Kur'an-ı Kerim

Görüyoruz ki, İbn Hazm istisnayı ve tahsisi bir nevi beyan sayıyor. Evet bir bakıma bir nevi beyandır. Çünkü istisna, sözün bir parçasıdır, böy­lece beyandır. Fakat bunun tahsis olması Hanefi Mezhebi'ne göre doğru değildir ve onların bu sözleri dil bakımdan yerindedir. İstisnanın başı ve sonu birbirine uymaz, biri olumlu, diğeri olumsuz olur...

Bunlardan da anlaşıldığı üzere, Kur'an'in bazı ayetleri bizatihi beyan olunmuştur, ancak bunu anlamakta insanlar farklıdır. Bir kişi gayet an­layışlı olur, fakat bir hususu anlamakta güçlük çeker, başkaları ise onu an­lar.

344- İbn Hazm, İstisnayı (Ayırma, Kaide Dışı) Beyandan Sayar:

İbn Hazm, istisnayı tahsis (belli bir şeye ayırma) te'kidi de Kur'an'm beyanlarından sayar. Bu üç hususu da kısaca işaret edelim: İstisnaya şu ayeti kerimeyi misal verir: "Biz bu kasaba halkını helak edeceğiz. Çünkü halkı zalimdir, İbrahim: Aralarında Lût da var dedi. Onlar da: Biz orada olanları biliyoruz, Lût'u ve onun ehlini kurtaracağız, ancak karısı müstes­nadır dediler" (el-Ankebut, 29/32) Bu âyette hem istisna hem de tahsis yoluyla beyan vardır. Ayetin başı umumidir sonra Lût'un ehlini onlardan ayırdı ve sonra karısını da çıkardı. "İffet ve namuslarını korurlar..." (el-Mü-minun 23/5 - 6) âyet-i kerimesinde de istisna suretiyle beyan vardır.[7][7]

Buna göre Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyti, sadece zevceleri oluyor. İbn Hazm diyor ki; "Haşim oğulları Hz. Peygamber'in âlidir, onun akrabasıdır. "re âl kelimesi, ehl-i beytten başkadır. Ehl-i Beyt zevceleridir, âl ise ıT balarıdır, bunların Haşim oğullan olduğunu açıklamıştır.

340- Bazı Âyetlerde Beyana İhtiyaç Yoktur:

Kur'an'ın beyanı Sünnettir, Kur'an, Sünnet yoluyla anlaşılır, denirse İbn Hazm buna da şöyle cevap verir: Biri derse ki, Cenabı Hak, Hz. Pey-ffanıber'e "Kendilerine indirileni onlara beyan edesin diye sana Kur'an'ı indirdik." (en-Nahl, 16/44) Bu âyette beyandan maksat Sünnet değildir, beyan ayeti okuyup tebliğ etmekle yapılmış olur. Eğer ayet mücmel ise o zaman vahiy yoluyla olur... Nasıl ki Kur'an'ın birçok yerlerinde tam bir beyan vardır. "Allah insanlara beyan eder" (en-Nisa, 4/176) "Her şeyi beyan için indirdik" âyetleri gibi. Kur'an-ı Kerim'i okuyan kimse bir çok ayetlerin beyana muhtaç olmadığını görür. Çocukların mirasına, eşlerin mirasına, iftira cezasına dair ayetler böyledir, bunlarda beyana ihtiyaç yoktur.

341- Kur'an'ın Birinci Beyanı Yine Kur'an'ladır:

İkinci kısım bazı ayetler beyana muhtaçtır, bunlar bir yerde mücmeldir (kısa, öz, sözü az manası açık), fakat diğer ayette açıklanmıştır. Buna ta­lak ayetlerini misal gösterir. Bazı ayetlerde mücmel ise de bunları Talak Sûresi'ndeki âyetleri açıklamıştır. Demek ki Kur'an'ın ilk beyanı yine Kur'an'la olmuştur.

