İctihad, Fıkıhta Reyin Yeri

450-îbn Hazm Din Hakkında Reyi Tanımıyor:

İbn Hazm'a göre, reyin dinde yeri yoktur. Kimse reyle ictihad edemez ve; "bu Allah'ın hükmüdür" diyemez. Reyiyle bulduğu hüküm onun hükmüdür, Allah'ın hükmü değildir. Allah'ın Peygamber'induii başka, hiçbir kimse Al­lah namına konuşamaz. Kim ki reyiyle din hakkında konuşursa, O, Allah'a iftira ediyor, yalan söylüyor demektir.

İbn Hazm reyle içtihadı reddetmekle: Kıyas, istihsan, mesalih-i mürse-le ve sedd-i zerâyiye kapılarım kapamış olur, böylece nasslar hakkında dü­şünüp onlardan illet ve sebebleri çıkarmayı ve ta'lil yolunu da kapıyor. Çün­kü içtihadın temeli, sebeb bulmadır. İbn Hazm'a göre, nasslar teabbü-didir, onların zahiri manası dışına çıkamaz, muhalif mefhumu bile alına­maz. O sadece nassları alır ve nasslarm da zahiri dışına çıkamaz.

İbn Hazm, fıkhın delillerini Kitap, Sünnet ve icmanm dar sınırlarını içi­ne almakla, din hakkında reyin tümünü reddediyor. Öyleyse önce onun din­de reyini reddetmekteki dayanağını görelim, sonra da kıyası, istihsâm, me­salih-i ve zerâyi neden iptal ettiğine bakalım.

451- Reyi İptal Delilleri:

İbn Hazm: "Din hakkında rey ile hüküm vermek kimseye helal değildir," diyerek bu kısa sözle reyi tanımlıyor ve bu konuda deliller getiriyor. Kur'an, Sünnet ve sahabe kavillerinden getirdiği deliller şöyledir:

a. Cenabı Hak şöyle buyuruyor: "Biz Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik." (el-En'am, 6/38) Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, dinin tamamı Kur'an'da da vardır. Kimse ondakine reyle bir şey katamaz. Yine Allah buyuruyor: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin, sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Ra-sulüne götürün." (en-Nisa, 4/59) Bu âyet-i kerimede dinin kaynaklarını sa­yıyor; Kitap, Sünnet ve icma. İhtilaf halinde Kitap ve Sünnete başvurur, başka bir şeye değil. Eğer dinde reyin yeri olsayı, o da sayılırdı.

b. Sünnetten delil şudur: Hz. Peygamber demiştir ki: "İlim âlimlerin için­den çekip alınmaz, ilim âlimlerin ölümüyle alınır, âlim kalmayınca insan­lar cahilleri baş edinirler. Onlarda reyle fetva verirler, hem kendileri sa-par, hem başkalarını saptırırlar." Demek rey bir nevi dalalet yolu. Kitap ve Sünnet bilgisi kalmayınca bu olur. Bu hadisin yanı sıra, Abdullah b. Amr b. As da bu manada şöyle demiş: "İsrailoğullarının işleri doğru gidiyordu, nihayet aralarına diğer milletlerden esiroğulları, köleler karıştı, onlar reyle hüküm verdiler, saptılar, sapıttılar."[1][1]

c. Şafii gibi sadece kıyası almak ve diğer imamlar gibi kıyasdan baş­kalarını da almak suretiyle rey yolunda olan fukahaya cevap verirken, sa­habe kavillerinden birçok misaller getiriyor. Onlardan biri de Hz. Ömer'in şu sözüdür: "Dininizde reyden sakının" Keza "Rey sahiplerinden uzak du­run, çünkü onlar Sünnet düşmanıdırlar." Yine onun: "Ey insanlar, rey ancak Hz. Peygamber'in reyidir, o isabetlidir, zira Allah onu korur. Bizim reyimiz zandır, zorlamadır." Ebu Bekir de şöyle der: "Allah, Kitabı hakkın­da kendi reyimle veya bilmediğim bir şey dersem, beni hangi yer taşır ve hangi gök barındırır?" Hz. Ali de şöyle demiştir: "Din eğer rey ile olsaydı, ayakların üstüne değil, altına meshetmek gerekirdi, fakat ben Hz. Peygam­ber'in üstüne meshederken gördüm."[2][2] (2)

