Nesih

387- Nesih Nedir?

İbn Hazm der ki, nesih ve mensuhu bilmek, içtihadın en temel şartlarındandır. Tabiilerden biri fetva vermek istedi, Hz. Ali ona:

- "Nesih ve mensuh biliyor musun? dedi o da:

- "Hayır" deyince; Hz. Ali:

- "Öyleyse sen helak oldun" dedi.[1]

Nesih ve mensuhu bilmek içtihadın temelidir, köküdür. İslâm fıkhında nesih hakkında ilk yazan ve onun usul ve kaidelerini beyan eden İmam Şa­fii olmuştur ve bunları Risalesinde yazmıştır. Onun için İshak b. Karniye, Şafii ile buluşmadan önce biz nasih ve mensuha dair bir şey bilmiyorduk, demiştir. İmam Şafii gibi İbn Hazm'da, nesihi hükümleri beyan olarak ka­bul eder, hükümleri ortadan kaldırmış değil. Demek nesih, bir hükmün son bulduğunun beyanıdır, onun için İbn Hazm, Şafii'den sonra gelen nesihi ga­yet ince ve güzel tarif eder. Nesih, ilk emrin zamanının son bulduğunu be­yandır.

Hz. Peygamber; "kabirleri ziyaret etmeyin," demiştir. Aradan zaman geç­miş, sonra da: "Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim, artık oraları ziya­ret edebilirsin" buyurmuştur. Böylece nesih, ilk hükmü iptal değil, onun son bulduğunu beyan etmektir. Bu itibarla Kur'an'da mensuh olduğu söylenen âyetler Kur'an olarak durmakta, okunmaktadır. Çünkü onlar nass olarak kaldırılmamıştır, hükümleriyle amelin vakti dolduğu bildirilmiştir. Onun yerine kıyamete kadar hükmü duracak başka bir hüküm konmuştrr.

388- Nesih Bir Nevi Beyandır:

Nesih bir hükmün son bulduğunu beyan olduğuna göre, bir nevi Kur'an'm beyanıdır, İbn Hazm'a göre, sonradan yapılan bu beyan iki kısımdır:

1. Bu, ya Kur'an'm mücmelini beyandır veya umumunu tahsistir. Bu son­radan yapılmış bir beyandır ve bu ona göre caizdir.

2. Bu nesihtir, yani ortada amel olunan bir hüküm varken diğer bir nass gelip o hükmün son bulduğunu bildirir, bu ikinci nass da bir nevi beyan­dır, iptal değildir.

İbn Hazm bu hususta şöyle der:

"Eğer biri: Nesih bir zaman sonra yapılmış bir istisnadır, derse ona şöy­le deriz: Mutlak istisna nevinden saymayız, bu zaman bakımından bir is­tisnadır ve tahsistir. Burada şöyle denebilir: Her nesih istisnadır, fakat her istisna nesih değildir ve bu doğrudur."[2]

389- Nesih Nerede Cereyan Eder?

Nesih, amel olunan bir hükmün zamanının son bulduğunu beyan olun­ca, bu nesih ancak emir ve nehiy gibi teklif getiren nasslarda olur. Haber­lerde, kıssalarda, nesih olmaz. Fakat inanç meselelerinde ve akılla sabit olan nakillerde acaba nesih olur mu? İbn Hazm cevabında şöyle der: Zahiriye ule­ması da bunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları demişlerdir ki, tevhid gibi akıl­la sabit olanlarda nesih yoktur. Fakat İbn Hazm kendisi buna muhaliftir. Ona göre: Dini hükümler yerleştikten sonra bunlarda nesih olmaz. Mese­la; mubah olanlar, haram kılındıktan sonra tevhidin isbatı, kıyamete da­ir olan şeylere iman, Allah yolunda cihad, bunlar asla nesih olunmaz. An­cak bunları nesih etmeye Allah kaadirdir, fakat kulun bunda dahli ol­maz. Allah, Kaadir değildir demek hatadır. Senin aklın kanunları abes ye­re bunu kavramaz.[3]

Görüldüğü üzere değişmez akli şeylerde nesih cereyan etmez, fakat İbn Hazm, Allah buna dair kaadir değildir, demeye dili varmıyor, bu söz­den dilini nezih tutuyor.

390 -Nimete Şükür Nesih Olunur mu?

İbn Hazm şöyle diyor: "Akıl aldanıp da akıl beğendiği için bazı şeyleri nesih etmek caiz değildir, dememeli. Zahiriyenin dediği gibi, nimeti vere­ne şükür etmek nesih olunmaz, denemez. Bunu diyen zahiriye ile o şöyle alay eder: Biz arkadaşlar, in'am edene şükür nesih olunmaz diye bir şey or­taya çıkarmışlar. İn'am edene nankörlük yapmaya asla yol yoktur" bizim arkadaşlar dediği zahiriyeciler, hakkında böyle dedikten sonra bunun çü­rük olduğunu söyler ve bu hususta onların gözünden hak nuru kalkmış der. Zira Cenab-ı Hak, Allah'a ve Rasulüne savaş açan ana ve babaya karşı gel­meyi emreder, halbuki ana baba evladına daima in'am etmiştir. Onların gözünden hak nuru kaçmış ki, bu konudaki âyeti kerimeyi hatırlamamış­lar ...[4]

391- Allah'a Şükürde Nesih Olunamaz:

İbn Hazm, yukarıdaki bahiste uzun sözlerle kendi,mezhebinde olan zahirîyeyi reddeder. Ve onlarla gözlerinden hak nuru gitmiş diye alay eder. İbn Hazm, hak bildiği hususta, muhalif, muvafık ayırd etmeden adeti üzere sert konuşur.

