İbni Hazm'ın Hayatı

Önsöz

Bismillahirrahraanirrahim...

Bütün alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ve senalar olsun. Tüm insan­lara rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'e salât ve selâm ederiz. O, doğru yolu göstermiştir. O'na indirilen Kur'an-ı Kerim en mükemmel dini getirmiş, en doğru olanı bildirmiştir. Kur'an'ı, O'na Ruhu'1-Emin Cibril ge­tirdi ve hakîm olan Rasul beyan etti. O'na, O'nun âline ve ashabına salât ve selâm olsun.

İlmi herşeyi kapsayan hakîm Mevlâ'nın inayetiyle ben, müslümanlar-ca mezheb imamı oldukları ittifaken kabul edilen dört imam (Ebu Hanife, Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel) hakkında birer eser yazdım. Bunların ic-tihaddaki usûl ve yollarına, müslümanlar tâbi olmuşlardır, içtihad merte­besine erişemeyenler onların delillerini bilerek onlara uymuşlar, diğerle­ri de delile bakmaksızın onları taklid etmişlerdir.

Bundan sonra ben, Allah'ın lütfuyla, içtihad mertebesine erişen içtihad ve ihtiyar sahibi olarak fıkha ilk devirlerde olduğu gibi geniş meydan ^çan bir imama dair eserimi yazdım. Ancak bu, her ne kadar içtihad etmiş ve hüküm çıkarmada bulunmuş ise de, fıkıh mes'elelerinin, pek azı dışın­da, dört imamın vâsıl oldukları neticenin dışına çıkmamıştır, kendine ait görüşler fazla şey tutmaz. Onu dört imamdan ayrılıp tek kaldıklarından ba­zısı Imamiye gibi diğer mezheblerce de kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu zat da, Takiyeddin Ahmed İbn Teymiye'dir.

Zaman önceliğine itibar edersek, İbn Hazm'ı daha evvel yazmam gere­kirdi, zira o, İbn Teymiye'den üç yüz yıl kadar önce yaşadı. Fakat biz, İbn Hazm'ı geriye bıraktık, ancak bu onun rütbesi ondan geri demek değildir. Onu daha sonraya almamızın sebebi, onun başka nev'iden bir fakîh olma­sıdır. Onun fıkhı her ne kadar asılda birse de, dört imamın getirdikleri nev'inden değildir; her ne kadar maden birse de renk başkadır. Evet, hep­si de bu iki temiz kaynaktan, Kitap ve Sünnetten kana kana İçip ümmeti sulamışlardır. Bu mü'minler için şifa ve rahmet olmuştur.

İbn Hazm, Zahiriye Mezhebi fakihidir. Zahiriye Mezhebi İmamı Dâvud Asfahani'nin fıkhını ihya etti. Onun mesleğini tuttu, onun rengine boyan-dı, delillerle onun fer'i meselelerini te'yid edip genişletti, kesin sözlerle onun muhaliflerini susturdu, ilzam edici, susturucu delillerle münakaşa etti, ateş­li saldırılarla hücum meydanlarında dolaştı. Kendisine yardımcı olacak bir şey bulursa, bazı imamların sözleriyle Zahiriye Mezhebi görüşlerini takvi­ye etti. Sahabe ve Tabiîn fıkhını güzelce açıklayıp böylece ortaya faydalı bir hazine çıkardı. Suyu kurumayan bir kaynak buldu. Selefin eserlerinin bu gür ve berrak kaynaklarından nice nefis inciler derdi ve bu konuda yega­ne kaldı.

Bu bakımdan dört imamın fıkhını anlattıktan ve onlara yakın olan İbn Teymiye hakkında konuştuktan sonra, İbn Hazm'a yönelip onun neler yaptığını bilmemiz gereklidir. Tâ ki, İslâm fıkıh kaynaklarına neler kattı­ğını, nelerle beslediğini ve cumhur fukaha arasında onun rengini tanımış olalım.

İbn Hazm, fıkıhta dört imamın içtihad ve istinbat usulünden biraz ay­rılmış, fukaha arasında kendine mahsus bir nev'i renk taşımış olmaktan başka, ayrıca o büyük bir araştırıcı, şanlı bir hadis âlimidir.

O, milletler tarihini, dinleri, fırkaları çok iyi bilir ve bunları tartışır. O, nesir ve nazımda kudretli bir şairdir, şiirleriyle büyük şairlere yaklaşır. Ede­bî nesirleri, mâna üstünlüğü, hayal güzelliği, kelime ustalığı, parlak üslûp akıcılığı ile seçkindir. Yazdığı nesir yazılarında, edebî eserleri, üstün ifa­de, parlak tâbir, güzel tasvir, sağlam ve doğru mâna ve derin fikirlerle do­ludur. Ruhların coşkunluğunu, yüreklerin atışını, gönüllerin heyecanını, duygu fışkıran ibarelerle, parlak ve kıvrak ifadelerle tasvir eder. Bu bakım­dan o, nesir ustaları arasında birinci sırada sayılır. Onun nesiri, bir söz ka­labalığı, kelime gürültülerinden ibaret değildir. Parlak ve düzgün şık ke­limelerle bürünmüş, güzel ve derin mânalar yüklü bir ifadedir.

îbn Hazm, sadece fıkhı yeni bir renk almış, fukaha arasında yetişmiş bir edip olmakla kalmaz. O, zamanında İslâm diyarının cenneti sayılan bir ül­kede yetişmiş kişidir ki şimdi orası yalnız anılarımızda yaşamaktadır. O, anısı kalblerde hâlâ kanatan, gönülleri hasretle yakan, gözleri yaşartan, imanlı yürekleri türlü üzüntülerle dolduran Endülüs'dür. Orası gerçekten İslâm tarihinin en acıklı bir trajedisi olmuştur.