O, sahabe sözlerinden böyle bir çok misaller veriyor. Ulemaya göre bu kaviller, nass olan yerde reyle fetva hakkındadır. Bu sözler kendilerine nis-bet olunan sahabiler, nass bulunmayan yerde reyle ictihad etmişlerdir. Hat­ta onun delil gösterdiklerinin bazısı ona delil olamaz. Hz. Ali'nin mest üze­rine mesihdeki sözü böyledir. Bu hususta Peygamber'in Sünneti var. Ali, Peygamber mestin üzerine mesih ederken gördüm diyor. Nass olan yerde ictihad olmadığında ulemanın ittifakı var, Nass yoksa içtihada gidilir.

452- ibn Hazm'ın Taassubu:

İbn Hazm, kendi delillerini getirmekle yetinmiyor, bir de rey uleması­nın kendi görüşlerine uygun olarak getirdikleri delilleri çürütmeye kalkışıp onlara hücum ediyor. İctihad ve kıyasa temel üç nass yar:

a. "Ey akıl sahipleri itibar edin." (el-Haşr, 59/2) âyeti.

b. Muaz bin Cebel'e Hz. Peygamber: "Allah'ın Kitabında ve Rasulullah'm Sünnetinde bulamazsan neyle hükmedersin dediğinde, onun; "kendi reyim­le ictihad ederim" demesini uygun görmesi hadisi.

c. Hz. Ömer'in, Ebû Musa el-Eş'ari'ye yazdığı mektupta: "Birbirine ben­zer meseleleri tanı, sonra işleri birbiriyle kıyas et" demesi.

Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerde rey ile ictihad hakkında o kadar sarahat yok, bunlar münakaşa edilebilir, ancak fıkıh kitaplarında meşhur olan bu hadis ve mektup, rey ile içtihadı açıkça göstermektedir. Acaba İbn Hazm, onlar hakkında ne der? Bunları acayip bir cüretle inkâr etti, sonra da birinciyi tevile kalkıştı. Öyle bir cüretle bunu yaptı ki, onun mezhebinde ne kadar mutaassıb olduğunu açığa vurdu. Ve bu yolda zahiriyenin metodundan bile çıktı.

453- Muaz Hadisini Yanlış Tevili:

İbn Hazm; "Muaz hadisi sahih değildir," diyor. Hadisin metni şöyle: Ha­ris ashabdan bir cemaatten rivayet ediyor: Muaz'ı Hz. Peygamber Ye-men'e gönderirken:

- "Ey Muaz, neyle hüküm vereceksin," dedi. O da:

- "Allah'ın Kitabı ile" dedi.

- "Ya Allah'ın Kitabında bulunmayan bir iş gelirse," dedi. O da:

- "Allah'ın Peygamberi neyle hüküm ettiyse onunla..." dedi.

- "Ya Allah'ın Kitabında ve Peygamber'in Sünnetinde bulunmayan bir iş olursa" deyince;

- "Salih kimselerin hüküm verdikleri ile," dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber:

- "Ya Allah'ın Kitabında, Peygamber'in Sünnetinde ve sarihlerin hikmeti yoksa," buyurunca Muaz; ,

- "Kendi reyimle ictihad ederim ve tereddüt etmem," dedi. (Bazı rivayet­lerde salih kimseler kaydı yok.)

Hadis bu... İbn Hazm ise şöyle diyor: Muaz hadisi delil olamaz, çünkü o sakıttır, düşmüştür. O sadece bu ravi yoluyla rivayet olunmuş, halbuki bu Amr meçhul bir kişi, kim olduğunu kimse bilmiyor."[3][3]

İbn Hazm, bu sert dille hadisin düştüğünü söylemekle yetinmiyor, bir de hadisin sahih olduğunu farz ederek onu tevile kalkışıyor.

a. Buradaki reyle ictihaddan maksat, müşavere imiş. Ve bu sözü Süfyan b. Uyeyne'ye atfediyor. Sünneti öğrenmek için ilim ehli ile müşavere ede­rim, demek imiş. Bana göre, kelimenin zahirinden böyle bir şey çıkmaz. Sö­zün gelişiyle de bağdaşmaz. İctihad ederim, demekten bu anlaşılmaz. Bu reyle içtihadı açıkça gösterir.

b. İkinci tevili de şöyle: Reyimle ictihad ederim demek, Kur'an'da ve Sün­nette hakkı buluncaya kadar bütün gücümü sarfederim, bunu aramağa uğ­raşırım demek olurmuş.

Görüldüğü üzere zahiriyecilerin imamı, sözü öyle tevile kalkışıyor ki, onu zahiri manasından çok çıkarıyor. İbarenin gelişinden uzaklaştırıyor. Bir de tevil yaparken haddi aşıyor, Kitap ve Sünnette bulamayınca, tekrar var mı diye bütün gücü ile arayacak,'bunu aramaya yıllarca devam edecek mi? Bu halde hak zayi olmayacak mı? O, mesele sürünüp gidecek mi? Reyle ictihad edip halletmek doğru değil mi? Sonra bu sözden murad Kitap ve Sünnet­te var mı diye tekrar aramak ise "kendi reyimle" kelimesinin kıymeti ne­dir? Çünkü bu kelimenin manası ve kıymeti, reyle ictihad da bir yeri ve hük­mü olacaksa, ona bağlıdır.

454- Muaz Hadisi Doğrudur:

Unutmayalım ki o, hadisin sıhhatim çürütüyor. Çünkü sadece Haris b Amr yoluyla gelmiş. O kim olduğu meçhul biri imiş. Onun bu iddiası yerin­de mi? Hadis meşhur olmuş, muteber tutmuş, elbette âlimler incelediler Bakın, İbn Hazm'm bu itirazlarına usul uleması nasıl cevap veriyor:

Rey ulemasından Cessas diye meşhur Ebu Bekir Razi "Fusul" kitabın­da ne diyor: "Muaz hadisini, Muaz'ın arkadaşlarından meçhul biri rivayet etti denirse, bu ona zarar vermez. Çünkü bunu Muaz'ın arkadaşlarına nisbet etmesi, onu takviye eder. Zira onlar mesvuk olmayan kimselere söz nisbet etmezler. Güvendikleri kimse ki, onlara nisbet ediyorlar. Diğer yandan müslümanlar bu hadisi kabul ettiler, aralarında meşhur olup yayıldı, hiçbiri onu inkâr etmedi."[4][4]

Hatib Bağdadi de Fıkıh ve Mütefakkin kitabında şöyle der: "Haris b. Amr, Muaz'ın ashabından bir kısım insanlardan imiş. Muaz'ın fazileti ve takvası herkesçe malum. Arkadaşları da onun gibi dindar, mevsuk, emin, salih, za-hid kimsedir elbette. Bu hadisi Ubade b. Nesiy, Abdurrahnıan b. Ganem-den, o da Muaz'dan rivayet ettiği söylenir. Bu isnad, muttasıldır, ravileri mevsuktur, tanınmıştır. Kaldı ki, ilim ehli bunu kabul etti, onu delil say­dılar. Böylece onlarca bunun sıhhati sabittir."[5][5]

Ebu Bekir İbnü'l Arabi, el-Arıza kitabında diyor ki: Bütün insanlar bu hadiste ihtilaf ettiler, kimisi sahih, dedi, kimisi de değil dedi. Ben sahih ol­duğuna inanıyorum diyor ve birçok deliller, senedler gösteriyor. Hadislerin sıhhatine çok dikkat eden Buhari'nin bunu aldığını söylüyor.[6][6]

455- Hadis Sabittir:

Özet olarak deriz ki, bu hadis'e her iki yönden yapılan tenkid yersizdir. Ravisi olan Haris meçhul değildir, ondan başka tanınmış kişiler de onu ri­vayet etmişlerdir. Muaz gibi zahid bir sahabiden rivayet edenler onun ar­kadaşları olup onun gibi zahid kimselerdir, elbette onlar yalancı olamaz­lar. Kalabalık olduklarından adları zikredilmemiştir. Buharı bile onu ka­bul etmiştir. Hatib Bağdadi onu senedle rivayetini yazar. Ulema bu hadi­si kabul etmişler, onu delil tutmuşlardır. îbn Hazm'ın bu yoldaki eleştirilen yersizdir, İbn Hazm "Mirasçıya vasiyet yapılmaz" hadisi mürsel iken, onu nasıl kabul eder de bunu etmez?

Bu hadis hakkında sözü biraz uzattık. Çünkü rey ile hükümde mezhe lerin dayanağı budur, ictihad bunun üzerine kurulmuştur.

456- Hz. Ömer'in Mektubu Doğrudur, Reyi Yasaklayan Bir Şey Yoktur:

İkinci olarak Hz. Ömer'in, Ebû Musa el-Eş'ari'ye yazdığı, yargı mek­tubunu inkâr etmesine gelince, o bu inkârında da dayanaksızdır. Bu mek­tubu sadece Abdülmelik b. Velid rivayet etti, diyor. Halbuki onun düşük ye­ri olduğunda ihtilaf yokmuş. Evet, şayet bu mektubu onun dediği gibi sa­dece Abdülmelik rivayet etmiş olsaydı, sözünün bir değeri olurdu. Fakat bu başka yolla da rivayet olunmuştu. İmam Ahmed b. Hanbel bunu başka bir yolla rivayet bilmiyoruz deseydi neyse! Fakat onun bu yaklaşımı onun yanlış değerlendirme yapmasına zemin hazırlamıştır. Kendisi sünneti iyi bilmesine rağmen ne yazıkki bu böyle. Kaldı ki bu Abdülmelik ve babası dü­şük kimseler değildirler. Bazı ulema onu temyize çıkarır. Bu mektupla da Hz. Ömer açıkça kıyasa davet ettiğinden onu inkâra kalkışmak doğru bir hareket değildir.

Hz. Ömer'in bu mektubu mevsuk kimselerden rivayet olunduğuna gö­re, bize onu kabul etmek düşer. Mektup gösteriyor ki, yüksek yerini bil­diğimiz Ömer, nass olmayan icma bulunmayan yerde kıyas yapmak gere­kir. Hz. Ömer bunu almakla sapmış değil, gereğini yapmış olur. Nass bulunmayan yerde rey ile ictihad yapmak, sahabenin yoludur. Bunu İbn Hazm kendisi de söyler. O şöyle der: "Hz. Ömer'den sonra bilinmeyen bir meselede Ebu Bekir, ondan sonra da Ömer kadar kimse dikkatli değildir. Hz. Ebu Bekir, bir mesele karşısında kalır ve onu Allah'ın Kitabında ve Pey-gamber'in Sünnetinde bulamazsa, reyiyle ictihad ederdi ve sonra da şöy­le derdi: Bu benim görüşümdür, eğer doğru ise Allah'tandır, eğer hata ise benim hatamdır, Allah'tan af dilerim."[7][7]

Bu sözün benzeri Abdullah İbn Mes'ud'dan da rivayet olunur. Bu açık­ça gösteriyor ki, bu iki ulu sahabi rey ile içtihadı almakla ve onu kabul et­mektedir. Onların bu yolunu tutup rey ile ictihad yapanlar sert bir şekil­de eleştirilemez. Öyle olunca bu taktirde bu iki sahabinin yaptığı iş de eleş-tırilmelidir ki yine bunu sert bir şekilde eleştirmek doğru değildir.