342- Kur'an'ı Beyan Eden Sünnettir:

Üçüncü kısım ayetlerde mücmel olanlar vardır, bunlar da Sünnetle be­yan olmuştur. Zekat ayetleri böyledir. Zekatı sünnet beyan eder. Nikah, Hac da böyledir.[5][5] Namaz da böyle olup Hz. Peygamber: "Ben nasıl kılıyorsam, sız de öyle kılın" buyurarak açıklamıştır. Kur'an'daki mücmel olanı beyan eden, mutlak olanı kayıt altına alan, umumi olanı tahsis eden Sünnetler "vardır, böylece hadisler, Kur'an'ın beyanıdır; onun kısa olan yerlerini açıklar.

343- Kur'an'ı Anlamakta İnsanlar Farklıdır:

İbn Hazm'm görüşüne göre, Kur'an'm beyanı ya asıl Kur'an'la sabittir, ya Sünnetle beyan olunmuştur, veyahud da icmayla olur. Ancak Kur'an'ı anlamada insanların anlayışı derece derecedir. Bir kısmına gayet açık iken bir kısmı, insanların anlayış derecesine göre farklıdır. İbn Hazm şöy­le demektedir: Beyan da derece derecedir, bir kısmı açıktır, bir kısmı da ka­palıdır; insanların anlayışı da farklıdır. Hz. Ali'nin dediği gibi bazısı çabuk anlar, bazısı zor anlar. Bu Allah'ın vergisidir. Nasıl ki Hz. Ömer, kelâle aye­tini anlamakta güçlük çekmiş, ve onu anlamadığını itiraf etmiştir, diğer As-hab-ı Kiram ise onu anlamışlardır... Nasıl ki sahabeden biri, oruç ayetin-deki beyaz iplik ve siyah iplik tabirim anlamakta yanılmış, ve Kur'an Tan yeri diyerek bunu açıklamıştır. İbn-i Ümmü Mektum da cihada katıl­mayanların kötülenmesinde kendisinin de dahil olduğunu sanmış ve kör olanların bundan müstesna olduğu açıklanmıştır. [6][6]

2. Kitabın, Sünnetin ve icma'ın delil olmaları Kur'an'ın naslarıyla sabit­tir. Hz. Peygamber'in peygamberliği Kur'an'ın icaziyle sabittir. Hz. Peygam­ber'in hadislerinin doğruluğu onunla sabittir. Hükümler bu üç asıla yani Kur'an, Sünnet ve icma'a dayanır, onlardan alınır. Bunlara uygun düşen ve uyan dördüncü bir asıl daha vardır ki, ona da aklî delil denir. Bunların hepsi de aslında nassa dayanır. Bunun için İbn Hazm şöyle der: "Dini hükümleri bilmenin tek yolu bu dört asıldır ve bunlar da nassa bağlıdır. Nass akılla bilinir ve manası onunla anlaşılır."[3][3] Demek bunların hepsinin aslı Kur'an'dır. Sünnet ve İcma'ın delil olduğu onunla bilinir.

338- Kur'an'ın Beyanları:

İbn Hazm diyor ki: Allah kelamı olan Kur'an-ı Kerim'in hepsi bu üm beyan olunmuştur. Dinin hükümlerim bilmek isteyen kimse bunların t münün ya bizzat Kur'an'da beyan olunduğunu veya Hz. Peygamber'" Sünnetiyle açıklandığını görür. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Biz san Kur'an'ı indirdik, tâ ki kendilerine indirilmiş olanı sen de insanlara öevo edesin." (en-Nahl, 16/44) Hz. Peygamber bize her şeyi açık olarak bırakmış­tır. Kur'an'da olanları ya bizzat Kur'an'ın beyaniyle veya sünnetleriyle be­yan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de beyan olunmamış bir şey bırakmadı. An­cak iki şey bundan müstesnadır: Biri sûre başlarındaki elif, lam, hamim sad gibi harfler, diğeri de bazı sûrelerdeki yeminler: veş-Şemsi, ve'l-Mür-selat gibi. Bunların dışındakiler öğrenmek isteyenlere açıktır. Lügati bi­len, sahih Sünneti bilen ve anlama vasıtasına sahip olan bunları bilir. Bu­na göre, beyan bakımından Kur'an-ı Kerim üç kısımdır: Bir kısmı onun ve­ya Sünnetin beyanına ihtiyaç olmaksızın açıktır, bir kısmı bizzat Kur'an'ın beyanı ile açıktır. Bir kısmı da Sünnetin beyanı ile açıktır. Bu üç kısmı bi­rer misalle anlatalım:

339- Ona Göre Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber'in Zevceleridir:

Kur'an-ı Kerim'de beyana muhtaç olmayan kısımlar pek çoktur. Kur'an-daki kıssaların çoğu bu nev'idendir. Bunlar açık olarak anlatılmıştır. Hat­ta İbn Hazm'a göre, bunlardan bazıları sünneti bile açıklayıcı niteliktedir. Bunun misali şudur; Hz. Peygamber veda hutbesinde: "Ben yakında Rab-bimin davetine icabet edeceğim, size iki şey bırakıyorum, biri Allah'ın Ki­tabı, nûr ve hidayet ondadır. Allah'ın Kitabına sarılın. Ehl-i Beyt'im hususunda dikkatli olun, bunu hatırlatırım." demiştir. Bu hadisteki Ehl-i Beytten müfessirlerin çoğu, Hz, Peygamber'in zevceleri olduğunu anlamış­lardır. Kur'an-ı Kerim'de Ahzab sûresinde şöyle buyurur: "Ey Peygamber hanımları, sizler, herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah'dan korkuyorsanız, sözü edalı söylemeyin ki kalbinde hastalık bulunan kimse kötü ümide kapu-masın. Ciddi ve münasip sözler söyleyin. Evlerinizde vakarla oturun. Estu cahiliyet devrinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden kusuru gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. Sizin evlerinizde okunan Allah'ın aye lerini ve hikmetlerini hatırda tutun. Allah herşeyi bilen ve her şeyden haber­dardır." (el-Ahzab, 33/32)[4][4]

İbn Hazm'a göre, İslam fıkhının kaynakları bunlardır. Bu kaynakların baş­ta geleni Kur'an'dır. O Hz. Peygamber'in en büyük mucizesidir, o Allah in­dinden nazil olmuştur. Ondaki hükümlerin cümlesi Allah'dandır. Kur'an-ı Kerim'in beyanı Sünnettir. O da delildir, ona tabi olmak gerekir. Yine o, ic-maın sünnet olduğunu bildirir. Bu üç esasla delil olduğu sabit olan da delil olur. Bunun için İbn Hazm, Kur'an'ın bütün bunların esası olduğunu söyler: "Kur'an-ı Kerim'e bakıyoruz Allah'ın emrettiklerine itaat etmek gereklidir. Hz. Peygamber'in emirlerine itaat lazımdır, bu bütün ulemanın tevatür yoluyla nakletmesi iledir. Kur'an, Sünnet ve icma bu üçü delildir. Bunlara itaat lazımdır. Bu üçünden çıkan bir manada nassla sabit bir hüküm gibi­dir ki bu da dördüncü bir delil olur. Ancak bu saydığımız usullerin dışındadır. Mesela Hz. Peygamber'in: "Her sarhoşluk veren şaraptır ve her şarap haram­dır" hadisi böyledir. Bundan çıkan netice şudur: "Her sarhoşluk veren haramdır. Bu da nasla sabit olmuş gibi bir şeydir."[2][2]

337- Delillerin Hepsinin Aslı Kur'an'a Dayanır:

Böylece iki şey anlaşılıyor:

1. İslâm kaynaklarının anası Kur'an-ı Kerim'dir. Dini esasların hepsi Kur'an-ı Kerim'den alınmıştır. O her asrın temelidir. Zira her delil, Kur'an'dan alınmıştır.

336- Din Delilleri Dörttür:

İbn Hazm diyor ki: Dini bilmek şu dört şeyle olur: Kur'an-ı Kerim'in nas-sı, Hz.Peygamber'in hadisleri ki onlar da Allah'dandır ve mevsuk surette veya tevatür yoluyla nakil olunmuştur. Veya icma-ı ümmettir. Bir de an­cak bir şeye ihtimalli delil vardır.[1][1]

350- Tahsis iki Kısımdır:

İbn Hazm tahsisi iki kısma ayırır;

1. Bazı âyetler beyana muhtaçtır, beyan olunmadıkça onları tatbik et­mek mümkün değildir. Onları tasdik ederek iman gerekir, beyan olunduk­tan sonra amel etmek lazım olur.

