İbn Hazm'ın Siyasete Dair Görüşleri
279- Siyasi Görüşü Üç Noktada Toplanır:
îbn Hazm, İslâmî meselelerin hepsine el atmış ve onlar hakkında yazmıştır. Yazılan bütün sözleri eleştirmiş, münakaşasını ve mücadelesini yapmıştır. Onun yazdıklarının hepsini ele alıp bahis konusu yapmamız çok güç. Fakat İslâm siyasetine dair görüşlerini behemahal araştırmamız gerek. İslâm birliğini bozup parçalayan siyasi işler, müslümanların bunlardaki ihtilafları hakkında görüşü nedir? Bunları bilmeden İbn Hazm'ın siyasi eğilimini ve tutumunu bilemeyiz. Bu, aynı zamanda onun şahsi durumunun bir parçasıdır da. Onun için burada bu üç şeyden bahsetmemiz gereklidir:
1. Mürtekib-i kebire yani büyük günah işleyen hakkındaki görüşü,
2. Hilafet meselesindeki görüşü,
3. Ashabın faziletleri hakkındaki görüşleri. Buna dair değerli bir risale de yazmıştır.[1][1]
Bu meselelerin son ikisi arasında siyasetle çok sıkı bir bağlantı vardır. Hatta bunun temelinde hilafet meselesi yatar. Büyük günah işleyene gelince, bunun siyasetle ilgisi, sadece siyaset alanında ortaya çıkmasından ileri geçmez. Bunu Hariciler, Ebu Talib oğlu Hz. Ali'ye karşı ayaklandıkları zaman ortaya atıp kurcaladılar, hatta onun kâfir olduğuna bile hüküm ettiler, çünkü Hz. Ali efendimiz Muaviye ile aradaki kavgayı kesmek ve boş yere müslüman kanı dökmeyi önlemek gibi, temiz bir niyetle hakem usulünü kabul edince, Hariciler bunu büyük günah işleme saydılar, böylece bu mesele ortaya çıktı. Ulema da bunda büyük ihtilafa düştüler, onun için bu meselelerden kısa da olsa bahsetmemiz gereklidir. Sonra da onun asıl ihtisas sahası olan fıkhına dair konuşacağız. Zaten konumuzun özü, kitabın temeli odur.
Büyük Günah İşleyen Hakkındaki Görüşü:
280- Haricilerin, Mürcienin, Mutezilenin ve Diğerlerinin Görüşleri:
Haricilerin çoğu, günah işleyen kimse kâfir olur, ehli kıbleden değildir, derler. Hasan Basriye göre ise günah işleyen kimse münafıktır, zahiren muslüman görünüyor, yaptığı işler ise başka türlü. Mutezilenin görüşü ise
aşka türlü. Mutezilenin çoğuna göre ise o iki menzil arasındadır, yani ne mümindir ne kâfirdir, belki de o fasıktır, ona müslüman demek olur, fakat mümin denemez, o Cehennemde ebedi kalır.
Mürcie'nin bir kısmı ise şöyle der: Allah, günah işleyeni günahından dolayı hesaba çeker, onun işi Rabbine kalmıştır. Dilerse onu affeder, Cennete koyar, dilerse azap eder. Azap ederse eder, af ederse bunu rahmetinden ve hikmetinden yapar. Bu görüştekilere Ehli Sünnet Mürciesi denir. Bu görüş İmam Azam Ebu Hanife'ye ve diğer büyük imamlara nisbet olur, Ebul Hasan Eşari, Ebu Mansur Maturidi ve müslümanlardan büyük bir kısmı bunlardandır. İbn Abbas ve İbn Ömer hazretlerinden şöyle rivayet olunmuştur: Allah Teala büyük günah işleyenlerden dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ancak insan öldüren bunun dışındadır, çünkü katil Cehennemde ebedi kalacaktır.
Mutezilenin görüşü etkisinde kalan bir grup ise şöyle der: Cenab-ı Hak büyük günah işleyenleri ya toptan azap eder, ya toptan bağışlar. Bir kısmını bağışlayıp, bir kısmına azap etmek, ilahi adalete layık değildir. Bu, onların, yüce zata en iyi ve en salih olan gerekir, nazariyelerine göredir. Halbuki, bunun sübütunda, böyle olduğunda farklılık vardır. Zira Allah'ın yapacağına asla hakim olamaz, o hakimler hakimidir. Kudreti külliye sahibinin fiiline kimse hüküm veremez. O, haddini aşmış, derecesini geçmiş olur.
281- Günahı Kebair İşleyen Hakkındaki İbn Hazm'ın Dedikleri:
Büyük günah işleyen hakkında, muhtelif görüşler böyle. Acaba İbn Hazm'ın görüşü nedir? Bakıyoruz, onun bu konuda da görüşü Zahiri Mezhebine göredir. Nasslara bakar, aftan mağfirete, hesap ve azaba dair olan nassları asla ihmal etmez ve şöyle der: "Bir kimse bütün büyük günahlardan tevbe etmiş olduğu halde ahirete göçüp Rabbinin huzuruna çıkarsa veya hiç büyük günahı olmazsa onun diğer günahları tümü af olunur, o, Cennet ehlinden olur, Cehenneme girmezse küçük günahları ne kadar çok olsa da bağışlanır. Bir kimse bir veya daha çok büyük günahı olup da tevbe etmeden Allah'ın huzuruna varırsa, bu durumda hüküm mizana kalır, amelleri tartıldığında, eğer hasenatı büyük günahlardan çok gelip ağır basarsa, onun büyük günahları ve diğer kötülükleri hepsi düşer. O, Cennet ehlinden olur, Cehenneme girmez. Kimin de hasenatı, büyük günahları ve diğer kötülükleriyle denk gelirse, o Araf ehlinden olur. Onlar Araf da bekletilirler, ne Cennete girerler, ne de Cehenneme, orada kalırlar, kimin de büyük günahlarıyla kötülükleri, hasenatından ağır gelirse, onlar Cehennem ehli olup günahları nisbetinde ceza görürler. Bir defa Cehennemden yanmaktan tut da elli bin yıla kadar Cehennemdedirler, sonra Allah'ın merhameti ve Hz. Peygamber'in şefaati sayesinde oradan çıkıp Cennete girerler. Bunların hepsi de Cennete, fazla gelmiş olan hasenatlarına göre mükafat görürler. Hasenatı seyyiatma galip gelmeyen A'raf ehli Allah'ın rahmeti ve şefaat ile Cehennemden çıkanlar bunların hepsi Cennete müsavidirler..."[2][2]
282- O, Bu Görüşünü Âyetlerin ve Hadislerin Zahirinden Almaktadır:
İbn Hazm'ın bu husustaki görüşü böyle, o bu görüşünü Kur'an-ı Kerim'de geçen muhtelif ayetlerden ve hadisi şeriflerden almaktadır. Bu görüşünü pekiştimek için her çeşit delil getirmektedir. Bunda şüphesiz dediğimiz gibi Zahiri Mezhebini tutar. Mutezilenin delil tuttukları vaid âyetleri ile Mür-cienin delil getirdikleri af ve mağfirete dair ayetleri arasını bulur, hesaba, cezaya, sevaba, amelle ceza arasındaki dengeye dair işleri sıralar, şöyle ki: "Kim zerre miktarı hayır işlerse, karşılığını görür, kim de zerre miktarı şer işlerse, cezasını görür." (ez-Zilzal, 94/7-8) "Kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür"(eş-Ş-ara, 42/40) İyilik yapanlara iyilik vardır, ziyadesi de vardır. "Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun misliyle ceza görür (Yunus, 10/26) Bu manadaki âyet-i kerimeler çoktur, bunları delil getirir. O hasenatı çok, seyyiatı az olanlara müjde verici âyetleri dikkate alıp delil getirir: "Hasenat, seyyiatı giderir, iyilikler kötülükleri siler" (Hud, 11/114) "Allah zerre miktarı haksızlık yapmaz, eğer iyilik varsa onu kat kat yapar ve katından ona büyük ecir verir. "(en-Nisa, 4/40) "Bir iyilik yapana onun on misli vardır. Bir kötülük işleyen ise sadece onunla cezalandırılır, "(el-En'am, 6/160)
Böylece o, bu konuyla ilgili bütün nasları delil olarak gösterir. Bu suretle hasenatla seyyiatı birbirleriyle tartıp mukayese eden bir görüşe varır. Bu, af ve mağfiret ayetlerinde toplanan, hesap'j azap ayetlerinde kısa beyan olunanları açıklamak kabilindendir. Bunu da Kur'an-ı Kerim nassla-rına ve hadisi şeriflere dayanarak yapmaktadır. Burada, bu meseleye dair bu kadarla yetinelim, geniş bilgi arzu eden, onun el-Fasl kitabına baksın.[3][3]
Hilafet - İmamet Hakkındaki Görüşleri:
283- Hilafet Meselesini Tartışması:
ibn Hazm, hilafet meselesini uzun boylu bahis konusu yaptı ve bu hususta Şia'nın, Haricilerin ve muhtelif taifelerin görüşlerini münakaşa et-i- Her yazdığında olduğu gibi bunda da sözü uzattı, kısa kesmedi. Muhallerinin görüşlerini bir bir kesin ve sert delillerle eleştirdi. Biz bu sert ve uvvetli münakaşaları özetlemek maksadıyle onun görüşlerini dört noktada toplamak istiyoruz:
Konuyu Dört Noktada Ele Alır:
1. Bu dört noktanın birincisi şudur: Ona göre imamet farzdır. Çünkü Allah'ın insanları yükümlü kıldığı hükümleri yerine getirecek bir başkan lazımdır; muemalata dair işler, cinayetler, kan davaları, evlenme, boşanma zalimi menedip mazlumu himaye etme, adalet, kısas bunlara bakan biri olmalıdır. Yoksa insanlar başıboş kalınca kargaşalık olur. Bu kargaşalık içinde dini ahkam yerine getirilmez, başlarında bir başkan bulunmayan ülkelerdeki fesat için şöyle der: "Bir başkanı olmayan ülkelerde bu görülmektedir. Çünkü orada hadd ve hak hüküm yerine getirilmiyor, çoğunda din gitmiştir. Din ancak başta bir başkan olunca yerine getirilir."