Reyi yasaklamak için İbn Hazm'm getirdiği delillerden her türlü reyin oatıl olduğu neticesi çıkmaz. "Kitapda hiçbir şeyi ihmal etmedik" (el-Enam, 6/38) âyeti iki yönden reye karşı değildir.

a. Kur'an'da hüküm ve kaideler vardır, onların içinde bir çok cezai me­seleler bulunur. Bu cüzi meseleleri bilmek, elbette rey ile olur. Bu nasslar-lakı cüzi meseleleri her yerde, her zamanda olan olayları ancak akıl bulup anlar.

b. Reyi kabul eden ulema, bunu genişleterek kıyası, istihsam, mesali-hi ve zerayi delillerini aldılar, bunlar da dediklerini Kur'an ve Sünnetin nasslarma istinad ettirdiler. Kıyas nassa hamildir, istihsan mesalih ve ze-rai delilleri dini nasslardan anlaşılan umumi kaidelerdir. Onların kaynak­larından ve Peygamberin fiillerinden alınmadır. Rey taraftarları bunlar­dan aldıkları o kaideleri Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnete uygun şekilde tatbik ederler. Böyle olunca rey ile ictihad "Kur'an'da hiçbir şeyi ihmal etmedik" (el-En'am, 6/38) ayeti arasında ayıracak yoktur.

"Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de ita­at edin?" (en-Nisa, 4/59) âyet-i kerimesi de böyledir. Bu nass olmayan yer­de reyi men etmez, hatta nas olan yerde ona uymayı vacip kıldığı gibi nass olmayan yerde düşünüp umumi kaideler koyup onları tatbik etmeyi ister. Bu da işe doğru olan rey yoludur, emir sahipleri de ulemadır.

Kur'an-ı Kerim doğru düşünmeyi, doğru reye çağırmaktadır: "Onlar Kur'an'ı düşünmezler mi? Eğer Allah'dan başkası indinden olsaydı, onda ihtilaf bulurlardı. Emniyete veya korkuya dair bir emir gelince onu yayar­lar, şayet onu Peygamber'e ve emir sahiplerine götürseler de onlardan hü­küm çıkaranlar bunu bilirlerdi." (en-Nisa, 4/82) Kur'an'ı düşünmek ve nasslardan hüküm çıkarmak istenen bir şeydir. Kitap ve Sünnetin ışığın­da onlardan umumî kaideler çıkarmak, emir sahiplerinin Kur'an'dan hü­küm çıkarmalarıdır ve bunu yayan ulema emir sahipleri olanlardır. Reyi yasaklayan hadisler, mutlak surette açık değildir.

"İlim göğüslerden zorla çıkarılmaz" hadisi nasslara dayanan rey hakkın­da değildir, nassa dayanmayan reyi zemmeder.

457- Övülen ve Zem Olunan Rey:

Şimdi de caiz olan rey ve yerilen rey hakkında konuşmanın sırası gel­di. Bakıyoruz ki, ashabdan bir kısmı reyi kabul ediyor, bir kısmı da reyi zem ettikleri rivayet olunuyor, Hz. Peygamber'den bazı ashabın reyini tasdik ettiği ve bazısını yerdiği rivayetleri var. Şüphesiz bu tastik veya yergi ay­nı şey hakkında olamaz. İki ayrı şey hakkındadır. İlk görüşümüz şudur ki: Tasdik ve kabul ettiği rey, Ebu Bekir, Ömer, Ali, İbn Mes'ud gibi ashabın ulularının Kur'an ve Sünnet gibi nasslara dayalı, onlardan aldıkları umu­mi kaidelere göre yapdıkları reyle ictihadlarıdır. Kıyas, mesalih, zerai, is­tihsan delilleriyle, nass olmayan yerdeki ictihadlarıdır, bu övülen reydir, bu zaruret sebebiyle tutulan bir fıkıh yoludur. Bunda nassların ruhunun dışına çıkmak yoktur.

Fakat yergi ve nehiy olunan reye gelince, bu da iki nevidir:

a. Nasslara ve nasslardan alınan umumî kaidelere dayanmaz, onlara gö­re değil, arzu hevese dayanan şeylerdir. Dinî bir nassa dayanmayan akıl­la istihsan suretiyle olanlardır.

b. Nassa aykırı olan reydir, nass olan yerde zaten içtihada izin yoktur. Çünkü rey, sadece zaruret suretiyle gidilen bir yoldur. Nass bulamayınca, o çareye başvurulur. Nasslara kıyas yapılır, umumi kaidelere tatbik edi­lir.

458- Rivayetlerin Arasını Bulmak En Makul Yoldur:

Bu konuda sahabeden ve Hz. Peygamber'den nakil olunan nasların arasını bulmak için ulemanın sözleri böyle, buna tevfik derler. Fakat İbn Hazm, buna razı olmuyor, çünkü o reyin hepsini reddediyor ve şöyle diyor: "Karşımızdakiler bir asıla dayanmayan reyi zem ettiler, diyorlar. Fakat on­lar merdud olan reyle hüküm verdiğine dair bir söz bulamazlar."[8][8] Ona gö­re rey ile hükmün tümü yasaktır. Fakat Ebu Bekir'in rey ile hüküm ver­diğini, eğer doğru ise Allah'dandır, değilse benim hatam dediğini nasıl in­kâr eder? İbn Mes'ud'da böyle demiştir. Hz. Ömer'in, rey ile hüküm verdiği meşhurdur, çünkü fütuhat dolayısıyla İslâm ülkesi genişlediğinden yeni olaylar karşısında kalındı, nasslarda bulunmayınca rey yolunu tuttu.

Madem ki ashab reyi aldı ve ondan nehiy ettiği olmuştur, öyleyse bun­ların arasını bulmak için böyle bir tevfik yapmak gerekir. Çünkü bunları olduğu gibi bırakmak olmaz. Makul olanı tevfik yapılır ve ulema bunu yap­mıştır.

459- Zahiriyenin Garip Görüşleri Var:

İbn Hazm, reyin tümünü terkettiğine göre, kıyas, istihsan ve mesaîih de­lillerini almadığından, nassda bir hüküm bulamayınca acaba ne yapar? O zaman nasslarda bir çare arıyor ve asıl olan istishaba başvuruyor. İstishab delilini ictihaddan daha doğru buluyor. Çünkü bunu bir asıla götürmek, ic-maya bağlamak daha kolaymış.

Bana göre bu durumda rey ile ictihad daha uygundur. Çünkü mantık bu­nu gerektirir. Benzerleri aynı hükmü alır. Aradaki benzerlik, illet birliği aynı hükmü ister. Bu illetin gereği benzerlik, bu aklın gereği açık bir şey­dir, Eşya arasındaki denklik kanunu ihtilafsızdır Bu istishabdan daha uy­gun olur.

ibn Hazm'm nassların zahirine bakması onu garip şeylere götürmüş. Ona göre domuzun artığı temizdir. Halbuki köpeğin artığı pis olup yedi defa yı­kamak, toprakla ovmak gerekir. Bu çok şaşılacak bir hükümdür. Ona gö­re nass köpek hakkında imiş. Domuz hakkında olmadığından o aslı üzere kalmış.[9][9] Yine ona göre, köpek, domuzda dahil bütün hayvanların sidiği temizdir, suyu murdar yapmaz. Halbuki insan sidiği ile su pis olur, abdest almak caiz olmaz.[10][10]

Bu da zahiriyenin garip sözlerinden biri.

Naslarm zahirine saplanıp illetine ve hikmetine bakmadıklarından bı hale düşüyorlar, nass olmayınca, eşyada asıl olan mubah olmaktır, diyor lar. Halbuki reyle ictihad yolu, illet ve sebeblere göre makul hükümler ve­riyor.

Bir de zahiriyecileri, böyle acayip şeylere sürükleyen şey şudur: Onlar dinin hükümlerinde hikmet aramazlar. Hükümleri belli hükümlere bağla­mazlar. Nassları ta'lil edip bir hikmet aramazlar. Böylece içtihadı da yıkar­lar. Şimdi nasslarm sebeb bulma yöntemine bakalım.

[1][1] en-Nübez, s. 40

[2][2] el-İhkâm, c. VI, s. 41-42

[3][3] el-îhkam, c. VI, s. 35

[4][4] en-Nübez, Hamiş, dostumuz Zahid Kevseri, s. 41

[5][5] Aynı kaynak, s. 70

[6][6] Aynı kaynak 70

[7][7] İbn Hazm, el-İhkâm, c. VI, s. 5

[8][8] el-İkkâm, c. VI, s. 40

[9][9] İbn Hazm, el-Muhalla, c. I, s. 132

[10][10] Aynı kaynak s.169