Endülüs'de Fîkir Hayatı Ve İslam Fırkaları

134- Endülüs'de îslâm Fırkalarının Azlığı:

İbn Hazm'ı incelerken, İslâm fırkalarını da etüd etmemiz gerekir. Çün­kü o el-Fasl kitabında onları fırka fırka tartışırdı. Görüşleri yazılı ve bel­li olan bu fırkalar hakkında okuyucunun bilgisi olmaksızın İbn Hazm'm gö­rüşlerini anlamaya imkan yoktur. O, bunları kitabında tesbit ve hem de sert bir surette eleştirdi. Biz bunları, o çağda maruf olmaları dolayısıyla onun çağında mı bahis yapalım, yoksa onun görüşlerinden sözederken mi ele ala­lım diye tereddüt ettikse de kitabın burasında yazmayı istihareyle tercih eyledik. Nasıl ki imamlar hakkındaki diğer kitaplarımızda da öyle yaptık. Ancak bu defa daha kısa yazacağız. Çünkü Endülüs'de, ne kelam fırkala­rı, ne de siyasi fırkalar vardı. Bunu İbn Hazm'da böyle söyler. Endülüs Ule­ması kitabında şöyle der: "Kelam ilmine gelince bizim ülkemizde türlü fır­kalar olmadığından, bu hususta fazla bir şey yoktur. Bununla beraber büsbütün de ondan uzak değildir. Mutezile'ye kail olan bir takım kimseler vardı, eser bile yazdılar, Halil b. İshak, Yahya b. Sümeniye, Hacib Musa b. Cadir, kardeşi Vezir Ahmed bunlardandır, Mutezile Mezhebine çağırır, bu­nu gizlemezdi. Biz ehl-i hadis mezhebi üzere seçtiğimiz mezhebe göre bu konuda bir kitap yazdık, o 200 varaka küçük hacimde bir kitap ise de fay­dası büyüktür. Onda meseleleri uzatıp dağıtmadan sahih delillerden neti­ce çıkardık, sağduyuya ve bedihi hislere dayandık. Bizim bu konuda tah­kike dayalı eserlerimiz vardır, kimisi tamamlandı. Kimisi tamamlanmak üzere, Allah tamamlamak nasib etsin. Biz, onları o gün için, şan için yaz­madık, muradımız Rabbimizin rızasıdır. Yardımı O'ndan umanz. Bize Al­lah yeter. O, ne iyi yardımcıdır."[1][1]

135- îslâm Fırkalarını Bilmenin Lüzumu:

Bundan anlıyoruz ki, İbn Hazm çağında kelam ilminde ulemanın görüş-nı incelemiş, onları eleştirip muhtasar veya geniş kitaplar yazmıştır. Ve yme anlaşılıyor ki, Endülüs'de Mutezile Mezhebi vardır; hatta devlet adam­larından, idarecelerden bazen bu mezhebi tutanlar olmuştur. Endülüs ahalisi de şark halk gibi inançda Ebûl Hasan Eş'ari Mezhebinde idi. İbn Hazm,bu her iki mezhebe de muhalefet etti. Öyleyse bu görüşleri bilmeliyiz, onun el-Fasl kitabında münakaşa edip yazdıklarını tanımalıyız. İbn Hazm, inanç

susunda Sahabe ve Tabiinin yani selefin yolunu tutardı. Öyle olunca, İslam düşüncesinin geçirdiği bütün fikir devirlerini bilmemiz gerekir t mezhebler arasında İbn Hazm'ın mezhebinin birini tanıyalım, demek İslam fırkalarım öğrenmemiz gerekli. Öyleyse siyasi fırkalarla işe başlayalım

136- Fitne Karabulutlarının İslâm'ı Sarması:

Hz. Peygamber (as) Refîk-ûl-Âlâ'ya yükselip Hakka kavuştuğunda itibaren Osman Zinmıreyn devrine kadar müslümanlar bir kelimede to lanmışlar, birlik halindeydiler, onun devrinde bilgisiz takımı heva ve h veslerine uyarak fitne çıkardılar, zulüm ettiler. Hz. Peygamberin hadis-şerifinde haber verdiği fitne oldu: "Öyle fitneler gelecek ki, o zaman evin­de oturan, ayakta durandan daha hayırlı olacak, ayakta duran yürüyenden yürüyen de fitneye koşandan daha hayırlı olacak. O zaman kaçacak veya sığınacak bir yer bulan hemen oraya sığınsın."

Fitneler alıp yürüdü, nihayet Halife Hz. Osman'ın (Allah ondan razı ol­sun) şehid edilmesiyle koca fitne koptu. İşte o zaman bütün işlere fitne sıç­radı, millet parçalandı, kötü bir hal aldı. Müslümanlar, Hz, Ali b. Ebû Ta­libi müslümanları birleştirsin diye imam seçtiler. Eğer kalpleri cahiliyet asabiyeti bulandırmasaydı, onu hepsi kabul edecekti, fakat fitne kapısı bir defa açılmıştı, artık kapanmadı. Şeytan, o açılan fitne kapısından çeşitli yol­lar buldu, İslâm cemaatı parçalandı, müslümanlar birbirini kırmaya baş­ladılar, nihayet Muaviye Şam'dan topladığı yandaşlarıyla Emîr'ül-Mü'mi-nin Hz. Ali'ye karşı çıktı, aralarında Sıffin savaşı oldu, savaş bağilerin, asi­lerin üzerine çökmek üzere iken Muaviye, Amr b. As'm hile ve kurnazlığı işi bozdu. Hakem usulüne başvurdular, ondan sonra da hariciler türedi.

137- İlk Parçalanmalar:

Bundan sonra müslümanlar üç fırkaya bölündüler:

a. Bunlar, şehid edilinceye kadar Hz, Ali'yu tuttular, onun ölümünden sonra da onun Ehl-i Beyt'inden yana oldular, bunlara Şia denir.

b. Muaviye tarafını tutanlar olup, sonra bunlar Emevi sülalesi olara devam ettiler. Hz. Ali'ye ve onun Âl-i Beyt'ine düşmanlık besleyip tuzak ku­ran Nâsibiler de bunlardan sayılır. Emevileri tuttuğundan İbn Hazm ı bunlardan sayanlar var. Sahabe hakkındaki risalesinden alıntı yaparak ı ride doğrusunu açıklayacağız.

c. Hariciler: Bu fırkanın asü konusu hilafettir. Hilafete lâyık olan, ı a at kime edilir diye işe başladılar. Sonra işe hilafetin aslını araştırmaya . virdiler: Hilafet dinin istediği bir şey midir yoksa, dinin karışmadığııi bir dünya işi midir? Burada sözü İbn Hazm'ın kendisine bırakalım husustaki görüşleri bize açıklasın: el-Fasl kitabında şöyle der:_ ehl-i sünnet, mürcie, şia ve hariciler imametin vücubunda ittifak ha dirler. Adil bir imama tabi olmak ümmete vaciptir, Allah'ın hüküm

Peygamberin getirdiği din üzere onları idare eder. Yalnız Nec-yerine S rsıdır. Onlara göre imam seçmek gerekmez, aralarında hakka dât »un fırkadan kimse kaldığını zannetmem. Bunlar hanefiye

U^ 11ı kabilesinden Necdet b. Uveymir'e mensuptular."

°fiU •di biz bu siyasi fırkalardan her birine kısaca işaret edelim.

Şia:

138- Şianın Kolları:

Bunlar en eski bir fırkadır. Hz. Osman devrinde ortaya çıkmaya başla­dılar Bazı tarihçiler, onların daha eski olduklarım söylerler. Hz. Osman devrinden önce de vardılar. Onların ilk tohumu sahabe içinde atıldı, Hz. Ali'yi hilafete, Hz. Ebû Bekr'den daha lâyık görenler olmuştu. Şia mezhe­binin temeli şunlardır.

a. İmamet; bir İslâm kaidesidir. Bir peygamberin onu ihmal edip ümme­te bırakması olmaz. Peygamberin imamı ya vasfıyla veyahut şahsi ile seç­mesi gerektir.

b. Hz. Peygamber'in seçtiği halife Ali b. Ebû Talib'dir. O, ashab-ı kira­mın en hayırlısı, en fazıl olanıdır. Bundan Şia fırkasında ittifak var. Fakat bundan ötesinde açık ayrılığa düştüler. Bazıları Hz. Ali'yi takdirde aşırı­ya gittiler, bir kısmı mutedildir. Mutedillere göre o sahabenin afdalıdır, bu­nunla beraber Ebû Bekir ve Ömer'in hilafetini kabul ederler, onlara leke sürmezler, çünkü Hz. Ali kendisi de onlara biat etti. Aşırı giden GuJat gru­bunun bazıları çok ileri giderler, Ali'yi Peygamber mertebesine çıkarırlar, bazıları işi azdırıp Allah Ali'ye hulul etti derler. Bunlar yahudi dönmesi Ab­dullah b. Sebe-i mel'umma tabidirler. Ali ilahtır diyenler yok oldular.

139- Şia Arasındaki Ayrılık:

Şia, halife seçmekte ihtilafa düştüler, Hz. Peygamber'in seçmesi vasıf­la mıydı, yoksa bir şahsı tayin mi etti? Eğer öyleyse halife kendisinden son­ra gelecek halifeyi şahsen seçer ve iş böyle sürer gider.

Zeydiye:

140-İmamda Aranan Nitelikler:

Peygamber imamı sec.mesi vasıfla olmuştur, diyenlerin başında Zey-h- Hüse ^n-Ur' Bunlar» Hz- Ali'nin torunlarından Zeyd b. AH Zeynelabidin Sa- ° ima °lanlardır. İmamda bulunması gereken vasıflar kimde var-

damda b 1° ^ ınsan^ar ona biat etmekle iş tamamdır. Hz. Ali'den sonra , m J*nmasını aradıkları vasıflar şunlardır: Hz. Fatıma evladından en'' â^m' cömert olmak, bir de kendisine biata davet etmek. "namı Zeyd'e kardeşi Muhammed Bakır muhalefet etti ve kendisine karşı çıkışı şart koşmayarak şöyle dedi: Senin mezhebin bu prensibine göre baban imam değildi, demek. Çünkü o kıyam edip kendisi­ne davet etmedi.

Zeydiyye'ye göre kendisinden daha efdah varken efdal olanın imam ol­ması caizdir, Sayılan vasıflar kâmil imam içindir, o hilâfete daha lâyıktır fakat ehl-i hail ve'l-akd millet içinden bu şartların bazısı bulunmayan bi­rini seçer, ona biat ederlerse, bu sahih olur. Bu asla göre Ebû Bekir ve Ömer'in halifeliklerini sahih saydılar[2][2] O, ikisine Matlarından dolayı as­habı tekfir etmezler. Zeydiyyeye göre aynı zamanda iki imamın, ayrı ülke­lerde bulunması caizdir, her biri kendi ülkesinin imamı olur.

Zeydiyye Şia'nın mutedil bir fırkasıdır. Onlara göre Hz. Peygamber imamı vasıfla beyan etmiştir, şahısla değil. Diğerler ise imamı şahsı ile ta­yin etti, derler. Hz. Ali'den sonra imamın oğlu Hasan, sonra Hüseyin oldu­ğunu ittifak ederlerse de onlardan sonrakiler de ihtilaflıdırlar.

Keysaniyye:

141- Keysaniyye'nin İnançları:

Keysaniyye'nin inancına göre, Hz. Hüseyin'den sonra imam olmak, ba­ba bir kardeşi Muhammed İbnu'l-Hanefi'nin hakkıdır. Onlar imamların ma­sum, hatadan uzak olduklarına inanırlar. Muhammed b. Hanefi ölmemiş-tir, o, Rahavi Dağı'nda diridir. Onlar ruhların tenasühüne de kanarlar, ölür­lerken ruh bir cesedden çıkar, başka bir cesede girer! Bu, eski bir Hind mez­hebidir. Onlar Cenab-ı Hak'ka bedâ nisbet ederler, haşa cenab-ı Hak'ın il­mi değişince ona göre murad ettiği de değişirmiş. Allah Teala onların de­diklerinden münezzehtir.

İmamiye:

142- Bu Mezhebin Özellikleri:

On iki imamcılara göre imamet Hz. Hüseyin'den sonra oğlu Alî Zeynela-bidin'e geçer, ondan sonra Muhammed Bakır, sonra oğlu Cafer-i Sadık, sonra oğlu Musa Kazım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Cevad sonra Alı Hadi sonra Hasan Askeri sonra oğlu Muhammed Mehdi. Bu, onikinci imam olup kaybolmuştur. Onların zannınca o Sürremenrea'da (Semerra) bir bod­ruma (sirdab) girmiş ve geri dönmemiş. Kaybolduğu zamanki yaşında da ih­tilaf ederler, kimisi 4 yaşında bir sabiydi, kimisi 8 yaşındaydı derler. Buna göre onun imam olarak idare etmesinde ihtilaf halindedirler. Çünkü ima­mın âlim olması şarttır. Bir kısmı, sabi de olsa imamın bilmesi vacip olan­ları bilirdi. Ona itaat lazım dediler. Bir kısmı ise, idare mezhebin ulemasının elindeydi dediler. 12 imam mezhebi bugüne kadar bakidir. Komşu İran’ın ahalisi onlardandır. Onların müstakil fıkıh mezhebleri olup usul ve kaideleri vardır, fer'i meseleler o usule göre kurulmuştur. Mısır'ın yeni kanunlarında onlardan bazı görüşler alınmıştı ki, mirasçıya vasiyetin caiz olması bunlardandır. Bu en râcih olmakla beraber onların bir görüşüdür.

İsmailiye Mezhebi:

143- İsmailiye'nin Türemesi:

İsmailiye Mezhebi, 12 İmam Mezhebinin bir kolu olup onlara göre İmam Şahıs olarak tayin edilir, vasfını tarifle değil. Bunlar Cafer-i Sadik'm oğlu İsmaile mensupturlar. Onlara göre Cafer-i Sadık'dan sonra imam oğlu İsmail'dir. Cafer-i Sadık'a kadar olan 6 imamda 12 imamcılarla müt­tefiktirler. Cafer-i Sadık'dan sonra ikiye ayrılırlar. 12 İmamcılar Musa Ka-zım'ı imam tanırlar. İsmaililer de İsmaili imam sayarlar. Fakat İsmail ba­basından önce öldüğünden, ondan sonra nasıl imam olur, diyenlere baba­sı nasla onu tayin etti, derler. Nassın faydası: Her ne kadar oğlu kendisin­den önce ölmüş ise de, imamlığın kendi soyunda kalmasıdır.

İmamet, İsmail yoluyla Muhammed Mektum'a kadar geçti. O, ilk gizli imam sayılır. Onlara göre takiyye olarak imamın gizlenmesi caizdir. Bu imamlığa engel olmaz. Muhammed Mektub'den sonra oğlu Cafer Musad-dak, sonra oğlu Muhamed Habîb, sonra oğlu Abdullah Mehdi gelir ki, Mağrib de hükümet kuran budur. Ondan sonra sülalesi Mısır'a hâkim ol­du, Fâtımiler Devletini kuranlar bunlardır.

ismaililer Irak'da türedi, ilk zamanlarda takibe uğradılar. Bu yüzden mezhebin salikleri İran' kaçtılar, orada bu mezhebe İranlıların eski mez­hebinden bazı kalıntılar karıştı, bazılarını benimsediler, bazıları sapıttı. Böylece İsmailiye Mezhebi taifelere bölündü. Bazıları İslâm dairesinden çık­madı, bazıları şaşırdılar, saptılar, İslâm'dan uzak bir yol tuttular. Tarih­te Hasan Sabbah, sonraları Ağahan hep İsmaililerdir.