2. Bazı âyetler açıktır, onlarla amel etmek mümkündür, bunların umu-miyetiyle amel etmek gerekir. Nasih veya tahsis yapılırsa, ona göre amel olunur...

Bir de İbn Hazm'ın yanıldığı bir husus da şudur: Beyan olması bakımın­dan istisnanın te'hiri caizdir. Buna misal olarak Lût kavmi kıssasmdaki Hz. İbrahim'in şu dediklerini verir: "İbrahim; «onların arasında Lût da var,» dedi. Melekler de: Oradakilerin, olduğunu biz biliyoruz. Onu ve onun eh­lini kurtaracağız, ancak karısı müstesna..." (el-Ankebut, 29/32) dediler. Hal­buki bu cümlelerde te'hir yok, hepsi sırayladır, kelimeleri birbiri ardınca söylemek gerekir, burada beyan yerinde olan istisnanın tehiri yoktur.

351- Tahsis ve Nesih Ayrı Şeylerdir:

Bize göre, tahsis ile nesih ayrı şeylerdir. Çünkü nesih, karar kılmış bir hükmü kaldırmaktır. Tahsis ise bir nevi beyandır. Umumi lafızlarda tah­sisin beraber veyahud amelden önce olması gerekir. Beyandan önce amel vacip olmaz. Amel beyana bağlıdır.

Eğer nassı amel icab etmeyen sadece tasdik isteyen nasslardan ise, mesela Kur'an'daki Hz. Musa, İsa, İbrahim, Nuh ve diğer peygamberlerin kıssaları gibi şeyler, bunların tafsilat beyanından önce de tasdiki gerekir. Peygamberlere dair olan Kur'andaki kıssalar daima açıktır. Ancak bir yerde daha uzun, bir yerde daha kısadır. Kur'an-ı Kerim'deki kıssalar ib­ret ve öğüt içindir. Yerine göre bazen tafsilatlı olur, bazen de kısa olur, Al­lah Teala ibret alınacak yeri gösterir...

Kur'an-ı Kerim'in Zahirini Almak:

352- O Zahiri Manayı Alır:

İbn Hazm, Zahiriye Mezhebi'nde olduğundan, Kur'an-ı Kerim'in zahi­rini alır. Bundan, o mecazi almaz manası anlaşılmasın, çünkü meşhur olan mecaz karinesi açık olan mecaz zahiridir. Onun inanç hakkındaki gö­rüşlerini anlatırken buna işaret ettik. "Allah'ın eli onların eli üstündedir." (el-Fetih, 48/10) "Benim gözümün önünde yapasın" (Taha, 20/39) gibi âyet­ler bunlardandır. Ona göre bunlardan murad Allah'ın zatıdır. O zaman da bu ifade mecaz olur. Fakat bu açık bir mecaz olduğundan zahir sayılır.

O, daima zahiri aldığından ve sadece ona baktığından Kurandaki her lafzı zahirine uygun olarak alır, öyle olunca emir, vücub ifade eder. Ancak başka bir delil varsa başka mânayı alır. Ve mücerred nasla hemen ilim ve amel vacip olur. Ancak başka bir nass gelip beyan ederse, o alınır genel la­fızlarda genel manayı ifade eder.

353- İbn Hazm Bunu Şöyle Anlatır:

Kesin delillerin ve mucizelerin beyan ettiği üzere, Kur'an-ı Kerim bize tasdik ve amel için verilmiştir. Hiç şüphe olmayan bir surette umumun nakil ettiği surette; Kur'an-ı Kerim mushaflarda yazılı, ve her yerde herkes­çe bellidir. Ona uymak lazımdır. Asıl kaynak odur. Çünkü: "Kur'anda hiç­bir şey zikredilmeden bırakılmış değildir." (el-Enam, 6/38) Kur'andaki emirlere ve yasaklara uymak vaciptir. İnşallah Kur'an'ın ânı ve has ile amel sünnetle amel nasıl olacak, bunları beyan edeceğiz. Kur'an'ın emirleri, ya­sakları, bunların zahiri üzere alınması, derhal amel edilmesi nasıl olur, bun­ları açıklayacağız.