Bununla beraber İbn Hazm'ın bu konudaki sözleri doğrudur denemez. Asıl konu nimet veren Allah'a şükür meselesidir, ayet-i kerimelerde geçen ana-babaya verdikleri nimetten, yaptıkları inamdan dolayı şükretmek, Al­lah'a karşı gelince, lâzım gelmez meselesi bundan ayrıdır, bütün varlığa ni­mette bulunan Cenabı Hakka şükür, elbette nesih olunamaz...

Kur'an'ın Sünnetle, Sünnetin Kur'an'la Nesihi:

392- Nesih Hakkında Görüşler.

İbn Hazm'ın mezhebinde, nesih bir nevi Ayandır. Ona göre sabit bir ka­idedir ki, Kur'an ve Sünnet birbirini desteklerler, ikisi de dinde delildir, bi­ri diğerini beyan eder, açıklar. Bu bakımdan Kur'an Sünneti o Sünnet de Kur'an'ı nesih eder. Her ikisi de Allah'dan vahiydir. İbn Hazm'ın görüşü­nü anlatmaya girişmeden önce, bu konuda İslâm mezheblerinin görüşünü söyleyelim:

1. Bazı ulemaya göre, Kur'an'da nesih olmaz. Çünkü o İslâm'ın sicilidir, kıyamete kadar bakîdir. Nesih ve mensuh denen âyetlerin arasını bulmak çok kolaydır. Bu görüşün sahibi Ebu Müslim el-İsfehanidir. Bunu Fahred-din Râzî tefsirinde nakleder. Nesihi iddia olunan âyetlerdeki uyumu da gös­terir. Bu görüş akla uygunsa da cumhur ulema buna muhaliftir. Âyetler­de uyum sağlamak mümkün oldukça nesihe gidilmez, zira nesih var demek kolay bir şey değildir. Kur'andaki bir teklifin son bulduğunu söylemektir, ibn Hazm, nesih beyan diyorsa, en doğru iki nass arasında uyum sağ­lamaktır.

2. imam Şafii'nin görüşü şöyledir: Risalesinde yazdığı üzere: Sünnet Kur'an'ı nesheder, Kur'an, Kur'an'ı nesheder, fakat Kur'an Sünnv ti nesih edemez! Çünkü nesih bir nevi beyandır, Sünnet ise Kur'an'm beyanıdır, öy­leyse nesih eder...

393- İbn Hazm'ın Görüşü:

3. Üçüncü görüş de İbn Hazm'ın görüşüdür ki, bütün ulemanın ve Şa-11 nin dediği gibi Kur'an'da nesih vardır, ancak ona göre Kur'an Sünneti nesih eder; ister haber-i vahid, ister mütevatir hadis olsun. Kur'an ve Sünnet birbirini nesih ederler. Sünnet, Kur'an'ı nesih ettiği gibi, Kur'an'da sünneti nesih eder. Ve buna şunu delil getirir: Beyan ettiğimiz üzere Peygamber'e itaat, Allah'a itaat etmek gibi farzdır. Sünnetin getirdiğiyle

Kur’an’ın getirdikleri arasında fark yoktur. Bunların hepsi Allah indinden-

ır- Necim sûresinde Cenabı Hakk şöyle buyurur: "O, peygamber kendiliğinden söylemez, onun söyledikleri vahiy iledir" Hz. Peygamber'in hadisleri vahiy olduğuna göre, Kur'an da vahiydir. Vahyin vahiy ile nesi-hi caiz olur."[5]

İbn Hazm'ın bu dedikleri, onun mantıkına uygundur. Ona göre Sünnet kafidir, ilimle beraber amel icabeder. Haberi-i vahid hadisle mütevatir arasında fark yoktur, hepsi de ilim ifade eder. Öyleyse mütevatir ve haber-i vahidin Kur'an'ı nesih etmesi caizdir.

Yalnız, İbn Hazm'ın bu görüşü, Sünnetin Kur'an'la, Kur'an'm da Sün­netle nesihini caiz gören Hanefüerin görüşünden biraz farklıdır. Onlara gö­re, haber-i vahid zannidir, zanni olan hadis yani haber-i vahid, kat'i olan Kur'an'ı nesih edemez. İbn Hazm ile Hanefiler arasındaki ihtilaf, haberi va­hid hadislerdedir. Hanefiler bunu caiz görmez, İbn Hazm'a göre kat'i olduk­larından, o caiz görür.

394- Şafii'ye Göre Kur'an Sünneti Nesih Etmez:

Böylece İbn Hazm ile Hanefiler arasındaki ihtilaf çok azdır. Fakat onunla Şafii arasındaki ihtilaf büyüktür, Şafii'ye göre, sünnet sünnetle ne­sih olunur, fakat Kur'an, sünneti nesih etmez, meğer ki sünnetten böyle bir işaret buluna. İbn Hazm, Şafii'nin bu sözünü eleştirir ve şöyle der: "Şafii: Peygamberin bir sünnetini kaldıran bir vahiy Allah indinden Peygamber-'e gelirse, bu o sünneti nesih eder, demiş. Onun baz ashab (arkadaşlar) onun bu sözünü inkâr etmişler, şayet Hz. Peygamber'in önce söyleyip nakil et­tiği ve insanların da onunla amel ettikleri bir sünneti nesih eden bir vahiy gelirse, bu nasıl olur?