Bunlara Batınıyye denir. Bunun sebepleri var onlara göre imam gizli de 0 ur. Dinin zahiri ve batını vardır. Buna göre Kur'an'ın ayetlerini acaib tarz-a te vil ettiler. Bu te'villere batini dediler, insanların bildikleri zahirmiş!amin bildiği esrar ise batım olurmuş. Her işlemde takıyyeye başvurur-İnançlarını gizlerler, ancak müsaid yerde aralarında söylerler. Bütün unlardan dolayı onlara Batmiyye denir.

144-İsmaililerin Sapık Görüşleri:

İsmaililerin mutedillerinin görüşleri üç şeye dayanır.

a. Feyz-ı ilahi: Allah, marifeti imamlara feyz olarak verir, imam olmaları sebebiyle onları diğer insanlardan üstün kılar; ilimleri de fazladır. On­lar da başkalarında olmayan ilim vardır. Böylece başkalarının bilmedik­lerini onlar bilirler.

b. İmamın zahirde mâruf olması gerekmez. Gizli, mestur olması caizdir Bununla beraber ona itaat lâzımdır. Çünkü o, insanlara hidayet veren mehdidir. O, bir nesilde zahir olmazsa, başka bir nesilde mutlaka zahir olur mehdi çıkacaktır. O, çıkmadan kıyamet kopmaz!

c. Dinin zahiri ve batını vardır! Hakikî batını ancak Allah'ın marifet nu­runu feyzettiği imam bilir. Bunun için o, insanlara karşı sorumlu değildir her ne yaparsa yapsın, kimse ona hata işledin diyemez. Onun her yaptığın­dan şer değil, hayır olduğunu insanların tasdik etmesi lâzımdır, böylece imamlar masumdurlar. Bunun mânası, bizim yaptığımız hataları onlar ir-tikâb etmez, demek değildir, belki bize göre, bize nisbetle hata ve günah olan şeyler, onlardaki ilme göre yol aydınlatan bir şeydir, onlara caizdir, diğer insanlara caiz değildir. Sırf bu tarzda bir düşünce kesin küfür olmaj'abi-lir. Fakat Kitapta ve Sünnette böyle bir şey yoktur. Bu yolda bir düşüncey­le Galiye denen aşırı gidenler her türlü bağlardan sıyrılma yolunu buldu­lar. Bu fırkanın tarikattaki sırrı tutma, bu sapık görüşlerin yuvası oldu.

145- Neden Kısa Kestik?

İşte, Şia fırkaları başlıca bunlardır, onlara kısaca yer verdik. Zira taf­silatlı anlatmak mevzuunıuz değil. Bu kadarcık işaret etmek yeter, İbn Hazm, Sahabe risalesinde onların bazı sözlerini eleştirmektedir, el-Fasl ki­tabında ise onlarla uzun boylu tartışmaktadır ki, yeri geldiğinde onları gö­receğiz.

receğiz.

Hariciler:

146- İlk Aşırı Fırka:

İslam birliğini parçalayan üçüncü fıkra Haricilerdir. Onlar da bir çok kolay ayrılmış olup kısaca anlatacağız. Hariciler, İslam firkaları arasında inandıklarını şiddetli surette savunanlar olmuştur, fikirlerine çok bağlıdırlar.

Sıffın Savaşı’nda hakem fikri doğunca, önce bunu kabul ettiler,hatta Hz.Ali’yi buna zorladılar.Sonra nedense buna karşı çıktılar,bunu küfür saydılar ancak Allah’ındır diye meşhur parolayı söylediler.Bir mesele hakkında şahıslar hüküm veremez hüküm Allah’a aittir dediler.Hz Osman’dan uzak olduklarını ilan ettiler eğer tevbe etmez ondan da ayrıldıklarını söylediler.Hakem usulünü kabul etmekle onu küfre girdi saydılar.Böylece Hariciler Hz.Ali ordusundan çıktı.Onlara göre halifeyi bütün Müslümanlar seçerler,hilafet Arap ailelerinden birine , meselâ Kureyş’e mahsus değildir. Hatta Necdât taifesine göre, halife seçmek dini değildir, dünya işlerindendir. Halifesiz de müslümanların işi yürürse bu caizdir, İbn Hazm'm bu konudaki sözlerini naklettik.

Haricilere göre, Mürtekib-i Kebire yani büyük günah işleyen günahkâr 1 ir Küçük-büyük günah arasında fark yapmazlar, hepsi kâfir olur. An-ak Ibadiye fırkasınca, rivayete göre onlar, nimet kâfiridirler, nankörlük pıvorlar demektir, ehli kıbledendirler, müslümandırlar. Hariciler ken­di görüşlerinde olmayan bütün muhaliflerini kâfir sayarlar...

147- Ezârıka Fırkası:

Hariciler birçok fırkalara ayrılmış olup, hasımlarına en şiddetli davra­nan Ezârıka'dır. Bunlar Hanife oğulları kabilesinden Nâfi b. Ezraka tabi­dirler. Onlara göre, kendi görüşlerine katılmayıp muhalif olan müslü­manların hepsi de müşriktirler, çocukları da müşrik sayılırlar. Hepsi de Ce­hennemde ebedi kalacaklardır. Muhaliflerin ölümü dar-ı harbdır, onları öl­dürmek caiz olduğu gibi karılarını, çocuklarını öldürmek de caizdir. Çocuk­ları, kadınları esir ahp köle yaparlar, bir Haricinin orada durması caiz ol­maz, durursa kafir olur. Peygamberlerin büyük günah işlemesini caiz gö­rürler. Zinanın cezası ancak celddir. Recin Kur'anda yoktur. İftira cezası sadece namuslu kadınlara yapılan iftiradadır, erkeklere yapılan iftirada kazf cezası yoktur.

148- Necedât:

Bunlar da Hanife oğulları kabilesinden Necdet b. Uveymir'e tabi olan­lardır. Haricilerle birlikte savaşmayanları kâfir saymakta ve çocukları öldürmeyi helal bilmekte Ezarıkaya muhaliftirler. Fakat zımmilerin ve mu-ahadelilerin kanını helal sayarlar. Onlara göre de halife seçmek dini bir iş ve vacip olmayıp bu dünya işlerindendir, insanlar eğer ihtiyaç görürlerse onu yerine getirirler, yoksa onlar dünya işlerini daha iyi bilirler.

149- Sufriyye:

Bunlar, Ziyad b. Asfere tabidirler. Bunların görüşleri Ezârıkadan daha yumuşak, fakat Necedât'tan daha serttirler. Büyük günah işleme hususun-zarıkaya muhaliftirler, onu müşrik saymazlar, onlara göre had ceza­sı olan günahları işleyen Allah'ın verdiği isimleri alır, zani, hırsız olur. Had cezası olmayanları işleyen kâfirdir. Bazılarına göre büyük günah sahibi tek-"r edilmez.

150-Acâride:

Bunlar Abdülkerim b. Acrede tabidirler ve Necedât fırkasına çok yakındırlar. Haricilerden cihada gitmeyenleri tekfir etmezler. Dar-ı Harb'den hic­reti farz değil, fazilet sayarlar. Kendilerine muhalif olanların malları öl-dürmedikçe ganimet sayılmaz. Bunlar da bir çok kollara ayrılmışlardır. Ka­za ve kader meselesinde görüşleri ayrıdır...

151- İbadiyye:

Bunlar Abdullah b. İbadiyye'ye uyarlar. Hariciler içinde en mutedil olanlar bunlardır, ve İslâm cemaatine de en yakındırlar. Aşırılıktan, ifrat­tan uzaktırlar, itidale yakındırlar. Başlıca görüşleri şöyledir.

a. Onlara muhalif olan müslümanlar, ne müşrik ne de mümindirler. On­lara kâfir ismini verirler, ancak bu nankörlük demektir.

b. Muhaliflerinin kanları aşikare değil, gizli de haramdır. Muhaliflerin ülkesi müslüman ülkesidir ancak sultanın karargahı öyle değildir.

c. Harbde muhaliflerinin kam helal olmaz, ancak, at, silah gibi harbte kuvvet olan şeyler helaldir.

Böylece onların itidali, muhaliflerine yakın oldukları görülüyor. Onun için Batı sahrasında bazı vahalarda ve Mağrib diyarında bugüne kadar kal­mışlardır.

152- Zahiriyeyi Başlatan Hariciler Mi?

İbn Hazm, Haricilerin görüşlerini derledi ve bunları eleştirdi. Fakat o, Endülüs Uleması kitabında Endülüs'de hiç harici bulunmadığını da söyler. Biz İbn Hazm'ın el-Fasl kitabındakileri okuyucu tanısın diye bu kadarcık bahsettik. Onun görüşlerini tartışırken bu konuyu da bilmek gerek. Son­ra İbn Hazm Kur'an ve Sünnet tefsirinde sırf Zahiriye mesleğini tutar. Hal­buki bu yolu ilk tutanlar Hz. Ali'nin yüzüne karşı: Hüküm ancak Allah'ın­dır diye bağıran Hariciler olmuştur. Onlar böyle demekle Zahiriye görüşü­nün temelini atmış oldular.

Bununla İbn Hazm'ın da Haricilerin çoğu gibi yanıldığını, ibarelerin za­hiri manasında durduğunu, hasımlarını onlar gibi kâfir saydığını zannet­tiğimiz sanılmasın. Lakin şunu diyebiliriz ki Kur'an'ın zahirine sarılmaya ilk yönelen Hariciler olmuştur. Tam olmasa da arada bir benzerlik var.

İtikadi Fırkalar:

153- İbn Hazm'ın Kelamdaki Yeri:

İbn Hazm'ın inanç meseleleri hakkındaki görüşlerini anlamamız için on­dan önceki fırkaları itikad hakkında neler dediklerini kısaca da olsa bil­memiz gerekir. Tâ ki onların görüşlerinden neleri seçti, hangi yolu tuttu,hunda basiret üzere olalım. Endülüs'de akaidîe meşgul olanlar, kelam 'limleri vardı. Endülüs Uleması eserinde bunlardan söz eder. İbn Hazm'ın onlarla önemli tartışmaları olmuştur. Netice itibari ile o, fıkıhta Zahiriyeci olduğu gibi itikatta da Zahiriyecidir. Bu bakımdan araştırmada önemli yer alır ve geçenlere göre yeri geleceklere tesiri anlaşılır. Onun için kısa da ol­sa İslâm'da İtikad fırkalarından ve onların görüşlerinden bahsetmek yerin­de olur.

154- Tartışılan Meselelerin Ortaya Çıkışı:

Üçüncü Halife Osman'ın devrinde başlayıp, dördüncü halife Hz. Ali'nin devri boyunca süren siyasi ayrılıklar, itikadda da ihtilaflar doğurdu. Siyasi fitneler, bazı dini görüşleri kurcaladı. Kader meselesi ortaya atıldı. Bu me­sele eski dinlerin sahiplerinin zihinlerini meşgul ede gelmiştir. Müşrikler de bunu bilirdi ve şöyle derlerdi: "Eğer Allah dileseydi, biz de, babalarımız da ondan başka bir şeye tapmazdık, bir şeyden mahrum kalmazdık" (Nahl 16/35)

Hz. Ali'nin son devirlerinde kaderden çok söz edilir oldu ve ondan son­ra, bu, daha da arttı; şöyle diyenler oldu: "Her şey kaza ve kaderle oluyor­sa, öyleyse sevab ve azab neden?" Biri şöyle dedi: "Allah'ın iradesi yanın­da insanın iradesi yoktur." Bunu ilk söyleyen Cehm b. Safvan'dır. Diğer bir grup da insanın iradesi vardır, çünkü Hak, insanda bir kuvvet yarattı, ona hür bir irade verdi, dilediğini murad eder ve yapar, bundan dolayı sorum­ludur. Bunu diyenler Muteziledir. Bundan sonra, büyük günah işlemeyi tar­tıştılar. O fasık bir mümin midir, yoksa dinden çıkmış bir kâfir midir? Yok­sa ikisi arasında mıdır? Müslümanlardan bir cemaat, fasık müslüman sa­yılır dediler. Hariciler, kâfirdir dediler. Mutezile de ikisi arasında kalır de­diler. Dördüncü bir grupda: Küfür taat fayda vermediği gibi, iman olunca masiyet zarar vermez, dediler.

Ayrıca Zat-ı İlahi'nin sıfatları, Kur'an'ın mahluk olup olmadığı mese­lesini ortaya attılar. Bunu da. ilk kurcalayan Emevi devrinde Cehm b. Safvan ile Cad b. Dirhem olmuştur. Sonra Abbasilerden Me'mun devrinde bu, çok şiddetlendi. İmam Ahmed b. Hanbel bunda çok yaman bir sınav geçirdi ve güzel bir imtihan verdi. Bu meseleler hep konuşuldu. İbn Hazm da bunları inceledi kimisine muvafık kaldı, kimisine muhalefet etti. Öyle olunca, bizim bu fırkadan kısaca söz etmemiz gerekli oldu.

155- Cebriyye Fırkası:

Sahabe devrinin sonlarında müslümanlar kader meselesine daldılar. Al­lah'ın kudret ve iradesi yanında insan kudret ve iradesi nedir, bundan bah­settiler, fakat pek derine dalmadılar, bu hususta onların rehberi Kur'an ve

hadisti. Sahabe devrinden sonra müslümanlar diğer dinler erbabı üe karışınca, bu konularda sözler çoğaldı. Bu içinden çıkılmaz meselede de­rine daldılar ve ihtilafa düştüler. Cebriyeye insan kendi fiilini yaratmaz der­ler. Ona nisbet olunan fiillerde onun tesiri yoktur. Böylece kulun fiilini in­kar edip onu Allah'a isnad ederler. Bu fiilleri yaratan Allah'dır. Nasıl ki, bitki gelişir, ağaç çiçek açar, bunları yapan Allah'tır.

Söylendiğine göre bu fikri ilk ortaya atan bir yahudidir. Buna davete baş­layan Cad b. Dirhem olmuştur ki, Kur'an mahluk mu, iddiasını da çıkaran odur (Emevilerin Horasan Valisi olan Halid b. Abdullah Kasri bunu öldür­müştür). Ca'd bunu Şam'da bir yahudiden öğrendi. Basra'da yaydı, sonra Emeviler devrinde Cehm b. Safvan ondan aldı ve bunu yaymaya koyuldu. Onun için Cebriyyeye Cehmiyye de denir. Cehm önce İran ve Horasan'ın bu davetini elverişli buldu. Orada büyümüştü. Müslüman olmadan Önce de bu düşünceleri tanırdı.

156- Cehm'in Diğer İddiaları:

Cehm Cebriyyecilikten başka şu görüşlere de davet ederdi:

a. Onun zannınca Cennet ve Cehennem fanidirler

b. Allah'ın ilmi ve kelamı hadistir

c. Allah'a, hayat sıfatı ile nitelenmez çünkü hayat mahlukatın vasfıdır,

d. Kıyametde Allah görünmez

e. Kur'an mahluktur.

Birçokları onun bu görüşlerine kapıldılar. Fakat en meşhur olan görüş Cebriyye olarak kaldı. İnsanın iradesini tanımadılar. Halef ve seleften gelmiş geçmiş birçok âlimler bunları reddettiler. Bazıları bir takımına yaklaştı. Bir kısmı da tamamen reddetti.

157- Mutezile:

Mutezile, insan iradesi konusunda Cebriyyeye mutlak surette zıt bir fi­kirle çıktı. Cebriyye Emeviler zamanında türediği gibi Mutezile de aynı çağda Irak'da ortaya çıktı. İlk önce ortaya iki görüş attı.

a. İnsan, fiilini kendi yaratır, onun her yaptığında ihtiyarı vardır. Onun için teklif olunmuştur. Bunu da en başta söyleyen Şamlı Gaylan, Ömer b. Abdülaziz zamanında buna davete başladı. O, Ömer'e bazı öğütler yazar­dı. Bu davetine devam etti, nihayet onu Hişam b. Abdülmelik öldürdü.

b. Mutezilenin ortaya attığı iki mesele; Mürtekib-i Kebire büyük günah işleyen. O ne mümin ne kâfirdir, dediler, fasık sayılır. Yani iki şey iman­la küfür arasındadır. Cennete giremez, çünkü Cennet ehlinin amelini iş­lemedi. İslâmiyetini göstermesi, şehadet kelimesini söylemesi itibariyle müslüman denirse de mümin denemez.

Mutezilenin bu iki şey: İki menzil arasındadır, sözü o çağın ruhuna uy-k içindir. Emirü'l-Müminin Hz. Ali'nin son devirlerinde ve Emeviler çağında büyük günah işleyen hakkında çok sert tartışmalar oldu. Muhtelif fırkalardan bir çok söz çıktı. Haricilerin bazı sözlerini naklettik. Tabiin âlim­lerinden Hasan Basri; "o münafıktır, mümin değildir," dedi. Mürcie ise: "İman olunca masiyet zarar vermez, nasıl ki küfürle taat fayda vermezse" dedi. Cumhur müslümanlar ise: "O âsi bir mümindir. Allah isyanın hesa­bını sorar, tevbe ederse, Allah'ın rahmetine kalır, derler. Mütezile'nin iş­te bu karışık durumda: O, iki menzil arasındadır, imanla küfür arasında demesine şaşılmaz.

158- Mutezilenin Meşhur Beş Usûlü:

İlk zamanlarda bunlar şöhret buldu. Fakat onlar hareketli girişkin bir fırkadırlar. Sonra onlar mezhebin temel inançlarını beş maddede top­ladılar. Ebu Hüseyin Hayat onları İntişar kitabında şöyle topladı. Bu beş usulü kabul etmeyen kimse mutezile adına hak kazanmaz.

1. Tevhid

2. Adi

3. Vaad ve vaid

4. İki menzil arasında bir derece

5. İyiliği emir kötülüğü men

1. Tevhid:

Ebû Hasan Eş'ari Makalatu'l-İslâmîn kitabında onlara göre tevhidin ma­nasını şöyle açıklar: İlahi tevhid şu demektir: Allah benzeri ve dengi olmak­tan münezzehtir. O'nun eşi yoktur. Hükümranlıkta O'na kimse karışamaz, insanlar hakkında olan hiçbir şey ona denk olamaz. O menfaat beklemez, ona zarar dokunmaz. Ona sevinç ve zevk ulaşmaz, o acz ve noksandan uzak­tır. O, kadın, eş ve oğuldan münezzehtir."

Bu asla göre Allah'ı görmek mümkün değildir. Çünkü görmek için cisim ve taraf gerekir. Allah'ın sıfatları zatından gayrı şeylerdir. Yoksa teaddüdü kudema - kadimlerin çokluğu lazım gelir. Yine bu asla göre Kur'an mah­luktur, kadim değildir. Allah'ın kelam sıfatı yoktur.

2. Adi:

Adle gelince; Allah Teala fesadı sevmez, kulların fiillerini yaratmaz. Al­lah'ın verdiği kuvvetle kullar emr olunanı yapar, yasaklananı yapmazlar. Allah murad ettiğini emr eder, hoşlanmadığını yasaklar. Allah, her güze­li emreder, yasakladığı her kötülükten de men eder. Kullarına güçlerine ye­teni teklif eder, güçleri yetmeyen şeyi teklif etmez, buyurmaz.

3. Vaad Ve Vaid:

Bu ise; İyilik yapana mükfat verir, kötülük işleyene zarar verir. Büyük günah işleyeni affetmez, ancak tevbe ederse bağışlar.

4. İki Menzil Arasında Bir Derece:

İki şey arasındaki menzileyi ve Mutezilenin başı olan Vasıl b. Ata şöy­le anlatır: "İman; hayır hasletlerinden ibarettir. Eğer bu hayırlar bir kişide varsa, ona mümin denir, bu medih ismidir. Övgü ismi olan mümin denmeye layık olur. Çünkü şehadet kelimesini söyler, başka hayırlı işler de yapar fakat tevbesiz dünyadan giderse o Cehennemliktir. Ahirette iki takım vardır. Biri Cennette biri Cehennemde. Onun azabı biraz hafif olur. Derecesi kâfirlerin yerinin üstündedir.

5. İyiliği Emr, Kötülükten Nehy:

İyilikler emir ve kötülükten mene gelince: İslâm davası için, bunu müminlere farz olduğunu kabul ederler. Sapıkları hidayete ulaştırmak, az­gınları irşad etmek vazifedir. Herkes elinden geldiği kadar bunu yap­malıdır, kimi kılıçla, kimi kalemle, âlim ilmiyle hatip dili ile yapar.

159- Mutezile Akılla İş Görür:

Mutezile mensupları inançlarını aklî delillerle isbat ederler, akla dayanırlar. Onlar, eşyanın hakikatini bilmeden ve inançlarını isbatta ak­la itimade sevk eden şu olmuştur: Onlar, eşyanın var olan bir şeyin iyi ve­ya çirkinliğine, yani iyi veya kötü olduğuna akılla hüküm verirler. Şehris-tani'nin el-Milel ve'n-Nihal'de dediği gibi: "İlim ve maruf hepsi akılla iyi­dir. Akılla bunları bilmek lazımdır. Enamda bulunana, iyilik yapana, şük­retmek emir gelmese de vaciptir. Hüsün ve Kubh iyi ve kötü olanın zatı sıfat­larıdır. (Mutezile başlarından Ali Cubbai şöyle der: Allah'ın emretmesi, ca­iz olan her masiyet nehy olunduğu için kötüdür. Allah'ın mubah kılması ca­iz olmayan herşey bizatihi kötüdür. Cehalet gibi. Allah'ın emretmesi caiz olmayan bir şey, Allah, emrettiği için iyidir. Allah emretmesi caiz olan her­şey bizatihi iyidir. Buna göre Allah'ın salih olanı yapması gerekir, dediler. Onların cumhuru şöyle der: Allah'tan ancak salih olan şeyler sadır olur, sa­lah vaciptir. O, yüce kudret ancak salih olanı yapar. Salih olmayanı yap­masına imkan yoktur.

160-Mutezile Neden Felsefeci Oldu?