354- Kur'an ve Sünnet Ana Kaynaktır:

İbn Hazm'ın bu sözlerinden anlaşıldığı üzere, o, Kur'an-ı Kerim'i dinin ana kaynağı kabul etmektedir. Bununla beraber Sünneti de dinin ana kaynağı saymakta ancak onun delil olması Kur'an'a dayanmaktadır. Böy­lece Kitap ve Sünnet birbirini desteklemektedir. Çok defalar Sünnet, Ki­tabın kısa olan yerlerini açmakta, tefsir etmektedir. Umumunu tahsis et­mektedir. Böylece birbirini tamamlamaktadır. Sünnet, çok yerde Kur'an'ı beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "İn­sanlara kendilerine indirileni beyan edesin" (en-Nahl, 16/44) Öyle ise, Za-hiriye'nin nasslarm zahirlerini almalarına başlamadan önce sünneti de be­yan etmemiz gerekir. Sünnetin dinde yeri nedir? Onun rivayeti nasıl olmuş­tur, Zahiriye'nin aldığı, almadığı hadisler hangileridir. Zahiriye'ye göre nass-lardan hüküm almanın yolu nedir? Onlar diğer İslâm fukahasmdan iki nok­tada ayrılır:

1. Onlar nasların zahirini alırlar,

2. Kıyas ve sebeb göstermeyi kabul etmezler.

Bu bakımdan bu iki hususu önemle açıklamak isteriz. Çünkü Zahiriye fıkhının, daha doğrusu Ebu Muhammed Ali İbn Hazm'ın fıkhının özelliği bunlardır.

[1][1] el-Ahkam, c. I, s. 71

[2][2] Aynı kaynak, c. I, s. 68

[3][3] Aynı kaynak, s. 69

[4][4] İbn Hazm, el-îhkâm, c. I, s. 83

[5][5] Aynı kaynak, sh. 80

[6][6] Aynı kaynak, sh. 88

[7][7] Aynı kaynak, sh. 81

[8][8] Ağacı üzerindeki yaş hurmayı, evdeki kuru hurma ile mübadeleyi Maliki, Hanbeli ve Şafii uleması caiz görür, çünkü bunda halka kolaylık vardır. Hanefiler bunu caiz gör­emezler. Zahiriler ise beş yükten azını caiz görür.

[9][9] el'İhkam, c. I, s. 80

[10][10] Aynı kaynak, s. 89

[11][11] Aynı kaynak, s. 84

İbn Hazm, beyanın sonradan veya önceden olmasını kabul ederken şu­na dayanır: Allah Teala'yı kimse bir şeyle ilzam edemez, O yaptığından so­rulmaz. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur: "O'na yaptığı sorulmaz, onlar sorum­ludurlar" (el-Enbiya, 21/23). Beyanın açıkladığına göre yakın olmasını id­dia eden kimse ilzam etmiş olur. Halbuki âlemlerin Rabbini kimse ilzam edemez.

Bundan başka şöyle demektedir: Allah Teala namazı Mekke'de açık surette meşru kıldı, sonra bunu Medine'de birçok âyetlerde "namazı kılın, zekatı verin" (el-Bakara, 2/43) diye kısaca bildirdi. Demek beyan, önceden yapılmış Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın ve diğer peygamberlerin kıssalarını ba­zı âyetlerde kısa bazı âyetlerde de tafsilatıyla anlattı. Bunların hepsi hik­met sahibi olan Allah'ın ilmi gereğidir, bunlar da ilzam olmaz.