Bu itiraz İbn Hazm'ın hoşuna gider ve onunla Şafii'nin görüşünü red­deder sayar...

395 - Şafii, Sünneti Korumak İçin Böyle Demiştir:

İbn Hazm bu yolda İmam Şafiiye hücum eder, fakat insaf gereği Şafii'nin ne dediğini öğrenelim bakalım, bu hücum yerinde mi? Şafii meşhur iüîsa/esinde şöyle der: "Sünnet sünnetle nesih olunur, Kur'anla nesih olun­maz..." Şafii'yi buna sevkeden şey şu olmuştur: Onun çağında bazı sapık­lar sünnete hücum ederlerdi. Eğer sünnet, Kur'an'la nesih olunur demiş olursa, o sünnet düşmanlarının, Kur'an'm genel hükümlerini sınırlandıran hadislerin Kur'an'a muhalif kabul edip sünnete saldırmalarına yol açardı. Onun için sünnet taraftarı olan Şafii, mensuh olan sünnetleri araştırdı ve sünnet, sünnetle nesih olunur veya Kur'an'la nesih olunursa ve onu beyan eden bir sünnet bulunur, dedi. Şayet böyle olmayıpta Kur'an'la doğrudan nesih olunursa, o zaman Hz. Peygamber'in haram kıldıkları hakkında: Bunlar âyet inmeden önce olmuştu, derler, sünnetle sabit olanların mensuh olduğunu iddia ederlerdi. Zina yapanı recmetmek, hırsızlık yapanın elini kesmek de böyledir... Bu yolla sünnet reddolunur-du. [6]

Anlaşılıyor ki, İmam Şafii, nesih iddiasıyla sünneti ihmalden korumak için bunları ileri sürmüştür. Sünneti himaye etmek maksadıyla bunu ile­ri süren İmam Şafii'ye sünneti seven zahiriyeci İbn Hazm'ın bu hücumu yap­ması yakışmaz. Ayrıca bu hücum yerinde de değildir. Çünkü Kur'an'm nesih ettiğini iddia ettiği hadislerin hepsi sünnetin beyaniyledir. Şafii'ye karşı çıkanlar, doğrudan Kur'an'la nesih olunmuş bir hadis göstermezler. Âmidi Usul kitabında Şafii'ye bazı itirazlarda bulunmuş ise de bunların yerinde olmadığını Şafii adlı kitabımız da beyan ettik.[7] Nesih olunan sün­netlerin nesihi sünnetle beyan olunmuştur.

396- İbn Hazm, Şâfi'ye Haksız Hücum Ediyor:

İbn Hazm'ın, Şâfi'ye bazı ashabı tarafından yapıldığını ileri sürdüğü iti­raz asılsızdır, yerinde değildir. Çünkü Şâfi: Sünnet sadece nesih eder de­miyor, sünnet nesihi beyan eder, Kur'an'ın neshini açıklar, diyor... (Yazar buradaki tartışmada İmam Şâfi'yi haklı gösterip İbn Hazm'ı "Allah Affet­sin" diyor).

397- Nesih Peygamber'in Hayatında Olur:

Ne suretle olursa olsun, nesih ancak Hz. Peygamber zamanında, o hayat­ta iken vâki olur. Çünkü o, dediğimiz gibi, beyandır vahiy olunan dini be­yan eder, vahiy kesildikten sonra beyan edecek bir şey kalmaz. Hz. Peygam­ber, dini tamamıyla beyan ettikten sonra irtihal buyurdular. Kur'an-ı Ke­rim şöyle der: "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nj-metimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim." (el-Maide, 5/3) Bazı kimseler Hz. Peygamber hayatta iken vâki olan nesihi bilmeyebilirler ve onun ir-tihalinden vahiy devrinde olmuştur, onlar sonra duymuşlardır... Bu nesih âyeti inerken orada bulunmamışlardır, zaten, Allah'a şükürler olsun son­radan nesih olunduğunu müslümanlardan kimse iddia etmemişlerdir; bun­da ihtilaf yoktur.

İhtilaf şu meselede olmuştur: Nesih olunduğu haberi kendisine ulaş­madığından mensuh ile amel eden kimse hata işlemiş sayılır mı sayılmaz mı? Meselâ ve yahut nasih kendisine ulaşmadan mensuhu kendiliğinden terkederse durum nedir? Kabir ziyaretini yasaklayan hadisten haberi yok­ken ziyaret ederse günahkâr olur mu? Bilmediği için mazur sayılır. Tebliğ edilmiş olmadığından af olunur. Bir de kabir ziyaretini mubah kılan hadis­ten haberi olmaksızın, eski yasağa riayet etmeyerek kabir ziyareti yapar­sa, bu defa günah işlemiş sayılır. Çünkü tebliğ ile amel lâzım olur.

398- Nesihle Amel:

Bu konuyu ortaya atan İbn Hazm'dır ve bu ince bir konudur. Ona göre, nesih ile amel, ancak tebliğden sonra vacip olur. Çünkü ancak tebliğ ile inzâr yapılır. Kendisine mensuh olunanın haberi gelse de nasih tebliğ edil­mesi nasihi bilmeden mensuhu terketse, yanlış olur. Amel tebliğ ile lâzım gelir.[8]

Burada üç nokta vardır:

399- Niyet ve Amel:

Birincisi; nasih kendisine tebliğ olunmadan mensuhu terkeden kimse, bu ictihadiyle amelde hata etmiş olur. İkincisi mensuh ile amelde isabet et­miş, bunda ihmalinden dolayı hatalıdır, farzı terketmiş sayılmaz. Çünkü nesih olunduktan sonra farz kalmamıştır. Üçüncü olarak da zannına göre farzı terketmiş sayılır.

