Fıkıhdaki Usulü Ve Görüşleri

Giriş:

309- Dört Mezheb İmamlarına ve Diğer Fukahaya Muhalefeti:

İbn Hazra'm fıkhının kendine mahsus bir rengi vardır. Onun Öyle fıkıh görüşleri var ki, bunlar diğer dört mezheb imamlarının fıkıhlarında yok­tur. O, birçok hallerde nakillere uyar. Örneğin, biz onun dört mezhebe mu­halif görüşlerinden şunları söyleyebiliriz: Ona göre hastanın, ölüm hasta­lığına yapılmış olduğu bütün tasarrufları, sıhhatte iken yapmış olduğu ta­sarrufları gibidir, arada fark yoktur. Yine ona göre, kadının kocasının malından yardım, sadaka vermesi caizdir. Bir kimsenin yapmış olduğu va­siyette haksızlık ve günah varsa, kadı, onu değiştirebilir, ölenin mirasçı ola­mayan yoksul akrabası varsa, kadı onun vasiyetini değiştirip onlara bir mik­tar verebilir. Mısır vasiyet kanunu buna dayanarak yapılmıştır. Bu konu­yu ileride açıklayacağız, çünkü konumuzun o bölümünün asıl dayanağı bu­dur.

İbn Hazm, mühim taharet meselelerinden birinde cumhur fukahaya önemli sayılan muhalefette bulunur. Ona göre; cünüb, hayız ve nifas ha­linde olan kimse mushafa el sürebilir, dokunur, Kur'an-ı Kerim okur, bu­nu abdestsiz yapmak öncelikle caiz olur. Fukahanın bunların haram oldu­ğuna dair getirdikleri bütün delilleri çürütmeye çalışır. Bu kabil birçok me­seleleri olup, inşallah bazısını beyan etmeye çalışacağız.

310- Dört İmam; Dört Delili Aldıkları Halde O Kıyası Delil Almaz:

İşte bu sebeble, onu esas üzere inceleyeceğiz. O, dört mezheb imamla­rına muhalif renkte bir fakihtir. Hatta o, bunların aralarında icma merte­besinde birleşmiş oldukları gibi, istinbat usulünde, hüküm metodunda da onlara muhaliftir. Dört mezheb sahipleri hükümde Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas olmak üzere dört ana delile dayanırlar, ancak rey ve kıyas metodu­nu kimisi geniş tutar, kimisi daha dar tutar. Mesela İmam Şafii reye yal-mz kıyası dahil eder, diğerlerini almaz. İmam Azam Ebu Hanife ise kıya­sın yanı sıra istihsan, örf kapılarını da açar, imam Malik bunun yanında bir de Mesalihi Mürsele, Sed-i Zerai delillerini de alır, böylece fıkha tüke­nip kurumaz bir kaynak açar, İmam Ahmed Hanbel de İmam Malik'in metoduna yakın bir usûl takip eder. Fakat onun zamanında, Sünnet bira-raya getirilmiş, Hz. Peygamber'den (sas) ashab ve tabinden gelen rivayet­ler tedvin edilmiş olduğundan, hadise dayalı fıkıh serveti meseleleri çöz­düğünden o, bir çok hallerde rey yoluna gitmek ihtiyacında kalmamış, az kıyas yapmıştır. Bununla beraber o, kapıyı geniş açmış, onu kapamamış-tır. Onun geniş rey sahasına dayalı içtihadları vardır.

Dört imamın usûl ve metodlan böyledir. İbn Hazm'a gelince, o, yalnız Kitap, Sünnet ve icma'a dayanır. Bunun dışında bir şey tanımaz, hatta sa-habi dahi olsa, kimsenin kimseyi taklit etmesini sahih görmez, sahabiyi tak­lidi bile açıkça mubah sayar, ileride buna bakacağız ve buna ne derece sa­rıldığını göreceğiz. Halbuki dört imamın hepsi de sahabe kavlini alırlar, İmam Ebu Hanife, İmam Malik bunu söylerler; İmam Şafii bunu "Risale­si" nde yazmıştır, İmam Ahmed bunu kabul eder ve fıkhının ana direkle­rinden biri sayar.

311- Onun Metodu, Dört İmamın Usulünden Ayrıdır:

Böylece İbn Hazm'ın fıkıhtaki metodu, dört imamın usulüne aykırı düşmektedir. Onun fıkhı, fıkh-ı zahiri adını taşır. Çünkü o, sadece Kitap ve Sünnetin zahirlerine itimad eder, Kur'an-ı Kerim ayetlerini ve Hadis-i Şerifleri sebeb göstererek onların asıl sebeb ve hikmetlerini nazarı dik­kate alıp başkasını onlara kıyas etmez, halbuki dört mezheb imamlarının fıkhındaki usule göre, onlar naslarını araştırırlar, onlardaki hükümleri öğ­renirler, yalnız bununla yetinmezler, naslardaki asıl sebepleri bulur, hük­me sebeb olanı anlarlar, hüküm vesilesi olan illeti kavrarlar, o illetin bu­lunduğu yerde ayni hükme tatbik ederler. Böylece illet umumileşir, hak­kında nass olmayan meseleye de bu nass hamlonulur. Bu suretle dört imamın kabul ettiği fıkıh kıyası yapılır, onlar bunu bedihi umurdan sayar­lar. Çünkü bu, benzeri bir hükmü bir benzerine geçirmektir, eşit şeyler eşit hüküm alır. Kıyas isbat edici değil, izah edicidir. İbn Hazm ise, hükmü nass-dan alır, nassı böyle sebeb göstermez, illetini aramaz hükmü nassın zahi­rinden alır. Onun için bu metoda: Zahiri metodu ve Zahiri fıkhı denir. Öyleyse bunun tarihçesinden biraz bahsedelim:

Zahiri Fıkhının Doğuşu Ve Endülüs'e Geçişi:

312- Mezhebin Kurucusu Davud Zahiri'nin İlk Yetişmesi:

Zahiriye Mezhebinin kurucusu Ebu Süleyman Davud b. Ali b. Halef olup ibn Hazm'dan önce bu çığırı açmıştır. Asıl îsfahan'Iı olup Bağdat'da yetiş­ti. 200 H. / 815 M. yılında doğdu. İmam Şafii'nin talebelerinden ders aldı, onların çoğu ile görüştü. İmam Şafii'yi çok beğenirdi. Şafii'nin fezailine dair bir risalesi vardır. Çağının hadis âlimlerinden bir çoğundan hadis oku­du. Bağdat'ta oturanlardan dinledi, Bağdat dışındakilerin ayağına gitti. Ora­daki hadis âlimlerinden okumak üzere Nisabur'a gitti. Çok düzgün konu­şan, delilleri kuvvetli, hazır cevap bir kişidir. İnandığını söylemekten hiç çekinmezdi. Hatib Bağdadi, "Tarih-i Bağdad" da şunu yazar: "Muhammed b. el-Hafız Nisâburî bize şunu haber verdi: Ebu Amr Müsta'li'nin el yazı­sıyla şunu gördüm: Davud b. Ali İsfahani'yi dinledim, İshak b. Rahuya ce­vap veriyordu, ondan önce ve sonra kimsenin ona öyle heybetle reddedip ce­vap verdiğini görmüş değilim."[1][1]

Hazır cevaplılığı, kuvvetli lisanı yanı sıra zeki, yüksek idrakli bir kişiy­di. Çağdaşlarından biri onun hakkında şöyle demiştir: "Aklı ilminden da­ha çok." [2][2] (Belki de cüreti ilminden çok)

Akıllı ve zeki olması yanı sıra, inandığına kuvvetle bağlı olduğundan Kur'an mahluktur der ve bunu Nisabur'da açıkça söylerdi. Bu, İmam Ahmd'e ulaştı ve İmam Ahmed o zaman çok yaşlanmıştı, Davud ise genç­ti. İmam Ahmed, bu sözü inkâr etti, çünkü bu onun görüşüne aykırıydı, o ki bu uğurda, Halife ve valilerden neler çekmiş, ne işkenceler görmüştü. Da­vud, Bağdat'a gelince, Ahmed b. Hanbel'den ders almak istediğinde, bu gö­rüşünü açığa vurmadı ise de, Ahmed ona yüz vermedi. O, onunla görüşüp ders alabilmek için çareler aradı, Ahmed'in oğlu Salih'e başvurdu, Salih de babasına onun arzusunu söyleyip babasından müsaade istedi. Babasına:

- "Bir adam size gelip görüşmek istiyor," dedi. O da:

- "Adı ne?" dedi.

- "Davud," deyince;

- "O İsfahan halkından mı?" diye sordu. Salih onu tanıtmaktan kaçını­yordu, tâki babası red etmesin. Ahmed iyice tanımak istedi ve sonunda onun Davud b. Halef olduğunu öğrendi ve oğluna şöyle dedi:

- "Bunun hakkında Muhammed b. Yahya bana yazdı, o; «Kur'an mahluk­tur» diyormuş. Oun benim yanıma getirme, gözüm görmesin" dedi. Oğlu Sa­lih onun bu görüşten vazgeçtiğini söylediyse de İmam Ahmed, bu inkârın sebebini sezdi ve oğluna şöyle dedi:

- "Muhammed b. Yahya doğru söyler, ona müsaade yok."[3][3]

Sözü kuvvetli ve cesur olduğundan onun hakkında Ebu Zur'a şöyle de­miştir: "Eğer o ilim ehlinin riayet ettiğine uysaydı, o güzel ifade ve kuvvet­li delillerle bid'at ehli zındıklarını perişan ederdi, fakat o haddi aştı."

313- Kanaatkar, Hediye Kabul Etmez ve Tevazu Sahibiydi:

Bunun yanı sıra o, son derece abid, zahid, takva sahibi bir kişidir. O, aza kanaat eder, en az bir geçimle yaşardı, hediye almazdı, son derece takva sahibi olduğundan onları kabul etmezdi, kimsenin minneti altında kalmak istemezdi. Halini bilen komşusu devlet adamlarından biri, ihtiyaçlarını gi­dersin diye ona 1000 dirhem gönderir. Onu getiren uşakla geri çevirir ve şöyle der: "Bunu bana gönderene söyle, bana hangi gözle bakıyor, benim hangi ihtiyacımı görmüş ki bunları bana göndermiş."[4][4]

O, tam tevazu sahibiydi. İlim ve ibadetiyle kendini asla diğer insanlar­dan üstün saymazdı. Halbuki abidler ve sofuların çoğu, kendilerini diğer insanlardan farklı görürler, ibadet ve takva yönünden üstün tutarlar. Hatta bazılarında, dünya perestlerden daha çok gurur vardır. Çağdaşların­dan biri onun hakkında şöyle demiştir: "Davud b. Ali'yi huşu içinde namaz kılarken gördüm. Güzel tevazuunda ona benzeyen bir müslüman görmüş değilim."

314- Hocası Şafii İstihsanı İptal Ettiği Gibi O da Kıyası iptal Etti:

Davud, Şafii Mezhebi üzere yetişti. İmam Şafii'nin kitaplarını okudu. Onun talebelerinden ve arkadaşlarından ders aldı, Hadis ulemasından hadis okudu, fakat çok sürmedi, Şafiinin usulünü benimsedi fakat bu bü­yük imamı takdirle beraber, ayrı bir metod tuttu. Dini kaynaklar, deliller yalnız nasslar, İslam'da ilim yalnız ancak nasla olur, dedi. Kıyası ibtal et­ti, onu delil olarak almadı. Ona: Sen nasıl olur da kıyası iptal edersin, hal­buki Şafii onu aldı dediler. Şu cevabı verdi: "Şafii'nin istihsanı iptal delil­lerine baktım, gördüm ki o, kıyası iptal ediyor." Böylece görüyoruz ki Şa-fü istihsanı iptal ettiği gibi, o da kıyası ibtal ediyor. Bir fakiri için coşkun bir deniz olan Sünnet ilmine yönelip sarıldı böylece çok hadis belledi. Ki­tapları hadisle doludur. Onlar umumiyetle rivayet fıkhı sayılır. Onun için, Hatip Bağdadi onun kitapları hakkında şöyle der: "Onun kitaplarında ha­dis çoktur, ancak ondan rivayet azdır."[5][5]

Nasların zahirini ilk defa alan o olduğundan ulemanın ittifakı vardır. Hatip Bağdadi bu konuda şöyle demektedir: "İlk olarak zahire göre hüküm veren, kıyası reddeden odur. Ancak ahkamda kıyas sözle reddettiği halde fiilen onu almak zorunda kalmış ve buna delil adını vermiştir."[6][6]

Burada rey fıkhından ne kadar aldığını ve buna ne dediğini beyan du­rumunda değiliz. Ancak şüphe etmeden şu kadarını söyleyelim ki o, nass-larını ta'lil etmedi (asıl sebeblerine inmedi) illetin her bulunduğu yerde nas-sın hükmünü yürütüp hikmeti vermedi. Eğer meseleler onu bazı reyleri al­maya zorlarsa, bunun esası nasları talil değildir, bunlarda başka bir yol tut­tu ki, bu nassa yakın bir şeydir, ileride yeri gelince bunu ele alacağız.

315 - Ulemanın Ondan Az Hadis Almalarının Sebepleri:

Davud'un kitapları hadislerle doludur. Çünkü onun fıkhı umumi halde nasslar fıkhı, özellikle hadis fıkhıdır. Fakat abid, zahid güvenilir bir kişi olduğu halde hadis uleması ondan az rivayet ederler. Bunun iki sebebi var­dır:

1. Kıyası inkâr etmesi. Bu suretle umum fukahaya hatta İmam Ahmed b. Hanbel, İshak ve Rahuya gibi hadis ulemasının büyüklerine ve diğer bü­tün fıkıh ve hadis imamlarına muhalefet etmiş oldu.

2. Kur'an mahluktur diye açıkça söylemesi... ve cünüb, hayızlı kimsenin mushaf şerifi ele almasında, Kur'an okumasında bir sakınca yok diyerek bütün fukahaya muhalif kalmasıdır. Bunu hem öyle bir zamanda ortaya at­tı ki, Kur'an mahluktur demek, bid'atçilerin işidir diye ulema karar vermiş bulunuyordu. Böylece onlar, onu bid'atçilerden saydılar O, İmam Ah-med'den ders alabilmek için bunu her ne kadar sakladıysa da Bağdad'da bile bunu söylediğini gösteren bir delil şudur:

Tarihi Bağdad kaydediyor: "Bana Ebu Abdullah Varrak anlattı, dedi ki: Bir gün gariplerden bir cemaatle Davud'un yanında bulunuyorduk. Kur'an-ı Kerim soruldu, şu cevabı verdi: '"'Cenabı Hakk'ın: "Ona ancak te­miz olan dokunabilir" (Vakıa, 56/79) "O korunmuş bir kitaptır" (Vakıa, 56/79) buyurduğu Kur'an mahluk değildir, fakat elimizde bulunan, hayız­lı ve cünüb olanların eline alıp dokunduğu Kur'an mahluktur."[7][7]

Bu da gösteriyor ki, İbn Hazm ile Davud Zahiri'nin durumu tabii ile met-bu derecesinde değildir. Müstakil düşünce halidir, birleştikleri, ayrıldık­ları noktalar vardır. Metod ve kaynak birse de tutum değişir.

316- Davud Zahiri, Taklidi Kaldırdı:

Davud b. Ali'nin kurduğu temel üzere, Zahiri Mezhebi yerleşti. Onun da taraftarları, te'yit edenleri, tutanları vardı. O, cumhur fukahanm dedikle-riyle mukayyed kalmayarak görüşlerini açıkça söyler. Yalnız Kitap ve Sünnete dayanarak görüşlerini tartışmak için münazara meclisleri toplar­dı. İcmaı da kabul edip alırdı. Şunu da rivayet ederler: Ebû Hasan Kerhî'nin hocası Ebû Said, onun yanma geldi ve cariye efendisinden çocuk doğurmuş olan anasının Ümmü Veledin satılmasını sordu. O da caizdir, çünkü biz fu-kaha, o doğurduğu çocuğa gebe kalmazdan yani ana olmazdan önce onun satışının caiz olduğuna ittifak ettik, bunda icma var, bu icmaı ancak onun gibi bir icma ile terk ederiz dedi. Ebu Said'de ona şöyle dedi: Bizler, gebe kaldıktan sonra karnındaki çocuğu doğurmadan onun satılmasının caiz ol­madığına da ittifak ettik, bunda da icma var, buna riayet etmeliyiz, bu ic­ma da ancak benzeri bir icma ile bozulur.[8][8]

Dâvud Zahiri'nin kınandığı bir husus da taklidi mutlak surette me-netmesidir. O, Arapça bilen her kimsenin Kur'an ve Sünnetin zahirine gö­re din hakkında konuşmasını caiz görmektedir. Böylece, İslâm kültürü ol­mayan avam bile, benzeri görülmemiş bir surette Kur'an ve Hadis'den doğrudan hüküm almağa cesaret etmişlerdir.[9][9] Bu suretle, fıkıh bilmeyen kimseler fıkıh hakkında konuşmaya cüret ettiler. Başkalarından çaldıkla­rı görüşleri ortaya sürdüler, nassların zahirine tutundular, adeta düşün­meden kelimelerin zahirine sarılarak Hariciler gibi yaptılar.

317- Zahirilerin Muhalefeti İcma'ı Bozar mı?

İşte bütün bunlar yüzünden, gerek sağlığında ve gerekse ölümünden son­ra, Dâvud Zahiri'nin mezhebine ulemanın hücumu artıp şiddetlendi, onun imamlara olan muhalefetine çoğu itibar etmedi, onun muhalif kalması, ic-maa zarar vermez, dediler. Eğer ulema bir mesele de icma eder, Davud ve tabileri ona muhalif kalırsa, onların muhalefeti, bu icma'a zarar vermez. İmam İbn Sübki bu hususta üç görüş olduğunu söyler:

1. Onların, yani Zahirilerin muhalefeti muteberdir, ister nassa dayana­rak, ister bu hükmü nassdan almadıkları için muhalefet etsinler.

2. Onların muhalefetine mutlak surette itibar edilmez. İmamu'1-Hara-meyn ve diğerleri bu görüştedirler.

3. Hadis âlimi İbn Sâlâh'a göre, onların muhalefeti itibara alınır. Eğer muhalefetleri kıyastan başka meseleler ise icma'a terstir, fakat muhalefet­leri kıyas meselesinde ise, ona itibar edilmez.[10][10]

318- Zahiri Mezhebi'nin III. ve IV. Y.Y.larda 4. Mezheb Yerini Alması:

Davud Zahiri'nin Mezhebi hakkında ulemanın görüşü ne olursa olsun, doğuda da yaşadı batıda da. Doğuda yaşadı, çünkü Davud, mezhebine da­ir birçok kitaplar yazdı, bir çok fıkıh meselelerini ele aldı, görüşünü pekiş­tirmek için deliller getirdi, mezhebinde karşılaştığı usul ve kaidelere gö­re, kendi görüşlerini açıklayıp savundu. Kitaplar, ortadan silinmez eser­lerdir, o mezhebine inananlar ortadan kalkabilir, fakat kitaplar gitmez, du­rur. Kitaplar, fikirlerin ebedi sicilleridir, ölmez kütükleridir, ulemadan son­ra daima baki kalan eserlerdir. Şiddetli itiraz fırtınalarına rağmen, Zahi­ri Mezhebini ayakta tutan sadece, Davud b. Ali'nin kitapları değildir, ken­disinden sonra onu ayakta tutan ve mezhebi yayıp yaşatan oğlu Ebu Bekir Muhammed b. Davud olmuştur. Babasının geriye miras bıraktığı bu zen­gin Sünnet ilmi terekesini korudu, onları yaydı, insanları onlardan fayda­lanmaya davet etti. Fıkıh görüşlerinin çoğaldığı, mezheb meselelerinin tartışıldığı bir zamanda onun böyle Sünneti yüceltmesi, insanları o kitapla­ra celbetti. Bundan ayrı bir de o mezhebde içtihad hürriyeti ve ihtiyar ser­bestisi vardı. Halbuki o vakit diğer mezhebler, mezhebdekileri mezheble mu-kayyed kılıp bağlıyor, onların bir mezheble mukayyed olmaksızın, Kitap ve Sünnetin hür havasında dolaşmalarına engel oluyordu.

Buna göre III. ve IV. yüzyıllarda doğu ülkelerinde Zahiri Mezhebi yayıl­dı, "Ahsenü't-Takasim" kitabı yazarı şöyle der: "Zahiri Mezhebi IV. yüzyıl­da Doğuda dördüncü bir mezheb olmuştur." Hanefi, Şafii ve Maliki Mezhe­bi üç mezhebi oluştururken o dördüncüleri olmuştu. Çünkü IV. yüzyılda do­ğudan Sünnete sarılma Ahmed b. Hanbel'in mezhebinden daha çok yayıl­mış ve mensupları daha fazla olmuş gibiydi.[11][11]

Fakat sonra V. Hicri yüzyılında Kadı İbn Ebû Ya'lâ (Ö. 458 H. / 1065 M.) geldi. Hanbeli Mezhebini yerine oturttu, yine dördüncü mezheb oldu. Za­hiri Mezhebi sarsıldı, yerini Hanbeli mezhebi aldı. Bu müddet sırasında Do­ğu memleketlerinde Zahiri Mezhebi'nin oldukça mühim bir yeri olup nice ulema yetişmiştir, bunlar, İslâm ilim düşüncesine, kuvvetli unsurlarla katkıda bulunmuşlar, kuvvetini Kitap ve Sünnetten alan görüşlerle yardım etmişlerdir.

Zahiri Mezhebi Endülüs'de:

319- Zahiriye Mezhebinin Yıldızı Doğuda Batarken Batı'da Parladı:

Doğuda bu mezhebin mensupları kaybolup onun yerini Hanbeli Mezhe­bi alırken, bu mezheb Endülüs'de parlak bir hayat yaşıyordu. Zira Endü­lüs'de sağlam düşünceli, kuvvetli sözlü biri meydana çıkmıştı ki, o da En-dülüs'lü İbn Hazm'dır. Kadı İbn Ebû Ya'lâ'nın eliyle Hanbeli Mezhebi, Zahiriye Mezhebi'nin yerini aldığı sırada, İbn Hazm Zahiriye Mezhebi'ni bütün kuvvetiyle ve şiddetiyle anlatmaya başladı ve onu sert bir dille sa­vundu. Bu iki değerli fıkıh âlimi İbn Ebu Ya'lâ ve İbn Hazm, aynı çağda ya­şıyorlardı. Birincisi 458 H. / 1065 M. yılında öldü, ikincisi 456 H. / 1073 M. yılında öldü. Aynı zamanda yaşadılar. Demek, Zahiriye Mezhebinin yıllar­dan beri Doğuda söndüğü sırada batıda o yıldız doğuyordu. Onun ikinci ima­mı olan îbn Hazm, onu hiçbirşeye aldırmadan şiddetle savunuyordu.

320- Mezheb, Kurtuba Uleması Vasıtası ile Endülüs'e Geldi:

Acaba bu mezheb Endülüs'e nasıl girdi? Dünyanın doğusundan batısı­na nasıl geldi? Bu mezheb, Magrib'de ve Endülüs'de o kadar geçerli olma­makla beraber, tohumları oralara serpilmiştir. Davud Zahiri'nin sağlığında daha, onun metodu buralara gelmişti. Çünkü III. Hicri yüzyılında Kurtuba'nm seçkin ve ileri gelen ulemasından büyük bir grup, Doğudaki ulemanın ilminden faydalanmak, oranın tatlı kaynaklarından içmek için Doğuya gelmişlerdi. Onlar, İmam Ahmed b. Hanbel'le ve onun çağdaşı olan Davud b. Ali ile ve diğerleriyle görüşüp onlardan ilim almışlardı.

Bunların arasında üç kişi vardır ki, bunlar sözlerinde zahiriyeci değil-seler de, görüşleri Zahiriye Mezhebine kayar veya zahiriye düşüncesini hem sünnet ve hem âsârla beslerler. Bunlar, Zahiriye Mezhebinden bir mezheble mukayyed olmamayı ve hükümleri Kitap ve Sünnetten alma usu­lünü almışlardır. Bu üç zat: Bakıy b. Mahled, İbn Vazzah ve Kasım b. Es-bag'dır. İlk ikisi Davud Zahiri'nin sağlığında doğuya gitmişler, üçüncüsü ise onların talebesi olup onların metodunu almıştır. Her birinden kısaca bah­sedelim.

321- Bakıy b. Mahled: Doğudan Batıya İlim Yüküyle Dönen Âlim:

Bakıy, 200 yılında doğdu, H. 276 yılında öldü. İbn Hazm, onu çok beğe­nir ve takdir ederdi. Onun eserlerine hayrandı ve şöyle derdi: İslâm'da onun eserleri gibisi yazılmamıştır, onun tefsirini, İbn Cerir Taberi Tefsirine tercih ederdi. Bakıy doğu ülkelerine gitti dolaştı. İmam Ahmed b. Hanbel'le görüştü, ondan aldığı ilmi Endülüs'e nakleden bir elçi oldu.

İmam Ahmed'le görüştüğü sırada, Davud Zahiri de Bağdat'taydı. Aynı yaşta sayılırlar, çünkü H. 200 doğumludur. îki rivayetten birine göre, Da­vud Zahiri de aynı yıl doğmuştur. Bakıy söylemese de onun usul ve meto­dunu elbette öğrenmiştir.

Bakıy, Endülüs'e dönünce buradaki derslerinde yeni bir usul tuttu. Burada, daha önce fıkıh dersi Maliki Mezhebi üzereydi, onun dışına çıkmaz­dı. Hatta meşhur dört mezheb hakkında pek bilgileri bile yoktu. Bakıy Do­ğu seyahatma ilim yükü ile döndü, Doğu ve batı nurunu bir araya topladı. Beraberinde Sünnet ilmi ile geldi, artık Endülüs daru'l-hadis, hadis yur­du oldu, bundan sonra dersler sadece Maliki Mezhebi'ne münhasır kalma­dı, artık Şafii fıkhı da okumaya başladı.

Bakıy'in bu yeni vazifesi pek kolay geldi. Çağının bazı ulemasının sert tepkisiyle karşılaştı. Endülüs'e soktuğu bu ihtilaf kitaplarından, garip hadislerden dolayı bazı Endülüslüler onu sultana şikayet ettiler, korktu­lar. Fakat Allah, lütuf ve inayetiyle onu üstün kıldı, onların şerrinden ko­rudu. O, hadisleri neşretti, rivayetleri okudu, oraya fukahamn muhtelif olan görüşlerini soktu, böylece mukayeseli fıkıh ve mezheb-tarihi başladı. Ha­disler ve sünnetleri çoğalınca, Zahiriye Mezhebi kendine dayanak olarak bol malzeme buldu. Bunlar mezhebin gelişmesi için ilk tohumlar oldular. Böylece bu bereketli toprak tarifin üstünde bol meyvesini verdi.[12][12]

Bir müçtehittir, mukallid değildir, bir çok tercihi vardır. İbn Hazm, En­dülüs uleması hakkındaki risalesinde bunu açıkça söyler, bir kısmına yu­karıda işaret ettik. İbn Hazm'm hocaları arasında ve Endülüs'teki ilim mu­hitinde ondan oldukça bahsettik. Bakıy 276 H. / 889 M. yılında ölmüştür.

322- İbn Vaddah: Değerli Bir Hadis Alimi:

386 H. / 996 M. tarihinde ölen İmam Hafız Ebu Abdullah Muhammed b. Vaddah, Kurtubalı bir âlimdir. Atası Abdurrahman Dahlik azadhsıdır. Bakıy b. Mahallet'le çağdaştır. Bakiy gibi o da aoğuya gidip oradan ilim al­dı. Hadis ilmini, Bakiy gibi Doğudan batıya getirenlerdendir. Her ikisi de Kurtubalı'dır. Aralarında biraz rekabet, soğukluk vardı. Her ikisinin de ka­demeleri vardı. İbn Vaddah'm ileri gelen talebeleri Bakıy'in dersine gitmez­lerdi, her iki âliminde dersine giden talebe az olurdu. Vaddah, daha ziya­de hadisle meşguldü, Kurtubanm hadis âlimi sayılır. İslâm kültürü ve anlayışı, Bakiy kadar geniş değildi. Belki bu yüzden aralarında soğukluk vardı. İbn Hazm, Bakiyyi övdüğü kadar onu övmez.

Ne de olsa o da hadis ilmini yaydığı için, sadece nasslara dayanan za­hiriye fıkhına yol açanlardandır. 90 yıl kadar yaşadıktan sonra H. 386 / M. 996 yılında ölmüştür.[13][13]

323- Kasım b. Esbağ'ın Hadis İlmine Hizmeti:

Bu iki değerli âlimden sonra ikisinin de talebesi olan Kasım b. Esbağ b. Muhammed b. Yusuf geldi. Bu da Endülüs toprağında hadis ilmini ve âsâ-rım getirenlerdendir. Bu suretle zahiri fıkhına yer hazırladı, yol açtı. Ha­dis ilmini zikri geçen iki hocasından ve başkalarından okudu. Doğuya git­ti. Irak'a uğradı. Ulema ile görüştü. jbn Kuteybe, "el-Kamil" sahibi onlar­dandır. Hadis ulemasından ders aldı. Rivayete göre, o H. 286 / M. 889 yı­lında Irak'a geldiği zaman, ondan az önce Sünen sahibi Ebu Davud ölmüş bulunuyordu. O da Ebu Davud'un kitabı usulü üzere sünene dair bir eser hazırladı. Sonra bunu ihtisar edip el-Mücteba adını verdi. Bunda 1490 müsnet hadis vardır, yedi cüzdür.

İbn Esbağ, aynı zamanda ahkam hadislerini toplamıştır. Bu vesileyle Za­hiri Fıkhına yol hazırlamıştır. H. 340 /M. 951 yılında ölmüştür.

324- Endülüs'de Zahiriye Mezhebinin Gelişmesi:

Bu üç âlim, onların akranları ve talebeleri, Endülüs'te Zahiri Mezhebi­nin gelişmesini sağladılar. Hadisi Şerifleri neşrettiler, Mukayeseli fıkhı ge­liştirdiler, Şarka ilim seyahatları yaptılar, o yöre ulemasının çalışmaları­nı, haberlerini, mezheb durumlarını Endülüs'e getirdiler. Ondan sonradır ki, Endülüs'de Zahiriye Mezhebi'ni seçen ve bunu söyleyen ulema çıkmış­tır. Bunların başında Endülüs'ün en büyük kadısı ve en seçkin âlimi olan bir zat ki o da Kadı Münzir bin Said Bellüti'dir. Onu da biraz tanıyalım.

325- Münzir b, Said, Zahiriye Mezhebindeyken Maliki Kadısı Oldu:

355 H. / 965 M. ölen Münzir, Endülüs hatibi diye tanınır. Frenk elçile­ri, hükümdar Nasır'ın meclisine geldikleri zaman konuşan odur. Önce Emâli sahibi Ebû Ali Kâli konuşmaya başladı, fakat beceremedi, durumu Münzir b. Said kurtardı. O irticalen öyle bir mantık söyledi, öyle konuştu ki, en büyük hatip ve yazarlar onu öyle hazırlamaktan aciz kalırlar. O, En­dülüs'ün baş hatibi olduğu gibi Kurtuba'da İslâm cemaatının baş kadısı-dır da. Dili düzgün, inancı kuvvetli olduğu gibi hakimliği de çok adil idi. Hak ve adalet üzere hüküm verir, Allah uğrunda kimsenin kınamasından kork­mazdı. Halife hakkında bile, sokaktaki adam hakkındaki hüküm gibi hü­küm ve karar verdi. Onun indinde Allah'ın hükmünde emir ile fakir ara­sında bir fark yoktu.[14][14]

O hem fıkıh, hem hadis âlimidir... Fıkha dair eserleri vardır, Ahkamu'l-Kur'an, el-Nasih ve'l-Mensuh kitapları bunlardandır. Onun mezheb erba­bında red için yazdığı bir eseri de var ki bunu Zahiriye Mezhebi'ni savun­mak için yazmıştır. Makkari, Nefhu't-Tıb eserinde onun için şöyle der: "Münzir b. Said her ilimde bilgi sahibidir. Ebu Süleyman Davud b. Ali Za­hirinin mezhebi fıkhı ona hoş geldi, galebe çaldı. Münzir, Zahiriye Mezhe­bini tercih eder, ona dair kitapları toplardı. Kendisi ve yakınları o mezhe­bi tutardı, fakat hüküm için makamına oturduğu vakit, İmam Malik ve as­habının mezhebi üzere hüküm verirdi. Çünkü Endülüs'de amel bu mezhe­be göredir, sultan memleket halkını buna uymaya tabi kılmıştır."

Bundan anlaşılıyor ki, o geniş görüşlü bir âlim olup, bir fakih gibi bir yan­dan aklını hoşnud ve tatmin ediyor, üzerine aldığı umumî velayet gereği in­sanlar arasında adaleti, memleketin resmi mezhebi olan Maliki Mezhebi'ne göre hüküm vererek tatmin ediyor. Fıkıhtaki çalışmaları Zahirîye Mezhe­bi esaslarna göre, kazadaki tatbikatı Maliki Mezhebi üzeredir. Çünkü emir sahibi olan hükümdar, ona bu velayet ve salahiyeti Maliki Mezhebi'ne göre hüküm vermek şartıyla vermiştir. Böylece, kendi vicdanını tatmin için zahiri olduğu halde, adaleti Maliki Mezhebi üzere hakkıyla,|atbik etmiş­tir.

Münzir b. Said, 355 H. / 965 M. yılında ölmüştür. İbn Hazm, ona dair ni­ce haberler almıştır, oğlu Said b. Münzir'le görüşüp konuşmuştur. Oğlu 403 H / 1009 M. yılında ihtiyar yaşta ölmüştür.

326- Mes'ud b. Süleyman'ın, İbn Hazm'a Zahiriye Mezhebini Öğretmesi; Görülüyor ki, Hicri IV. yüzyılda Endülüs'de Zahiriye Mezhebi'nin bir

mevkii var, onun davetçileri ve savunanları var, belki de orada Hanefî ve Şafii Mezheblerinden daha çok yayılma şansı var. Onun için İbn Hazm En­dülüs'e bu mezhebe dair yazılan ilmî eserlerden başka bu mezhebi öğrene­cek âlimler de bulabildi. Yukarıda zikrettiğimiz gibi İbn Hazm, bu mezhe­bi Mes'ud b. Süleyman b. Müflit Ebu'l-Hayyan'dan öğrendi. H. 426 / M. 1034 yılında ölen bir âlim, İbn Hazm'ın daima hayırla andığı bir üstadıdır. O dü­şüncesinde hür bir zattır. Taklidi tanımaz. Davud Zahiri mezhebinde olup naslarm zahirini alır, mütevazi bir kişidir. Âlim beşikten mezara kadar ilim peşinde koşmalı görüşündeydi. Bunu eserde uyardı: "İlim talep ettikçe kişi âlimdir ne vakit ki bildiğini zanneder, işte o zaman cahil kalır."

327- İbn Hazm, Endülüs'de Zahiriye Bayrağını Teslim Aldı:

Saydığımız bu ulema silsilesinden görülüyor ki, velev işaret yoluyla ol­sun, Zahiriye Mezhebi Endülüs'e nasıl gelip yerleşmiştir. O önce, sünnet ilmi yoluyla azar azar girmeye başladı. Sanki bu mezheb nereye giderse, sünnetle gidiyor. Çünkü onun başlıca dayanağı o, unsurların çoğunu ondan almakta. Çünkü Sünnet, mezhebin kurumaz ve tükenmez kaynağı, ulaş­tığı neticelere varmak için yalnız Kitab tek başına bütün fıkhi hükümle­re yetişmiyor, Kitabın şerhi ve beyanı olan Sünnet behemehal lâzım, o da risaleti tebliğ eden Hz. Peygamber (sas) Sünnetidir.

İbn Hazm, Endülüs'de Zahiriye Mezhebinin bayrağını teslim aldı. Onun hocaları vardı, onu güzelce savunmuşlardı. Onların devletde yüksek ma­kamları vardı. Davud Zahiri'nin mezhebini savunmada değerli hizmetle­ri oldu. Bunların en başında geleni de Münzir b. Said'dir. Mezhebe açıktan yardım etti. O, ilmi kişiliği kuvvetli bir zattı. Kadılık, fıkıh, ilim ve hita­bet sahasında kendini şerefle gösterdi. Onun, Emevi halifesi Nasır ya­nında yüksek mevkii, halk arasında itibarı vardı.

Münzir'den sonra bir takım hocalar geldi, Zahiriye Mezhebi'ni incelemek­te ihtisas sahibiydiler ki, Mes'ud b. Süleyman onlardan biridir. Söylediği­miz gibi İbn Hazm, ondan ders aldı. Böylece bu silsile, bu kuvvetli İmam İbn Hazm'da son buldu.

İbn Hazm, Zahiriye Mezhebi bayrağını, onun gibi kuvvetli bir kişiye en çok ihtiyaç bulunduğu bir sırada teslim aldı. Zira kadı İbn Ebu Ya'la doğu­da, kuvvetli ilmi kişiliği sayesinde Hanbeli Mezhebi'ni Zahiriye Mezhebi'nin yerine getirince, bu mezheb orada söndü. Sanki Cenab-ı Hakk, ona bedel, Endülüs'de kuvvetli iradesiyle bu mezhebi savunacak, te'yit edecek, neş­redecek İbn Hazm'ı ortaya çıkardı, Allah'ın iradesi gereği o, bu mezhebi bü­tün gücüyle müdafaaya çalıştı.

Madem ki söz buraya geldi. Öyleyse İbn Hazm'm usulünü beyan etme­miz gerek ta ki onun fıkhını tanıyalım, fıkıhtaki düşüncesini doğru bilelim.

[1][1] Hatib Bağdadi, Tarih-i Bağdat, c. VIII, s. 370

[2][2] Aynı kaynak, s. 371

[3][3] İbn Sübki, Tabakat, c. II, s. 43

[4][4] Hatip Bağdadi, Tarih-i Bağdad

[5][5] Aynı kaynak, c. VIII, s. 370

[6][6] Aynı kaynak, c. VIII, s. 374

[7][7] Aynı kaynak

[8][8] Bak. dostumuz merhum İmam Kevseri'nin en-Nubez Mukaddimesi

[9][9] Aynı kaynak

[10][10] İbn Sübki, Tabakat, c. II, s. 45

[11][11] Bak, Dostumuz İmam Zahid Kevseri'nin en-Nübez Mukaddimesi

[12][12] Bak. Nefhu't-Tıb, c. VI, s. 113, Rüfaî baskısı

[13][13] Aynı kaynak, c. VI, s. 13

[14][14] Rivayete göre Halife Mansur, saraydaki kadınlardan bir gözdesi için Kurtuba'da bir ev satın almak istedi. Yetimlere ait bir evi beğendi. Bu kadı'nm idaresindeydi. Ha­life eve bir fiyat biçtirip yetimlerin vasisine evi o fiyata satması için haber saîdı. Va­si de kadı'nm izni olmaksızın evi satamayacağmı söyledi, Halife bu defa kadı Mün­zir İbn Said'e elçi gönderip evi satmasını diledi. Kadı da yetimlere ait olan malın an­cak: ihtiyaç, harablık ve gıpta sebebiyle satılabileceğini söyledi. Bu yetimlerin evi savunmağa ithiyaçları yok, harabiyet yok, burada gıpta olabilir, eğer Emirü'1-mü-minin yüksek bir bedel verirlerse vasiye satmasını emrederim, dedi. Elçi haberi ha­lifeye ulaştırdı. O pek istekli görünmedi. Kadı, halifeden yetimlere bir zarar gelme­sinden korktu, onu yıktırdı, enkazı sattırdı. Enkaz, halifenin takdir ettiği fıattan kat kat fazlaya satıldı. Halife kadıya evi niçin yıktırdın? diye sordu. O da cenabı Hak­kın şu ayeti kerimesine uydum dedi: "Önlerinde bir kral vardı, iyi her gemiyi gasp edip alırdı" (Nefhut-Tıb)