Biz, İbn Hazm'ı yazarken, İslâm fakibiyle doğudan batıya beraber git­tik. Bu, bereketli Endülüs diyarını, kaybolan bu dilber sevgiliyi bir hatır­layış ve anıştır. "Sen hemen hatırlat, zira hatırlamak mü'minlere fayda ve­rir." (ez-Zariyat, 51/55)

Yüce Mevlâ'dan dileğimiz ve niyazımız o dur ki, bu büyük fakihi, bu ün­lü hadis âlimini, geniş görüşlü, derin düşünceli, ileri görüşlü bilgini türlü yönleriyle tanıtmakta bizi başarılı kılsın. Anlatmaya çalıştığımız kişi, ay­nı zamanda bir şair olup, nazım ve nesir edebî yazılarıyla kalbleri coştur­makta, gönülleri okşamakta, kulakları ve ruhları doyurmaktadır. Allah'ın lütfü ve tevfiki olmazsa, hakikata ulaşamayız, doğru düşünceyi bulamayız. Gerçekten doğru yola hidâyet buyuran O'dur.

26 Rebiül'ahır 1373 2 Ocak 1954

Muhammed Ebu Zehra[1][1]

Giriş

1- İbn Hazm'ı Bize Tanıtanlar:

Ebu Mervan b. Hayyan, İbn Hazm'ı şöyle anlatır: "O, ilim yüklüydü. Ken­dine muhalif olanlarla tabiatı gereği çekinmeden tartışır, bütün gücünü or­taya koyardı. Allah'ın âlim kullarından almış olduğu ahdi tutardı: «Bildik­lerini insanlara beyan edecekler ve onları asla saklamayacaklar...» O, mü­nakaşalarında hiç bir tarizden çekinmez, en acı şeyleri söyler, en ağır darbeler indirerek koca kaya parçalarını bile hardal danesi gibi dağıtırdı. Bu yüzden kalpler ondan nefret etti, insanlar kaçtı. Zamanın fukahasıyla çatıştı, onlar da ona kin bağladılar, onun sözlerini reddetmeye koyuldular. Onun dalalette olduğunu söylediler. Sultanları, emirleri onun fitnesine al­danmaktan uyardılar, avamı onun dediklerini almaktan sakındırdılar. Bu sebeple hükümdarlar, onu yanlarına yaklaştırmadılar, kendi ülkelerin­den sürgün ettiler... Fakat o dediğinden asla dönmedi, onlara boyun eğme­di. Tuttuğu yolda yürüyüp çöl halkından, hiçbir kınamadan korkmadan ta­lebe arasında ilmini yaymaya devam etti. Onlara ders okuttu, hadis riva­yet etti, kendi kültürünü aşıladı. O, bir yandan ders verirken, eser yazma­yı da ihmal etmedi, her ilme dair eser yazdı, kitapları bir kaç deve yükü tu­tar hale geldi. Ancak bunlar fukahanın ve ilim talebesinin istifadesine arz ulunamadı. Hatta bunların bir kısmı Işbilye yani bugünkü Sevilla şehrin­de yakıldı, alenen yırtılıp parçalandı. Fakat bu, yazan yıldırmadı, fikirle­rini yayma gayretini kamçıladı, mücadelesine inatla devam etti. Onun hakkında en insaflı davrananlar, onun ilm-i siyaseti bilmemesini kusur sa­yarlar..."[2][2]

2- Ona Karşı Çıkma Sebepleri:

Çağdaşı olan tarihçilere göre İbn Hazm işte budur. Çağındaki âlimler arasında onun mevkii böyledir: Geniş ve derin bir ilim, büyük bir fazilet, fakat mücadelede şiddet, açık sözlülük. Onun kendine Özgü bir tutumu var­dı. Bu yüzden, devrinin âlimleri ondan hoşlanmadılar, hükümdarları, emirleri ona karşı tahrik ettiler. Sürgünden sürgüne gitti.

Bilemeyiz; fukahanın ona cephe almasının sebebi acaba nedir? Kuvvet­li delillerle onlara hücum edip cevaptan aciz kalmaları mı? Yoksa Endülüs'de yaygın olan Mâliki Mezhebine muhalefet edip, alışık olmadıkları Zahiriye fıkhını tutması mı? O, bilmedikleri bir metodla bu mezhebi işliyor, onu şiddetle savunuyor, onlara çok sert cevaplar veriyordu. Sözleriyle onların görüşlerini mi çürütüyor, yoksa o görüşün sahibini mi yaralıyor, bu hiç umu­runda değildi. O, görüşünü söylüyordu, madem ki doğru bildiği görüşünü söy­lüyor, söz ve hitab tarzı ona göre önemli değildi. Bundan başka o, kendini insanlardan üstün tutuyordu, onların seviyesine inmek istemiyordu.

Belki de bu iki sebep birleşti de bundan dolayı, çağındaki fukahanın ve başkalarının kalblerinde ona karşı bir kin yerleşti. Bunların dışında bir de şu sebep olabilir: Allah'ın ona lütuf ve ihsan ettiği nimetler sayesinde o, bol­luk içinde yüzüyor, diğerlerinden daha üstün bir hayat yaşıyordu. Emirle­rin atıyye ve bağışlarına bakmıyor, ailesinden ona kalan servet sayesinde müreffeh bir yaşayış içindeydi. Bunun da muhalifleri üzerinde etkisi olu­yordu, o da bu yüzden kendini onların üstünde görüyordu. Göz, kendinden üstün olanlara bakmaktan hoşlanmaz, kişi kendini yukarıda sayanları sevmez.