İbn Hazm bu üç şekilden ikincisini seçer ve ona göre farzı terketmiş sa­yılmaz, ancak işi hafife almış olur. Buna şöyle bir misal verir: Bir kimse bir kadına rastlar, onu yabancı sanır. Kadın onu davet edip beraber yatmak ister ve yatarlar. Bir de bakar ki, o kendi karısıymış! İbn Hazm'a göre, adam zina günahını işlemiş sayılmaz, ona zina suçu isnad etmiş gibi günaha gi­rer. Çünkü niyeti bozuk.. Niyetin amelde tesiri vardır. Bir kimse Ku­düs'ün kıble olduğunu bilirken ve kıblenin Kabe'ye çevrildiği haberi ken­disine gelmemişken, Kabe'ye doğru namaz kılsa, namazı fasid olur... Diğer bir misâl da şöyledir: Çölde kıbleyi bilmeyen kimse araştırır, içtihadı ile bir yönü kıble tutar, fakat bilerek bu içtihadına uymaz, namazı başka tarafa doğru kılar. Bu taraf da hakikaten kıble imiş bu kimse namazıyla oy­namış olur, fakat namazını kıbleye doğru kılmış olur."[9]

400- İcma İle Hadis ve Kur'an Nesih Olur mu?

Bunlar İbn Hazm'm doğru görüşleri olup, biz de ona katılırız. Şüphesiz bunlar dini hükümleri keskin bir görüşle ince bir surette işlemektedir. İbn Hazm, nesih ancak vahiy zamanında olur, ondan sonra olmaz derken, İs­lâm fukahasından kimse buna muhalefet etmemiştir. Yine böylece icma ile Sünnet veya Kur'an nesih olunmaz, der. Ancak Hz. Peygamber'den men­kul yani sahabe icmaı müstesnadır. Bu konuda şöyle der:

"Hz. Peygamber'den nakil olunan icma ile nesih caizdir. Çünkü bu icma Hz. Peygamber'e varıp dayanır. Ya Kur'ân'dan veya hadisten bir nass var­dır, veya Hz. Peygamber'in fiiline ve ikrarına bağlıdır. Böyle kuvvetli olan icma ile nesih caizdir.”[10]

Bu görüş söz taşır, icma tek başına nesih edemez, eğer icma'm Kitap ve Sünnetten bir senedi varsa, nâsih olan odur. İbn Hazm bunu kastetmiştir. Bizce şöyle denilmelidir: Nâsih, icmanm kendisi değil, nass olan senettir. Yoksa insanların ameli nâsih olmuş olurken, bu makul bir şey olmaz. İbn Hazm'ın başka yerdeki sözleri de bizi destekler. Çünkü o zahiriyeden ba­zılarının icma ile hadisi reddetmelerini inkâr eder ve bunu fahiş bir hata sayar[11].

Nasların Âm ve Hâs Olması:

401- Zahiriye Mezhebi'nin Özellikleri:

Zahiriye Mezhebi'nin iki özelliği vardır:

a. Kıyas kabul etmez, onu reddeder. Şia'nın İmâmiye fırkası ile bazı ule­ma da onlara katılmışlardır. Bu topluluk kıyası reddederler, onu caiz gör­mezler.

b. Zahiriye, nassların yalnız zahirini alır, fıkıhlarında yalnız zahire gö­re hüküm verirler. Onların başlıca Özellikleri bunlardır. Onun için zahiri­ye denilmiştir. Rivayette, nesihden zahire göre tutumlarını anlattık. On­ların bu zahire göre tutumları nassları anlamakta ve hüküm çıkarmakta açıkça görülür. Nasıl ki, îbn Hazm, âm ve hâs bahsinde emir ve nehiye ait sözlerde bunu göstermiştir.[12]

Bu konuda îbn Hazm'ın metodunu göstermek için burada bu iki nokta­ya kısaca işaret edelim:

402- İbn Hazm'ın Kelimeleri Taksimi:

İbn Hazm, kelimeleri âm ve hâs diye ayırmakta, İmam Şâfi'nin Risale-sindeki usulüne uymaktadır. Onun taksimine göre kelime üçe ayrılır.

a. Hâs; bununla hususi bir mâna murad olunur, kelime hangi mânaya delâlet ederse o alınır.

b. Aram; bu her cinse umumi olarak delâlet eder. Meselâ: "Sudan her şe­yi canlı kılan" (el-Enbiya, 21/30) âyetteki "hayy" (diri) kelimesi her cinsin umumuna delâlet eder. "At, katır ve diğer hayvanlar" (en-Nahl, 16/8) da umumî mânadadır. "Fakirler, yoksullar" gibi kelimeler de umumidir. Ainm olan her kelime umumî mânaya delâlet eder...

c. Kur'an ve hadisin delaletiyle hususi bir mâna ifade eden âmm olur. Sünnetin Kur'an'ı tahsis etmesi bahsinde bunu anlattık, misâller vererek burada tekrar etmiyoruz.

İmam Şafii, Risalesi'nde bu üç kısmı anlatır. İbn Hazm'da Şâfi'nin bu taksimine uymuştur. İki veya daha çok mânada kullanılan müşterek de­nilen kelimeleri de âmm'dan saymakta Şâfi'ye uymuştur. Meselâ "ayn" ke­limesi: Pınar, göz, zat mânasına gelir. "Kuru," kelimesi hem hayız, hem de hayızdan temiz olma haline denir. İbn Hazm bu kelimeyi de âmm mânası­na kullanır ve onu böyle itibar etmeyen zahiriye ulemasını da hatalı bulur. Müşterek olan kelimeler iki veya daha çok mânada kullanılır. Meselâ ni­kâh kelimesi, nikâh akdi mânasına geldiği gibi cima mânasına da kullanı­lır. Her iki mâna da kullanıldığından âmm olur, Şâfi'nin yolu da budur.

403-Bazı Fıkıh Hükümleri:

İbn Hazm bu görüşüne göre şu fıkhi hükümleri verir:

a- "Zina eden kadını, ancak zina yapan erkek ve müşrik alır." (en-Nur, 24/3)

Böylece zina eden kadın nikahla alınmaz ve cariye olarak da alıp onun­la yatılmaz, cima yapılmaz. Çünkü nikah kelimesi hem nikah akdi ve hem de cima manasmdadır, burada ikiside müşriktir. Namuslu bir mü'min ka­dın da zina yapan bir erkekle asla evlenemez. Nikah yaparsa, bozulur.[13]

b- "Muhsana" kelimesi namuslu kadına ve hür olan kadına denir, böy­lece o da çok anlamlı bir kelimedir. İbn Hazm, bunu umumî mânada alır, ve âyet-i kerimede: "Namuslu kadınlara iftira edenlere seksen değnek vu­run." (en-Nur, 24/4) buyurulduğundan, ona göre müslim, gayri müslim, ev­li olsun, olmasın, hür veya cariye olsun her namuslu kadına iftira edene bu ceza verilir. [14]

c. Dûn kelimesi az veya başkası mânasına müşterektir. İbn Hazm, ze­kat miktarı hadisinde geçen düne hamsedeki (dûn) kelimesi, diğer mânasına aldığından buğday, arpa ve hurmadan başka mahsullerde öşür zekâ­tı vermeyi farz saymamıştır. Diğer mezhebler bunu az mânasına alır.

404- Hâs Kelime ile Umum Murad Etmek:

İbn Hazm, âmm olan kelimede hususi mâna murad edilenler olduğunu kabul eder. Fakat fukahadan bazıları hâs olan kelime ile umum mâna ifade edildiğini söylerler. Meselâ hitap Peygamberedir veya ümmetinden birisinedir, fakat bununla umum muhatabtır. Bu umum murad edilen bir hâsdır. İbn Hazm, bunu kabul etmez. Ona göre bu kelime geneldir. Ancak sözde muhataba has olduğuna karine bulunur... Hz. Peygamber sadece as-rındaki insanlara hüküm beyan etmedi, kıyamete kadar gelecek olanlara onun beyanı geçerlidir. Onun her beyanı ve izahı bütün ümmetinedir, bir kişiye değil, nasıl ki Cebrail hadisinde geçen "Cebrail size dininizi öğret­meye geldi" buyurmuştur. Cevap sadece ona değil, bütün ümmetedir. Kı­yamete kadar gelecek ümmete talimdir.[15]

405- Mecazların Zahiri Mânaya Alınması:

Bundan anlaşıldığı üzere İbn Hazm, âmm ve hâs olan kelimeleri anla­makta Zahiriye metodu üzere yürümektedir. O, kelimelerin zahiri mâna­sını alır, Hz. Peygamber'in getirdiği esastan yardımlanır. O bunu yapar­ken, karirie bulunduğu zaman kelimeleri mecaz mânasına almaktan da ka­çınmaz. Kelime vaz olunduğu hakîkî mânadan başka mânada kullanılırsa; bu, mecaz olur ve bu kelimenin zahiri mânalarından sayılır. Meselâ âyet­te "İnsanlar size karşı toplandı, onlardan korkun" (Ali İmran, 3/173) denil­di. Buradaki "insanlar" âmm bir söz, fakat murad hususidir. Çünkü insan­ların hepsinin bir arada toplanması mümkün değil, murad bazılarıdır. Bunlar karineyle bilinir.

"Babalarınızın nikahladığını siz nikahlamayın" (en-Nisa, 4/22) âye-tindeki "baba" kelimesi hem baba, hem de dede mânasında kullanılır. Di­ğer âyetteki "oğullarınız" kelimesi de, hem oğul ve hem de torunlar mana­sınadır. Bunlar karine ile mecazi mânaya alınmaları kelimelerin zahiri mâ­nada olmasına mani değildir...

