Kıyas
Delilsiz iyi gördüğümüz bir şeyin hak olması imkansızdır. Eğer böyle olsa, deliler çatışır, hakikat batıl olur. Allah bizi nehyettiği şeyde ihtilafa düşeriz. Çünkü ulemanın hepsinin bir şey hakkında istihsanda birleşmeleri mümkün olmaz. Tabiatlar, maksatlar, arzular başka başkadır. Kimisi sert, kimisi yumuşak tabiatlıdır, kimisi cesur, kimisi ihtiyatlı olur. Bu türlü huylar içinde bir şeyde birleşmeleri nasıl olur? Biz bakıyoruz, Hanefi-lerin iyi gördüğü bir şeyi Malikiler çirkin saymış, Malikilerin güzel dediğine Hanefiler kötü demiş. Dinin hak olması, bazı kimselerin istihsanına mı bağlı olacak, bu batıl bir şeydir. Din tamam olmuştur. Şunun bunun iyi ve kötü demesinin manası ve yeri yoktur. Hak, haktır, insanlar kötü dese de batıl batıldır, insanlar iyi dese de demek istihsan arzu ve hevestir, dalalettir. Bundan Allah'a sığınırız.[9][9]
Öyle anlaşılıyor ki İbn Hazm'a göre, istihsan: Umumi manadadır ve mesalih-i mürseleyi ve İmam Malik'in bir nevi saydığı istihsanı içine alır. İbn Hazm, mesalih-i mürseleden ayrı olarak söz etmez, onun mesalihi mürseleyi reddettiğini de görmedik. Demek ki o onu, istihsana dahil ediyor. İbn Hazm'a göre, istihsan, ictihad da bir nevi kargaşadır. Çünkü istihsan, kişilerin ve zamanın ihtilafına göre değişir. Birinin iyi dediğini, diğeri kötü sayar. Bazılarının maslahat ve faydaları saydıklarını başkaları zararlı sayar. Dini gerçekler böylece karışık bir hal alır. O şöyle der:
494- İstihsan Mümkün Olmayan Bir Şeydir:
İbn Hazm'ın istihsan hakkında söylediklerinden önce biz, bu sözleri yazmak gereğini duyduk, ta ki konu biraz açılsın. İbn Hazm ile istihsan konusu tartışmamıza girmeden, onun uyandırdığı ihtilaflara dalmadan bunları söyledik.
Mesalih-i Mürsele ise: Mesele hakkında dinde isbat veya meni yollu bir nass bulunmaz, o serbest kalmıştır. Fakat nassların genelinin ruhuna bakarak bir hüküm verilir. Maslahatı gözetmek lazımdır, zarar def olunur, faydalı alınır. Nassların ve sahabenin amellerine göre her maslahat ve faydalı olan şey gözetilir.
Malikilere göre istihsan: Başka bir maslahattan dolayı kıyasa muhalif bir hüküm vermektir. Çünkü eğer kıyas uyarınca hüküm verilirse, belki zorluk ve haksızlık olacaktır.
Ancak şu da var ki, istihsan kelimesi, Şafii ve Malik'e göre rey ile istin-batm iki türlüsüne şamildir. Bunlar kıyasın mukabilidir. Sonraları birine istihsan denildi, diğer kısma da mesalih-i mürsele adı verildi. Bu taksim Şâfi'den sonra çıktı. Çünkü o İstihsan kitabında kıyasdan başka bütün reyle ictihadları reddeder. İmam Malik'e göre de istihsan kelimesi her iki nev'e şâmildir. Zaten İmam Şafii'nin İstihsanı İptal kitabının amacı, İmam Malik'in talebelerine cevap vermektir, onlara reddiyedir.
493- İstihsan ve Mesalih:
Hanefi mezhebinde istihsan tabirine mesalih-i mürsele girmez. Onlara göre istihsan: Müctehidin bir meselede diğer hükümleri hilafına gördüğü bir lüzum üzerine başka türlü hüküm vermesidir. Nass, icma veya örften dolayı kıyasdan dönmesidir veya illeti zahir olan bir kıyastan, illeti gizli olan bir kıyasa dönmesidir (Yırtıcı hayvanların artığı pis olduğu halde yırtıcı kuşların değil, çünkü gagası kemiktir, kemik necaseti taşımaz gibi)
Bu kitap onunel-Um kitabında mevcuttur. Bu suretle istihsan, kıyasdan ayrıldı ve sahabe arasında maruf olan rey nev'ilerinden biri oldu.
Bu söz, Ebu Hanife zamanında rey usullerinden olan istihsanm kıyasdan ayrı tutulduğunu gösterir. Abdurrahman b. Kasım, İmam Malik'in şöyle dediğini nakleder: İlmin 9/10 u istihsandır." Malik'in talebesi şöyle der: "İstihsan, ilimde kıyasdan daha üstündür." İmam Şafii'ye gelince, kıyas alıp onu rey ile içtihadın temelini saydı, diğerlerini tanımadı ve İstihsanm İptali diye kitap yazdı.
Netice olarak diyebiliriz ki, kıyas ve reyi reddedip zahiriyeciler, nass-lardan sonra istishabı delil alıyorlar. Cumhur fukaha ise, ictihad ve kıyası öne alıp istishaba en son gidiyorlar. Şüphesiz, cumhurun görüşü doğru olup dinin ruhuna en güzel bir mâna katar. Halbuki zahiriyecilerin istishabı almaları onları çıkmaza sokmuş, insanın sidiği suyu pis yaptığı halde, domuzun ve köpeğin sidiği pis yapmaz demek gibi acayip durumlara düşürmüştür.
İstihsam İptal Etmeleri
492- îstihsan Nedir?
İstihsan kelimesi, Ebû Hanife ve Mâlik zamanından beri fukahanın dilinde çok dolaşmaktadır. Onlar, rey ile içtihadı nev'ilere ayırdılar, ve kıyası ayrı bir bölüm saydılar. Sahabe sözlerinde geçen rey kelimesi (Mesela Ebu Bekir'in, Abdullah İbn Mes'ud'un sözlerinde var; benim reyim bu, doğru ise Allah'dandır, hata ise bendendir, Muaz b. CebeFin; reyimle ictihad ederim demesi gibi) Bu kelime dinde yapılan her içtihada denirdi. Nas-sa dayanan bir kaide aranmazdı. Tabiin devrinde biraz ayrıldı. İmam Ebu Hanife ve İmam Malik devirlerinde tamamıyla ayrılıp belli oldu. İmam Mu-hammed b. Hasan, hocası Ebu Hanife hakkında şöyle demiştir: "Arkadaşları kıyaslar hakkında onunla tartışıyorlardı, fakat ben istihsan yapıyordum" deyince, hepsi susar, bir şey diyemezlerdi.
Cumhur fukahasi şüphesiz dini nasslara bağlı görüyorlar. Fakat nass-ları sadece zahiri manasına almıyorlar, bu nassların maksadı var, illet ve hikmeti var, diyorlar. Ve onları onlara göre, anlıyorlar ve buna nasslara hamletmek, diyorlar. İstishaba ancak başka delil olmadığı zaman başvuruyorlar.
Demek nasslar böylece bütün hükümleri kuşatıcıdır. Ancak delaletleri iki türlüdür. Bir kısmı sarihtir, bir kısmı da istinbat yoluyla meydana çıkar. Bunu da şartları haiz olan müctehid kıyas yoluyla yayar, o, ilim ehlidir, cenabı Hakk; "Bilmediklerini bilenlere sorun" (en-Nahl, 16/43) buyurmaktadır.
490- Hz. Peygamber Dini Beyan Etmiştir:
Nassların kıyasın caiz olduğuna delaleti, cumhur fukahaya göre böyledir. Fakat İbn Hazm, bu görüşün karşısına çıkıyor ve onu çürütmeğe çalışıyor ve şöyle diyor: Din ilmi açıktır. Cenab-ı Hak Kur'an'ı "Herşeyi beyan için indirdi, Hz. Peygamber'i de kendilerine indirileni insanlara beyan için önderdi. Demek Peygamber insanlara her şeyi beyan etmiştir. Bundan başka farklı söyleyenler icma-ı ümmeti inkarcıdırlar."
Beyan olunanların hepsi açıktır. Din ilminden kapalı kalanlar, anlara bakmayıp batıl bir yolla aramağa çalışanlara kapalıdır. Bu sakat bir anlayış neticesidir.[8][8]
İbn Hazm'a göre Peygamber'in beyanı açıktır, tamdır, dili bilen herkes bunu anlar. Cumhur fukahaya göre ise, evet Peygamber'in beyanı açıktır, hükümleri beyan etmiştir. Fakih onları araştırır, istinbat eder ve gereğince hüküm verir.
491- İstishâbe En Sonra Müracaat Gerekir:
Gerçekten reyi ve kıyası reddedenler genellikle istinbat hususunda çok uzak bir yola sapıyorlar ki, o da istishabı asıl bir delil olarak almalarıdır.
Kitap, Sünnet ve icma'a dayanarak illet vasıfları bir olan şeyleri benzerlerine kıyas etmek suretiyle hüküm vermeye, istishabı tercih ediyorlar. Onlar, her şeyin insanların emrine verildiği yolundaki Kur'an'ın beyanını, eşyada asıl olan mubah olmaktır, yolu bir nass gibi görüyorlar ve böylece nass olmayan her şeyin mubah olduğunu söyleyip kıyasa hiç gerek görmüyorlar. Onlara göre din, sadece naslarm zahirinden ibaret oluyor.
Demek kıyas, nassın hükmünün dışında bir şey değil, belki o nassm gereğine göre yürür, nass onun temelidir. (Hanefiler kıyası isbat edici değil, o hükmü meydana çıkarıcıdır, derler) Şafiiye göre; İctihad eden fakih, Kitap ve Sünnetin nassma bakar, onun delaletini, manasını araştırır, sonra asıldaki hükme uygun surette ayrıntıya da hükmü verir.
e. "Allah'ın ve Rasulünün önüne geçmeyin..." (el-Hucurat, 49/1),
"Bilmediğin bir şeyin peşine düşme" (el-İsra 18/36) "Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik." (en-Nahl, 16/116), "Size kitap ve hikmeti öğreten, bilmediğinizi öğreten Peygamber gönderdik" (el-Bakara, 2/129) âyetleri hepsi kıyası yasaklar. Bunların hepsi kıyası iptal edicidir. Onun uzun ve çetin bahislerinden özetlediğimiz delilleri bunlardır.
483- Dini Hükümler; Farz, Haram ve Mubah Olur:
Görüldüğü üzere, İbn Hazm'ın bütün dayanağı, nasslar her şeyi beyan etmiştir, nassla ve icmayla sabit olanların kıyasla başka bir şey ziyade edilemez, geri kalanları mubahtır. Eşyada asıl olan mubah olmaktır. O şöyle diyor: Dindeki hükümler baştan sona üçe ayrılır:
a. Farzlar
b. Haramlar
c. Mubah olanlar.
Mekruh ve mendub olanlar mubaha girer. Cenab-ı Hak: "Yeryüzünde-kileri sizin için yarattım" (el-Bakara, 2/29) buyurmuştur.[5][5] Bunlar nassla sabittir, bunun dışında bir delil olamaz. Böylece İbn Hazm kıyas yolunu kapıyor.
484- İbn Hazm'ın Kaçamak Yolu:
İbn Hazm, nassm şümulüne girmeyen bir olay düşünmüyor, öyleyse kıyasa gerek yok, diyor. Ona göre hakkında nas olmayan, emir ve nehiy edilmeyen bir şey, eşyada asıl olan mubah olmaktır, kaidesince mühabtır. Öyleyse kıyasa gerek yoktur. Cenabı Hakk: "Yeryüzünde ne varsa sizin için yaratan O, Allah'dır" (el-Bakara, 2/29) buyurmuştur. Bu konuda kendilerine varid bir itiraza şöyle diyor: "Hakkında nass olmayan şeyler hakkında ne yapacaksınız, denirse, biz de meseleyi ters çevirip şöyle deriz: Sizler Kur'an ve Sünnette haklarında nass bulunmaj'an olaylar olduğunu caiz gördüğünüze göre, siz ne yapacaksınız? Bu soru size variddir, bize değil. Çünkü biz bunu caiz görmüyoruz. Çünkü mubah olma delili var elimizde... Kıyas yapan kimse Kur'an'ın âyetlerindeki yasağa karşı gelmiş olur, Allah'a iftira eder.
485- İpek Misali Kıyas Değildir:
Bundan sonra İbn Hazm, Hz. Peygamber zamanında yapılmış kıyasları söylüyor ve bunları yayanları Hz. Peygamber'in hatalı gördüğünü söylüyor, kıyasın hata olduğunu tekrarlıyor. Onların kıyası şu: Hz, Ömer Usame ipek giymeyi kıyas etmişler, şöyle ki: Hz. Ömer ve Usame ipek giymişler. Hz. Peygamber Usame'ye sert bakınca: Ya Rasulullah o ipeği bana sen gönderdin, ben de giydim, demiş. Peygamber de: Ben sana onu giyesin diye göndermedim, kadınlarına başörtüsü yapasın diye gönderdim, buyurmuş. Hz. Ömer herkes malik olduğu malından istifade eder diye kendisine verilen ipeği giyse, mala yaptığı bu kıyas hata...
îbn Hazm'ın misali bu. Biz bunun ne aslına ve ne de T eticesine katılırız. Bu zaten bir kıyas da değildir. Kıyasın batıl olduğunu asla göstermez.
486- İbret Almak, Kıyas Değildir, diyor:
İbn Hazm, bu yolda kıyasın batıl olduğuna dair aklınca bir çok deliller getirdikten sonra, dinde reyin yeri olmadığına dair Ashab-ı Kiram'dan bazı haberler nakil ediyor, o böylece kıyasın batıl olduğuna dair deliller getirmekle de kalmıyor, cumhur fukahamn kıyasın delil olduğuna dair getirdikleri en kuvvetli delil olan âyet-i kerimeyi delil kabul etmiyor. "Ey akıl sahipleri, itibar edin" (el-Haşr, 59/2) âyetindeki itibar etmenin Arap dilinde kıyas yapın manasına gelmediği, böyle bir örf yok diyor.
İtibar edin, ibret alm, öğüd alın demek olduğunu söylüyor. "Peygamberlerin hikayelerinde aklı başında olanlar için öğüd alacak şeyler vardır." (Yusuf, 12/111) diyor.
"Hayvanlarda sizin için ibret vardır." (en-Nahl, 16/66) "Hurma ve üzüm meyvelerinde ibret vardır." (el-Müminin, 23/21) hep bu mânayadır, diyor. Ve ekliyor: "Hayvandan çıkan kan haram, yine ondan çıkan süt helâl, üzümden yapılan şarap haram, şurup helal, demek iki benzer için aynı hüküm verilemiyor."[6][6]
487- İbret Almakta Bir Nevi Kıyas Vardır:
O, itibar edin, kıyas manasına olmadığını söylüyor ve buna dair misaller getiriyor. Fakat lügat kitaplarında bunun kıyas yapın manasına olduğu gösteriliyor. Sa'lebi şöyle diyor: "İtibar demek, insan bir şeyi düşünüp onun gibisini yapmak, demektir" Bu lugatçınm sözü gayet açıktır. Evet öğüt almak da böyle kıyasla olur, başkasının yaptığını yapınca, aynı akıbete uğramaktan sakınmak için ibret alınır, bu da bir hali, başka bir hâle kıyas yoluyla olur. Bu çok açık bir şeydir.
488- Görüş Ayrılığı:
İbn Hazm'ın kıyas görüşü böyle. Onu reddediyor ve şiddetle inkâr ediyor. Onu reddederken getirdiği beş delilden en başta geleni, nasslarda her şey vardır, kıyasa ihtiyaç yoktur, demesidir. Ona göre, bazı şeyler nasslarda yok, demek, din noksan demek olur, halbuki Cenab-ı Hak dinini tamamladığını haber veriyor. Madem ki din tamam olmuştur, hakkında nass olmayan şeyler mubah olarak kalır, Allah Teala yeryüzünde ne varsa sizin için yarattım, güneş, ay, bütün varlık emriniz altında diyor.
İbn Hazm'ın kıyası inkârda temel görüşü böyle. Fakat cumhur fukaha böyle görmüyor. Onun getirdiği delilleri tanımıyorlar. Hz. Peygamber bize gecesi bile gündüzü gibi aydınlık bir rehber bıraktı. Cüz'i olaylar, umumi kaidelerle çözülür, nasslar mahduddur, olaylar ise bitmez tükenmez. Böyle olunca, kıyasa ihtiyaç vardır, benzer olaylar aynı hükmü alır. Bu şaşmaz bir kaidedir.
489- Nassların Delilleri İki Türlüdür:
islâm fıkhında her şey beyan olunmuştur. Bunlar iki kısma ayrılır. Bir kısmı nassla beyan olunmuştur. Bunlarda içtihada gerek yoktur. Diğerleri nasslardan delalet yoluyla alınmıştır, bunlar akılla istinbat suretiyle" yapılır. Bu da ictihad ve kıyasla olur. İşte kıyascı ulemanın görüşü böyledir. Onun için İmam Şafii nassların delaletim iki kısma ayırır. Zahir olan delalet, bir de istinbat ile olan gizli delalet. İslâm fıkhında her olayın bir hükmü bulunur. Eğer aynıyla nassda varsa ona uyulur. Yoksa doğru yolda ictihad suretiyle hüküm aranır, işte bu da içtihada dayanan kıvasdır.[7][7]
d- Hz. Peygamber'in mü'minlere emri var: "Ben size bir şeyden bahset-meyip bırakırsam , siz de beni bırakın, sormayın... Size birşey emredersem, onu gücünüzün yettiği kadar yapın nehy edersem, ondan kaçının." Kavil, kıyasla birşey edemez, nehy edemez. Yoksa bu hadisi dinlememiş olur.[4][4]
b. Kıyasçılara göre nass olan yerde kıyas yapılamaz. Her kim nassm şâmil olmadığı bir şey var derse, Cenabı Hakkın "Bugün sizin dininizi tamamladım. .." (el-Maide, 5/3) âyetine karşı geliyor demektir.
Din noksan mı ki kıyasla hüküm veriyor. Hz. Peygamber'de veda hutbesinde dinin tamamını tebliğ etmiştir.
c. Kıyas, hakkında nass bulunanla, nass bulunmayanın illette müşterek olmalarına dayanır, yani asıl ile fer'in illete iştirakidir. Bu vasıf ve illeti gösteren bir delil gerekir, eğer bu delil nass ise, fer'ideki hüküm bundan alınmıştır, bu kıyas sayılmaz. Nass yok, icma'da yoksa, bu vasıf neyle bilinecek? Bu dinde delilsiz hüküm vermek olur.[3][3]
Bundan sonra kıyasçılarm delillerini sıralıyor ve onları reddetmeye kalkışıyor. Bizim için bunlar o kadar Önemli değil, Önemli olan onun kıyası iptale çalışması ve onun tutumudur.
482- İbn Hazm'ın Delilleri
Kıyası iptal için İbn Hazm'ın getirdiği delillerin özeti şöyle:
a. Dini Allah Teala indirmiştir. Emrettiği farzdır, nehiy ettiği haramdır. Diğer kalanları da mubahtır. Bunların dışında kıyasla bir şey haram veya helal kılınamaz.
Daha sonra İbn Hazm, kıyasçılarm delillerini ele alıyor ve zannmca onları çürütüyor. Onlar da delil sandıkları bu şeyleri, kendi kanısınca ve o sert diliyle aldatmaca sayıyor ve biz, onların delil sandıkları bu şeylerin hepsini çürüteceğiz, diyor.[2][2]
Gerçekte bu kıyasın hakikatında bir ihtilaf değildir. Asıl ile fer'in illette müşterek olmaları aranır. İhtilaf sadece illeti arama yollarmdadır. ^ümhur fukaha asıl ile fer'in vasıfta iştiraki ararlar, bunu illet sayarlar, kıyasın aslında ihtilaf yoktur.
481- Kıyasçıları Reddetmesi:
Bundan sonra İbn Hazm, kıyası kabul eden fukahanın kıyası nasıl taksim ettiklerini, kıyas ile haber-i vahidin çatışmasını, bu konuda ulemanın görüşlerini anlatıyor. Biz bu konuyu kıyası kabul eden imamların hayatlarını anlatırken açıkladık.[1][1]
Çünkü bu reyle, ictihad ile başlar. Bu çok açık bir şeydir. Benzerler arasındaki müşterek illet gereği yerinde sabit olan hüküm, diğerinde de bulunur. Eşya arasındaki eşitlik hükümde de eşitliği gerekli kılar.
Rey ile ictihad olan yerde kıyas vardır. Ebu Hanife'nin hocası Hammad ve ibrahim Nahai kıyas yaptılar. Çünkü reyle ictihad ettiler. Öyle olunca kıyas, sonrakilerin icadı bir bid'at değildir, o eskilerce bilinen bir metoddur.
480- Kıyasın Aslında İhtilaf Yoktur:
İbn Hazm bir de şöyle diyor: Kıyasçı fukaha bunda ittifak halinde değildirler. Şafiilerin hepsi kıyası ancak asıl ve feri hüküm illetinde müşterek iseler, o zaman itibar ederler. Bazı Hanefi ve Maliki fukahası da onlara katılır. Diğerleri ise illetin asıl ile fer'i arasında müşterek olmasını şart ko-Şarlar, arada herhangi bir nev'i benzerlik yeter.
Bakıyoruz, İbn Hazm, sonraki fetvacılardan bir taife dinde kıyası caiz gördü, diyor. Bu sözde bir gariplik var. Çünkü Ebu Hanefiyi, Maliki, Şafi'yi, Ahmed b. Hanbel'i ve onların talebelerini sonrakilerden müteahhirinden sayıyor. Eskilerden saymıyor. Söze böyle başlıyor, ta ki okuyan kıyası sonrakilerin çıkardığı bir bid'at sansın, eskilerin yolu değilmiş sanki. Halbuki kıyas gerçekten daha önce de var.
479- İbn Hazm Kıyası Anlatıyor:
İbn Hazm, kıyası inkâr ederek ondan bahseder. Çünkü o, reyi reddeder, reyi reddedince kıyas da bunun içine girer. O şöyle der; "sonraki fetvacılardan bir taife, dinde kıyas yapmayı kabul ettiler ve şöyle dediler: Birçok meseleler oluyor, onların Allah'ın Kitabında ve Peygamber'in Sünnetinde zikri yok. Bu hususta icma da yok.
Öyleyse Kitap ve Sünnette onların benzerlerine bakarız, böylece Hass olmayan hususta kıyasla hüküm veririz. Aralarında müşterek illet var, aynı illet aynı hükmü alır." Kıyas ashabının hepsinin sözleri böyledir ki onlar bütün Safilere, Hanefi ve Maliki-lerden bir grupdur. Hanefi ve Malikilerden bir taife de buna benzer hükümlerde bulunmuşlardır.
495- İstihsan, İnsanların Faydasına bir Kaidedir:
“İbn Hazm'ın istihsan hakkındaki sözleri böyle, ona göre bu, dinde kargaşalıktır, birinin iyi dediğine, diğeri kötü der. Hükümler karışır, sonra dini hüküm koyan ancak Allah'dır. Şunu da kaydedelim ki, o, istihsan için arzu ve hevestir, diyor. Bu yanlıştır, müctehid dinin maksad ve amacının ruhuna uygun olarak hüküm vermektedir. Evet, malikilerden İbn Rüşd istihsan için:
Bir asıla dayanmaksızın fakihin kalbine doğandır, demiş. Fakat bu arzu heves demek değildir. O, fakihin mantıkma uyan şey demektir, umumî kaidelerin ruhuna uygun olandır. İnsanların faydasını gözetip zarardan koruyan şey demektir. Dinin kaynaklarına dayanarak İslâm ruhuna uyan demektir. Bununla beraber, Malikilerin hepsi, İbn Rüşd gibi demiş değildir, bütün Hanefiler ve Malikiler bu kaideyi sağlam bir esasa bağlamışlardır, bu heves ve arzu işi değildir.
Malikilere göre, istihsan insanların maslahatına olan bir kapı açmıştır.' İnsanların zaruri ihtiyaç halinde olan bir çok şeyleri vardır. İstihsan kaidesi bunları düzenler. Hanefiler de istihsanı gayet güzel bir kaide halinde işlemişlerdir. İcma, örf ve adet ile onu yerine oturtmuşlar, arzu ve hevese bırakmamışlardır.
496- Maslahat Delili Yerine Göredir:
Biraz da maslahatın değişmesiyle hükmün değişmesinden bahsedelim. Bir toplum için maslahat olan, başka bir toplum için zararlı olur. Bir zaman veya memleket için maslahat olan başka bir zamanda veya memlekette böyle olmayabilir, onun için İbn Hazm, bu maslahat deliline karşı çıkıyor, bu kargaşalık doğurur, hak birdir, diyor.
Meseleye şöyle ince bir göz atarsak, istihsan ve maslahat delilleri hakkında bunu yersiz buluruz. Çünkü bunlar, nass olmayan yerde delil oluyor. Bu kargaşalık doğurmaz, hak birdir. Doktor bile hastalığa göre ilaç verir, bir ilacı birine verir, diğerine yasaktır, bu hakkın bir olmasına mani değildir. Maslahat delili de böyledir. Bir şey bir toplum için faydalı ise ona sahiptir, helaldir, diğeri için zararlı ise ona haramdır, mubah olmaz. Hayattaki olaylar da böyledir.
497- İmam Şafii de İstihsanı Almaz:
Bir nev'i rey ile ictihad olan istihsan kaidesi hakkında, İbn hazm'ın görüşleri böyle. İbn Hazm buna da, diğer rey ile ictihad delillerine baktığı açıdan bakıyor ve reddediyor. Çünkü ona göre, nasslar her şeydir, nasslardan başka delile ihtiyaç yoktur.
O da, istihsanı iptal meselesinde İmam Şafii'nin yolunu tutmuştur. İmam Şafii şöyle demiştir: "Kim istihsan yaparsa, akliyle bir hüküm veriyor demektir." O da istihsanm oturmuş bir kaide olmadığını söyler ve şöyle der: "İstihsan zevk işidir."[10][10] İbn Hazm da böyle konuşuyor.
498- Sedd-i Zeraî:
İbn Hazm, ictihad yoluyla olan sedd-i zeraî delilini reddeder. Bu da rey ile ictihad nev'ilerindendir, o reyin hepsini inkâr eder. Bu konuda İbn Hazm'ın dediklerine geçmeden önce, Malikilerin ve Hanefilerin aldıkları bu zerayi delilini kısaca tanıyalım:
Bu kaide, işaret ettiğimiz mezheblerin fukahasmca fetvada esas tuttukları bir yoldur, Bunun temeli şudur: Bir şey teklif edilince, ona vasıta olan şeylerde istenmiş olur, bir şeyi yasaklayınca, ona vasıta olanlar da yasaklanmış olur. Harama vasıta olan da haramdır. Dini hükümleri araştırınca bunun böyle olduğu görülür. Cuma namazını emir etti, ona koşmayı da emretti, o anda alış verişi yasakladı, çünkü koşmaya mani. İnsanlara sevgiyi emretti, kini yasakladı. Başkasının pazarlığını bozmayı yasakladı, çünkü kine sebeb olur... Mirasçıya vasiyeti yasakladı, diğeri kızmasın diye Hz. Peygamber savaş zamanında hırsızın elini kesmedi, çünkü düşmana kaçar, ajanlık yapar, müslümanların sırrını satar.[11][11]
Bu prensiplere bakarak Malikiler ve Hanbeliler zerayi kaidesini aldılar ve helale sebeb olan helaldir. Harama vasıta olan haramdır, dediler. Fitne, fesad zamanı silah satmak haramdır, ribaya vasıta olan şey fasıddır, buna göre Malikiler ve Hanbeliler dini hükümleri ikiye ayırırlar: Maksad-lar ve vasıtalar. Maksatlar bizzat faydalı ve zararlı olanlar. Bunlara vasıta olanlara da zerayi denir. Faydalıya vasıta olursa mubah, zarara vasıta olursa yasaktır.
499- Zerayi
Bu kaidenin temeli budur. Fakat İbn Hazm, buna karşı çıkıyor ve bunu kötülüyor. Halbuki bunun gayesi çok güzeldir. O diyor ki, bir cemaat ihtiyaten bazı şeyleri haram kılıyor ve buna Numanb, Beşir'in rivayetini delil tutuyorlar. O, Hz. Peygamber şöyle dedi diyor: "Helal belli, haram belli. İkisi arasında bazı şüpheli şeyler var, bu şüpheli şeylerden sakınan ırz ve dini korumuş olur. Şüpheliye düşen harama düşebilir. Yasak koru etrafında hayvan otlatan çoban, oraya gidebilir. Her hükümdarın yasağı vardır, Allah'ın yasağı da haramlardır."[12][12]
İbn Hazm, zerayi haram düşmek korkusuyla şüpheli şeylerden sakınmaktan ibaret sanıyor. Halbuki bu kapıyı açan Malikiler ve Hanbeliler sadece şüpheli şeylerden sakınmak demiyorlar, onlara göre zerayi üç türlüdür:
a. Şüpheli şeylerden sakınmak,
b. Harama götüren her şeyden sakınmak, fitne zamanı silah satmak gibi
c. Vacibe vasıta olan şey, namaza koşmak, ailesini geçindirmek için rızık peşinde koşmak, çalışmak. Bunların hepsi zerayidir, vasıtadır.
Onun için İbn Hazm'm sözleri kusurlu, diyoruz. Çünkü sedd-i zerai sadece şüphelilerden sakınmaktan ibaret değildir.
500- îcab Başka Teşvik Başka:
İbn Hazm, sedd-i zerai kaidesini sadece Numan hadisine hasr etmekle kalmıyor, bu hadisin kapsamına giren şey, teklifi bir hüküm değil, diyor. Çünkü kesin nass olmadıkça birşey, haram olamaz. Halbuki birçok âyetler, yeryüzündeki her şeyin kullara helal ve mubah olduğunu gösterir. "Yerdekilerin hepsini sizin için yarattı" (el-Bakara 2/29).
"Nasıl olur da Allah'ın size verdiği rızkın birazını haram, birazını helal kılarsınız?" (Yunus 10/59). Allah şüphe üzerine bir şeyi haram kılmayı yasaklıyor. Ona göre, bu hadis-i şerif şüpheliyi haram için değil, dini ve güzel ahlakı korumak için takvaya, salaha davet içindir. Yasak bölgenin etrafı yasak demek değildir.
Bu şüpheli şeylerden korunmaya teşviktir. Şüpheli haram değildir. "İnsanların en suçlusu, haram olmayan bir şeyi sorar, onun sorusu üzerine haram kılınır." Hadisi var.
İbn Hazm, icab ile teşvik arasını bir tutmaz, haram kesin emir ister, teşvik ise davettir.
501- Ayniyle Haram Olmak Lazım:
İbn Hazm haram olan bir şeye götürür diye, harama vasıta olan bir şeyi şüphe ile haram saymıyor. Haram kesin bir delil ister diyor.
Ve buna iki su kabını misal getiriyor. İki su kabı var. Birindeki su temiz, diğerindeki pis. Fakat hangisi temiz, hangisi pis olduğu belli değil, ortada pis su olduğu kati onlarla abdest alınmaz diyor.
502- Şüphe Üzerine Haram Denemez:
Ona göre şüpheli şeyler hakkında kesin haram denemez. Öyle olunca müftü, harama vasıta oluyor diye bir şey hakkında haramdır, diye fetva veremez. Şüpheli bir şeye kesin olarak haram diyen, dinde ziyade yapmış olur, Allah'ın dinine aklı ile bir şey katıyor sayılır. Şüpheli diye haram denemez.
Hz. Peygamber'in asrından tut da zamanımıza kadar çağlar bunu bütün ümmetin icmaı ile olup biten işlere bak, Medine de Hz. Peygamber'in huzurunda olurdu bunlar. Bir kimseye yiyecek, giyecek, ne olursa olsun almak istediği zaman pazar yerine gider, oradan istediğini alır. Halbuki pazarda çalınmış, gasbedilmiş, haksız kazanılmış şeylerden bulunur.
Ayniyle haram olduğu belli olmayan şeyler, şüphe üzerine haram sayılmaz. Hz. Peygamber bundan men etmedi. Bundan sonra İbn Hazm, şunu rivayet eder: As-hab sordular, «ya Rasulullah, yeni müslüman olan Araplar geliyor, et getiriyorlar, besmele ile mi kestiler, bilmiyoruz?» Hz. Peygamber: «Siz besmele çekin ve yeyin,» dedi. Biz de Hz. Peygamber gibi takvaya teşvik ederiz, fakat haram diyemeyiz.”[13][13]
503- Zerayi Delilini Sert Eleştirisi:
îbn Hazm, adeti üzere zerayi görüşüne şiddetle hücum ediyor, haram ve helal zan ile sabit olmaz, diyor. Zerayi ile haram kılan, şüphe ve zann ile haram kılıyor demektir. Halbuki cenabı Hak zan, hak için bir şey ifade etme, buyurmuştur. Şöyle sert konuşuyor; İhtiyat veya endişe üzerine kesin olmayan bir şeyle hüküm veren, zan ile hüküm veriyor. Zan ile hüküm batıldır, yalandır. Bu helal olmaz. Böyle bir şeye götüren her mezhebden Allah'a sığınırız. Aslında bu mezheb, bozuk ve çelişki içindedir. Harama götürecek endişesiyle bir şey haram kılınacak olursa, zina yaparlar korkusuyla erkekleri enesinler, hadım yapsınlar, kâfir olurlar korkusuyla insanları öldürsünler, şarap yapılır diye bağları, bahçeleri kökleyip kessinler... Hülasa bu mezheb yeryüzünde en fasid mezhebtir. Çünkü bu hakikatleri çiğneyip ezmeye sebeb oluyor.[14][14]
Eskiden mezhebi olan Malikileri böyle nitelendiriyor. Bu sözler onun, onun zahiriye taassubunu göstermek için bunları aynen naklettik. Rey ile içtihadın her nev'ini, insanları harama düşmekten korumak gibi güzel bir gayesi olan zerayiye bile nasıl sert bir dille reddediyor. Biz, onun bu sert sözleri üzerine bazı notlar düşmek istiyoruz.
504- Yerinde Bazı Notlar:
a. Bir şeyin helal veya haram olmasında şüphesi bulunan kimse, o konuda tereddüt içindedir. Yoksa kesin olarak hüküm vermiş değildir. Hüküm verse şüphesi olmaz. Haram olduğu ona göre kesin değildir. Zaten İslâm ulemasından hiçbir kimse şüpheli bir şeyin kesin haram olduğunu söylemiş değil. Bunu ihtiyat olarak söylüyorlar. Karılarından birini boşayıp hangisi olduğunu bilmezse, Malik'e göre ihtiyaten boş düşerler...
b. İhtiyatta itibari olarak zan galebedir, nadir olana değildir. Bu bakımdan İbn Hazm'ın; öyleyse zina yapmasınlar diye erkekleri eneyelim mi, fe-sad çıkarmasınlar diye insanları öldürelim mi, şarap yapmasınlar diye bağları kesip kökleyelim mi? demesi yersizdir. Böyle bir şey diyen zaten yok, bunlar nasslarla yasaklanmış şeylerdir.
c. Sedd-i zerayi delilini alan ulema, kasden harama vasıta olanlara bunu koymuşlardır. Ribaya vasıta olan satış, hülle yapmak için muvakkat nikah yapmak, varislerden mal kaçırmak için ölüm hastalığında vasiyet yapmak gibi, şeyler bunlardandır. Bunlar kötü maksatla olduğundan haramdır ve dini korumak içindir. Zerayi delilinde iki şeye bakılır:
1. Kişinin bu işden maksadı nedir, niyetine bakılır, mesela zekattan kaçınmak için, malını, iade şartıyla bir fakire hibe etmek veya karşılıkta az bir şeyle satmak gibi.
2. Herhangi bir zamanda harama vasıta olması galip olan bir şey hakkında hüküm vermek, fitne zamanı silah satmak gibi.
505- Usul ve Furuun Şahidliği:
İbn Hazm'ın bütün fukahayı şiddetle eleştirdiği bir konuda akrabalık dolayısıyla yalan söylerler endişesiyle, usul ve furuun birbirlerine şahidlik yapmalarını kabul etmemiş olmalarıdır. O, bu şahidliği kabul eder, böyle zan üzerine şahidlik reddolunmaz, diyor. Töhmet ile şehadet reddolunmaz bu haramdır. Delil olarak birçok âyet-i kerime zikrediyor.[15][15]
İbn Hazm, usulün fürua, furuun usule şahidliği kabul etmemeğe şaşıyor. Biz de onun bu şaşkınlığına şaşarız şöyle ki;
a. Burada adalete tesir eden bir töhmet var. Oğlunu hapse sokacak bir şekilde kim şahidlik yapar.
b. Bir insanın usulüne (ana-baba, yukarı doğru akraba) ve füruuna (evlatlar aşağı doğru) ve eşine şahidliği
kendine şahidliği demektir. Oğlunu, eşini elbette korur.
c. Usul ve füru hakkında şahidlik gerçekten güçtür. Eğer doğru söylerse, onları kızdırır, bu da akraba arasında düşmanlığa sebeb olur, eğer doğru söylemez ise Allah'ın azabını üstüne çeker, bu gibi sebeblerle usul ve füru hakkındaki şahidlik kabul edilmemiştir.
506- Onun Tuttuğu Anlatım Yolu:
İbn Hazm'ın bütün nevileriyle reye bakışı böyle. O, bunları reddederken sözünde üç belirgin vasıf var:
1. Getirdiği delilleri hep zahiri üzere alıyor, başka hiçbir şeye bakmıyor.
2. O dinin ruhuna ve aslına bakmıyor, maksad ve gayelere yönelmiyor. İllet ve hikmetleri araştırmıyor. Onun önünde sadece nass var, o, nassa bakıyor, bunların ibadet ve muamelata dair olanları arasında bir fark gözetmiyor, onun gözünde sadece teklif var.
3. Zahiriyeciliğe taassub şiddetiyle sarılması. Hatta bu taassub yüzünden, muhalifin sözünü bile tamamıyla kavramağa çalışmıyor. Şüphesiz ki bu, onun araştırmalarında bir kusurdur. Bana göre, araştırmalarında bu taassubu bir yana atsaydı, hem kendisi ve hem de insanlar için daha faydalı olurdu.
Onun usul ve metodunu anlattıktan sonra şimdi de onun bunlara göre, kurduğu fıkhından bazı örnekler sunalım: Ancak bunlara girişmezden önce, onun ashabın fetvaları hakkındaki görüşünü de öğrenelim:
Sahabe Fetvaları:
507- İbn Hazm, Sahabe Kavlini Almaz:
İbn Hazm der ki; "gerek sahabeden ve gerek diğerlerinden hayatta olsun, ölü olsun kimseyi taklid etmek caiz değildir." Sahabe kavillerini almayı da caiz görmez. Çünkü o zahiriyecidir. Kitap, Sünnet ve icmadan başkasına bakmaz. Bir de bunlardan alınma delili vardır. Sahabenin kavli delil olmaz, çünkü onlar da insandır. O, Şafiinin de bu görüşte olduğunu söyler. Onun şöyle dediği rivayet olunur. Eğer beraber aynı asırda yaşasaydık, delille kendisini ilzam edeceğim kimsenin sözünü nasıl olur da alırım.
Doğrusu şudur ki, eğer ittifak ederlerse, Şafii onların sözünü alıyor, ihtilaf ederlerse, birini seçiyor, bu söz hadisle sahabe kavli çeliştiği zaman içindir. Şüphesiz o zaman sahabe kavline uyulmaz. Peygamber'in sözünün yanında başka söze yer yoktur. İmam Malik'in dediği gibi: Her insanın bazı sözü alınır, bazısı reddolunur, ancak bu Havzanın sahibi müstesna.
Sahabe Kavillerini Niçin Zikreder?
Böyle olmakla beraber, İbn Hazm defalarca sahabe kavlini almadığını, onları delil saymadığını söylediği halde, bakıyoruz, birçok yerde sahabe kavlini zikrediyor. Gerek usule ve gerek fürua dair kitapları sahabe kavilleri ile dolu. En büyük mecmualar, kolleksiyonlar dersek, hiç de mübalağa etmiş olmayız ve bu söz hata da olmaz. Onların sözlerini delil saymadığını tekrarladığı halde onlardan bu kavillerin naklini nasıl yorumlarız? İbn Hazm, sahabe kavillerini üç sebebten dolayı alır:
a. Onların kavillerini, davasına delil olmak üzere alır, eğer icma halinde iseler, böyle yapar, hilafet hakkındaki seçtiği böyledir. O diyor ki: "Hilafet hakkında üç defa üç türlü yol seçtiler, birincide Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i veliahd yaptı. İkincide Hz. Ömer, halife seçimini halka bıraktı, onlar da Osman'ı seçtiler. Üçüncüde kendisini o makama layık görüp şartları haiz olan kimsenin kendisini halife ilan etmesidir, nasıl ki Hz. Ali böyle yaptı. Bu üç yoldaki halife seçimine sahabe muvafakat etti, bunda icma vardır. Böylece onların icmaı bu üç sekilin de caiz olduğuna delildir."
b. İkinci olarak karşısındaki cumhur ulemaya, onların kendi delilleri ile ilzam etmek ister. Onlar sahabe kavlini aldıklarından, onlara karşı o da aynı delilleri getirir. Dört imama tabi olanlarla münakaşa yaparken, onların kabul ettikleri sahabe kavillerini getirip onları delillerle susturur, onların yolunu takip eder, nasıl ki reyi iptal bahsinde bu yolu takip ettiğini gördük. Ebu Bekir, Ömer ve İbn Mes'ud gibi müctehid sahabenin kavillerini sıksık kullandı. Bundan maksat, karşısmdakileri ilzam edip susturmaktır.
c. Üçüncü olarak sahabe kavilleriyle kendi görüşünü tekid etmek, sağlam göstermektir. Yani kendi görüşü garip bir şey olmadığını, dinde bunun benzerleri bulunduğunu, Hz. Peygamber'den dini öğrenen ashabın kavillerinin de böyle olduğunu göstermek amacıyla bunu yapar. Burada hem ilzam ve hem de şehadet var, yani sahabe kavillerini, kendi görüşüne şahid gibi getiriyor.
Buraya kadar İbn Hazm'ın usulünü, başkalarının usulüne nasıl itirazlar yaptığını böylece beyandan sonra, artık onun bu usule göre kurduğu zahiriye fıkhından bazı meseleleri örnek alıp onları incelemek gerekir sanırım.
KAYNAK:
[1][1] eli ihkam, c. VII, s. 56
[2][2] Yazarın Ebu Hanife, Safi ve Malik kitaplarına bk.
[3][3] Aynı kaynak, s. 5
[4][4] Aynı kaynak, s. 9
[5][5] Aynı kaynak, c. VIII, s. 14
[6][6] İbn Hazm, en-Nübez, s. 45
[7][7] Şafii, er-Risale, s. 477
[8][8] İbn Hazm, el-İhkam, c. VII, s. III.
[9][9] el-îhkam, c. VI, s. 17.
[10][10] Yazarın İmam Şafii kitabına bak.
[11][11] Yazarın Ahmed b. Hanbel kitabına bk.
[12][12] İbn Hazm, el-İhkâm, c. VI, s. 2
[13][13] Aynı kaynak.s. 7
[14][14] el-İhkamcVI,s. 13
[15][15] el-İhkam, c. VI, s. 13