Onların bu görüşlerinde ve düşünce metodlarmdan çıkan netice şudur:Mutezile Abbasiler devrinde çok geçerli olan felsefeyi benimsedi. Onların her âlimi düşüncesinde felsefeye yönelikdir. Fırka içinde Mutezileden başkasını bunu yaptığım görmezsin. Onların âlimlerinin çoğu, felsefeye düş-İrindü Buna biraz da mecburdular. Çünkü onlar İslâm'a hücum edenlere pvap vermeye başladılar. Bunların arasında filozoflar da var. Onlarla mücadele ederken, onların yolunu kullanmaları gerekti. Onun için, onla­ra üstün gelmek maksadıyla, felsefe öğrendiler ve hakikaten müslüman-ların filozofu oldular.

161-Akılcı Mutezilenin Akılsızca Sonu:

Abbasi devletinin başlarına, Mutezile halifelerin çoğunun en yakınları olmuşlardı. Zira Mehdi zamanında türeyen zındıklarla başedebilmek için on­lara muhtaçtı. Bu zındıklık davalarına siyasi amaçlar karışmıştı, onlar eski İran hakimiyeti, eski İran dinlerini ihya etmek istiyorlardı. Halife Me'mun ise, kendini Mutezileden biri sayıyordu. Onları destekledi, vezir­leri, katipleri, devletin yardımcıları hep onlardandı, etrafını sarmışlardı. On­dan sonra Mu'tasım ve Va'sık da onun izinden gittiler. Onun için, bu üç ha­life de Me'mun, Mu'tasım, Vasık İmam Ahmet b. Hanbel'e işkence yaptılar'. Mutezile gibi Kur'an mahluktur demeye zorladılar O, bunu demedi, dayan­dı. Bazılarının iddia ettiği gibi o Kur'an kadimdir de demiş değildir. Müte­vekkil gelince; İmam Ahmed'e eza etmeyi kaldırdı. Bu defa o Mutezileye bas­kı yapmaya başladı. Çağlar birbirini kovalayarak akıp geçti. Mutezile'nin adı silindi, namı unutuldu ancak Şia nezdinde yerleri vardı. İbn Ebu Hadid'in dediği üzere 12 imamcılar inançta onların görüşlerini alırlarmış.

Eşariler ve Maturidiler:

162- Mütevekkil, Mutezile'nin Yuvasını Dağıttı:

Bazı Abbasi halifelerinden yüz bulan Mutezile, işi azıttı. Tanınmış bir iakıh, meşhur bir hadisçi, mezhebine uyulan bir imam bırakmadılar, on­lara eza cefa verdiler, görüş ve düşüncelerini çiğnediler. Böylece müslüman-ar azınlıklara, zındıklara cevapta yaptıkları hayırlarını, bu umumi bela karşısında unuttular. Başkaları gibi kendilerine de yaramadı. İslâm'ın üyük imamlarına yaptıkları ezalar, onların İslâmî müdafalarını unuttur-u. Mütevekkil gelince, onları etrafından uzaklaştırdı, yuvalarını dağıttı. Mutezile'nin hasımlarım etrafına topladı, âlimler ve fakihler Ebu'1-Mute-eye karşı harekete geçtiler. Onlarla sert bir dille mücadeleye koyuldu-ar- Halkta onlardan yana olup destekledi.

163- Ebu Mansur Maturidi:

Hicri III. yüzyılın sonlarında ve IV. yüzyılın başlarında İslâm alemin­de iki yi]diz parladı. Bunlar doğru görüş ve kuvvetli delil ile ün salıp tabi­ileri çoğaldı. Bunlardan biri Ebu Mansur Maturidi diğeri de Ebu'l-Hasan Eş'ari'dir. Her ikisi de fukahanın ve hadis âlimlerinin kabul edip söyleye-geldiği şeylere davet ediyorlardı.

Ebu Mansur Maturidi Semerkant civarında Maturid köyünde doğdu. Ebu Hanefi Mezhebi fıkhını okuyup yetişti. Şöhreti yayıldı, Maveraün-Nehir aha­lisi, grup grup gelip ondan fıkıh, usul ve diğer din ilimlerini öğrenirlerdi. Usule dair Cedel kitabını yazdı Fıkha dair Mahizü'ş-Şeria kitabını kaleme aldı. Sonra kelam ilminde şöhret kazandı. Böylece bir itikad mezhebi kur­muş oldu. Horasan halkı, onun mezhebine girdiler, aşağıda gelecek Eş'ari mezhebine yakın bir mezhebtir. Üstad Şeyh Muhammed Abde Akaid-i Maturidiye'ye yaptığı eklerde Maturidilerle Eş'ariler arasında 30 kadar me­selede ayrılık var diyor. Fakat âlimlerin çoğu bunların cüz'i meselelerde ol­duğunu, ihtilafın lafızdan ibaret bulunduğunu, gayede birleştiklerini söy­lerler. Maturidi kelama dair: Mutezile'den Ali Ka'biye Red, Mutezi'lenin Ev­hamı, Rafaziye'ye Red, Karamati'ye Red kitaplarını yazdı, 332 hicri yılın­da öldü.

164- Ebu'l-Hasan Eş'ari:

Ebul-Hasan Eş'ari Basra'da doğdu, 330 Hicri yılında öldü. Başta Mute-zi'le de kelam okudu, Mutezile'nin başı olan Ebû Ali Cübbai'nin öğrencisi­dir. Dili çok fasih olduğundan, hocası yerine tartışmalara o katıldı. Cüb-bai güzel yazar, kalemle iyi müdafaa yapar, fakat dille münakaşayı bece­remezdi. Eş'ari sonradan Mutezile'nin düşüncelerinden soğudu, halbuki on­ların sofrasından beslenmiş, onların düşünce meyvelerini tatmıştı. Fıkıh ve akad dersi okumadığı halde, fukahanın ve hadis âlimlerinin görüşleri­ni beğendi ve onlara katıldı. Bir süre evine çekildi, mutaalaya daldı. İki ta­rafın görüşlerini, delillerini mukayese etti. Neticede vardığı görüşü insan­lara açıkladı: Basra'da halk camiye toplandı, Eş'ari minbere çıkıp şu hita­bede bulundu:

"Ey cemaat beni bilen bilir, bilmeyenlere de ben kendimi tanıtayım: Ben filan oğlu falanım, şimdiye kadar Kur'an mahluktur derdim, Allah gözle gö­rülmez derdim, ben yaratıyorum derdim, ben bunların hepsinden vazgeç­tim, tevbe ettim. Bundan böyle Mutezile'yi red edeceğim, bunların iç yüzü­nü açıklayacağım. Ey insanlar bir süre sizinle görüşmedim. Ortalarda yoktum, zira bu sırada delilleri inceleyip gözden geçirdim. Birini diğerine tercih etmeye muvaffak olamadım. Allah'dan hidayet niyaz etim. Bana hi­dayet verdi. Onları bu kitaplarımda yazdım. Bütün eski inançlardan sıyrıldım.Şu elbiseyi sırtımdan çıkardığım gibi dedi ve üzerindeki üst elbise-V1 ıkardı. Fakihlerin ve hadis âlimlerinin görüşlerine uygun ehl-i sün-t tikadına göre yazdığı kitaplarını insanlara verdi. Onlar da Mutezile'yi çalıyor, fukaha ve hadisçileri destekliyordu. İbane adlı kitabının ön-ünde mezhebini ve Mutezileye muhalefetini kısaca beyan eder. Orada Allah'a hamd ve senadan, Hz. Peygamber'e salat ve selamdan sonra şöyle d r- "Mutezilenin ve Kaderiyyenin çoğu heva ve heveslerine kapılarak re­islerini taklid ederler, onlardan geçmiş olanlara uyarlar. Kur'an hakkın­da Allah'ın indirmediği bir şekilde tevil yoluyla delilsiz konuştular. Hz. Pey­gamberden ve selefden nakil olunmayan şeyleri söylediler. Cenabı Hakkın gözle görüleceğine dair Ashab-ı Kiramın, Hz, Peygamber (as) dan rivaye­tine muhalif çıktılar.. Buna dair muhtelif yollarla rivayet vardır. Müteva-tir âsâr vardır. Hz. Peygamber'in şefaatini inkar ettiler. Selef-i Salihden bu hususda olan rivayetleri reddettiler.

Kabir azabını, kâfirlerin kabirle­rinde azap göreceklerini inkâr ettiler. Halbuki bu hususta ashab ve tabi­inin icnıaı vardı. Kur'an mahluktur sözleriyle müşrik kardeşlerinin: "Bu Kur'an bir insan sözüdür" (Müdessir, 74/25) demelerine yaklaştılar. Kur'an'ı insan sözü gibi mahluk sandılar. Kullar şerri kendi yaratıyor diye inandı­lar, böylece biri hayrı yaratan, diğeri şerri yaratan olmak üzere iki tanrı­lı mecusilere benzediler. Cenab-ı Hak olmayanı diler, dilemediği olur, di­yerek bütün müslümanlarm icma ettikleri: Allah'ın dilediği olur, dileme­diği olmaz akidesine muhalefet ettiler. Ve Cenab-ı Hakkın: "Siz ancak Al­lah'ın dilediğini dilersiniz" (el-İnsan 76/30) kavlini red ettiler. Halbuki ayet bize ancak Cenab-ı Hakkın dilediğini dileyebileceğimizi haber vermiştir. Keza "Eğer Allah dileseydi birbirleri ile döğüşmezler canlarına kıymazlar-dı" (el-Bakara, 2/252) "Eğer dileseydik herkese hidayet verirdik", (Secde 32/13) 'Allah, dilediğini yapar" (Hûd, 11/108) âyetlerini reddettiler. Keza Hz. Şuaybdan haber yoluyla şu; "Bizim oraya dönmemiz olmaz, ancak Rabbimiz Allah dilerse o başka" (el-Araf, 7/89) ayetini reddetmiş okular. Onun için Hz. Peygamber (as) onlara:

Bu ümmetin mecusileri adını vermiş Çünkü onlar Mecusi dinine yaklaştılar; onların sözlerini taklid ettiler. Mecusiler gibi şerri Allah dilemez, ama olur, dediler. Kendilerine zarar ve ayda vermek ellerinde olduğunu sandılar. Böylece "Be ki ben kendim için zarar ve faydaya malik değilim, ancak Allah'ın dilediğine malikim" (el-Araf,o) kavlini reddediyorlar. Kur'andan ayrılıyorlar. Müslümanların kabulıgıne uymuyorlar. İşlerinde kendi kudretleri yeter sanıyorlar. Kendile­ri Allah'a muhtaç saymıyorlar.

Allah'a tasvif etmediği halde kendileri-vvetle tavsif ediyorlar. Nasıl ki Mecusiler şeytanın şerri yapmaya kuv-ar sanırlar. Böylece onlar, bu ümmetin mecusisi oldular. Mecusi di-yaklaştılar, ün aldılar, onların sözlerine sarıldılar. Onların sapıklık-a kapıldılar. İnsanlara Allah'ın rahmetinden ümit kestirdiler, onları ye'se düşürdüler. Asileri ebediyyen Cehennemde kalmaya mahkum ettiler bunda Cenab-ı Hakk'm ''Şirkten başka günahları dilediğine bağışlar" (en-Nisa, 4/48) sözüne karşı geldiler. Cehenneme giren kimse, ebediyen oradan çıkmaz sandılar. Halbuki Hz.Peygamer (as) şöyle haber vermiştir: "Cenab-ı Hak cehennemde yanıp kavrulduktan sonra bir takım kimseleri oradan çıkarır."

165- Eş'ari Neden Aklı Delillere Başvurdu?

Eş'ari, akaid meselelerini isbatta nakil ve akıl yolunu tuttu. O, Allah'ın sıfatlan, peygamberlerin vasıfları, ahiret günü, meleklere, hesap, sevap, ıkab hakkında Kur'an-i Kerinı'de ve hadisi şeriflerde vârid olanları alır, son­ra aklî delilleri, mantık kaidelerine dönerek bunlara dair belgeler getirir.

Böylece felsefeden ve aklî delillerden destek alarak filozofların ve mantık­çıların metodunu kullanır.

Bunun sebebi şudur;

a. O, Mutezile de yetişti, onların sofrasında büyüdü, onların suyunu iç­ti, onların kaynağından aldı. Akaidi isbatta onların yolunu seçti, neticede onlara muhalif kalsa da, aralarında fark olsa da onlar gibi mantık ve fel­sefe yolunu tuttu.

b. O, Mutezile'ye cevap veriyor, onların hücumlarını reddediyor, öy­leyse onlara karşı onların silahım kullanmak U3rgun olur, onların metodu­na göre delil getirmek, onu zafere götürür, onların şüphelerini bu suretle reddeder.

c. O, aynı zamanda filozoflara cevap veriyor, Karmetilere, Batmiyyeye, Haşviyye'ye, Rafızilere ve diğerlerine reddiyeler yazıyor. Bunların çoğunu ancak aklî deliller ikna eder. Mesela filozofları akli delil ikna eder, onla­rı eser veya nakil susturamaz.

166- Eş'ari'nin Yüksek Yeri Vardı:

Eş'ari, büyük şöhret kazanıp yüksek mevki sahibi oldu. Birçok taraftar­ları vardı. Hükümdarlardan yardım ve destek gördü. Mutezile'den ve sa­pıklardan olan hasımları her yerde takibe uğradı. Talebelerini ve taraftar­larını ülkeye yaydı, ehl-i sünnete karşı olanlarla mücadeleye koyuldular. Ulemanın çoğu ona ehl-i sünnet cemaatının imamı unvanı verdiler. Ölümün­den sonra şanı, mevkii daha da arttı. İslâm ülkelerinin doğusunda, batısın­da, ulema, onun görüşlerini benimseyip kabul ettiler. IV. ve V. yüzyılla da İslâm diyanndaki müslümanlar, İslâm deyince itikad da onun mezhe­bini anlarlardı, onu muteber sayarlardı. Diğer mezhebler, ona nisbetle az çok sapık sayılırdı. Eş'ari Mezhebinin dışında kalanlar, ulema arasında ka­bul edilmiş prensiplere muhalif sayılırdı.

167- İbn Hazm'ın Eş'ariyi Tenkidi:

Heri IV. yüzyılda Endülüs'de bir âlim çıktı. V. yüzyılda şöhreti arttı. İlmiyle insanları meşgul ve hayran etti. Bu âlim, Eş'arinin görüşlerini benim-j- onjarı ehl-i sünnet ve'1-cemaatın akidesine itibar etmedi, onları nas-Iardan've kaidelerden ayrılmış saydı, küfre götüren bir şey değilse de bir saydı. Bu âlim Endülüslü Ebû Muhammed Ali b. Hazm'dir. îbn Hazm Eş'ariyi eleştirip, insanın fiilleri hakkındaki görüşünden dolayı Cebriyye'den saydı [3][3]Onun, kulunun fiillerini Allah yaratır, kul kes-beder sözünü cebriyecilik addetti, bu, kelimelerden ince bir perdeyle örtül­müş bir ifadeyse de Cebriyyeden başka bir şey değildir. Onu büyük günah-daki görüşünden dolayı Mürcie'den saydı. Çünkü onu Allah'a bırakıyor. Bu da Mürcieciliktir. Bunu da kelime perdeleriyle örter.[4][4]

168- Mürcie İki Kısımdır:

İnsafla söylemek gerekirse Mürcie iki kısımdır: Sünnet Mürcie'si, Bid'at Mürciesi. Bid'at Mürciesi'ne göre iman olunca günah zarar vermez, nasıl ki, küfürle taat, fayda sağlamazsa, bunlara göre, la ilahe illallah deyip iman eden kimseye azap yoktur. Sünnet mürciesi azaba inanırlar. Büyük günah işleyen hesaba çekilir, azap görür, fakat Allah af eder, bağışlar, sonunda azaptan kurtulup Cennete girerler. Birinciler azabı kaldırır, ikinciler ka­bul eder; fakat Allah'ın rahmetiyle kullarını affetmesini menetmezler. Cenab-ı Hak Kur'an'mda şöyle buyurur: "O çoğunu bağışlar" Şehrista-ni'nin el-Milel ven-Nihal'da dediği gibi Ebu Hanife ehl-i sünnet Mürciesin-dendir. Ben dört imam böyleydi derim. İbn Hazm, Eş'arinin Mürcieden ol­duğunu söylüyorsa, evet o, Mürcie'dendir, fakat bu türlü Mürcie'dendir.

Şüphesiz İbn Hazm, bu konuda Eş'ari'nin görüşünde değildi. Acaba Mûtezile'nin görüşünde midir, yoksa azaptan kurtulmazlar mı diyordu? Mu­tezile gibi ebedi kalmazlar görüşündeydi. Her halde bu iki görüşe de mu­halifti. Bunu ileride göreceğiz.

Sonuç:

169- İbn Hazm'ın Üstün Kişiliği:

İşte ibn Hazm'ın hayatı ve çağı böyle. İşte onun karakteri ve yetenekleri bunlar iyi' kötü fırsatların hazırladığı yıllar böyle geçti. Yüksek bir ailede yetişti, şan ve şerefin zirvesine çıktı. Daha küçüklüğünde büyük işlere yönelmişti: Küçük şeylere bakmazdı. Babasını kendine iyi örnek aldı, atası ciddi bir kişiydi... Ailesinin şan ve şerefine eliyle kurdu. İbn Hazm da onların izinden gitti, atalarının kurdukları aile şanını eliyle yıkan olmadı. Ba­bası kuvvetli ve sağlam temele oturmuş bir devlet veziriydi. Fakat o, ken­di zamanında siyasette babasının devrindeki gibi bir istikrar görmedi. Zaten babasının son günlerinde siyasi sarsıntılar başlamıştı. Onun gürül­tüleri içinde dünyadan göçmüştü. Nimet içinde büyümüş olarak biricik oğ­lunu onun ateşinde yanıp sıcağında kavrulmak üzere kimsesiz bırakıp gitmişti. O, onun terbiyesine önem vermiş, onu ince hisli, azimeti kuvvet­li, mükemmel bir insan yetiştirmişti. Aile şerefiyle hayat ve tecrübenin ci­lası birleşti. Hayatın acı tatlı zevklerini tattı, balın yanısıra en acısını da yedi. Onun iradesi çetin, kalbi kuvvetliydi, olayların üstesinden gelmeyi bil­di; onların altında kalmadı. Dünyada şan ve şerefine yakışır bir surette seç­kin yerini alarak yaşadı. İnsanların daldıkları çukura dalmadı, âlimlerin boğulduğu yere inmedi. Geçmişte, hâli hazırdakilerden kimsenin peşine ta­kılmadı. O, üstün kişiliğiyle tek kaldı, kendim başkalarına kabul ettirdi, başkalarına kendini küçük düşürmedi.

170-İlimin Yaptıkları ve Şerefi:

Çağında siyasi hayatı böyle çalkantılı, şeref yolunu kapalı görünce, il­me döndü. Kendini Allah için ilme verdi, ruhunu ve kalbini tasfiye etti, ih-lasla hakikate sarıldı. Kitap ve Sünnetin ışığında yürüyerek doğru aklıy­la geniş ilmi, anlayan kalbi, keskin basiretiyle kendini ilme verdi. Yalnız babasının şanına erişmekle kalmadı, adını ölmezler, ebediler arasına yaz­dı, insanlara şu gerçeği gösterdi: Dünyada her mevki fanidir, ancak ilim mevkii ve hakikati arama bakiidir. Maddeye ait şeyler yok olur, geçici bir gölge gibidir. Fikir, ruh ve hakikat bakidir, insanlık durdukça yaşar, dine, yaradılışa, ruha ait hakikatleri arayan, anlamak isteyen kimse bulun­dukça bunlar durur, ölmez, insanda eskilerin, geçmişlerin neler bildikle­rini öğrenmek isteyen aklı durdukça bu bakidir. Ve böylece ilme, bilinme­yen şeyler katar, keşfedilmemiş olan şeyler keşfeder.

171- Siyasetten time Dönünce Karanlıktan Aydınlığa Çıktı:

ibn Hazm, yüksek anlayış, yüce yetenekler sahibiydi; durumu müsait­ti. Kendini ilme verdi, ona sarıldı. Bir ara siyasete atılıp o yoldan hizmet etmek istedi. Fakat siyaseti bulanık buldu. İşler karışıktı, fitneler kopmuş­tu. Fitne kopunca oturan, ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yü­rüyen de koşandan daha hayırlıdır. O siyaseti böyle zifiri karanlık içinde buldu, karanlık gece gibi kapkara bulutlar, her yeri kaplamıştı. Onun için hemen kara siyaseti bırakıp nura koştu, ilim nuruna kavuştu, onunla ay­dınlığa çıktı ve başkalarını da çıkardı. İlmin aydınlığında yürüdü ve hak­kıyla Endülüs'ün âlimi oldu. İbn Hazm denince Endülüs akla gelir, ulema yanında Endülüs denince de İbn Hazm akla gelir.

172- O Şerefi ilimde Buldu:

O çağ, Endülüs'de gerçekten ilim çağıydı. Emirler, âlimlerdendi. Âlim olmayan da, hiç olmazsa evi ilim kabı olsun diye özenirdi, kitap alır, kütüp­hane kurardı; konağını kitaplar süsler ve bununla öğünürdü. Onun çağın­da önce doğu ilmi, batı ilmiyle buluşmuştu. Âlimler Endülüs'e gelirlerdi, kitapları daha önce ulaşırdı. Endülüs âlimleri de ilim öğrenmek için doğu­ya giderlerdi; kimi kitaplardan alırlardı. İbn Hazm, geniş, muhtasar yazıl­mış kitaplardan İslâm ilimerini öğrendi. İşleyen aklı, anlayan kalbi ile ilim sofrasına oturdu Oradan aldığı ilimlerle, ortaya atıldı ve insanları meşguî etti, yeni bir görüş getirdi. Bunların aslı her ne kadar okuduğu kitaplar-daysa da o kendine mahsus düşünceleriyle başka bir şekil ve suret verdi. Onunla uğraşanlar çoğalınca münakaşalar arttı, ona tuzak kurup, eza vermek isteyenler çıktı. Bu kavgalar, onun idrakini keskinleştirdi, azmi­ni biledi, aklını hızlandırdı. Hatta o, yazdığı kitapların çokluğunu, bu sürtüşmelerin ve kavgaların neticesi olduğunu söyler. Kızdıkça sertleşti, sertleştikçe yazdı ve ilim dünyasına değerli eserler bıraktı. Artık bu bah­si bırakmalıyız. Asıl maksat ve gayemiz odur. Tevfik Allah'dandır.

[1][1] Aym kaynak, c. II. Ezheriye Tab'ı

[2][2] İbn Hazm Sahabe Risalesinde Ali ve Ebu Bekir'i mukayese eder, ona döneceğiz.

[3][3] İbn Hazım el Fasıl c.IV,s.22

[4][4] Aynı kaynak c.IV,s.204