406- Âmm Olan Kelime Umumî Mânaya Alınır:

Umumî mânaya delâlet eden kelimeler, hususî mânada olduklarına delil bulunmadıkça, umumî mânadadırlar. Bu delil ya aklî bir delil olur. "İn­sanlar size karşı toplandı" (Ali İmran, 3/173) âyetinde olduğu gibi. Veya di-nı bir nass onu tahsis eder. Âmm olan kelimeler umumî mânaya alınır. Çün­kü zahir olan umumî olmasıdır. Onun için Zahiriye Mezhebi, onu daima umum mânasına alırlar. İbn Hazm şöyle der: "Her kelimeyi, tereddütsüz umumî mânaya almak gerekir, ancak onu umumî mânadan çıkaran bir de­lil varsa, o zaman iktiza ettiği mânaya gidilir. Bütün Zahirilerin, bazı Şa­fii, Mâliki ve Hanefîlerin görüşü de böyledir. Biz bunu almaktayız, başka­sı olamaz.[16]

İbn Hazm, bundan sonra, tahsis bulunup bulunmadığı belli olmadan ön­ce, âmm kelimesi umuma delâlet eder mi, etmez mi konusunda ulemanın sözlerinin tartışmalarım anlatır. Bir kısmı umumî mânaya delalet eder de­miş, bazısı hususî mânaya almış ve delâleti zannî olur demiş... İbn Hazm, bu görüşte olanları, âdeti üzere sert bir dille hücum ediyor ve bunları di­ne tuzak kuranlardan sayıyor. Bunlar Allah'ın kelamını, Peygamberin sözünü zahirinden çıkarmaya çalışıyorlar, diyor.[17]

Emirler, Nehiyler:

407- Emirler Vücûb İfade Eder:

Emirler ve nehiyler bahsi, İbn Hazm'ın ne kadar zâhiriyeci olduğunu gös­teren bir konudur. Zâhiriyecilerin muhalifi olanlara karşı çıkar, başkala­rından ona uyanlara katılır. O, hiç şüphe bırakmayacak bir tarzdader ki: Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerdeki emirler ve nehüer zahiri üzere alı­nırlar ve bunlar kesin surette vücub ifade ederler. Gereklerine-uymak la­zımdır, ancak başka bir nass bulunup da onu vücup ifade etmekten çıka­rırsa o zaman ona uyulur, bu tevil kabul etmez. Delilsiz olanları mendub manasına almak veya tehir etmek batıldır. Bu konuda şöyle der: "Bütün za­hiriye uleması, Kur'an'm ve Sünnetin bütün emirleri vücup, nehiyleri ha­ram ifade eder. Ancak mendub, mekruh ve mubah olduklarına dair delil var­sa, o zaman onları ifade ederler." Şâfı, Mâliki ve Hanefılerden bir kısmı da bu görüştedirler. Ancak Zahiriler işi daha dar tutarlar, diğer fukaha ise nassları daha geniş anlarlar, bu fer'i meselelerde görülür. Delil olunca em­ri, mubah mânasına alınır. Mesela Hacda "İhramdan çıktıktan sonra av­lanın" emri var, bu emir mubah olması manasınadır, çünkü Hz. Peygam­ber, ihramdan çıktıktan sonra avlanmadı. Keza "Cuma namazını kıldıktan sonra yeryüzüne dağılırı" (Cuma, 62/10) âyetindeki emir, vücub değil, mü-bahlık ifade eder. Çünkü Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerife göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz namazı kıldıktan sonra kıldığı yerde kalırsa, melekler ona yerlerinde kalıp dua etmeyi adet edindik, derler." Demek âyetteki dağılmak mubah içindir.

408- Delil Varsa, Emir Mubah Mânasına Olur:

İbn Hazm, emirlerin ve nehiyin vücub ifade etmesi meselesinde kendi­sine muhalif olanlarla bunu tartışır ve sert sözlerle onların görüşlerini çü­rütür, şöyle ki:

a. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Teala size haccı farz kıldı. Bir adam kalkıp:

- "Her yıl mı, ya Rasulullah?" dedi. Hz. Peygamber sustu. Adam bunu üç defa tekrarlayınca;

- "Eğer, evet dersem her yıl farz olur, siz de bunu yapamazsınız. Ben si­zi haliniz üzere bıraktıkça, siz beni bırakın, sormayın. Sizden önceki mil­letler çok sormaları yüzünden helak oldular, Peygamberlerine karşı geldi­ler. Ben size bir şey emr edersem, gücünüzün yettiği kadar onu tutun, bir şeyi de size yasaklarsam, ondan sakının." İbn Hazm, bunu şöyle açıklar: Bu hadis gösteriyor ki, emir olunan her şey farzdır, güç olsa dahi böyledir. Fa­kat Allah Teala bizden zorluğu kaldırdı. Peygamber'inin diliyle bize mer­hamet etti, emir olunan bir şey, güç yettiği kadar yapılır, bu farzdır, nehiy olunandan da sakınmak gerekir."[18]

b. Muaz b. Cebel, rivayet ediyor; Hz. Peygamber ile Tebük Savaşı'na çık­tık. Bize dediler ki:

- "Yarın, inşallah, Tebük pınarına varacaksınız. Gün aydınlandığı zaman oraya varmış olacaksınız. Sakın onun suyuna dokunmayın" İki adam, biz­den önce oraya varmışlar Hz. Peygamber onlara sordu:

- "Suya dokundunuz mu?"

- "Evet" dediler. Hz. Peygamber onları azarladı, bunu haketmişlerdi. Bu da gösteriyor ki onun emrine ve nehyine uymak gerekiyor.

c. Münafıklardan olan Abdullah b. Ubey öldüğünde Hz. Peygamber, onun cenaze namazını kılmaya durdu. Hz. Ömer:

- "Ya Rasulallah, onun namazını kılacak mısın?, Allah bunu nehyetti!" dedi. Hz. Peygamber:

- "Allah beni muhayyer bıraktı, onlar hakkında bağışlama dilesen de, di-lemesen de onları bağışlamaz..." dedi. Sonra "onlardan biri ölürse nama­zını kılma" (et-Tevbe, 9/84) diye kesin yasaklandı.