İmamın adil olması şarttır. Çünkü din ancak bu adil imamla yerine getirilir, zulüm ancak onunla kalkar. Halifelerin zayıf olmaları yüzünden siyasi kargaşalıkların bulunduğu bir çağda yaşayan İbn Hazm şöyle demektedir: İşlerin tamam olup yolunda gitmesi için çare ancak şudur: "İşi âlim, fazıl, güzel siyaset bilen, infaza kaadir kuvvetli bir kişiye vermektir, onu başa geçirmektir. Ancak bu suretle zulüm ve ihmal önlenir, o da haksızlık yaparsa, bir kişinin yapması, iki ve daha çok kişinin yapmasından daha azdır, katlanılır." İbn Hazm'a göre, müslümanlarm bir imam seçmeleri farzdır. Boyunlarında bir imamın biati olmaksızın durmaları helal olmaz. Onun için, hilafeti dinde gerekli bir iş saymayan Haricilerden Neca-dat taifesinin sözünü red eder. Onlara göre, hilafet insanların kendi mas-lahatlarındandır, dinden değil, insanların kendi aralarında hakka riayet etmeleri gerekir. Hulasa, İbn Hazm'a göre, İslâm ümmetinin adil bir imama uymaları lazımdır. O, onlara Allah'ın hükümlerini tatbik eder, Hz. Peygamber'in (sas) getirdiği dinin hükümlerine göre idare eder.[5][5]
Şüphesiz, ona göre, bütün müslümanlarm bir imamı olması lazımdır. İki imamın bulunması caizdir, diyenlerin sözünü reddeder. Çünkü bu aralarında çekişmeye sebeb olur, Cenabı Hak şöyle buyurur: "Niza etmeyin, zayıf düşersiniz, kuvvetiniz elden gider" (el-Enfal, 8/46) Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "İki imama biat edilirse, onlardan sonuncusunu, ikincisini öldürün" Müslümanların hepsi bir ümmettir. İmamlarının da bir olması gerekir ki, bu birlik kurulsun!
285- İmamette, Hilafette Kureyşlilik Şartı Aranır:
2. İmam yani halife olacak kimsede aranması gereken ikinci şart İmamın Kureyş kabilesinden olmasıdır, bunsuz imamet gerçekleşmez. Çünkü Ensar ile Muhacirler arasında imam seçmede ihtilaf çıkınca, Hz. Ebubekir Ensar’a karşı imamın Kureyş'den olmasına dair delil gösterdi, onlar da bu-u kabul ettiler. O şöyle dedi: "Araplar ancak Kureyş kabilesine güvenip tat ederler" ve Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurmuştur: "İmamlar Ku-reyş'dendir." Bunlara dayanarak İbn Hazm şöyle der: "Hz. Peygamber imamların Kureyşden olmasını serahaten söylemiştir, İmamet Kureyş'de-dir" Bu hadisi şerif tevatürle gelmiştir. Bunu Enes b Malik, Abdullah b. Ömer b. Hattab ve Muaviye rivayet etmişlerdir. Bunun yerinde ve doğru olduğunu şu da gösterir ki, Sakife olayı günü Ensar yani Medineliîer buna boyun eğip uydular. Halbuki onlar, memleketin yerlisi ve kuvvetlileriydiler, hem sayıca, hem de hazırlıkça üstündüler.”[6][6]
Şu da var ki, bu Kureyş'in şartı, icma halinde değildir, çünkü Hariciler bunu şart koşmazlar. Onlara göre, imamette adalet-aramr, kabile şartı değil. Hatta onlar daha ileri giderek şunu söylerler: Eğer fazilette, Kitab, Sünnetti tatbikte Kureyş'den olan bir kişiyle bir Habeşli zenci eşit olursa, Habeşli takdim olunur, çünkü onun azli kolay olur (Kureyş'in arkası çok, onu korurlar).
286- îbn Hazm'ın İmamette Aradığı Diğer Şartlar:
3. Üçüncü şarta gelince, İbn Hazm Kureyş'in şartlarından başka imam olacak kimsede daha bazı şartlar ararki, Kureyş'in şartı tahakkuk ettikten sonra imam olacak zatta onların da bulunması lazımdır, imam olacak kimsenin mümeyyiz ve rüşd sahibi olması lazımdır. Çünkü Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Üç kimseden kalem kaldırılmıştır, onlar mükellef değildirler..." Bunlar arasında sabi, yani baliğ olmayan çocuk ve deli sayılmıştır. Yine ona göre erkek olmak aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İşlerini bir kadına bırakan kavim felah bulmaz." İmamın müslü-man olması şarttır, Cenabı Hak şöyle buyurur: "Allah, kâfirlere, mü'min-ler üzerine bir yol görmez." (en-Nisa, 4/141) Hilafet en büyük bir yoldur, ibn Hazm'a göre, halifenin bu işi yüklenmeye hazır olması lazımdır. Hüküm ve idarenin sorumluluğunu taşımak, Allah'ın Kitabını ve Peygamberin sünnetini yerine getirmek vazifesini ifa etmelidir. İmamın alim olması da şarttır, dinin farzlarını bilip AUah'dan korkar olmalı, yani zahir halı salih olmalı, yeryüzünde açıkça fesada koşmamalı. Allah Teala şöyle buyurur: "iyiliğe ve takvaya yardım edin, günah ve düşmanlıkda yardımlaş-mayın" (el-Maide, 5/20) îbn Hazm, bu hususta şunları söyler: "Bir kimse velev bazı şeylerde olsun, Allah'dan korkmazsa, yeryüzünde aşikare fesat yolunu tutma cüretini gösterirse, ona emniyet edilmez, dine dair bir şey bilmezse, günaha ve haksızlığa yardım ediyor demektir. İyiliğe ve takvaya değil. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Bizim işimize uymayan aykırı bir iş yapanın işi reddolunur." Ashabdan Ebu Zere'de şunları demiştir: "Ey Ebu Zer, sen zayıf bir kişisin, iki kişiye buyuramazsın, sakın yetim malının idaresini üzerine alma." Allah Teala şöyle buyuruyor: "Üzerinde hak bulunan kimse sefih veya zayıf ise de…”(el-Bakara, 2/282) ayeti açıkça gösteriyor ki, sefih ve zayıf olan ve bir şeye gücü yetmeyen kimsenin kendisine behemahal bir veli lazımdır, Öyleyse o müslümanlarm velisi olamaz, başlarına geçemez."[7][7]
İmamın cisminin sağlam, sıhhatta olması ş"art değildir, cismi tam olmasa da imameti caizdir. Çünkü imametten maksadı adaleti yerine getirmektir, hakkı icradır. Cenabı Hak şöyle buyurur: "Sizler adaleti yerine getirenler olunuz" (en-Nisa, 4/135). Kim adaleti icra ederse, emri yerine getirmiş olur, burada itibar, adaleti icra kuvvetinedir, imametin temeli odur. Adalet kuvveti olmayınca, hüküm yerine gelmemiş olur. Bu şartlar bulunur ve biat yapılırsa, imamet tahakkuk eder.
