bir bakıma katılmaz. Şafii, ha­ber-i vahidler zannidir der, Kur'andaki her âmm tahsis edildiğinden zan­nidir der. İbn Hazm, âmmın delaleti katidir, haber-i vahid hadisler de katidir, der. İlim ve amel icabeder.

378- Naslarda Çatışma Yoktur:

İbn Hazm, Sünnet ile Kur'an'ı delalet bakımından aynı mertebede tutup birbirleriyle kaynaşmış addettiğinden bu nasslar arasında asla çeliş­ki yoktur der. Ona göre, Kur'an'm nassıyla Sünnet arasında tearuz olamaz. Keza âyetler ve hadislerin kendileri arasında da zıtlık yoktur. Naslarda bir­birlerine yardımcıdır, dini hükümleri beyanda desteklerler. Madem ki her ikisi de vahiydir, aralarında çelişki düşünülemez.

Bu, İbn Hazm'm mantıkma tamamıyla uygundur. Kur'an'm vahiy oldu­ğu şüphesizdir. Hadisler haber-i vahid dahi olsa, ravisi adil ve mevsuk ise, muttasıl senedle Hz. Peygamber'den rivayet olunduysa, o da şüphe yok ki Allah'dan gelen vahiy iledir, bu nassların hepsi Allah'dan gelen vahiyler olunca, aralarında çelişki ve ihtilaf olması imkansızdır. Çünkü, hepsinin kaynağı bir olunca; aralarında çelişki ve ihtilaf olması asla mümkün değil­dir. Eğer Allah'dan başka bir yerden olsa o zaman ihtilaf olur.

379- Tearuz (Zıddıye) Olmadığını Delillerle İsbat Eder:

Bu böyle iken, ulema nasslar arasında zıddiyetten söz açmışlar, bazıla­rını diğerlerine tercih etmişler, racih olanı kabul edip diğerini etmemişler­dir. İbn Hazm, acaba bu gibi ulemaya karşı nasıl bir tutum içindedir? Şüphesiz o bunlara karşıdır ve bu nassların hepsini kabul etmektedir. O şöyle der: "İki âyet ve iki hadis, veya âyetle hadis bilmeyenlerce tearuz et­miş sayılırsa, her müslümana bunları kabul edip delil saymak farzdır. Çünkü onlardan birini alıp diğerini almamak olmaz. Bir hadis diğer bir ha­disten veya bir âyet diğer bir âyetten itaate daha layık olamaz. Hepsi de yü­ce Allah indindendir. İtaati gerektirmede aralarında bir fark yoktur."[13][13]

İbn Hazm, çelişki yok demekle yetinmez, aralarında zıddiyet olduğu id­dia olunan nassları ele alır ve bunlar da ihtilaf ve zıddiyet bulunmadığı­nı hepsi uyum halinde olduğunu beyan eder. Sözünün doğruluğunu böyle­ce isbat edip çelişki olmadığım gösterir. İlk bakışta zıddiyet var sanılan­larda da böyle bir ihtilaf olmadığını meydana çıkarır.

380- Tearuz Bulunmadığının İsbat Yolları:

0, tearuz olmayıp aralarında uyum olduğunu dört yolla ortaya koyar. Nasslar arasındaki tearuz sanılan şey bu yollardan biriyle giderilir. Bun­lar şunlardır:

1. Tahsis, yani biri daha geniş, diğeri dar. Biri yasaklar, diğeri mübah kılar. Biri müsbet, diğeri menfi. Biri diğerinden müstesna olabilir. Bunla­ra şunları misal getirir:

a. Hz. Peygamber, Hac eden kimsenin veda tavafını yapmadan memle­ketine dönmemesini emretmiştir. Fakat hayız gören kadının, arkadaşların­dan ayrılmamak için tavafı yapmadan dönmesine izin vermiştir. Bu umumi hükümden müstesnadır.

b. Hz. Peygamber, mallarınız, canlarınız birbirinize haramdır demiş, fa­kat yeryüzünde fitne ve fesad çıkaranların öldürülmesini mubah kılmıştır.

c. Süt kardeşliği sabit kılan emzirmekte, bir iki emzirme müstesnadır.

d. Müşrik olan kadınlarla evlenmeyin, hükmünden kitap ehli kadınlar müstesna tutulmuştur.

İbn Hazm bu misalleri verdikten sonra der ki: Bunlar çoktan azı çıkar­maktır, yasaktan sonra izin vermektir. Çelişki değildir.[14][14]

381- İkinci Yolda da Tearuz Yoktur:

Naslar arasında zıddiyet olmadığını gösteren birinci yol bu. İlk bakış­ta çelişki var gibi görünse de gerçekte bunlar arasında zıddiyet denecek bir şey yoktur. İkinci yön ise şudur: Nasslar arasında yine gerçek bir zıddiyet yoktur, sadece birinci nass umumi bir emirdir, diğer bir nass hususi bir şey getirir. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah, adaleti, iyiliği ve akraba­ya vermeyi emreder." (en-Nahl 16/90). Bu umumidir. Diğer ayet-i kerime: "Anaya babaya iyilikte bulunmayı emreder. Ana baba da birinci ayette da­hildir. Arada zıdlık yoktur. Birleşme olmayan kadınlar boşandığı zaman, onlara mehirlerini vermek lazımdır. Mihir yoksa onlara gönüllerini hoşnud edecek bir şey verilir. Leş ve kanın murdar olduğu beyan olunduktan son­ra, akan kanın murdar olduğunu beyan da bu türdendir, aralarında tearuz var denemez... Umumi hükümlerden sonra hususi olarak bazıları zikir olun­muştur. "Anaya babaya iyilik edin" demek başkalarına iyilik yapmaktan menetmek değildir. Mefhum muhalif burada yürümez.

382- Tearuz iddiası Yerinde Değil:

Üçüncü cihete gelince: Naslardan biri, bir işi hususi bir surette, belli bir yerde ve zamanda yapmayı ister. İkinci nass da vardır, o bu işle alakalı bir şeyi yasaklar. Mesela: Yolculuğa gücü yeten kimsenin hacca gitmesi farz­dır, bu umumi bir hükümdür, bir hadisi şeriftir. Kadının yanında mahre­mi olmaksızın yolculuğu yasaktır. Bu bir nevi tahsistir, onu istisna etmiş­tir. Bunlarda zıtlık yoktur. İbn Hazm'a göre, kadın mahremi olmaksızın hac­ca gidebilir. Çünkü hadisi şerifte: "Allah'ın kulları kadınları Allah'ın mes-cıdlerinden men etmeyin!" denilmiştir. Kabe en büyük mesciddir.

Cuma hutbesi okunurken dinlemek vaciptir, selam verenin selamını al-k da vaciptir. Selam veren olursa ne yapar? İbn Hazm'a göre selam al- hutbeyi dinlemeye mani değildir. Nasslar arasında çelişki yoktur...[15][15]

383- Bazen Zıddiyet Nesihle Kaldırılır:

Bu üç yolla, nasslar arasında zıdlık varmış gibi görünen şeyler gideri­lir ve nasslarm hepsi de işler. Birincide hususi olan nass tamamıyla işler, üçüncüde tahsis vardır, ikincide de zaten zıdlık yok sayılır.

Dördüncü veçhe gelince: Bunlar da zıddiyetin kuvvetli olduğu görülür, o zaman ya nesih vardır, ikinci nass birinciyi nesih etmiştir. Bir şeyi he­lal iken sonra gelen nass onu haram kılar, o zaman birinci nassın hükmü kalkar, nesih olan ikinci nassın hükmü ile amel olunur. Nesih için mükel­lef delil lâzımdır.

Fakat nesih olduğuna delil yoksa, o zaman, yeni bir hüküm getiren nassla amel edilir, diğeri bırakılır. Çünkü belli olan bir şey hakkındaki nass varken, yeni bir şey getiren nass gelince, onunla amel etmek gerekir. Zi­ra belli olan varken yeni bir nassın gelmesi onunla amel etmeyi bize yâki-nen bildirmiş olur. Zannı bırakıp yakın ile amel etmek ile memuruz. Allah Teala zan ile amelden nehyeder: "Onlar zanna uyuyorlar, halbuki zarı ha­kikat karşısında hiçbir şey ifade etmez." (Yunus, 10 / 36)[16][16]

384- Yeni Bir Şey Bildiren Nass Alınır Zıddiyet Kalkar:

Görüldüğü üzere İbn Hazm, bu yolda nasslardan birini kullanırken di­ğerini ihmal ediyor, ve buna şunu misal getiriyor: "Hadis-i şeriflerde suyu ayakta iken içmek gerektiğinde var. Diğer yandan ayakta su içmekten nehiyde var. Aslında insan ayakta iken de otururken de su içer. Ayakta iken su içmekten nehy eden hadis, yeni bir hüküm getirmiştir, onunla amel olu­nur. Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak değil, belli olana uygun olan nassı bı­rakıp yeni bir şey getireni almaktır. İbn Hazm bunu bir nevi nesih sayar..[17][17]

385- Ibn Hazm Nassları Aynen Alır:

İbn Hazm, Zahiriye Mezhebi gereğince, nasslardan hiç birini kıymetten düşürmediğinden aradaki zıddiyeti kaldırıyor ve böylece nasslar arasında aslında çelişki olmadığını gösteriyor. Mücerred çelişki var diye bir nas hü­kümden düşürülmez. Bir hükmü kaldırmak için nesih yolu vardır. Halbu­ki nesih başka, hükmü kaldırmak ve terk etmek başkadır. Çünkü bunlar­da nass her cihetten ihmal olunur, onunla hiç amel olunmaz. Halbuki ne­sinden o nassla önceden amel olunmuştur, sonra gelen nassla o hüküm kalk­mış, yerine başka bir hüküm konmuştur. Görüldüğü üzere İbn Hazm, nasslar arasında çelişki olmadığına kuvvetle inanmakta, bir nassın zıdlık yoluyla diğer nassı düşürmesini kabul etmemektedir. Ona göre, çelişki an­cak zahiren var sanılır ve sözü şöyle tamamlar: "Cenab-ı Hakk ömür verir ve yardım ederse, zahiren çelişki var gibi görünen nssları bir kitapta inşal­lah toplayacağım. Tevfik ve kuvvet ancak Allah'dandır."[18][18]

386- Şafii ile İbn Hazm'ın Görüşleri Birbirine Yakın:

İbn Hazm, Zahiriye Mezhebi metoduna uyarak nasslara aynen itibar ve hürmet eder. Aralarında kıyas yaparak birini diğerine tercih etmez, biri­ni kullanıp diğerini ihmal etmez ve diğer yandan ravilerin rivayet ettikle­rinde şüphe etmez, onları kesin olarak kabul ed:;; hem ilim, hem amel ifa­de ederler, kabul eder.

Onun bu tutumunun zahiriyeci bir tutum olduğunu belirtmek için za-hiriyeye yakın olan ulema ile aralarında bir mukayese yapalım: Şafii de nas-sa veya nassa hamlederek bu yolla nassa dayanan bir imamdır. Şafii'nin yazdıkları İbn Hazm'ın elindeydi nasıl ki bazen Şafii'ye benzer tutumları vardır. Çünkü İbn Hazm gibi bir alim şüphesiz Şafii'nin yazdıklarını gör­müştür.

Nasslar arasında çelişki olunca İmam Şafii, eğer nesihe dair bir delil bu­lunursa, nesihle hükmeder ve böylece tearuz yok olur. Hükmü kalkan nassla, hükmü baki kalan nass arasında çelişki olamaz, eğer nesih yoksa, o zaman herhangi bir yolla nasslar arasında bir uyum bulur ki, bunların bir kısmı İbn Hazm'ın yukarıda saydığımız yollarındandır. Şafii, bunları meşhur Risalesinde göstermiştir. Eğer tevfik yoluyla uyum sağlayamazsa o zaman da sonraki nassı alır, bu yollardan yani nesih ve suretle uyum sağ­layamazsa, o zaman senedlerini birbiri ile mukayese eder, senedi kuvvet­li olanı alır. Eğer kuvvetçe senedleri müsavi ise, Kitap ve Sünnetten o ma­nayı te'yid eden şahid varsa, onu alır. İmam Şafii'ye göre de uyum sağla­namayacak iki hadis yoktur, senedin kuvveti, bütünün derecesi, Kitap ve Sünnetten şahidi olma suretiyle uyum sağlanır. O şöyle der: "Biribirine mu­halif hiçbir hadis bulamadık ki onların arasım bu yollarla bulup uyum sağ­lamamış olalım."[19][19]

Şafii, böylece zıdlık bulunca tercih yapıyor, uyum sağlıyor. Ondan son­ra gelen zahiriyeci İbn Hazm'da nasslar arasında çelişki yok, diyor. Buna göre Şafii ile zahiriye arasında fark ancak şudur: Şafii, zıdlık kabul ediyor, yorumla kaldırıyor. Zahiriyeciler ise çelişkinin zahiren olduğunu aslında olmadığını söylüyorlar.

Sırası gelmişken İbn Hazm'ın nesih hakkındaki görüşlerini kısaca an­latalım.

[1][1] İbn Hazm, d İhkam, c. I, s. 97

[2][2] Aynı kaynak s. 98

[3][3] Aynı kaynak, c.II, s. 6

[4][4] Aynı kaynak, c. IV, s. 48

[5][5] Aynı Kaynak, c. IV, s. 5

[6][6] el-İhkam, c. I, s. 104

[7][7] Aynı kaynak

[8][8] Aynı kaynak

[9][9] Aynı kaynak, c. I, s. 108

[10][10] İbn Hazm, Ihkam, c. I, s. 139

[11][11] Aynı kaynak, c, II, s. 55

[12][12] Aynı kaynak, c.II, s. 22

[13][13] Aynı kaynak, c. II, s. 21

[14][14] Aynı kaynak, c. II, s. 23

[15][15] İbn Hazm, İhkâm, c. II, s. 25

[16][16] Aynı kaynak, c. III, s. 31

[17][17] Aynı kaynak, c. II, s. 31

[18][18] Aynı kaynak, s. 33

[19][19] Şafii, Risale, Tearuz Babı