ibn Hazm, bunu şöyle açıklar: Her şeyi zahiri üzere almak gerekir. Hz. Peygamber istiğfar ettiği muhayyerlik, mendub manasına aldı. Sonradan yasak gelince; onu kesin olarak yasak manasına aldı. Birincisi mubah ikincisi kesin yasak, Hz. Peygamber Arap dilini herkesten iyi bilir...[19]

409- Buna Dair Kur'an'dan Misaller:

İbn Hazm, kendi görüşüne Sünnetten bu delilleri getirdikten sonra, Kur'an'dan şunları misal getiriyor:

a. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Ey Peygamber, Rabbinden sana in­dirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, peygamberliğini tebliğ etmemiş olur­sun." (el-Maide, 5/67) Bu âyet açıkça gösteriyor ki, emr olunduğu şeyi yapmayan kimse âsi olur. Çünkü Peygamber tebliğ etmezse, emr olunanı yapmamış olacak, fakat bu, İbn Hazm'm iddiasına uygun değil; ona dela­let etmez.

b. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, Allah'a ve Rasulüne ita­at edin, dinleyip dururken ona sırt çevirmeyin." (el-Enfal, 8/21) Bu da gös­teriyor ki, emirden maksad işi yapmaktadır, sadece dinlemek değil.

c. Bu âyet-i kerimeyi de delil getirir: "Allah ve Peygamberi bir işte hü­küm verirlerse, inanan erkek ve inanan kadının o işden muhayyer olması yoktur." (el-Ahzab, 33/36) O, emre uymak gerekir.

410- İhtilaf Noktası:

İbn Hazm, davasını ispat için Kur'an-ı Kerim'den daha bir çok âyetler delil gösterir ve muhaliflerinin dediklerini münakaşa eder. Fakat, doğru­su İbn Hazm'la cumhur ulema arasında ihtilaf, emir mutlak olduğu zaman fiilin vacip olmasını icabeder noktasında değil, bu hususta ittifak vardır. İhtilaf, nassı vücup ifade etmekten alıp mendub ve mubah mânasına götü­ren karinelerdedir. Zahiriyeye göre emirleri vücub manasından alan kari­neler yalnız nasslardır, onlara göre her emir vücub ifade eder, ancak baş­ka bir nass varsa veya senedi nass olan bir icma bulunursa, o zaman baş­ka mana ifade eder. Hanefi, Maliki ve Şafii ulemasına göre, bu delil ve ka­rineler daha geniştir.

411- Ona Göre Bazı Meseleler:

Zahiriyenin bu görüşüne uyarak, İbn Hazm, bir çok meselelerde cumhur fukahaya muhalif kalmıştır, ancak nassa baktığı meselelerden bazıları şun­lardır:

a. Ona göre, umre de hac gibi farzdır, çünkü âyet-i kerimede haccı ve um­reyi tamam yapın, deniyor.

b. Bir köle efendisinden para karşılığı azadlık isterse, efendisinden onu azad etmesi farzdır. Çünkü âyet-i kerimede bu emir olunmuştur.

c. Zinaya sapmaktan korkmasa da, evlenmeye kadir olan kimsenin ev­lenmesi farzdır. Çünkü hadis-i şerifte emir böyledir. Onu zahiri manasına almalıyız.

d. Cuma günü, namaza davet için ezan okunurken alış veriş haramdır. Çünkü âyet-i kerime alış verişi bırakın, diye emr ediyor. Malikiler ve Ha-nefîler de bu görüştedirler.

e. Deve eti yedikten sonra abdesti tazelemek gerekir. Çünkü hadis-i şe­rifte emir böyledir. Sahabiden birisi koyun eti abdesti bozar mı diye sormuş, Hz. Peygamber istersen abdestini tazele, buyurmuş. Deve eti bozar mı deyince de, abdest al, demiş. Emir, vücup ifade eder. Hanbeliler de aynı gö­rüştedirler.

412- İbn Hazm Bir de Kelimenin Sigasına Bakar:

Görüldüğü üzere zahiriler, emir ve nehiy kesin taleb yani vücup mana­sına alıyorlar, ancak nassa veya icma'dan bir delil v-u-sa, o zaman başka mâ­na ifade eder. İbn Hazm, emir ve nehiyleri sadece kelimenin zahiri mâna­sına delalet ettiği şekilde alıyor. Mesela: "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) âyetindeki elbiseyi sade delalet ettiği şekilde alıyor, temizliği de te­mizlik sayıyor. "Alışverip yapanlar ayrılmadıkça muhayyerdirler." Hadi-sindeki ayrılmayı bir aradan ayrılmk manasıyla alıyor, akdi tamamla­mak manasına almıyor.

İbn Hazm, bunları müstakil bir bölümde "emirleri ve haberleri zahiri­ne göre almak" başlığı altında inceliyor, "kelimeleri delilsiz zahirine göre almak" başlığı altında inceliyor, kelimeleri delilsiz zahiri manasından çı­karanlara sufestailer diyor ve bu gibiler kelimeleri zahiri manasından çı­karmakla saptılar diyor. Nasıl ki Hariciler de sadece zahire saplanmakla delalete düşmüşlerdir. Bir de Hariciler sade zahiri manayı almakla kalma­dılar, zira onlar bütün nassları almadılar, bir kısmını alıp bir kısmını bı­raktılar. Bu yüzden saptılar...[20]

413- Kelimenin Zahiri Manasından Başkasını Almak İftiradır:

İbn Hazm, bu bölümde, Zahiriyenin özelliğini güzelce belirtir ki, o da ke­limelerin zahiri manasını lügat yönünden almaktadır. Ona göre; bir keli­me, lügat manasından ancak bir nass veya icma ile başka manaya alına­bilir. "Bize, sözün zahiri manasından başkaya geldiğini neyle bilirsiniz? der­lerse, deriz ki, bunu haber veren başka bir nassla veya Hz. Peygamber'den nakil olunan kesin bir icmayla biliriz."

Ona göre bir kelimeyi başka bir nass veya sağlam bir icma olmaksızın zahiri lügat manasından çıkarmak, kelimeleri tahrif etmektir. Zira bu kelimeyi delilsiz asıl manasından çıkarmaktadır ve bu kelimeyi başka bir hale değiştirmek sayılır. Yahudiler kelimeleri tahrif ettiler, bu da "Vasi­yeti işittikten sonra onu kim değiştirirse, günahı ancak değiştirenlere ait­tir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işitendir ve çok iyi bilendir." (el-Ba-kara, 2/181) âyetine uyar. O bu gibileri reddederek söze devamla, zahiri ma­nadan başkasını alanlar zahiri manayı terketmekle, vahiy kelimesinin delalet etmediği bir mana aramakla Allah'a iftira etmiş olur, der.

414- Delilsiz Yorum Yapılmaz:

Hz. Aişe anamızdan şu hadis-i şerif rivayet olunur, o derki: "Hz. Peygam­ber (as), ancak Cebrail (asjın haber verdiği sayılı Kur'an âyetlerini yorum­lar, tevil ederdi. Muhammed b. Abdullah, Peygamber iken, kendisine va­hiy geldiği halde Kur'an'ı yorumlamaz, ondan sonra hiçbir kimsenin bunu yapmaması gerekir. İbn Hazm, Hz. Aişe'den rivayet olunan bu haberden böyle bir mana çıkarır, şöyle der: Hz. Peygamber Kur'an'dan bir âyeti an­cak Cebrail'den aldığı vahiy ile yorumlar ve zahirinde öyle tev'il ile çıka­rırsa, bunun aksini yapan kimse, Allah ve Rasulüne karşı gelmiş olur. Bil­mediği bir şeyi söylemeyi Allah yasaklamıştır. Bizler ancak öğretildiğimiz şeyi biliriz. Başka bir nassın zahirinin gösterdiği bir yerde, bilmediğimiz zahiri manayı bırakmak, haramdır, günahtır. Allah Teala uyarmıştır. Kim doğruyu görürse kendi faydasına, kim de görmezse, kendi zararmadır. Cafer'den rivayet olunmuştur, Ebu Hureyre şöyle demiştir; Ey kardeş oğ­lu, bir hadis rivayet ettiğin zaman ona emsal katma. Ebu Hureyre ne doğ­ru söylemiş ve ne güzel öğüt vermiş. Tevfik Allah'tandır."

415- Emir, Derhal Yerine Getirilmelidir:

Emir ve nehiylerde zahire göre yorum böyledir. Bu konuda sözü ve za­hiri fıkhının özü olan zahire göre hüküm verme hususunu bırakmadan ön­ce şunu söyleyelim: İbn Hazm'a göre emir, mutlak olunca, derhal yapmak iktiza eder, gecikme istemez. Ancak zahire göre sonraya bırakma yani gevşekliği varsa o başkadır. "Hayırlara koşun" (el-Bakara, 2/148); "Rabbi-nizin avfına koşun" (Ali İmran, 3/133) gibi âyetler bir vakte bağlı değildir. Ancak bir vakte bağlı olan emirler var. Şöyle ki:

a. Hasta ve yolcuların kazaya bıraktıkları oruçları tutmaları, güçleri yet­tiği ilk vakitte bunları kaza etmeleri lâzımdır. Özürsüz geçiştirmek günah­tır,[21]

b. Nisab ve şart bulunan zekâtı, yıl tamam olunca derhal vermek farz­dır. Özürsüz geciktirmek günahtır.

c. Gücü yeten kimseye haccı vaktinde yapmak farzdır, özürsüz tehiri gü­nah olur.

[1] Vahidi, Nâsih ve Mensuh Kitabı

[2] Aynı kaynak, c. IV, s. 67

[3] Aynı kaynak, c. IV, s. 73

[4] el-İkkam'm c. II, s. 76'sında bu konuda iki ayeti kerimeyi misal getirir ve uzunca izah eder.

[5] İbn Hazm, el-thkam, c. IV, s. 107

[6] Şafii er-Risale, Nesih babı

[7] M. Ebu Zehra, Şafii, s. 281

[8] İbn Hazm, el-İhkâm, c. IV, s 116

[9] Aynı kaynak, s. 117.

[10] Aynı kaynak, c. IV, s. 120

[11] Aynı kaynak c. II, s. 71 Bazı arkadaşlarımız, Hz. Peygamberden gelen sahih hadisle­rin reddini icma ile caiz görürler. Buna delil olarak mensuhluğu gösterirler. Bu hatadır...

[12] el-İhkâm, c. III, s. 129.

[13] el-İhkâm, c. III, s. 129

[14] Aynı kaynak, s. 130.

[15] Aynı kaynak, s. 131

[16] Aynı kaynak, c. III, s. 98

[17] Aynı kaynak, c. III, s. 131

[18] Aynı kaynak, c. III, s. 18.

[19] Aynı kaynak

[20] İhkâm, c. III, s. 40..

[21] Aynı kaynak, s. 46