287- imamet Veraset Yoluyla Kimseye Kalmaz:
4. İbn Hazm, müslümanlarm icma halinde bulundukları bir esası da şöyle dile getirir: İmamette veraset yoktur, bu iş kimseye miras kalmaz. Bu peygamberlik hilafıdır, şartları bulunan ve ehil olan herkes buna ehildir. Halifenin oğlu veya varisi olan birinin başkasından farkı yoktur. Bunda o ve diğerleri eşittir. İbn Hazm bunu şöyle anlatır:
"Müslümanlar arasında şunda hiç bir ihtilaf yoktur ki, imamette veraset caiz olmaz, reşid olmayanın imameti caiz değildir. Yalnız Rafîzilere göre caizdir. Onlar bu ikisini de caiz görürler. Kadının imameti caiz olmadığında da ihtilaf yoktur."[8][8]
Görüldüğü üzere İbn Hazm şu adil İslâm prensibini güzelce açıklıyor ve İslâm hilafetinde veraset yoktur, halife çocuklarına, küçüklere bu miras kalmaz diyor. Fakat Şia'nın imamiye kolu her iki şeyde de ehli sünnete mu-halifdirler. Küçük sabinin imametini caiz görürler ve bu iş miras kalır derler, bu icma-i ümmete aykırıdır. Ashab-ı Kiramdan veya Tabiinden hiç birinin böyle bir şey dediğini bilen yok. Zira müslümanlarm işleri aralarında şura yoluyladır. Miras usulünde şura kalmaz, müslümanlarm halife seçmede hakları olursa, o zaman şura var demektir. Bu, veraset yoluyla, cebir suretiyle olmaz. Bu güzel İslâm prensibi ihmal edildiği günden beri, müslümanlarm işleri karmakarışık oldu, çığırından çıktı. İş çocuklara kaldı, halbuki onlar, kendi öz işlerini kendi kendilerine yapamıyorlar, nerede kaldı ki milletin işine bakıp yapacaklar, adaleti nasıl gerçekleştirecekler, hakim, mahkum arasında dengeyi sağlamak, iyiliğe ve takvaya yardım etmek günah ve tecavüze mani olmak, bunlar nerede?
288- Ona Göre, Ehil Bir Kişiyi Veliahd Göstermek En îyi Yoldur:
İbn Hazm'a göre, halifeliğin şartları bunlardır; geriye bir mesele kaldı. İbn Hazm'a göre, acaba imamın biat akdi nasıl tamam olur, acaba umumun seçimiyle mi, yani Doğu, Batı dünyanın her tarafındaki cumhur müslüman tarafından seçilip ekseriyet alana biat edilmiş mi olur, yoksa bir beldenin seçmesiyle mi veya hepsinin seçmesiyle mi? İbn Hazm'a göre, imama biat akdi üç suretle olur ki, bunları hepsi ashabtan nakil olunmuştur.
1. Ona göre, bu işin en faziletli ve doğru olanı şudur: İmam ölmezden önce birini kendinden sonra imam adayı gösterir. Bu ister önceden sıhhatta iken yapsın, ister ölüm hastalığı sırasında yapsın birdir. Buna mani bir nas yoktur. O şöyle diyor: "Nasıl ki Hz. Peygamber (sas) Ebu Bekir'e bu yolda işarette bulunmuştur, Hz. Ebu Bekir de Hz. Ömer'i böyle imam göstermiştir. Emevilerden Süleyman b. Abdülmelik, Ömer bin Abdülaziz'i böyle göstermiştir. Biz bu tarzı beğenip seçiyoruz, diğerlerini hoş görmüyoruz, böyle yapılırsa imamet işi sağlam olur. Müslümanlarm işi intizama girer, korkulan ihtilaflar kargaşalıklar ortadan kalkar, ümmet arasında karışıklık çıkıp, dağılması, bazılarının hırs ve tamaha kapılması önlenmiş olur. Bu yolla veliahd tayin etme usulüne şu itirazlar yapılabilir: Ashab-ı Kiram ve Tabinin, Yezid'in veîiahd tayin edilmesine itiraz etmişlerdir. İbn Hazm, bu itirazlara şöyle cevap veriyor: Bunlar, usule yapılan itirazlar değil. Onlar, veliahd tayini prensibine değil, o şahısların veliahd tayinine itirazlarıdır, onları bu işe ehil görmediler. Çünkü onlar dinlerinde ve ahlaklarında hoş olmayan hallerdeydiler, açıkça günah içindeydiler.
289- Veliahd Tayin Etmeden Ölürse, Ehil Olan Biri Aday Olur:
2. İbn Hazm'a göre, imama biat akidesinin ikinci yolu şudur: İmam "vehahd tayin etmeden ölürse, imamete ehil olan bir kimse aday olarak ortaya çıkar ve kendisine biata davet eder, bunda itiraz edecek bir şeyde yoktur. Çünkü kendisine biata ve itaata tabii olmakla davet ediyor ve bu işe ae ehildir. Nasıl ki, Hz. Osman şehid edilince, Hz. Ali böyle yapmıştır. (Allah her ikisinden de razı olsun) buna şunu da delil gösteriyor: Tebûk sava-Şinda büyük İslâm kahramanı Halid Bin Velid böyle yaptı: İslâm ordusu kumandanları olan Zeyd b. Haris'e, Cafer Tayyar b. Ebu Talib, Abdullah b. Re vaha birer birer şehid düşünce, sancağı, bir emir olmaksızın, Halid aldı müslüman ordusunu kurtardı, bütün müslümanlar ona yardımcı oldu, bu iş Hz. Peygamber (sas)e ulaşınca, bunu beğenip tasvip etti."[9][9]
Bir halife ölünce, bir kişi ortaya aday çıkıp kendine biata davet ettiği gibi caiz olmayan şeyler yapıldığı zaman da birinin imam adayı olarak kendine biata davet etmesi, İbn Hazm'a göre caiz olur. Çünkü maksadı iyiliğe ve takvaya yardımdır. Allah Teala "iyilikte ve takvada yardımlasın, gü-nahda ve isyanda yardımlaşmayin" (el-Maide, 5/2) buyurmaktadır. Halbuki bu, bir çok isyan kapılarını açabilir. Başta bir imam varken, ona kıyam etmek isyandır. Haksız yere, adil imama karşı gelene baği denir... İbn Hazm'ın bu görüşü sakıncalıdır, biz bu konudaki görüşümüzü ileride açıklayacağız.
290- Hz. Ömer'in Yaptığı Gibi Tayin Bir Heyete Bırakılır:
3. İmama biat akdi bu iki yolla yapılır. Üçüncüye gelince: İmam olan zat, ölümünden sonra imam seçiminde güvenilir bir zata ve daha çok kişiye bırakır. Nasıl ki, Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) şehid edildiği zaman böyle yapmıştır. İbn Hazm, bunu şöyle anlatıyor: "Bizim'bu usul hakkında yapacağımız şey, o zaman müslümanlarm icma ettiklerine teslim olmaktan ibarettir. Seçmeyi üç geceden fazla da tereddüt caiz değildir, çünkü Hz. Peygamber imamsız iki geceden nehy etmiştir, müslümanlarm bundan daha fazla bir zamanda imam seçmemeye icma yoktur, buna ziyade etmek batıldır, helal olmaz."[10][10]
İbn Hazm, Hz. Ömer'in koyduğu usule tereddütsüz teslim oluyor, ona itiraz edecek bir taraf bulamıyor, çünkü bunda ashabın icmai vardır. Ashabın icmaı itiraz kabul etmez bir delildir, onu almak vacibdir.
Diğer iki görüşe gelince, bunları almak lazımdır. Çünkü veliahd tayin etme yoluyla, ümmetin birliği korunur, bu en selametli yoldur. Ölen halife veliahd bırakmadığı zaman, elbette ikinci yol tutulur. Çünkü bu durumda bu işe ehil olan kimse imamete aday olur, biatla iş tamamlanır. Ondan sonra aday olup biat isteyen, baği olur. Halifeye başkaldırmış sayılır-
291- Aday Gösterme Bir İmamet Ahdidir, Bu Biatla Tamam Olur:
İbn Hazm'ın imam tayini akdine dair görüşleri böyle. Burada iki nokta var:
1 Bütün dini hükümlerde olduğu gibi imamet akdinde de Zahiri Mezhe-ıv'ne göre hüküm veriyor. O ashabın kabul ettiklerine icma gözi ile bakıyor
onların tutumundan dışarı çıkmıyor. Ashab-ı Kiram, Hz. Ebu Bekir'in, Hz Ömer'in imamete atamasını kabul etmişler, {Allah onlardan razı olsun) Hz Ömer'in de işi ashabdan altı kişiye, şura heyetine bırakıp içlerinden birini halife seçmelerini kabul etmişler, sonra onlardan dördünün seçme işine bir kişiyi yani Abdurrahman b. Avf ı vekil etmeleri de kabul ve ikrar edilmiştir- Böylece, halifeyi bir veya daha fazla kişinin seçmesi usulü kabul edilmiştir. Sonra ona göre, Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra Hz. Ali kendine biat edilmesini istemiş, ashabtan hiçbiri bunu inkâr etmemiş, çoğu ona itaat etmiş, onu cumhur müslümanlarm halifesi saymışlardır.
Demek Ashab-ı Kiram, bu yollarla imam seçmeyi sahih görmüşlerdir. Bunlar halife seçiminde birer usul olmuştur. Şüphesiz bu doğru bir görüştür. Ancak o, imamet akdinde biati ihmal ediyor, bunların her biri biat aldıktan sonra halife olmuşlardır. Evet, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i tayin etti, fakat o ashabdan biat aldıktan sonra idareyi ele aldı. Hz. Ömer Osman'a nazaran da iş böyledir. Hz. Ömer işi altı kişinin şura heyetine bıraktı. İçlerinden birini Hz. Osman'ı seçtiler. Hz. Osman da biat aldıktan sonra iş tamam oldu. Onun için biz diyoruz ki: Onların tayin ettikleri imamet ak-tidir. Bu biatla tamam olur. Akd, eski halife tarafndan bir nevi aday göstermektir. Altı kişinin şura heyeti bir aday gösterdi, bu aday göstermeden sonra imamet akdi biatla tamam oldu.
Hz. Ali'nin seçimine gelince, o kendisine biata çağırmış değil, tarihen sabit olan şudur: Ashabdan bir kısmı onu halife olmaya çağırdılar, o da bu davete icabet etti. Onun mücerred icabetiyle hilafet akdi tamamlanmış değildir, iş biatla tamam olmuştur.
Onun için İbn Hazm'ın, sabık halifenin ihtiyariyle imamet akdi.olur, iddiasına muhalifiz, akid biatla tamam olur. Bu Beni Saide sakifesinde olanlar da açıkça görülmektedir. Çünkü Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'e: "Ver elini sana biat ediyorum" demeden önce adaylardan hiçbir kimse imam olmuş değildi, bununla biat tamam oldu ve o zaman Hz. Ebubekir Emirül Müminin olarak idareyi ele aldı ve Hz. Peygamber'in halifesi oldu.
292- Sakat Bir Görüş:
2. ikinci bir mülahazamız da şudur: İbn Hazm diyor ki, münkarat Çoğalırsa, bir kişinin ortaya çıkıp kendine biata çağırması caiz olurmuş. Buna göre kötülüğün artması, baştaki imamın imametten düşmesine sebeb olacak, demek imamlık şartını kaybetmiş oluyor. İmamet yerini boş sayıyor. koş yeri doldurmak için ortaya çıkana yardım eden, iyiliğe ve takvaya yardım etmiş sayılacak, ona yardım etmekten çekinen ise günaha yardım et-miŞ sayılacak!...
293- İki Kişi Hilafet Kavgası Yaparlarsa:
Yine İbn Hazm, şöyle ilginç bir şey var sayıyor. İki kişi aynı zamanda biate davete başladılar, bu halde çok oy alan ve ekseriyet tarafından desteklenen değil de, ilk davete başlayan idareye geçer, burada ölçü zamandır, hatta bir saniye önce başlayan öne geçer. İkinci baği asi sayılır, isterse o, birinciden daha faziletli veya onun misli olsun, buna bakılmaz. Birinci seçilmiş olur, onu tanımayıp karşı çıkan, kim olursa olsun, boynu vurulur.
Bir de hangisi önce olduğu bilinmeyen iki kişi böyle bir işe kalkışırsa ne olacak? Onu da şöyle anlatıyor: "İki veya daha ziyade kişiler aynı zamanda kalkışsalar, hangisine önce biat edildiği bilinse, bakılır. Hangisi daha faziletli ve daha iyi siyaset biliyorsa, hak onundur, diğeri azlolunur. Allah Teala buyuruyor ki: "iyilikte ve takvada yardımlasın, günahta ve isyanda yardımlaşmayın." (el-Maide 5/2) İyi siyaset ve idare bileni tayin etmek iyiliğe yardımdır. Eğer fazilet ve siyasette eşit iseler en iyi siyaset bilen tercih olunur. Fazilette geride kalsa da farzları ve sünnetleri eda ediyor, büyük günahlardan kaçınıyor, küçüklerinden çekiniyorsa bu yeter. Çünkü imametten gaye ve maksat iyi siyaset ve millet işlerini güzel idare etmektir. Eğer fazilette ve siyasette eşit iseler, aralarında kura çekilir veya başka şeylere bakılır. Allah, kullarını o kadar çok darlık içine sokmak istemez, güçlük çıkarmaz. O şöyle buyurmuştur: "Dinde size bir güçlük kalmadı" (el Hacc, 22/78)[11][11]
294- Fazilet ve Siyasette Ölçü Tutuyor:
Aynı zamanda kendilerine imam iddia etmeye kalkışan iki kişi hakkında İbn Hazm'ın görüşü böyle. Burada fazilet ve siyaseti ölçü tutuyor. Önce siyaset, sonra fazilet geliyor. Her ikisinde üstün olan tercih olunur, diyor. Tercih sebebi fazilet oluyor. İyi idareci olan, eğer dini vecibelerini yerine getiriyorsa, o zaman o tercih olunur. Eğer fazilet ve siyasette eşit iseler o takdirde de kura usulüne başvuruyor!...
295- İmamet Akdinde Biat Temel Olduğu Halde Bunu İhmal Eder:
Bütün bu geçenlerden anlaşılıyor ki, İbn Hazm, biat işini ihmal ediyor ve onu imamet akdine esas almıyor. O şu ayete göre halka imama itaati öneriyor: "Ey inananlar, Allah'a, Rasulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin, bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamberine bırakınız" (en-Nisa, 4/59) O biati, iyiliği emir, kötülükten men kabilinden sayıyor.
Halbuki, Hulefayı Raşidin olan ilk dört halifeye dair haberleri araştıran görür ki, seçmenin temeli biat olmuştur. İmam ile ümmet arasında yapılan akid biattir. O imanla pekiştirilmiş bir akiddir. İki taraf üzerlerinde ifası gereken bir akid veriyorlar. İmam, Allah'ın Kitabını, Peygamberin Sünnetini hakkıyla yerine getireceğini ehlu'l hal ve'l akd gerekli buluyor. Üm-jtıet de iyi ve kötü günlerde Allah'ın emrine isyan olmayan şeylerde ona itaat etmeyi taahhüt ediyor. İsyan olan şeyde itaat yoktur.
Hz. Ebubekir'in imameti biat akdiyle oldu. O, imameti Hz. Ömer'e bıraktığı zaman, o da bunu bütün ashaba arzetti, hepsi umumen muvafakat edince, sonra biat edildi. Hz. Osman'a (Allah ondan razı olsun) gelince, yine aynı yolla hareket edildi. Heyetin işi imam adayı göstermekten ibaretti, toptan sahabenin biatiyle akid tamam oldu.
Hz. Ali'nin imameti de biatin esas olduğunu gösteren bir delildir. Çünkü o da Medine'de bulunan ve eskiden biat eden ashabdan biat aldı. Hz. Ebubekir'e, Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a (Allah onlardan razı olsun) biat edenler zaten onlardı. O, yalnız Medine'dekilerin biatini kafi gördü. Çünkü Medine o zaman ilk sahabenin bulunduğu merkezdi. Onîar, bu ümmetin en faziletlileri idi. Söz sahibi olan ehlu'l hal ve'l akd onlardı. Muaviye ve taraftarları ise, bütün müslümanlarm biat etmesi zaruri olduğunu öne sürdü ve buradan bir gedik açarak Hz. Peygamber'in sevdiği ve beğendiği Hz. Ali el-Murtaza'mn imametini yaralamak, İslâm'ın bağrına hançer saplamak için bir yol buldular, bir çok dedikodu uydurdular ve en sonra da adil olan Hz. Ali'ye isyan ettiler, baği oldular.
296- Seçim, İleri Gelenlerin Ekseriyeti ile Olmalıdır:
Hz. Ebubekir devrinde başlayarak Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (Allah onlardan razı olsun) devirlerinde Emirü'l-müminin seçiminde biatin esas olduğu meydandadır. Böylece, İslâm'da hilafet esas, ümmetin faziletlilerin seçmesidir. Onun için biz, imamet, İslâm ülkelerinin her yerindeki ümmet ileri gelenlerinin seçmesiyle sahih olur, diyenlerin görüşünü seçmekteyiz. İbn Hazm da bunu şöyle nakleder: "Bir kısım ulema, imamet ancak her yer halkından ümmetin faziletlilerinin icma ile sahih olur görüşündedirler."
Ancak biz, bu son görüşe cüz'i bir muhalefetimiz var: Bunda imamet için ileri gelen faziletli kimselerin icmaı şart koşuluyor, bunda zorluk çıkabilir. Hatta bu biraz da imkansız gibi. Onun için bize göre; ekseriyetin seçmesiyle imamet sahih olur, demek kâfidir. Hz. Ebubekir'in halife seçimi de böyle olmadı mı? Çünkü sahabenin ekseriyetinin seçimi ile oldu. Evet Muhacirler biat ettiler, Ensar biat ettiler, fakat, Ensar'dan olan Sa'd b. Uba-de biattan çekindi, etmedi. Sa'd bu ümmetin ileri gelenlerindendi, Muhacirleri bağrına basan, İslâm'a hizmet edenlerdendi. Hz. Ömer'in biatında da öyle yaptı, Hz. Ali'ye de ümmetin ileri gelenlerinden ekseriyeti biat etti, hepsi değil...
Demek oluyor ki, seçimde itibar, ekseriyetedir, tamamına değil, bir d şu var: Ümmetin ileri gelenlerini tanımak, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer Hz Osman (Allah onlardan razı olsun) devirlerinde kolaydı, hepsi Hz. Peydam ber'in (sas) ashabı, sonra ashabın bir kısmı fetih olunan yerlere dağıldık larından Hz. Ali devrinde güçleşti. Fakat ekserisi yine Medine'deydi Onların biatıyla, İslam Arslanı, din kahramanı, Hz. Ali'nin halifeliği akdi tamam olmuş oldu. (Allah ondan razı olsun) Fakat sahabi devrinden sonra ümmetin baştakilerini tanımak, kolay bir iş değil. Tabiinden ve sonra gelenlerden bu hususta bir ölçü de tesbit edilmiş olduğu bilinmiyor. İmamet zaten Muaviye devrinde Meliki Adudi - Isırıcı Krallığa dönüşmüş oldu, Peygamber halifeliği kalmadı. Tabiin'in ve onlardan sonra gelenlerin görüşlerini şöyle bir yoklayacak olursak onlara göre, bu ileri gelenlerin ulema olduğu anlaşılıyor. Onun için onların çoğu "içinizden emir sahipleri" (en-Nisa, 4/59) ayetini ulema ile tefsir etmişlerdir.
297 - Bu İş, Müslümanlar Arasında Temsilciler ile Olur:
Bugünkü araştırmaların ışığında ve işleyişe göre, şunu diyebiliriz ki, İslâm ülkelerinin halkının tayin edecekleri kimse, o milletin temsilcileri olur, her ülke temsilcisini seçer, onlar da imam seçip akid yapılır. Bunda mutlak ekseriyet kâfidir. Böylece İbn Hazm'm, bu görüşü red için yaptığı itiraza da yer kalmaz. Çünkü o, onların seçmesi, bir araya gelmesi zordur, meşakkatlidir, Allah kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez, dinde zorlama yoktur, diyor.
Halbuki bu usulde güçlük yoktur. Kolaylık için bir usuldür. Böylece hak ve adalet üzere iş görülmüş olur, müslümanlar arasında işbirliği yapılır, şura usulü gerçekleşir. Cenabı Hak şöyle buyurur: "Onların işleri aralarında şura yoluyladır," (eş-Şura, 42/38)
298 - İbn Hazm'ın önerdiği Veliahd Usulü:
İbn Hazm'ın imamet akdi için ileri sürdüğü iki yol da sakıncalıdır, islâm toplumu için tehlikelidir, her ikisi de işi fesada ve ehil olmayanı tayine götürür. Şöyle ki:
1. Sağ olan halifenin veliahd tayin etmesi, bu işi veraset usulüne çevirir, Emevi hükümdarlığı, Doğuda, Batıda bu veraset esasına dayalıydı. Bu da işin sarsılmasına sebeb oldu, eski halifenin yerine geçecek kimseyi veliahd göstermesi, en iyisini seçmek için hiç de iyi bir yol değildir. Bu işi yalnız verasete götürmekle kalmadı, iki büyük sakınca da doğurdu:
a. Ya bu makama ehil olmayan biri veliahd yapılır, yaşı küçüktür, zayıftır veya fısk ve fesada dalmıştır. Çünkü zulüm ve unvanla halife veya Emirü'l-Mü'minin unvanını taşıyan bu hükümdarların saraylarındakı o yaşayış tarzı, içlerinde iradesine hakim, kuvvetli bir adam yetişmeğe elverişli olmadı onların dereceleri nesilden nesile zayıfladı, nihayet iş o hale geldi ki fesat aldı yürüdü. Köleler ve hizmetçiler hakim oldu, Müslümanların işi, güzel cariyelerin, kölelerin, oğlanların eline kaldı. İbn Hazm bütün bunları gördü ve yaşadı, bunları tarihe geçirdi. Bundan başka bu yolda veliaht göstermenin hiçbir esası yoktur. İlk sahabiler böyle bir şey yapmamıştır. Bu Muaviye'nin İslâm'da çıkardığı bir bid'attir.
b.İbn Hazm'm ortaya attığı bu veliahd usulü, imameti koyu bir istibdada soktu. Şura usulü ortadan kalktı, İslâm usulü hükümetin özü gitti. Cenabı hak şöyle buyurur: "Onların işleri aralaruıda şura yoluyladır" (eş-Şura:42/38) Bilemem, bu nassm ortadan kalkmasına İbn Hazm'm gönlü nail'razı oldu? . . Şura usulünün zayi olması, müslümanlarm işini bozdu, İbn Hazm'm sık sık delil olarak getirdiği ayeti kerimenin istediği gerçek yardımlaşmanın manası ortadan kalktı: Ayeti kerime şudur: "İyilikte ve takvada yardımlasın, günahta ve isyanda yardımlaşmayın." (el-Maide, 5/2) Çünkü hükümde yardımlaşma askerin itaati gibi, mutlak itaat değildir, asıl yardımlaşma, görüş alışverişinde bulunmak, danışmaktır, bu da şura ile olur. Onun için değil midir ki, Hz. Peygamber bile, umuma dair olan işlerde müşavere yapmakla emr olunmuştur. "İş hususunda onlarla istişare et, karar verip azm ettikten sonra Allah'a tevekkül et." (Ali İmran, 3/159)
299 - Endülüs'deki Hilafet Kavgaları ve Acıklı Sonuç:
2. Önerdiği ikinci usûl de İslâm cemaatı için birinciden hiç de daha az tehlikeli değildir. Hatta o daha karışıktır, anarşidir. Kendisinde hilafet şartları bulunduğunu iddiaya kalkışan bir kimsenin, ki bu şartlara haiz olduğu nasıl söylenir ve bunu İbn Hazm gibi bir adam nasıl söyler? Diğerleri kendisinden daha faziletli olsa bile, Önce iddia eden nasıl imam sayılabilir? Hatta ibn Hazm bununla da yetinmiyor, daha faziletli olan etrafında toplanıp onu destekleyenleri günah işlemiş olmakla suçluyor! Belki de o, şu hadise dayanıyor: "Size bir kimse gelip de; sizin cemaatınızı parçalamak maksadıyla, başka bir adama tabi olmanızı isterse onu öldürün!" Bu, buraya uymayan bir Şeydir, mücerred, kendi iddiasıyla ortaya çıkan kimseye uymuş olur mu? Çok garip bir sözdür.
İbn Hazm'ın bu tarz düşünmesi, Emevilerin içinde bulundukları o karışık durumdan, çağının ahvalinden ilei gelmiş olsa gerek. O, çağında Endülüs’deki ahvalin, İslâm hükümetlerinin en kötü bir hali olduğunu unutmaydı ve hükmünü ona göre vermeliydi. Onun zamanında Emevilerin bir sürü adam ortaya çıkıp her biri hilafet iddiasına kalkıştı ve her biri Emirü'l-ü mmın unvanını takındı. Hatta bu Emirü'l-Mü'mincikler, hilafette birbirine a ıp gelmek için hristiyan hükümdarlardan yardım dilenecek kadar küçüldüler ve bunlar kısa zamanda oldu. Nihayet hükümetleri fesad buldu, yok u- Müslümanlara birbiriyle boğuşması sonu, o yitik cennet Endülüs'de müslümanlara olan oldu. Bunda nice ibretler vardır, ibret alan hani?
Sahabe Arasında Üstünlük
300- İbn Hazm Emevi Taraftarıdır:
İbn Hazm'ın ashab arasındaki faziletlere dair bir risalesi vardır.[12][12] Bu risale onun el-Fasl kitabında aynen mevcuttur. Biz bu risalede olanları burada sayıp dökecek değiliz, ancak ashab arasında Hz. Ali b. Ebu Talip ile ashabdan saydığı Muaviye'nin İbn Hazm'a göre yerini belirtmek için, ondan bazı bölümleri almak istiyoruz. İbn Hazm Emevi eğilimlidir, Emevi dostudur, Doğuda ve Batıdaki Emevi hükümdarlarının halifeliklerini sahih görür. Haklı ve yerinde olarak, Emevilerin Endülüs'ü en iyi idare ettiklerini söyler. Gerçekten Emeviler devrinde Endülüs birleşti ve en parlak günlerini, altın devrini yaşadı. Onlardan sonra dağıldı ve perişan oldu. Nihayet müslümanlara tuzak kuran, fırsat kollayan düşman, bu dağınık durumdan yararlanarak Endülüsü yaktı, o cennet kayboldu gitti. Hatta İbn Hazm, Emevilere çok sıkı taraftarlıktan dolayı Hasibi olmakla, yani Hz. Ali'ye ve evlatlarına açıkça düşmanlık göstermekle itham olundu. Bu risalesinde onun gerçek görüşünü ve dayanağını gösteren satırlar var.
301- En Faziletli Ashabı Seçme Usûlü:
İbn Hazm, bu risalesinde Hz. Peygamber'den (sas) sonra ashabın en faziletlisi kim olduğu hakkında, muhtelif fırkaların ve ulemanın sözlerini sıralıyor: Kimisi Hz. Ali diyor, kimisi Hz. Ömer b. Hattab diyor, Kimisi Ca-fer-i Tayyar b. Ebu Talib diyor, kimisi de Hz. Ebu Bekir diyor ki bunlar çoğunluktadırlar. Bundan sonra bu konuda, Zahiriye Mezhebi sahibi Davud b. Halefin sözünü naklederek diyor ki: "Davud b. Ali fakih (Allah ondan razı olsun) demiştir ki; Peygamberlerden sonra insanların en faziletlileri Hz. Peygamber efendimizin ashabıdır. Ashabın en faziletlileri ilk Muhacirlerdir, sonra Ensar'm evvelkileridir, sonra onların ardından gelenlerdir. Onlardan bir tabakadan muayyen bir insanın diğerlerinden daha faziletli olduğunu kesin olarak diyemem, bize geçmiş ulemanın kavli böyle olduğu rivayet olunmuştur. Yusuf b. Abdullah b. Abdulber, bir çok defalar onun sözlerinin ve inancının böyle olduğunu söyledi." Bu görüşte şahısları değil tabakaları faziletli saymak var. Her tabakanın bir derecesi ve ona göre sa-habilerin değerleri var. Fakat İbn Hazm, şahsı tayin etmeyen bu görüşü beğenmiyor. Halbuki en doğrusu bu, çünkü falanı falandan daha faziletli deyince, birinin hakkı yenmiş, küçük düşürülmüş olabilir, bu ise haksızlıktır.
îbn Hazm'a göre, Hz. Peygamberden (sas) insanların en faziletlisi Üm-mühatı, Mü'minin- Mü'minlerin analarıdır. Onlardan sonra Peygamber'in halifesi Hz. Ebu Bekir Sıddık, s,onra Hz. Ömer gelir. Sonra başta gelen sahabeleri adlarıyla sıralar.
302- İbn Hazm'ın Fazilet İçin Koyduğu Ölçüler:
İbn Hazm, en faziletli sahabiyi seçmede, haksızlığa düşmesin diye, kendine göre bir fazilet ölçüsü koyuyor. Bunun için de fazileti iki bölüme ayırıyor: İhtisas fazileti ve amel fazileti. İhtisas faziletinde insanlar ve diğerleri ortaktır. İhtisas Allah'ın bir ihsanı ve vergisidir. Meleklerin yara-dılışmdaki faziletleri, peygamberlerin diğer insanlara olan fazileti, Mekke'nin bütün ülkelere, Ramazan ayının diğer aylara olan üstünlüğü böyledir...
Amel ve amele verilen mükafat dolayısıyla olan fazilet için bir ölçü vardır, butölçü ve tartıda kim ağır basarsa o fazileti kazanır, bu tercih yedi şeyde yapılır;
1. Farz ve nafile amelleri kâmil olup olmadığı
2. Niyyet ve ihlas bakımından Allah rızası için olup olmadığı
3. Derece bakımından bütün haklara, vaciplere riayet edilip günahlardan sakınıp sakınmadığı
4. Zamanda göze alınır, İslâm'ın ilk devirlerinde ezalara katlanma, muhtaçlara yardım etme durumu
5. Hüküm bakımından eşit olmak, farzlarda eşit olurda birinin nafilesi daha çoktur.
6. Mekan bakımından, biri daha zor bir yerde vacibi yapar.
7. Nisbet bakımından fark: Biri Peygamberle beraber olur.[13][13]
303- Hz. Aişe'yi Hz. Fatıma'dan Üstün Sayması:
ibn Hazm, bu ölçülerini tatbik ederek Hz. Peygamber'in zevcelerinin, peygamberlerden sonra, insanların en faziletlileri olduklarını s'öyler, çünkü onlarda hem özel yakınlık fazileti, hem de amel fazileti var. Allah Teala onları dünya kadınları arasından seçip Peygamber eşleri yapmıştır, onunla birlikte bulunmuşlardır, bunlardan başka onlar, Kur'an diliyle ibadet eden, niyaz eden, sabır eden saliha kadınlardır, onlardan daha çok iyi arnel işleyen yoktur, böylece ilahi yakınlık ve Rabbani feyizle birlikte onlar amel-i salih bakımından da üstündürler.
Onların, kadın erkek dünyadaki bütün insanlardan faziletli olduklarını beyandan sonra onların Peygamberin kızlarından bile faziletli olduklarını söyler. Onun eşlerinden her kadın, ciğerparesi olan kızı Hz. Fatı-ma'dan da faziletlidir der. Hz. Peygamber'in (sas): "Fatıma mü'nıin kadınların efendisidir" hadisi şerifini şöyle anlatır: "Hz. Peygamber'in (sas) bu hadisi şerifini biraz açıklamak isteriz: Allah'ın tevfiki ile diyoruz ki: Ha-dis-i Şerifte: "Fatıma, mü'min kadınların seyyidesi ve bu ümmetin kadınlarının efendisi" buyurulmuştur. Hadisteki kelimelere riayet etmek gerekir, Hadisi şerifte seyyidlik zikrolunuyor, fazilet değil. Halbuki Hz. Peygamber aleyhisselam, Hz. Aişe'nin diğer kadınlara olan fazileti, üstünlüğü şeridin (tirit) diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir" demiştir. Seyyidlik, faziletten başkadır, hiç şüphesiz, Hz. Fatıma (Allah ondan razı olsun) Hz. Peygamber'in kızı olması itibari ile dünya kadınlarının efendisidir, seyyi desidir. Seyyidlik bir şereftir. Fazilet bölümünden değil, iki hadis arasında elbette bir çelişme yoktur, alemlerin Rabbına hamd olsun.[14][14]
304- Hz. Fatıma'nın En Faziletli Olduğunu Tanımaz:
İbn Hazm'ın sözü böyle, bir türlü anlayamıyorum, Hadis-i Şerifte geçen seyyidlik ile fazilet arasını nasıl olup da ayırıyor; Hz. Peygamber (sas) ne-seble, soy sopla öğünmeyi men etmiştir. Kızı Hz. Fatıma'ya, neseb sana fayda vermez, bir şey kazandırmaz demiştir. Buna göre buradaki seyyidliğin lügat bakımından mânası dini şerifte ve takva ve ameli faziletten başka bir şey olamaz. Hz. Fatıma (Allah ondan razı olsun) Peygamber beşiğinde yetişti, Hz. Peygamber'in kucağında büyüdü. Hiç şüphesiz en mükemmel ahlak, en çok dini fazilet üzere yetişti, böylece diğer kadınlara örnek olacak niteliktedir. Onların seyyidliği amel ve takva iledir, başka şeyle değil. "Aişe'nin diğer kadınlara fazileti şeridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir." Hadisine gelince, bu kesinlikle onun diğer kadınlardan üstün olduğuna asla delalet etmez, nerede kaldı ki Hz. Fatıma'dan üstün olduğuna delalet etsin. Bizzat mü'minlerin anası Hz. Aişe, Hz. Fatıma hakkında şöyle demiştir: "O, asla diğer kadınlar gibi değildir."
Onun için ben, İbn Hazm'ın bu konuda, onun bu sözü sanırım ki şiddetle Emevi taraftarı ve bir de Şia'ya karşı olmasından ileri gelmiştir. Çünkü Hz. Fatıma ve Hz. Ali'ye nisbetleri dolayısıyla fazilet ve üstünlük iddia eden Şiadır. Şia ile Emeviler arasındaki çekişmeler ise malum. İbn Hazm, onların bu yüzden bir üstünlükleri olamayacağını, Ali ve Fatıma'dan daha üstün olan Aişe bulunduğunu söyleyerek onları arka planda bırakmak istiyor ve intisab ettiğiniz Fatıma'dan, Peygamber eşleri üstün olduğunu kurcalayıp tereddüt uyandırırken, diğer yandan Hz. Ömer'e nisbet olunan garip bir sözü ekleyip nakil ediyor. Halbuki bu söz, Hz. Ömer hakkında bildiklerimize tamamıyla uymaz. GüyaPHz. Ömer şöyle demiş: "Ebu Bekir, Muti aviye'den daha hayırlı ve daha faziletlidir, Muaviye de Ebu Bekir'den daha çok seyyidlik vardır."
Hz. Ömer'in böyle bir söz söylemesi mümkün değildir. Çünkü Hz. Ömer seyyidlikte nesebe bakmaz, seyyidliği, şerefte amele, işe bakar. O Ömer ki, Muaviye'nin babası olan Ebu Süfyanla beraber kapıyı çalan Habeşli Bilâ-le ve Ammar'a izin veriyor, Süfyan'dan Önce onları kabul ediyor, bunu yapan Ömer'di, Muaviye, Ebu Bekir'den daha seyyiddir, efendidir, demesi nasıl mümkün olur. Dinine ve ahlakına son derece bağlı olan Ömer, kalkıp da cahiliyyet devrinde seyyid olan ve başta bulunanlara, İslâm devrinde de sey-yiddirler, zan uyandıracak bir sözü söyler mi hiç? Onları, Ebu Bekir Sıd-dık derecesinde sayıp, hayır ve fazilet işlerinde, ululukta onların Ebu Bekir'le kıyaslanmasına meydan verir mi? Fakat aşırı Emevi taraftarlığı, Ha-dis'de Hafız ve mevsuk olan İbn Hazmı bu garip sözü kabul etmeye sürüklemiştir. Allah'ın gözünü ve gönlünü açmış olduğu'Ömer'in ahlakına ve haline uymayan bu sözün aslı yoktur.
305 - Ümmühât-ı Mü'mininden Sonra En Faziletli Sahabi Ebu Bekir'dir:
İbn Hazm, Hz. Peygamber'in zevcelerinden sonra en faziletli sahabinin Hz Ebu Bekir olduğunu açıklar. Ve onu Hz. Ali b. Ebu Talip'le mukayese ederek üstün çıkarır. Ebu Bekir, Ali'den daha çok cihad da bulundu der. Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer Mekke ve Medine'de hem lisanlarıyla, hem de işleriyle cihad yaptılar. Hz. Ali ise Mekke'de çocuk olduğundan yalnız Medine'de kılıçla cihad yaptı. Lisanla cihad, kılıçla cihaddan hiç de aşağı değildir. İbn Hazm şunu da söyler: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali'den daha âlim idi der ve bunu isbata uğraşır. Onun fetvalarının ve hadis rivayetlerinin Hz. Pey-gamber'den sonra yaşadıkları ömürlerine nisbet olununca, daha çok olduğunu söyler. Hz. Ebu Bekir 2 sene 6 ay yaşadı. Hz. Ali ise 30 yıl gibi uzun bir ömür yaşadı. Sonra Hz. Ebu Bekir Sıddık, Hz. Ali'den daha güzel Kur'an okuduğunu, daha muttaki ve zahid olduğunu belirtir. El u Bekir, yakınlarından kimseyi vazifeye tayin etmemiş, Hz. Ali ise, amcası Ab-bas'm oğullarını vali yapmış! Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ali'den daha çok sadaka verdiğini ve ilk müslüman olduğunu söyler.
306*- Hz. Ebu Bekir'i Överken Hz. Ali'yi Küçük Düşürmesi: İbn Hazm, sözüne devamla Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ali'den daha iyi siyaset bildiğini ve Ebu Bekir'in ülkeyi çok iyi idare ettiğini söyler, bu doğru değildir. Ancak Hz. Ali'yi küçük düşürmeye ve Muaviye'nin günahını Hz. Ali'ye yüklemeğe hakkı yok. Müslümanları parçalayıp birliğini bozan Ali değil Muaviye'dir. Ebu Bekir hakkında haklı olarak şöyle der: "O, İran ve Bizans'a boyun eğdirdi, ülkelerini aldı, bayraklarım yerinden indirdi. İslâm'ı ülkelere yaydı, küfrü zelil ve perişan etti, müslümanları da yordu, fakirlerini zengin etti, zelillerini şerefli kıldı. Aralarında birleşip kardeş oldular. Kur'an hafızı oldular, dinde bilgi sahibi oldular."[15][15]
Sonra Hz. Ali devrine gelip şöyle demektedir: "Halbuki Hz. Ali devrinde halk bunun tanı tersini gördü. Müslümanların birliği dağıldı, sözü ayrıldı. Müslümanlar birbirinin boynunu kılıçla vurdular, birbirlerinin kalbine ok sapladılar, iki taraf birbirinden on binlerce müslüman öldürdü, kardeşinin kanına girdi. Onların böyle birbirleriyle uğraşmaları diyarı küfürden bir köy bile almalarına meydan bırakmadı. Hatta müslümanlarm elinde olan yerlerin çoğu bile kâfirlerin eline geçti, bu güne kadar müslü-manlar bir türlü birleşip bir araya gelemedi."[16][16]
Bu söz çok doğru! Fakat bunun vebalini Muaviye ve benzerleri yüklenmelidir, günahı onların boynunadır. Bu, Hz. Ali'nin siyaset bilmediğine delalet etmez. Kusur onda değil, kusur onun asrmdadır. Onun devri, Hz. Ebu Bekir devri gibi değil. Hz. Ebu Bekir, Muaviye ve benzeleri devrine kadar yaşamış olsaydı, o irtidat ve irtica olaylarında o şiddeti gösterseydi, Muaviye ve yandaşları yine sürtünürlerdi. Fakat Hz. Ebu Bekir'in devri: Hz. Ömer, Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah, Halid b. Velid, Sa'd b. Ebu Vakkas devriydi. Müslümanlara kucak açıp onları bağrına basan Ensar devriydi. Azadlı köleler ve köle oğullarından onların muhalifleri yoktu!..
Bu ihtilafın günahı, baş kaldırıp isyan edene, hak sahibi olana karşı çıkana aittir. Hak sahibi olana değil. Şartlar başka başka olduğundan bu mesele de onları birbirleriyle ölçmenin yeri yok. Bu ihtilafın günahı, kıyamet gününe kadar Muaviye'ye ve bu batıl davasına yardım edenlere aittir! ...
307- Ashabın Hepsi, Sınıf Sınıf Fazilet Sahibidirler:
İbn Hazm, bu mukayeselerden sonra Hz. Ebu Bekir'in en faziletli saha-bi olduğu hükmünü veriyor. Hz. Ömer de Hz. Ebu Bekir'in aynıdır, o da onun gibi faziletlidir. (Allah her ikisinden de razı olsun) Biz, bunda İbn Hazm'la beraberiz, her ne kadar İslâm arslanı Hz. Ali'ye karşı kullandığı bazı sözleri kınıyorsak da, Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer'in her ikisinin en faziletli sa-habiler olduklarında asla şüphe yoktur. Onun bu hükmü yerindedir ve kesindir. Bunlara tamamıyla muvafıkız. O, Hz. Osman'la Hz. Ali (Allah onlardan razı olsun) arasındaki üstünlüğe gelince, duruyor. Fakat sonradan kesin bir surette bir şey söylemeden Hz. Osman'ın, Hz. Ali'den daha faziletli olmasını tercih ediyor ve şöyle diyor: "Kafi olmamakla beraber bize öyle geliyor ki, Hz. Osman, Hz. Aliden daha faziletlidir. Bunda bize muhalif olanı da hatalı saymayız. Doğrusunu Allah bilir, çünkü onların faziletleri çok defa birbirlerine yaklaşır."
Evet o, Hz. Osman'ın İslâm kahramanı Hz. Ali'den daha faziletli olduğuna kesin karar vermiyor. Zaten o, Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer'den başka Muhacirlerden bir kimsenin diğerlerine üstün olduğunu kesin olarak söylemiyor ve şöyle diyor: "Ömer b. Hattab'dan sonra Muhacirlerin hepsinin faziletli olduklarını söyleriz. Ancak onlardan herhangi birinin diğer birine üstün olduğunu kesin surette söyleyemeyiz. Örneğin Hz. Osman b. Af-fan, Osman İbn Maz'un, Hz. Ali, Cafer Tayyar, Hamza, Talha, Zübeyr, Ab-durrahman İbn Avf, Mus'ab b. Umeyr ve bunların emsali hep bu sınıftandır. Sonra Akabe Biatmda bulunan Medineliler, sonra Bedir Savaşında bulunanlar, sonra sırasıyla diğer savaşlarda bulunanlar, hepsi fazilet sahibi olup Hudeybiye'ye kadar önceki savaşta bulunanlar sonraki de bulunanlardan daha üstündürler. Muhacirlerin ve Ensar'm (Allah onlardan razı olsun) hepsi Hudeybiye de Rıdvan Biati yapılıncaya kadar bu kademe üze-rindedirler. Biz kat'i olarak inanırız ki, onların hepsi mü'mindirîer, salih kimsedir. Hepsi de iman, hidayet ve hayır üzere ölmüşlerdir. Hepsi Cennet ehlindendirler. Onların hiçbiri Cehenneme girmeyecektir."[17][17]
308- O, Hz. Ali'ye Düşmanlık Güden Nâsıbîlerden Değildir:
Bu konuda İbn Hazra'ın dedikleri böyle. Bundan şu iki husus anlaşılıyor:
1. O, Hz. Peygamber'in zevcelerinden ve Hz, Ebu Bekir'le Hz. Ömer'den başka ashabdan kimseyi kesin olarak başkasından üstün saymıyor.
2. İlk İslâm savaşlarında bulunan Ashab-ı Kiram'dan bir Önceki savaşa katılanlar, ondan sonraki savaşa katılanlardan daha üstündürler. Mesela; Bedir savaşmdakiler, Uhud savaşına katılanlardan daha faziletlidirler. Evet her biri fazilet sahibidir, hepsi Cennet ehlindendirler. Hudeybiye Gazaşı'ndan Rıdvan Biatına kadar böyledir. Ondan sonrakiler bunlardan daha geridedirler, onlar da Cennet ehlinden olup asla Cehenneme girmeyeceklerine dair kesin bir nas yoktur...
Netice olarak anlaşılıyor ki, İbn Hazm Hz. Ali'ye kin besleyenlerden değildir. Hz. Ali'ye ve onun evladlarma düşmanlık güden Nâsibîlerden değildir. Ancak Şia'ya karşı çok şiddetlidir.
[1][1] Bu risaleyi, Said Efgani, İbn Hazm'ın güzel bir biyografisi ile birlikte Şam'da basmıştır.
[2][2] İbn Hazm, el-Fasl, c. IV, S. 46
[3][3] Bak. İbn Hazm, el Faal, c. IV, s. 48
[4][4] Eski kaynaklarda imam kelimesi geçer, halife daha sonra kullanılmıştır.
[5][5] İbn Hazm, el-Fasl, c. IV, s. 87
[6][6] Aynı kaynak, c. IV, s. 89
[7][7] Aynı kaynak c. IV, s. 166
[8][8] îbn Hazm, Aynı kaynak, s. 167
[9][9] Aynı kaynak, c. IV, s. 17
[10][10] Aynı kaynak, özet olarak
[11][11] Aynı kaynak, sh, 171
[12][12] Bu risaleyi Said Efgani bastı, İbn Hazm'ın biyografisini güzelce yazdı. Bu risale-. de İbn Hazm'ın el-Fasl kitabının IV. cüzünde aynen vardır. 111. sahifeden başlar. Bu bize el-Fasl kitabı hakkında bir fikir vermektedir. Bu kitap muhtelif konulara dair risalelerin bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Başka başka fasılları bir araya toplandığından bu adı almıştır.
[13][13] İbn Hazm, Mufadele Risalesi s. 174-180
[14][14] İbn Hazm, el-Fasl, c. IV, sh. 46
[15][15] İbn Hazm, Mufadıla Risalesi, s. 250, Efgani baskısı
[16][16] Aynı kaynak, sh. 250
[17][17] Aynı kaynak, sh. 265