3- Fukaha ile Ümeranın Birleşip Kitaplarını Yakmaları:

Tarihçilerin kaydettiği gibi fukaha, hükümdarları, emirleri ona karşı tah­rik ettiler. Fakat tarih olaylarının arasından sızıntılardan anlaşıldığına gö­re, gerçekten onların buna ihtiyacı da yoktu. Sadece onu takip etmek için bir bahaneye ihtiyaçları vardı. Fukaha işte bu kapıyı açmış oldular, onla­rın kinine yol açtılar. Böylece bu kudretli âlime karşı iki düşmanlık cephe­si kuruldu: Biri ulema ve emsali, diğeri de emirler ve saltanat işleriyle il­gili olan âmirler. Zira İbn Hazm, ateşli bir Emevî yanlısıdır. Doğuda da, Ba­tıda da onların namı anılırdı, muhaliflerinin ise anılır yüksek bir mevkii yoktu, onu bu yüzden çekemiyorlardi. Onu Hz. Ali'nin düşmanlığı ile itham bile ettiler. Fukahanın İbn Hazm'a cephe alması ve ona bazı ithamlar yö­neltmeleri, onu tuzağa düşürmek isteyenlere fırsat hazırladı. Böylece in­sanları ondan soğuttular, ona ezâ ve cefâ ettiler. Fakat ilim nûr gibidir, ha­va gibidir. O her tarafa yayılır, kimse onu avucunun içine alıp haps edemez. Onun yayılmasına kimse engel olamaz. Düşmanlığı o kadar ileri götürdü­ler ki, onun kitaplarını bite yaktılar. Yakanlar ve yaktıranlar-hakkında bir şiirinde şöyle der:

"Her ne kadar şu kağıtları yakıyorsanız da, O kağıtlardaki ilmi yakamazsınız, Çünkü onlar benim göğsümde saklıdır.

Ben nereye gitsem ilmimde gider Nerede olursam o da yanımdadır, Benimle beraber kabre defn olunur.

Kağıtları kitapları yakmayı bırakın,

Benim karşımda bilgiler varsa onunla konuşun,

Ta ki insanlar kimin ne bildiğini görsünler.

Bunu yapamayacaksanız, bilginiz yoksa,

Yeniden ilkokula dönüp, yeniden öğrenmeye koyulun,

Yoksa, başka çıkar yol yoktur."[3][3]

4- Geniş Bilgi Sahibidir:

Baştan başa mücadelelerle dolu bir hayat, işte kudretli âlimin hayatı bu. O, her ne kadar nimet içinde yüzen bir ailede doğduysa da, hayatı nimet için­de geçmedi, o geniş ufuklara açılan bir fikir sahibi oldu. Felsefe, tarih, li­san, edebiyat okudu. Eski cahiliye şiiri ile İslâm dönemi şiirlerinin çoğu­nu ezberledi, hadis okudu. Hadisleri toplayıp tedvin etti. Onun el-Muhal-lâ adlı fıkıh kitabı, Hz. Peygamber'in sahih hadislerini ne kadar çok bildi­ğini, sahabe fetvalarına, tabiin asarına olan derin vukufunu çok güzel göstermektedir. O, bu konuda dibi bulunmaz engin bir denizdir. O eski din­leri bildiği gibi, milletleri ve İslâm fırkalarını da çok iyi tanırdı. Yahudi­lerin ve Hristiyanların İslam'a saldırılarına karşı İslâmı savundu, Endü­lüs'de, - bu İslâm diyarında - müslümanları müdafaa etti. O zaman Endü­lüs, oraya gelen herkese kapılarını açmıştı. O serbest ülkede herkes hür ola­rak yaşardı, hiç bir şeyle mukayyed olmayarak istediğini okur ve okutur. Dilediği gibi konuşur ve tartışırdı. İbn Hazm, İslâm'a dil uzatanlara cevap verirdi, onların yüzlerinden perdeyi yırtarak kötü düşüncelerini meydana çıkarırdı.

Onun bu mücadeleleri ve redleri kitaplarını doldurmuştur. Bunlar hem ilim, hem edebiyat dilini birleştiren güzel ve sağlam bir ifade ile yazılıdır. O, umumî ve hususî tarihi bilirdi. Milletler, taifeler ve fırkalar tarihine vu­kufu vardı. Milletlerin nasıl meydana geldiklerini, nasıl yaşadıklarını ve nasıl yok olup gittiklerini tanırdı. O üstün bir akılla, bunların hepsinin se­beplerini, neden böyle olduklarını çok iyi bilirdi ve bunları açık bir kalem­le kitaplarına yazardı.

5- Sevgi ve Aşka Dair de Yazdı:

Bunların hepsinden başka, o, ruhlar üzerinde araştırma yaptı. Psikolo­ji ilminde de derin incelemeleri vardır. İnsanların iç alemine daldı, fikir­leri analize etti, fertlerin ve toplumların üzerinde ruh incelemeleri yaptı. Hattâ sevgi ve aşk hakkında yazdı, sevgi ve aşkın kalplerde nasıl başladı­ğını anlattı. Bu konuda Tavku'l-Hamâme[4][4] kitabına bakmak yeter. Ora­da bu fıkıh adamının, âşık bir gönlün ince duygularını, gençlik arzularının heveslerini nasıl dile getirdiğini görürsün. Bunlar zan ve hayale dayanan şeyler değil, görgü ve tecrübe mahsulüdür. Bunları kitaplardan toplayıp al­madı. Bunları bilgi ve duyguya dayanarak yazdı. Olayların içinden derle­di ve bunu kolayca yaptı. Çünkü o, gençliğinde nimet ve refah içinde yüzen bir ailede yaşadı. Evlerinin içinde, salonlarında cariyeler, güzel hizmetçi­ler dolaşırdı. O, başkalarının ne yaptıklarını gördü, kendi gözlemlerini ka­tarak bunları, bahçeler içinde yeşillikler arasında akan ırmaklar gibi, tat­lı ifadelerle anlattı.

6- Onun Hayatı, Diğer imamlardan Farklıdır:

İşte bunlar, bu seçkin âlimin hayatının muhtelif yönleri. Bunlar okuyu­cuya, onun hayatının türlü dönemlerini, eserlerinin çeşidini göstermekte olup, her biri muhtelif ve hatta birbirine zıt,yönleri olan bir kişiyi tanıtmak­tadır. Onun kitaplarının her sahifesi kuvvetli şahsiyetin bir yönünü dile ge­tirmektedir.

Onun şahsi hayatı, daha Önce hayatlarını inceleyip yazmış olduğumuz imamların hayatları gibi sade ve basit değildir. Onların hayatları (Allah on­lardan razı olsun) bir türlü düşünce zinciri halindedir, ancak fıkıh sahasın­da başka şeylerde görüşleri ayrı olabilir, bu esasta değil, asıl görüşlerinden dışarı, kenarda kalan bir şeydir. İbn Hazm ise bambaşka tarzda bir adam­dır. Bildiğiniz gibi o, seçkin bir edebiyat adamıdır. Çağındaki ve ülkesinde­ki yazarlardan hiçbirinde asla aşağıda değildir, belki de o iyi görüş, parlak buluş, güzel tasvir bakımından onlardan daha üstündür. Bunlardan başka o, vezir hanesinde yetişmiş bir fıkıh ve siyaset adamıdır. Kendisi de vezir­lik .yapmıştır. Aynı zamanda o bir fıkıh ve hadis alimidir, tarihçidir. Tesir dereceleri değişik olsa da bunların hepsinin onun kişiliğini oluşturmada et­kisi vardır. Bunların hepsi karışarak bu dahi şahsiyeti meydana getirmiş­tir. Onun hayatını incelerken, birbirine bağımlı bu karışık yönlere onu yö­nelten âmilleri behemehal beyan etmek gereklidir. Bu tesirler her ne kadar muhtelif olsa da birbirine zıt da sayılmaz. Bazen ilk bakışta zıd gibi görün­se de inceleyince, kaynağın bir olduğunu buluruz, ırmağın kolları ayrı ye­re dökülse de, bazısı bulanık, bazısı berrak olsa da, çıktıkları yer birdir.

7- Onda Zıt Gibi Görünen Tabiatın Bulunması:

İbn Hazm'ın hayatında ve eserlerinde ilk bakışta birbirine zıt iki şey gö­ze çarpar;

1. Aşk ve aşıklar, yâr ve dostlar hakkında, sevginin tadını tatmış, aşkın gönüllerde uyandırdığı duyguları bilen bir kimse gibi yazmasıdır.

2. Fıkıh, hadis ve kelâm ilimlerine dair vukufla eserler yazıp muhalif­leriyle yaptığı tartışmalarda onları susturucu delilleriyle hardal tanesi gi­bi ezip darmadağın etmesidir. Birincide, atıfet dolu bir kalb var, ikincisinde ise sert bir dil bulursun. Onun için İbn Kayyım onu bize şöyle vasıflandı­rır: "Aşka dair sözleri su şırıltısı gibi tatlı akar, ikincisinde ise kelimeler serttir, katıdır, silah şakırtısını andırır."[5][5]

Biz, onun hayatının devrelerini dikkatle araştırdığımızda, bunların kaynağının bir olduğunu görürüz.

Birincisi: Nimet içinde yüzen, bolluk içinde yaşayan zengin bir gencin kalemidir. Evlerinde güzel hizmetkârlar, para ile satın alman köle ve ca­riyeler doludur. Tavku'l Hamâme (Güvercin Gerdanlığı) kitabında gençlik hayatını tescil etmiştir. Bunlar onun 20-35 yaş arasındaki notlarıdır. On­dan sonra gençlik örtüsünden sıyrılıp olgun hayata girdi, aynı zamanda sa­kin hayattan da ayrıldı, acılarla dolu, şiddetli bir hayatla karşılaştı. Her ne kadar servet bolsa da, sükun yoktu, İlmî bir hayata döndü. Hadis, fıkıh, kelâm okudu, fırkaları inceledi. Bunlardan başka cihad ve mücadele için­deydi.

Bu ince duygulu gencin eski atıfeti, beyan edeceğimiz gibi böyle temiz bir haldeydi. Fakat yine kuvvetli, keskin tabiatı, onu sert bir mücadeleci yaptı. Şekil her ne kadar değişik ise de her iki işde de asıl birdir. Düşünür­ler, âlimler, şairler, bu konuda çok şey demişlerdir. Bir tabiattan, bazen, zahiri birbirine zıt görüşler, fakat asıl kaynakta birleşen iki şey meydana gelebilir.

8- Çok Yönlü Bir Âlimdir:

Şüphesiz ki bu, her devrinde, görünüş ve şekil itibariyle farklı olması ba­kımından, bizi her devirde onun hayatını incelemeye zorlamaktadır. Çün­kü her devrin zamanı farklı, her vaktin meyvesi ayrıdır. Gençlik dönemin­de derin psikoloji analizleri yapan eser verdi, olgunluk çağında da şanlı ilim mirasını bıraktı.

Onun ilim mirası bir daireye kapalı değildi, çok ufuklu, çok yönlü idi: O, eski dinleri bilen bir âlimdir. Geçmiş peygamberlerin ahvalini, sonradan o dinlerin nasıl tahrif olunduklarını, hedefe ulaştıran kaynakları çok iyi bi­ti)

lirdi. İslâm fırkaları, onların doğuş sebepleri, nasıl başladıkları konusun­da bilgi sahibiydi, onları çürütmeyi çok iyi beceriyordu. Bunların hepsini el-Fasl Fü-Milel ve'n-Nihal kitabında görüyoruz. Bu konuda onun görüş­lerini ve metodunu belirtmek için geniş inceleme gerekmektedir.

Bunlardan başkaca o, milletlerin tarihini, özellikle İslâm tarihini araş­tıran bir tarihçidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bunların hepsinin üs­tünde şair ve edip bir yazardır. İbn Hazm'ı lâyıkıyla tanımamız için, bun­ların hepsinin etraflı bir surette araştırıp açık ve aydın olarak incelemek gerekir. Onun ilim sahalarından her biri için özel bir bölüm ayırarak o ilim­deki yerini ve metodunu belirtmek icab eder. Yoksa bu iş eksik kalır.

9- Baştan Şafiî îdi, Sonra Zahiriye Mezhebine Girdi:

Bütün bunların üstünde İbn Hazm, büyük bir fıkıh ve hadis âlimidir. O, hadis ve ilmin her dalında ün saldı, bütün rivayetlerin çoğunu, özellikle fı­kıh hükümlerine dair olanları topladı. Fıkıh araştırmalarında özel bir metod tuttu.

Tarihçiler diyorlar ki: O, fıkha önce Şafiî olarak o metodla başladı, bi­raz sonra Zahiriye Mezhebini benimsedi. Zahiriye Mezhebinin kurucusu olan Dâvud İsfehânî de baştan Şafiî Mezhebinden yetişmişti. İbn Hazm'da öyle oldu. Demek Zahiriye Mezhebi, Şafiî Mezhebinden doğmuş oldu.

İbn Hazm'ın Zahiriye Mezhebini incelemesi, müstakil bir görüşle olmuş­tur: O, her meselede tâbi değildir, mezhebin oluşmasında onun da katkı­sı vardır, adını taşıyan, resmini andıran mezheb ile arasındaki bağlantı­yı bilmek gerekir. Acaba o sadece Dâvud Zâhiri'nin, mezhebini ihya eden birisi midir? Yoksa, kıyası almaması bakımından Dâvud'la aynı, asılda bir­leşen bir metodda ittifak eden bir müçtehid midir? O, kimseye tâbi olma­yıp, müstakil bir bayrak taşıyan serbest fikir sahibi bir araştırmacı mıdır?

Evet, bunların hepsini incelemek gerekir, ve bu öyle pek kolay bir iş de­ğildir.

10- Usûlünü Kendi Kurdu ve Yazdı:

İbn Hazm, kendisi bir usûl ortaya koyarak onu yazdı. Bunda, İmam Şa­fiî'nin istinbat yolunu ve ictihad usulünü alarak bir metod tuttu; bunları el-İhkâm fi Usûli'l-Ahkâm adlı eserinde uzun uzadıya anlattı. Bu usûlün okunup incelenmesi, diğer fukaha usulleriyle, özellikle Dâvud Zâhiri'nin usulüyle mukayese edilip tartılması gerekir. O, bu geniş kitabından baş­ka ayrıca Zahiriye usûlüne dair daha kısa bir kitap da yazdı. Bu iki kitap bütün noktalarda birleşiyor mu? Onun özel metodu ile Zahiriye Mezhebi­nin umumî usûlü arasında bir ayrılık varsa, derecesini bilmek için bunla­rı incelemek gereklidir.

Asıl görüşte birbirine yakın olan iki metodu birbirinden ayırmak güç­tür, farklı metodlar arasında bu daha kolaydır. Zira, metodlar arasındaki mesafe uzaklaştıkça, bunun gereği onlar birbirinden kolayca ayrılır, fakat birbirlerine yaklaşıp hattâ isimde birleşince, o zaman bunları ayırmak in­ce ve dikkatle araştırmayı, her görüşü hassas bir terazi ile tartmayı gerek­tirir.

11- O Kıyası Tanımadığından, Nass ve Eser Bulamayınca Ne Yapardı?

îbn Hazm, kıyas tanımayan bir fakihtir. O, kıyasçı fukahayı sert bir dil­le tenkid eder. Yine böylece istihsan kaidesini de acı bir dille eleştirir. Fa­kat bu konuda nasslar her zaman acaba ondan yana mıdır? O da içtihad et­ti, fer'i meseleler ortaya çıkardı ve çözdü. Onun el-Muhallâ'sı birçok fer'i meselelerle doludur. Acaba bunların hepsi nasslara ve esere uygun düşmüş müdür? Kuşkusuz o, fıkıh çalışmalarında en çok âsâra dayanır. Sahabe ka­villerini, tabiîn fetvalarını alır, müsned, mürsel, münkati hadislerini ka­bul eder, meşhur olsun olmasın bütün hadisleri makbul sayar, mevzu ol­duğu sabit olmayan bütün hadisleri alır. Bununla beraber, olumlu olum­suz çözmeğe çalıştığı bütün fer'i meselelerde nasslarm onun imdadına kâ­fi geldiğini sanmıyoruz. Miktarı ne olursa olsun, o da hüküm verirken iç­tihada başvururdu. Evet, o nasslara ve âsâra dayandı, usûl ortaya çıkar­dı, fer'î meseleler çözdü, meseleleri kendi usûlüne göre halletti, usûlü­nün meyvelerini aldı.

O, hükümlerini nasıl verdi, nasıl istinbat etti, bu, üzerinde durulacak bir şeydir. Onun kaçındığı kıyasa düştüğünü söylemek istemiyoruz, çürüt­tüğü kıyası aldı diyemeyiz. Çünkü o, kıyasın iptaline dair uzun bahisler, kitaplar yazdı. Ancak nass ve eser yardımına koşmayınca, fıkıhtaki tutu­mu neydi, nasıl çözerdi, onu bilmek istiyoruz. Şüphesiz ki bu yan tutma­yan bir tarzda incelenmeyi gerektirir, tâki onun metodu, olduğu gibi açık­lığa kavuşsun, yazarın arzu ettiği gibi değil. İş olduğu gibi anlaşılsın, ya­zarın görüşü meydana çıksın.

12- O Zaman Endülüs İlmin Gelişmesine Müsaitti:

Şüphesiz ki, her âlimin çağıyla arasında bir sürtüşme, kaynaşma olur. ibn Hazm, çağının ruhundan en çok etkilenen, onun meyvelerinden fayda­lanan bir âlimdir. Onunla çağındaki fukaha arasında tartışmalar olmuş­tur. Onlar Maliki Mezhebindendirler, o ise Şafiî idi. Sonra ise Zahiriye Mez­hebine geçti. Bu mezhebi savundu, onlarla sert tartışmalara girişerek mezhebi kurdu. Bir âlimle çağı arasındaki kaynaşma olunca, çağdaşı olan dıger ulema ile aralarında uygunluk var demek değildir. Bazen muhalifi olan, o çağın ruhuna muvafık olandan daha yakın olabilir. İbn Hazm'da bu açıkça bellidir. Zira o, çağının ruhuna, zamanının fukahasımn hepsinden daha yakındır. Baksana o, aşk ve aşıklara dair bile yazdı. Zira çağında, ül­kesinde bunlar vardı. Endülüs refah ve bolluk içinde parlak bir medeniye­te kavuşmuştu. Bir çok zenginler, zevk ve safa içindeydiler bu da edebiyat­ta gazelin, şiirin çoğalmasını doğurdu, hayal ufukları her sahada genişle­di, her meydanda dolaştı durdu. Bu şartlar altında bir âlim gelir, aşkı ana­liz ederek yazar, olanları sebeplerine bağlarsa, o , bundan çekinen âlimden daha çok çağının ruhuna cevap vermiş olur. O, araştırıcı bir âlim dikkatiy-le, ilmi istikrar yoluyla yazmakla, çağına uymuş, ona tesir etmiş ve ondan etkilenmiş olur. Onun çağı, verimli, bolluk içinde yüzen bir devirdi. Âlime fikir sahası açan, muhtelif görüşleri ileri sürmeğe müsaid, aklı her türlü çalıştırmaya yol veren bir devirdi. Âlim, fikrini besleyip geliştirecek her tür­lü gıdayı bulabiliyordu. Bunlar kafasından olgunlaşmca, insanlara, ken­di şahsiyetini katarak, bir nevi yeni ilim verebiliyordu.

13- Endülüste Hristiyanlarla Müslümanlar Karışımı:

Endülüs, Hristiyan ülkelerine en yakın olan bir İslâm ülkesiydi. Müs­lümanlar, Hristiyan memleketlerinin içlerine kadar sokulmuşlardı. Hat­ta bu ülkelerden bazılarından haraç alıyorlardı. Bazı Hristiyan memleket­leri ise, Endülüs İslâm Devleti'nin bir parçasi olmuştu. Bunlar, ilk zaman­larda cizye vermeyi kabul etmişlerdi. Fakat sonraları İslâm Devleti'nde bir diken oldular, müslümanlarm başına felaket getirdiler. Onlar vasıtasıyla Hristiyan orduları Endülüs İslâm Devleti'nin kalbine sokuldular.

Endülüs'de Hristiyanlarla bu karışım, maddî karışımın yanısıra fikir ka­rışımını da doğurdu. İçtimai bakımdan buluşmalar, ilim ve fikir sürtüşme­leri meydana getirdi, Kurtuba'daki mektebler, medreseler, İbn Hazm ça­ğında olduğu gibi, ondan sonra da Yahudi ve Hristiyan öğrencilerle dolup taşıyordu. Bunlar mantık, felsefe gibi aklî ilimleri öğreniyorlardı. Bunun yanı sıra müslümanlarm fikirlerini şaşırtacak şeyler saçıyorlardı. Temiz ve berrak ilim alıyorlar, şüphe uyandıracak bulanık görüşler ortaya atıyor­lardı.

İbn Hazm, şüphesiz bu tür fikir eğilimlerine cevap verdi, onları çürütüp bozuk olduklarını açıkladı, hakkı yerine getirdi. Onun kitapları, bu türlü açık belgelerle doludur. Belki de bu tür sözlerin şüphe uyandırmak mak­sadıyla İslâm düşmanlarmca ortaya sürülmesi, red cevaplarının bu kadar sert olmasından ileri gelmiştir.

14- Doğu-Batı islâm Düşüncelerinin Temas Etmesi:

İbn Hazm çağında sadece hristiyanlarla müslümanlar arasında böyle bir fikir karışması olmakla kalmamış, başka türlü bir karışım da olmuştur. Şöy­le ki, doğudaki İslâm düşüncesi, Bağdat ve çevresindeki İslâm ilim ve fen-leri, edebiyatı ile Batıdaki yani Endülüs'deki İslâm fenleri ve edebiyatı birbiriyle temasa geçmiştir. Hiç şüphe yokki, İslâm düşüncesi ve gayesi, bü­tün İslâm ülkelerinde maksatta birleşirler. Çünkü hâkim olan ancak Kur'andır. Kur'an onları bir noktada toplar, birleştirir. Hz Peygamber'in Sünneti, her yerde birdir, bu birliği pekiştirir. Fakat, iklimin, çevrenin dü­şüncede tesiri vardır. Endülüs'de yaygın olan fıkıh mezhebi, Irak'da yay­gın değildi. Endülüs'de hakim mezheb Maliki Mezhebiydi, Irak'da ise, Ha­nefi ve Şafii Mezhebi hâkim olup, bu ikisi Mağrip'den başka diğer İslâm ül­kelerinde de yaygındı. Edebiyat, san'at, rengi ve şekli itibariyle muhitin et­kisinde kalır. İbn Hazm çağında, bu Doğu ve Batı görüşleri Endülüs'de kar­şılaştılar. Ulema kafileleri doğudan ve Batıdan geliyorlardı. Şarklı ulema­dan bazıları, ilmi ve edebiyatı doğuda ve batıda beraber yaymak istiyordu. Meşhur Eğani kitabının yazan Ebû Ferec, kitabını Irak'dan önce Endülüs'de yaymak istiyordu, hattâ bunu yaptı da, Eğani Irak'dan önce Endülüs'de ya­yıldı.

Bu fikir buluşup karşılaşmalarının İbn Hazm üzerinde derin etkileri gö­rüldü, başkalarından çok, onda etki gösterdi. Meselâ o, Endülüs'de yaygın olmadığı halde Şafiî Mezhebini seçiyor, sonra da Zahiriye Mezhebini benim­siyor, halbuki bu mezheb Endülüs'e yabancıydı, hükmü yoktu.

15- Kitaplar da Bir Nevi Üstad Sayılır:

İbn Hazm'm çağı, Endülüs'de gerçekten bir ilim çağı olmuştur. Endü­lüs'de hâkim olan Emevî Hanedanı, doğuda hâkim olan amca oğulları Ab­basiler ile yarışmaya başladılar. Meclisleri ulema ile dolup taştı, kütüpha­nelerini kitaplarla süslediler. İbn Hazm, bu kitapları görüp faydalandı.

Nefhüt-Tıb şunu yazar: "Ebû Muhammed İbn Hazm dedi ki; Beni Mer-van sarayında kütüphane müdürü bana şöyle haber verdi: Kütüphanede­ki kitapların adlarını kapsayan fihristlerinin sayısı 44 olup her fihrist de 20 yapraktır. Bunlarda sadece divanların isimleri yazılıdır."

Kitapların çokluğu sayesinde araştırıcı, görüşüp ders alamadığı bir çok hocayla buluşmuş olur. Çünkü kitaplar, o üstadların ilimlerini tescil etmiş, onlarla bütün nesillere hitap etmiş olur. Bu itibarla derslerini ver­miş sayılırlar. Bu bakımdan, incelediğimiz âlimin hangi hocanın daha çok tesirinde kaldığını kestirmek güçtür, meğer ki o, hangi âlimin veya hangi kitabın onun düşüncesi üzerinde daha fazla etkisi olduğunu söylemiş ola. Çünkü onun bir çok üstadları var, bilinenler bilinmeyenlerden daha fazla, zıkrolunanlar, olunmayanlardan daha az, birbirine fikirce benzeyenler de var.

ibn Hazm zamanında kitaplar bu kadar çok olunca, araştırmacı incele­mesini yaparken, o zaman hâkim olan düşünceleri tanımak gerekir. Yine 0 zaman tedvin edilmiş olan ilimleri, muhtelif ilimlere dair yazılmış kitaplan, ders okuduğu hocaları gibi, hangi kitabın daha çok etkisinde kaldığı da bilinmelidir.

16- Endülüs'de Kargaşalıklar ve ibn Hazm'ın Siyasetten İlme Dönmesi:

İbn Hazm'ın yaşadığı çağ, siyasi çalkantılar çağıdır. Bir devletin çöküp

son bulduğu, diğer devletin kurulduğu bir çağdır. İnsanlar bu arada kar­gaşalık içinde, şaşkın halde! Baştakiler yetişiyor ve değişiyor. Teb'a ve aha­li emirlerin çekişmeleri arasında eziliyor. İbn Hazm, Endülüs'de Emevile-rin son günlerinde yaşadı. Emevi Devleti'nin yıkılıp yerine Ebu Mansur Âmır'ın geçtiğini gördü. Sonra yine idareyi Emeviler aldıysa da, az sonra yine idare ellerinden çıktı ve bunların hepsi bir asırda oldu.

Gerçekte Endülüs halkı, bu siyasi çekişmelerden uzak durdu, Doğuda­ki gibi onlar siyasete ve siyasilere karışmazlardı. Doğuda halk, siyasi çal­kantılara karışırdı ve o ateşin içinde kavrulurdu. Endülüs halkı siyasetten uzak kaldı, karışmadı, ateşte de kavrulmadı. Ancak emirler, hâkimler arasında kavga çok şiddetlenince, bundan onlar da zarar gördü. İlk önce Emevilerin düşmanı olan Berberiler saldırdı, daha sonra müslümanlara kar­şı pusuda bekleyen düşman, hristiyanlar saldırdı ve parça parça yuttu. Dün­yanın gerçek sahibi yüce Allah'tır.

İbn Hazm, siyasete karışan bir ailedendi, kendisi ve babası siyasetin için­de idiler. Babası vezirdi, ondan sonra o da vezir oldu. Başında idarenin acı-tatlı yanlarını tattı. Sonraları ise, günleri hep acı geçti. Onun için sonra­dan siyaseti bırakıp kendini ilme verdi. Böylece ilim âlemine zengin bir fi­kir hazinesi bıraktı, onun adı, siyaset ve siyasi otorite sayesinde değil, ilim otoritesi olarak ölmezler arasında anılır. Zira ruha ait olan bakidir, mad­deyle ilgili olansa fânidir. Sabun köpüğü gibi erir gider. Allah'ın inayetiy-le ileride bunları anlatmaya çalışacağız.

17- Muhaliflerine Karşı Neden Sert Davrandı?

Tabii çevrenin, insan fikrinin oluşmasında ve yöneltmesinde etkisi ol­duğuna göre, İbn Hazm'ın yaşadığı Endülüs'e bakmak gerekir: Alemlerin Rabbinin, bakanlar için süslediği güzel manzaralı şirin dağlar, geniş yeşil bahçeler, bereketli vadiler, yeşil çayırlar diyarı, gerçekten cennet gibi; İs­lâm'ın çiçek demeti halinde. Orada herşey güzel; yeşillikler arasında akan berrak ırmaklar, dağlarda kaynayan gür sular, yeşil vadiler...

Bunların hepsinin kişinin üzerinde etkisi vardır, ona berrak fikir, ince duygu, tatlı ve güzel zevk verir. Bunların hepsi İbn Hazm'da açıkça görü­lür. O öyle bir edip yazardır ki, fıtratta, tabiatta, varlıkta ve insanda her güzel şey onu adeta büyülemiştir. Bu, onun kıvrak üslûbunda, güzel ifade­sinde ve tatlı tasvirlerinde görülmektedir.

Bununla beraber bakıyoruz ki o, sert ifadeli bir fakihtir, karşısındaki­lere aman vermez. Yukarıda dediğimiz gibi adeta o, ilmi bilen, fakat ilim siyasetini bilmeyen bir âlimdir. Bundan dolayı, bu büyük âlimin hayatı, o Endülüs cennetinde huzur içinde geçmedi. Siyasette hâkim olan bu vezir, en şiddetli ezalara, cefalara uğradı, sürgün edildi, hapse atıldı. Hayatının gençlik yıllarında nimetler içinde yüzdü, sonra hayatının yarısını baskı ve takip altında, cehennem azabı içinde geçirdi. Serveti az değildi, her ne ka­dar takibe uğradığı zaman çoğunu kaybettiyse de, elinde kalanlar ona ye­tiyordu.

Yukarıda geçtiği üzere, ona en çok düşmanlık besleyen ve onun aleyhin­de tahrikte bulunanlar, ulema idi. Onun Zahiriye Mezhebinde olmasını red­dediyorlar, Malikilere karşı çıkmasını hoş görmüyorlardı. Onlara cevap ver­meye başlayınca, sert bir dille onları çokça hırpaladı, o ne kadar sert ve ya­ralayıcı bir dil kullandıysa, onların da ona karşı tutumları daha sert ve da­ha sivri oldu.

Bu yüzden, bu ince duygulu ve temiz vicdanlı zarif edibi, muhaliflerine karşı çok sert ifadeli görüyoruz. Çünkü onlar, şiddette ve düşmanlıkta onu geçtiler, daha önce onlar başlattılar! Bunların hepsini yeri gelince göreceğiz.

18- Diğer İmamların Biyografilerine Göre Elinizdeki Eserin Özelliği:

Burada eserin anahatlarını şöyle bir kuşbakışı da olsa, kısaca anlatma­ya çalıştık, tâ ki okuyucu, bizim metodumuzu anlayarak bu dikkatli araş­tırıcı, kuvvetli mücadeleci ve edip yazar, âlim, fakih imam hakkındaki in­celememizde hangi yolu tutacağımızı bilsin.

Bu tutumu gereği gibi, gerçekleştirmek zor olmakla beraber, daha ön­ce yazdığımız imamlara dair kitaplarda bulunmayan bazı bahisleri de bu­na ilave etmek gerekir. Zira onun edebiyattaki san'at yönüne, üslûbuna te­mas etmeden bu eseri yazmamız doğru olmaz. Bu, her ne kadar fukahanm işi değilse de, onun biyografisini yazan, onun hayatım anlatan, muhtelif sa­halardaki tutumunu belirten bir kişinin, bunları ihmal etmesi, Tavku'l-Ha-mâme yazarının bu yönüne değinmemesi doğru olmaz. Şüphesiz ki, bu kı­saca olacak, şöyle bir kuşbakışı göz gezdireceğiz ve eserin asıl maksadın­dan ayrılmayacağız. Çünkü eserin asıl amacı, fakih âlim, büyük İslâm bilgini İbn Hazm'ı anlatmaktır.

Yüce Mevla'dan bize güçlükleri kolaylaştırmasını, işimizde bize başarı­lar ihsan buyurmasını, niyaz ederiz.

[1][1] Muhammed Ebu Zehra, İbn Hazm, Buruc Yayınları:

[2][2] Yakut, Mu'cemü'l-Udebâ, c. XII, sh. 248, Ferid Rufai Tab'ı.

[3][3] İbn Bessâm, Zahîre, c. 1, sh. 144 Külliyetü'l-Âdab, Kahire.

[4][4] Güvercin Gerdanlığı" adıyla tercüme edildi

[5][5] Bu konuda bkz. İbn Kayyım, Ravzatü'l-Muhibbîn