İbn Hazm bundan sonra: Hırsızın elini kesme hakkındaki âyeti misal veriyor ve çalınan şeyin miktarı malum olmadıkça kesilmez, diyor. Zina cezasında da hüküm evli olanlara tatbik olunması gerektiği bilinmesi lâ­zımdır. Süt kardeşliği hakkındaki âyette de emzirme sayısının belgelen­mesi gerekir... Âyetle amel edebilmek için beyanın tehir edilmemesi gerek­lidir...

Tahsisle, beyana gelince, bu ihtilaflıdır, Hanefîler bunun tehiri caiz de­ğildir, cümlede bir arada zikredilmeli denmiştir. Eğer tehir olunursa o za­man nesih sayılır, tahsis olmaz.[11][11]

349- Beyan, Önceden ve Sonradan da Olabilir:

Onun beyandan olarak saydığı istisna ve te'kid, cümlede mutlaka mut­tasıl olmalıdır. Kelimelerin birbirinden ayırmaları uygun olmaz. İbn Hazm istisnada bunun tersini söylemiştir.

348- Tahsisle Beyan:

İbn Hazm'a göre, beyanın nevileri bunlardır. Bunları böylece söyleyip beyanın hepsini zikretmemiştir. Mücmeli beyan, mutlakı takyid bunlarda beyan nev'ilerindendir. Ancak bunlar izaha muhtaç olmadıklarından zik-retmemiştir. O, açıklanmaya muhtaç olanları anlatmıştır. Açıklamasına ge­rek olmayanlardan söz etmemiştir.

Tahsisin bir nevi beyan olması ona göre böyledir. Te'kidin beyan olma­sına gelince, te'kid bütün tahsis ihtimallerini ortadan kaldırır, hükmün bü­tün fertler hakkında olduğunu gösterir. Bu bakımdan onu da bir nev'i be­yan saymıştır. Âyet-i kerime'de "işte tam on gün" (el-Bakara, 2/196) keza "Musa'nın Rabbi ile kırk gün mülakatı tamamlandı" (el-A'raf, 7/142) buyu-rulmuştur.[10][10]

Fakat bunun bir nev'i beyan olması nasıl olur, neyi beyan ediyor. İbn Hazm bu iki misali veriyor, fakat bunu kabul etmeyenlere sadece cevap ver­mekle yetinmiyor, onlara biraz da laf atıyor...

347- Takyit ve Tafsil de Beyandandır:

İbn Hazm, tahsisi de beyandan sayar. Usul ulemasının dedikleri gibi, tahsisin mânası sözün genel mânası kastedilmiş olmayıp onunla sadece özel bir mâna murad edilmiş demektir. İmam Şafii, meşhur "Risale" sinde bu­nu böylece söylemiştir. Böylece tahsis demek: O sözle umum ferdler kas­tedilip de sonradan çıkarılmış demek olmayıp, baştan daha bazı ferdler mu­rad edilmiş demektir. Böylece tahsis ile nesih birbirinden farklıdır. Çün­kü nesih; sabit bir hükmü sonradan kaldırmak demektir. İbn Hazm'a gö­re, tahsis istisna gibi sayılır. Çünkü umumi sözle bazı ferdler murad edil­miştir, hepsi değil. Misal olarak şunu gösterir: Umumi olarak müşrik olan kadınların nikahı haram kılınmıştır, sonra kitap ehli olan kadınları almak helal kılınmıştır, bu bir nev'i tahsistir. Yaş hurma ile kuru hurmanın de­ğişimi de bu nev'idendir.[8][8]

İbn Hazm, nesih, tahsis ve istisnayı birbirinden ayrı kabul eder. Nesih, bir hükmü kaldırmaktır, tahsis ve istisnada ise, aynı hüküm alan şey, baş­tan daha murad edilmiş değildir, umumi hükme dahil değildir. Mesela müş­rik olan kadınları almak yasaklanırken bunda kitap ehli olan kadınların dahil olması murad edilmiş değildir. Nesihde ise biz onunla bir süre mü­kellef olmuşuzdur, sonra o hüküm kaldırılmıştır. Bu nesih kısmında açık­lanacaktır.[9][9]

346- Te'kidin Beyan Sayılması:

345- Tahsisin Beyandan Olması: