Nikah Hakkındaki Görüşleri

509- Evlenmek Farzdır:

Evlilik hususundaki sahih naslar emir ifade ettiği için, İbn Hazm'a gö­re, evlenmek farzdır. Çünkü Zahiriye "her emri lüzum (farz) ifade eden bir delil" saymaktadır. İbn Hazm şöyle diyor: "Evliliğin gereği olan cinsel ik­tidara ve maddi imkana sahip olan herkesin evlenmesi veya cariye edinmesi farzdır. Eğer buna imkan bulamıyorsa oruç tutar. Bunun delili ise Buha-rideki İbn Mes'ud hadisidir. Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: "Ey gençler! Siz­den evlenme külfetine gücü yetenler evlensin, buna gücü yetmeyenler de oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar." Müslim'de Sa'd b. Ebi Vakkas'dan şöyle rivayet eder: "Osman bin Maz'un evlenmeyip bekar yaşamak istedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onu bundan nehyetti." Seleften bir cema­atin görüşü de böyledir. Said bin Hişam şöyle rivayet eder: Müminlerin ana­sı Hz. Aişe'ye kadınlardan uzak durup evlenmeyi terketmek hakkında soruldu. O da şöyle cevap verdi: Sakın bunu yapma. Sen Allah'ın şu âyetini duymadın mı? "Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik..." (Rad, 38) Abdullah b. Tavus babasının bir ada­ma şöyle dediğini rivayet ediyor: Ya mutlaka evlenirsin ya da sana Hz. Ömer'in (ra) Ebu Zevaid'e söylediği sözü söylerim. Hz. Ömer ona şöyle demişti: "Seni evlenmekten alıkoyan şey; ya acziyetin ya da günahlara dal­mış olmandır."[1][1]

Görüldüğü üzere İbn Hazm, cinsel iktidara ve ailesinin nafakasını te­min edebilecek güce sahip olan kişilerin evlenmelerinin farziyetini ifade edi­yor. Bu durumdaki bir kişi için zinaya düşme tehlikesinden korkması ve­ya korkmaması mevzu bahis değildir. Her ikisinin de evlenmesi farzdır. Baş­ka bir ifade ile; cinsel iktidara ve gerekli olan nafakayı temin edebilme gü­cüne sahip bir kişi, nefsine hakim olabilse dahi evliliğinin farziyeti için gerekli şartları üzerinde toplamış demektir. Bu, Allah'ın insana verdiği bir fazilettir. Evlilik sebebi ile nefsini dizginler ve nefsinin haram yollara sapmasını engeller. Bu şartları haiz olan bir kişinin evlenmesi farz, bun­dan imtina etmesi ise caiz değildir. Ancak cariye edinebilir. Çünkü cari­ye edinmek evlenmek gibidir.

510- Cumhur Fukahanın Görüşleri:

İbn Hazm'ın evliliğe dair görüşleri böyledir. Cumhur fukahaya göre; cin­sel iktidara ve ailesinin nafakasını temin edebilecek güce sahip olan bir ki­şi, evlenmediği taktirde zinaya düşmekten korkuyorsa, ancak o zaman evlilik farz olur. Çünkü bu durumdaki bir kişi için haramdan kurtulmanın tek çaresi evlenmektir. Zira zinanın haramlığı ve iffetin korunması gerek­liliği hususunda hiçbir şüphe yoktur. Cumhura göre, evliliğin farziyeti de bu iki sebebe binaendir. Ancak evliliğin şartlarına haiz olup da harama düş­me korkusu olmayan kişinin durumu Zahiriye ve Cumhur fukaha arasın­da ihtilaf konusu olmuştur. Hanefi[2][2] Hanbeli ve Maliki'lere göre; şayet ha­rama düşme korkusu yoksa evlenmek Nebi (sav)ın ve sahabenin genelinin evli olması hasebi ile sünnettir. Çünkü Nebi (sav) evliliğin İslâm'ın sünnet­lerinden olduğunu açıklıyor: "Evlenmek benim sünnetimdir. Bundan yüz çeviren benden değildir."

Şafiilere göre ise; bu durumdaki bir kişinin evlenmesi ne farz ne de sün­nettir. Belki mubahtır. Çünkü evlilik, bir ibadet şekli değildir ki, farz ve­ya sünnet olsun. Evlilik; cinsel arzuları tatmin etmenin meşru yoludur. Tıp­kı yemek, içmek ve oturmak gibi. İnsan bedeni ile alakalı mubah işler kabilindendir. Ancak ibadetler ruhun ihtiyaç duyduğu amellerdir.

511- Cariye Hususundaki İhtilaflar:

Cumhur ulemanın İbn Hazm'a ve Zahiriye'ye karşı görüşü böyledir. Görüldüğü üzere İbn Hazm, "sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin" ha­disinin zahiri manasını alıyor ve buradaki emrin vücubiyet ifade ettiğini söylüyor. Çünkü zahiriye mezhebine göre; vücubiyet murad edilmediğini ifade eden başka bir nas bulunmadığı taktirde, her emir vücubiyet ifade eden bir delildir.

Ancak burada İbn Hazm'ın sadece hadisin zahiri manasını delil olarak almadığını görüyoruz. Çünkü hadis evlenmeyi emrediyor. Oysa İbn Hazm, evlenmenin veya cariye edinmenin farz olduğu yönünde bir sonuca varıyor. Kişi ister evlenir, isterse cariye edinir. Ona göre, bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur.

İbn Hazm, cariye edinmeyi evlenmekle eş değer olarak alırken, hangi nassı dayanak olarak alıyor bilemiyoruz. Şayet iffeti muhafaza etmek ve zinadan korunmak için cariye edinilmesi gerektiğini kastediyorsa, bu tak­tirde nassları açıklıyor demektir. Oysa İbn Hazm, nassları açıklamaz, sa­dece zahiri manasım alır. Bu durumda sadece evliliği farz kılan nasları ken­dine delil olarak alması gerekir. Belki de İbn Hazm, taaddud-u zevcat âyetini kendine delil alıyor. Çünkü bu âyette Allah (cc) şöyle buyuruyor: "... haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın, yahud da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin..." (en-Nisa, 4/3) Böylece âyetteki "sahib olduğunuz cariyeler" sözünden dolayı cariye edinmeyi evlilikle eş tutuyor. Bu durum­la ilgili, herhangi bir nas bulamadığımızdan dolayı, bu konuyu iyice açmaya ve bu anlayışın mantığını çözmeye çalıştık.

512- Kadınların Evlenmesi Farz Değildir:

İbn Hazm, diğer zahiri alimleri gibi evlenmenin sadece erkeklere farz olduğu görüşündedir. Kadınların evlenmelerinin farz olmadığına delil ola­rak da Peygamber (sav)in hadisindeki "ey gençler (erkekler) topluluğu" ifa­desini zikrediyor. Hadisteki emrin sadece erkeklere ait olduğunu belirtiyor. Kur'anî nasları ve Nebevi hadisleri de bu özelleştirmeye delil olarak alıyor. Bunu da şöyle açıklıyor. Evlenmek kadınlara farz değildir. Çünkü Allah (cc) şöyle buyuruyor: "Evlenme arzusu kalmamış, oturan, ihtiyar kadınlar..." (en-Nur, 24/60) Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor: "Yedi çeşit şehid vardır..." Bu hadisinde Peygamber (sav) el değmemiş bakire bir kız olarak ölen kadınları da zikretmiştir.[3][3]

Görüldüğü üzere İbn Hazm, hadisteki evliliğin farziyetini yalnız erkek­lere has kılıyor. Çünkü Kur'an'm âyetleri evlenmeyi istemeyen kadın­ların olduğunu ifade ediyor. Böyle olunca, onlar için evlenmek ancak caiz olur. Zira Peygamber (sav) bakire olarak ölen kadının şehid olacağını ha­ber veriyor. Şayet bakirelik kötü bir durum olsaydı, bakire bir kız öldüğü zaman övgüye değer bir makam elde edemezdi.

513- ibn Hazm'ın Cumhura Cevabı:

îbn Hazm, evliliğin farz olmadığı görüşünde olan âlimlere delillerle karşılık verirken onların delillerini de tenkid ediyor ve şöyle diyor: "Bazı kimseler, bu söylediklerimizin aksine Allah (cc)m şu âyetini delil olarak getiriyorlar "... efendi ve nefsine hakim ..." (Ali İmran, 3/39) Bu âyet delil olarak getirilemez. Çünkü biz, nefsine hakim olanlara evlenmek farzdır de­miyoruz, cinsel iktidara sahip olan kişiye farzdır diyoruz. Ayrıca şu hadis­leri de delil getiriyorlar: "ikinci asırdan sonra sizin en hayırlınız yükü en hafif olanlarınız dır. Onların ne ailesi ne de çocukları vardır." Bir başka hadiste şöyledir: "105 yılından sonra köpek yavrularına bakıp büyütmeniz, çocuk büyütmenizden daha hayırlıdır." Bu hadislerin her ikisi de mevzu hadistir. Çünkü her ikisini de Ebu İsam bin Cerrah es-Sakalani rivayet et­miştir. Ayrıca her iki hadis de münker hadistir ve münker hadisler delil ola­rak gösterilemez. Şayet insanlar bu hadislerle amel edecek olsalar, nesil yok olacak, bunun sonucu olarak cihad ve din ortadan kalkacak ve küfür galip gelecektir." Evlenmek farz değildir diyen cumhur ulema ise, konuya şöyle bir yorum getiriyor: Şayet evlenmek farz olsaydı biz onu, İslâm'ın er­kanından sayardık. Ayrıca sahabenin içinde hiç evlenmemiş olanlar da var­dı. Cumhur ulema, evliliği terketmenin ibadet olduğunu da iddia etmiyor. Bilakis cumhurun çoğunluğu, şartlara haiz olan kişinin evlenmesinin sün­net olduğunu söylüyor.

Yine görüyoruz ki İbn Hazm, hükmün manasını nazarı dikkate alarak sonucunun hayır olmayacağı hükmüne varıyor. Çünkü İbn Hazm, şöyle di­yor: Şayet bu iki hadis ile amel edilirse nesil yok olur. Netice olarak cihad ortadan kalkar ve küfür hakim olur. Burada İbn Hazm'ın yaptığı şey, hükümlerin manalarını ve illetlerini nazarı dikkate almaktır. Halbuki biz biliyoruz ki o hükmün sebebîerini açıklama yoluna gitmez. Zahiri ile amel eder.

Evlilikte Hür ile Kölenin Eşitliği:

514- Evlenmek Hususunda Hür ile Köle Eşittir:

İbn Hazm'ın fıkhına göre; bir kişi ister hür olsun, isterse köle, en fazla dört kadınla evlenebilir. Bu hükmün delili ise Allah (cc)ın şu ayetidir: "... beğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın..." (en-Nisa, 4/3)

Bu hususta köle, hür kişinin sahip olduğu haklara sahiptir. Nasıl ki hür bir kişi dört kadınla evlenebihyorsa, köle de dört kadınla evlenebilir. Bu gö­rüşü ile İbn Hazm, cumhur ulemaya muhalefet etmektedir. Çünkü cumhur ulema; köle cezayi hükümlerde olduğu gibi hür kişinin hukukunun yarısı­na sahiptir. Bu durumda kölenin iki kadından fazlası ile evlenmesi caiz de­ğildir. Cumhur ulema bu görüşlerini sahabenin kavline dayandırmakta ve sahabenin bu hususta icma ettiklerini söylemektedirler. Ancak İbn Hazm, sahabenin bu konuda icma ettiklerini kabul etmiyor. Zira sahabenin bir kıs­mı böyle söylemiş, bu sahabelerin sözlerine muhalefet eden de çıkmamış­tır. Ona göre, bu durumda sahabe icma etmiş sayılmaz. İbn Hazm, kendi görüşlerini serdettikten sonra, muhaliflerin görüşlerini ve delillerini de di­le getiriyor: Ömer b. Hattab şöyle buyuruyor: "Köle ancak iki kadınla ev­lenebilir." Ali bin Ebi Talib şöyle buyuruyor: "Köie ancak iki kadınla evle­nebilir." Yine sahabeden şöyle rivayet ediliyor. "Muhammed (sav)in asha­bı, kölenin iki kadından fazlası ile evlenemeyeceği hususunda icma etmiş­lerdir." Hasan-ı Basri, Ata, Ebu Hanife, Şafii, Ahmed bin Hanbel, Süfyan es-Sevri, Leys bin Sad ve bazıları bu görüştedirler. Mücahid ve Zühri ise kölenin dört kadınla evlenebileceği görüşündedirler. İmam Malik de bu gö­rüşe katılmaktadır. Bu görüşü ile Malikiler diğer sahabelerin dahi muha­lefet etmediği sahabelere muhalefet etmişlerdir. Sonuç olarak şunu söylü­yoruz: Allah ve Rasulünün sözünden başka hiçbir söz delil olarak alınamaz. Allah (cc) da şöyle buyuruyor: "...Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dör­der alın..." âyetinde hür veya köle ayırımı yapmamıştır, tevfik Allah'tan­dır."[4][4]

Burada İbn Hazm, sahabenin sözlerini iki sebebten dolayı kabul etme­mektedir.

Birinci Sebeb: Her ne kadar sahabenin bu hususta icma ettiği ifade edil­se de o, sahabenin sözlerini icma olarak kabul etmiyor. Çünkü sahai enin bir kısmı bu konuda görüşlerini belirtmiş, diğer sahabe ise muhalefet et­memiştir. Bu durumda icma gerçekleşmiş olmaz.

İkinci sebeb: Nassm zahiri manasında hür ile köle arasında bir ayırım yapılmamıştır. Böyle bir ayırımın yapılması için Kitap veya Sünnetten bu yönde bir delil getirilmesi gerekmektedir.

Çünkü; Kitap ve Sünnet umumi bir nassı hususileştirir.

Her ne kadar İbn Hazm, bu hususta Malikiler ile aynı görüşte olsa da, ittifak ettikleri veya ihtilaf ettikleri her hususta onları tenkid etmekten ge­ri durmamıştır. Malikiler, Endülüs'de büyük çoğunluğa ve iktidara sahip olmalarına rağmen onların görüşlerini açıklamış ve kendi fıkhı anlayışla­rına ters düştüklerini ifade etmiştir. Çünkü onlar, bu konuda diğer saha­belerin muhalefet etmediği sahabelere muhalefet etmişlerdir.

515- Kölenin Mülkiyet Hakkı:

İbn Hazm, dörde kadar evlenme hususunda köle ile hür kişiyi eşit tut­makla kalmıyor, cariye edinmekte de kölenin hür ile eşit haklara sahip ol­duğunu belirtiyor. Hür kişinin sayısına sınırlama getirmeksizin cariye edeceğine delil teşkil eden âyet, Allah'ın "... haksızlık yapmaktan korkar-sanız bir tane alın, yahud da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin..." (en-Nisa, 4/3) âyeti celüesidir. Ayetteki "yahut da sahip olduğunuz" sözü cari­ye edinmekte herhangi bir sınırlama olmadığını ifade etmektedir. Cariye edinmek, hür kişi için caiz olduğu gibi, köle için de caizdir. Bu da şu iki se­bebe binaendir.

Birinci Sebeb: Ayet, hür ile köle arasında herhangi bir ayırım yapmıyor. Bu yönde bir nas bulunmadığı müddetçe de hitab umumidir. Âyetin muha­tabı, hehı hürlerdir, hem de kölelerdir.

İkinci Sebeb: Kölenin mal, mülk edinmesi caizdir. Servet sahibi olma­sında herhangi bir sakınca olmadığı gibi, serveti de efendisinin servetin­den ayrıdır ve şahsi mal varlığıdır. Ancak burada İbn Hazm, kölenin mülk edinebilmesini; genel kabul görmüş bir hüküm gibi sebeb olarak göstermek­tedir. Oysa cumhur fukahanm icması bu görüşün aleyhindedir. Çünkü cumhur fukahanm icması; köle ve kölenin malik olduğu mülkün, köle sa­hibinin tasarrufu altında olduğu yönündedir. Buna karşılıkİbn Hazm ise; kölenin mülkiyet hakkının olmadığına dair Kitap, Sünnet veya kendileri­ne itimad edilen kişilerin icmasından bir delil getirsinler, diyor ve ekliyor: Bu kon.uda başka bir delil gösterilemediğine göre asıl olan naslarm da ifa­de ettiği gibi, mülkiyet hakkının bütün Ademoğlu için umumi bir hak ol­masıdır.

Bu durumda kölenin mülkiyet hakkı, sabit olduğuna göre, cariye edin­mesi de haliyle caiz olmaktadır. Hür kişi, nasıl cariye edinebiliyorsa, kö­le de öylece cariye edinebilir. Bu kon-uda aralarında hiçbir fark yoktur. İbn Hazm'ın bu konudaki görüşlerini biraz da kendisinden dinleyelim:

"Kölenin cariye edinmesi hususunda, insanlar ihtilaf etmişlerdir... Bu konuda sahabeden bir çok rivayet vardır. Hz. Ömer (ra)'in rivayetine gö­re Hz. Ömer'in köleleri cariye edinirler, Ömer (ra) da onları bundan neh-yetmezdi. İbn Abbas'ın da şöyle dediği rivayet olunur: "Köle kendi mülkü ile cariye edinebilir." Sahabeden bu iki sahabenin sözüne muhalefet eden kimse çıkmamıştır. Sabi, İbrahim en-Nehai, Hasan-ı Basri, Ebu Süleyman ve İmam Malik de bu görüştedirler. Bu hususta İbrahim ve Hakem b. Ut-be'den rivayet edilen meşhur olmayan bir rivayet dışında tabiinden de hiçkimse muhalefet etmemiştir. Ancak İbn Sirin'den kölenin cariye edilme­sinin mekruh görüldüğüne dair sahih bir rivayet vardır.

İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiinin görüşleri ise; caiz olmadığı yönün­dedir. Bu görüşleri ile sahabe içinden hiç kimsenin muhalefet etmediği bu iki sahabeye muhalefet etmektedirler. Bu hususta Kur'an ve Sünnete baş­vurduğumuzda ise, Allah şöyle buyuruyor: "Ve onlar ki iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeler hariç). Bunlarla ilişkiden dolayı kınanmış değillerdir." (Müminun, 23/5-6) Allah (cc) bu âyetinde hür ile köle arasında hiçbir ayırım gözetmemektedir.

Görüldüğü üzere, İbn Hazm, sahabenin sözünü delil olarak almıyor. Çün­kü bunu icma olarak kabul etmiyor. Kitap ve Sünnete müracaat edip Kur'an'daki nasları kendisine yol gösterici olarak alıyor. Ancak sahabenin sözlerini, cumhur ulemanın bir sahabeye muhalefet etmesi durumunda, ken­di görüşlerini desteklemek ve muhaliflerini susturmak için zikrediyor. Cumhur ulema ise, İbn Hazm'ın zıddına herhangi bir sahabenin bir sözü­ne diğer sahabeler muhalefet etmemişse bu sözü .delil olarak alıyorlar.

516- Kölelerin Hukuk Açısından Eşitliği:

İbn Hazm'a göre, aksini ifade eden bir nas bulunmadığı taktirde, hür in­sanların sahip olduğu bütün haklara köleler de sahiptir. Zira o, naslarla amel etmektedir. Naslar da hükümler de köleyi hür kişinin mesuliyetinin yarısı kadar sorumlu tutmaktadır. Tabi ki bu hüküm yarıya indirgenebi-len cezalar için geçerlidir. Mülkiyet hakkı gibi diğer hukuki meselelerde ise hür kişinin haklarının tamamını köleye de tanımaktadır. Bu tür temel hak­larda hür olmaya değil, Ademoğlu olmaya itibar edilmektedir. Çünkü âye­ti kerimede mülk edinme hukuku, umumiyet ifade etmektedir. "O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı..." (el-Bakara, 29). Bu hak sadece hürlerin değil, insan olmaları hasebi ile bütün insanların temel hakkıdır.

Her ne kadar delil getirme yöntemini kabul etmesem de, temel insani hak­ların cezai hükümlerle kıyas edilemeyeceği hususunda İbn Hazm'a katılı­yorum. İbn Hazm, kölenin temel haklarının yarıya indirilmesini kabul et­miyor. Çünkü o, kıyasın aslını inkâr ediyor ve naslarm zahirini delil olarak alıyor. Ben ise, bu konuda kıyas yapılamayacağı görüşündeyim. Çünkü köle, diğer insanlara göre daha zayıf ve zelildir. Onun cezası diğer insanla­ra verilen ceza ile aynı olamaz. Mesuliyeti büyük olanın cezası büyük, kü­çük olanın cezası da küçük olur. Bundan dolayı hür kişinin cezası büyük, kö­lenin cezası küçüktür. Ancak insani haklarda durum böyle değildir. Zayıf kişi, zayıflığından dolayı temel haklarından mahrum bırakalamaz.

Üvey Kız İle Evlilik:

517- Üvey Kız İle Evlenmenin Hükmü:

Bu mesele de, îbn Hazm'ın cumhur fukahaya muhalif olduğu meseleler­den biridir. İbn Hazm'a göre, kişinin üvey kızı ile evlenmesinin haram olabilmesi için eşi (üvey kızının annesi) ile birleşmiş olması ve üvey kızının kendisinin yanında yaşıyor olması gerekmektedir. Şayet kendi evinde ya­şamıyor ise, onunla evlenmesinde beis yoktur. Cumhur fukaha ise, bu ikinci şartı muteber saymamaktadır. Cumhura göre, birleşmiş olduğu eşinden olan üvey kızı, ister kendi evinde olsun isterse olmasın onunla ev­lenmesi haramdır. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: "...Kendileri ile birleşti­ğiniz eşlerinden olup evinizde bulunan üvey kızlarınız haram kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemiş iseniz kızlarını size almanızda size bir mahzur yoktur..." (Nisa, 4/23) Âyet-i kerimedeki "evlerinizde bulu­nan" ifadesi onlarla evlenilmemesini vurgulamak için kullanılmıştır. Çün­kü üvey kızlar genellikle kendi evladı imiş gibi üvey babanın evinde onun terbiyesi ve gözetimi altında yetişirler. Üvey babasının evinde olması onunla evliliğinin haramlılığının şartlarından değildir. Ancak nasların zahirine itibar eden İbn Hazm, bunu üvey evlad ile evliliğin haram oluşu­nun şartlarından saymaktadır. Şayet üvey kız, üvey baba ile beraber ya­şamıyorsa, onunla evlenmesi caizdir, der. Bu konuyu bir de İbn Hazm'm kendisinden dinleyelim:

"Bir önceki kocasından kızı olan dul bir kadın ile nikahlanan kişi, {is­ter birleşsin, ister birleşmesin) lezzet alarak kadınla halvette bulunmuş­sa ve kadının kızı kendisi ile beraber yaşıyorsa, onunla (üvey kız ile) evlen­mesi ebediyyen haramdır. Ancak kadınla birleştiği halde üvey kızı kendi­si ile beraber yaşamıyorsa veya üvey kız, üvey babanın evinde yaşasa da adam, kadınla beraber olmamışsa, adamın o kız ile evlenmesi caizdir."[5][5]

518- ibn Hazm'ın Muhalefeti:

Bu konuda İbn Hazm'ın, cumhur ulemaya iki hususta muhalefet ettiği­ni görüyoruz.

Birinci husus: İbn Hazm, cima olmaksızın faydalanmak maksadı ile hal­veti yeterli şart olarak görmektedir. Cumhur fukaha ise, birleşmeyi şart koş­maktadır. Çünkü Kur'an-ı Kerim cima kelimesini direkt olarak kullanmak­tan kaçınmış, bazen dokunmak bazen sokulmak bazen de yaklaşmak ve sa­rılmak kelimeleri, kinaye yolu ile ifade etmiştir. Tıpkı şu âyet-i kerimede olduğu gibi: "... Eşi ile yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı)..." (A'raf, 8/189) Burada olduğu gibi diğer âyet-i kerimede de yanına sokulmak kelimesinden cima kastedilmiştir. İbn Hazm ise "yanına sokulmak" keli­mesinin zahiri manası; erkeğin eşiyle yalnız kaldığında onunla oynaşma­sını ifade ettiği için cimayı şart koşmamıştır.

İkinci Husus: Cumhura muhalefet ettiği noktalardan birisi de, haram-lığın şartına üvey kızın evinde yaşıyor olmasını dahil etmesidir. Delil olarak da şu âyeti gösteriyor: ''..^"Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizde?! olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haranı kılındı. Eğer onlarla (nikah­lanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yok­tur..." Görüldüğü üzere kadınla birleşme vuku bulmuşsa ve üvey evlat da kendi evinde ise ancak o zaman Allah (cc) üvey evlatla evlenmeyi haram kıl­mıştır. Allah (cc) evlenilmesi haram olan kadınları saydıktan sonra "... bun­lardan başkasını istemeniz size helal kılındı..." buyurmuştur. Bu sebeble bu iki şarttan her ikisi de yerine gelmediği müddetçe haram sözkonusu de­ğildir. "Senin Rabbin unutkan değildir."[6][6]

İbn Hazm ikinci şart olarak zikrettiği evinde yaşıyor olması veya bera­ber yaşamasalarda onun velisi konumunda bulunması olarak açıklıyor. Bu durumda ikinci şartın yerine gelebilmesi için üvey kızın ya kendisi ile beraber aynı evde yaşaması ve üvey babasının ona vekalet etmesi ya da ay­nı evde yaşamasalarda üvey babanın kızın her türlü işinde ona velayet et­mesi işlerini idare etmesi gerekmektedir.[7][7]

519- Ashabın İhtilafları:

İbn Hazm, bu konudaki görüşlerini serdettikten sonra, muhaliflerin gö­rüşlerini tenkid etmeye ve naslarla kendi görüşünü kuvvetlendirmeye b.aşlıyor; Allah (cc)'in buyruğunda bulunan "üvey kızlarınız" ifadesi şüphe­siz âyetin başından itibaren sıralanan evlenilmesi haram olan kimselerden­dir. "Evlerinizde bulunan" ifadesi ise üvey kızların sıfatıdır. Yine "kendi­leriyle birleştiğiniz eşlerinizden" olan ifadesi de üvey kızların şifadır. Bu tah-lildende anlaşılacağı üzere bu iki vasıf üvey kızların vasfıdır. Ve üvey ba­baya haram oluşlarının temel iki şartıdır.

Sahabenin bu husustaki ihtilaflarına da yer veren İbn Hazm, kendi gö­rüşünün daha makul olduğunu ispat etmek için sahabeden bazılarının sözlerim naklediyor: Sahabe üvey kızın haramlığı hususunda ihtilaf etti­ler. Bazıları şöyle dediler: "Üvey kız ister, kendi evinde olsun isterse olma­sın kızın annesi ile birleşirse kız ona haram olur." Hasan b. İmran b. Hüseynden rivayet edildiğine göre; İmran'a bir kadınla evlenip daha henüz bir­leşmeden onu boşayan adamın durumunun ne olduğu soruldu. İmran da şöyle cevap verdi:

- "İster birleşsin, isterse birleşmesin o kadın, ona haramdır. Kadının kı­zına gelince, şayet henüz kadınla birleşmeden boşamışsa kızı ile evlenme­sinde bir beis yoktur."

Ebu Hanife, Malik ve Şafii'de bu görüştedirler. Diğer bir rivayette ise Malik b. Evs şöyle diyor: Eşim doğum yaparken ölmüştü. Ben bu hal üze­re iken Ali b. Ebu Talib ile karşılaştım. Bana;

- "Neyin var?" diye sordu. Ben de; "karımın öldüğünü" söyledim. "Onun başkasından olma kızı olup olmadığını" sordu. Ben de;

- "Evet var" dedim.

- "Seninle birlikte mi yaşıyor?" dedi. Ben de;

- "Hayır, Taif te yaşıyor" dedim.

- "O zaman, onunla evlenebilirsin," dedi. Ben de ona Allah'ın (cc) "... Ken­dileri ile birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı... " âyetini hatırlattım. O da bana,

- "Üvey kızın benim evimde yaşamadığını ancak benimle beraber yaşa­dığı taktirde, bana haram olacağını" söyledi.

İbn Cüreyh, Meysere'den şöyle rivayet ediyor. Abdullah b. Muabbed is­minde bir adamın babası veya dedesi başkasından olma çocuğu olan bir ka­dınla evlendi. Uzun bir müddet onunla evli kaldıktan sonra genç bir kız­la evlendi. Bunun üzerine üveyoğlu ona şöyle dedi:

- "Annemizle evlendin, yaşlanınca da onu bırakıp^ genç bir kızla evlen­din, onu da boşa." Adam ona şöyle cevap verdi:

- "Hayır, vallahi onu boşamam, ancak kızını bana nikahlarsan onu bo-şarım." Üveyoğlu da bunu kabul etti ve adam kızı boşadıktan sonra, ken­di kızını üvey babasına nikahladı. Ne üveyoğlu ne de üvey oğlunun kızı adamla birlikte oturmuyorlar di. Bunu duyunca Süfyan b. Abdullah'ın ya­nma gittim ve beni Ömer b. Hattab ile görüştürmesini istedim. Benimle gel dedi ve beni Ömer (ra)m huzuruna çıkardı. Olayı Ömer b. Hattab'a anlat­tım, bana bunda bir beis olmadığını söyledikten sonra, bir kişinin ismini vererek ona sormamı ve verdiği cevabı gelip kendisine nakletmesini iste­di, o adamı aradım ancak bulamadım. Ali (ra)'a rastladım ve ona sordum. Ali (ra) da bunda bir beis olmadığını söyledi.[8][8]

Yukarıda İbn Hazm'ın anlattığı son kıssanın biraz açıklanması gerek­mektedir. Özet olarak olay şöyle cereyan ediyor: Bir adam başkasından oğ­lu olan bir kadınla evlenir. Kadının oğlunun da bir kızı vardır. Kadın yaş­lanınca adam onu boşar ve genç bir kızla evlenir. Bunun üzerine kadının oğlu, yani adamın üvey evladı onu bundan vazgeçirmek ister ve kızı boşa­masını ister. Adam ise ancak kızını (boşadığı kadının torununu) kendisi ile nikahlarsa bunu kabul edebileceğini söyler. Üvey oğlu da bunu kabul eder ve kızı ile üvey babasını nikahlar. Adamın üveyoğlu da üvey oğlunun kızı da kendisinden ayrı yaşamaktadırlar. Ömer (ra) da bunda bir beis görme­miştir.

520- Sahabe Sözünü Delil Olarak Alması:

Görüldüğü üzere İbn Hazm, kendi görüşünü desteklemek için birçok sa­habenin sözünü zikrediyor. Ancak bu sözler meşhur değildir ve sahabenin bu sözleri söyleyip söylemediği bilinmemektedir. İbn Hazm, âyet-i kerime­de geçen "duhul" (sokulmak) kelimesini cima olarak tefsir eden cumhura muhalefet ederek şöyle diyor: Allah (cc)'in "... kendileriyle birleşmediğiniz..." buyruğunun tefsiri hususunda İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ki­şinin evlendiği karısını öpmesi ile üvey kızı kendine haram olur" Atâ'nm da şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Herhangi bir şey yapmasa da, sadece du­hûl ile şart yerine gelmiş olur.”[9][9]

Böylece İbn Hazm'ın naslara bakış açısı belirginleşmiş oldu. Görüyüruz ki o, lafızlar ne ifade ediyorsa ancak onu anlıyor. Buraya kadar anlattık­larımızda da görüldüğü gibi "duhul" ve "evlerinizde bulunan" buyruğu da­ha Önce de işaret ettiğimiz üzere üvey evlatla evlenmeyi sakındırmak için­dir. Çünkü kişinin evinde bulunan üvey kız, kendi kızı gibidir. Nasıl ki ken­di kızı ile arasında tesettür söz konusu değilse, üvey kızı ile de kendi ara­sında tesettür söz konusu değildir. Bu durumda onunla evlenmesi caiz ol­maz. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim üvey kızla evlenebilmesi için bu iki vasfı şart koşuyor: "...Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemiş iseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur..." Ayet-i kerimedeki birleşme­miş olmak helal olması için yeterli sebep değildir. Bununla beraber bir şart daha vardır. O da, üvey kızının adamın evinde bulunmamasıdır. Ancak Al­lah (cc) bunu zikretmemiştir. Bu durumda adam kadınla birleşmemiş ol­sa dahi üvey kız kendisi ile beraber yaşıyorsa, onunla evlenmesi caiz de­ğildir.

İbn Hazm'ın muhaliflerine hatırlattığı Allah'ın (cc) yüce buyruğunu bizim de ona hatırlatmamız en tabii hakkımızdır: "... Senin Rabbin unut­kan değildir." (Meryem, 19/64) Fakat ne yazık ki zahiriye görüşü hakiket-lerin manasına ve özüne muttali olamaz.

Hakimin Hükmü İle Karı-Kocanın Ayrılması:

521- Hakimin Hükmü ile Karı-Kocanın Ayrılmasının Haram Oluşu:

İbn Hazm'ın bu husustaki görüşü hakimin karı-kocayı birbirinden ayıramayacağı yönündedir. Ancak kadının erkeğe haram olduğu sekiz durum­da boşanmalarına karar verebilir. Bu durumları da İbn Hazm şöyle açık­lıyor:

"Nikah akdini bozan şeyler sekiz tanedir; birincisi süt emme sebebi ile kadının erkeğe haram olması,[10][10] ikincisi erkeğin babasının veya dedesinin cehalet sebebi ile kadınla cima etmesi veya zinaya kastetmesi, üçüncüsü müctehid olması, dördüncüsü kadın köle iken azad olması; bu durumda ka­dın ister nikahı fesheder isterse onun nikahı altında kalır. Beşincisi; ayrı dinden olmaları halinde de nikah akdi bozulur. Ancak erkek İslâm'ı seçer­se ve kadında kitap ehlinden ise nikahlan bozulmaz. Nikah akdinin bozul­duğu diğer durumlar ise şunlardır;

a. Erkek İslâm'ı seçer, kadın ise kitap ehli değil ise;

b. Kadın İslâm'ı seçer, erkek ise kitap ehli olsun veya olmasın kafir ise, ancak her ikisi de müslüman olurlarsa nikahları bozulmaz.

c. Sadece erkek dinden döner .mürted olursa,

d. Sadece kadın mürted olursa,

e. Beraberce dinden dönüp mürted olurlarsa. İşte bütün bu durumlar­da nikah akdi bozulmuş olur.

Nikah akdini bozan şeylerin altıncısı:

f. Kadın nikahının bozulma durumlarından biri de köle olan kadınla ev­lenen erkeğin o kadının tümüne veya bir bölümüne malik olmasıdır.

g. Nikahın bozulma hallerinden yedincisi köle erkekle evlenen kadının o erkeğin tümüne veya bir bölümüne malik olmasıdır.

h. Kadının veya erkeğin ölmesi. İşte bu sekiz durumda nikah akdi bo­zulur.[11][11]

Yukarıda sayılan sekiz durumda boşanma olmaksızın nikah akdi bozul­muş olur. Bu durumda kadının veya erkeğin bir kusurundan ve erkeğin kay­bolmasından dolayı nikah akdi bozulmaz. Bu görüşü ile İbn Hazm, cumhur fukahaya muhalefet etmiştir.

522- Hanefilerin Görüşü:

İbn Hazm'm bu konudaki görüşlerini derinlemesine ele almadan Önce cumhur fukahanın bu konudaki görüşlerini serdedelim. Dört mezheb fuka-hasında hakimin kararı ile kan-kocanın ayrılması meselesinde farklı gö­rüşlere sahiptirler. Hanefiler, hakimin kararı ile ayrılmanın gerçekleşebil­mesi için gerekli sebepleri dar kapsamlı olarak ele alırlar. Şafiiler bu se-bebleri biraz daha geniş tutarlar. Maliki ve Hanbeliler ise diğer iki mezheb-ten daha geniş tutarlar.

Boşama hakkı erkekte olduğu için Hanefiler, kadındaki bir özürden dolayı hakimin boşamasını caiz görmezler. Ancak erkekte cinsel iktidarsız­lık gibi bir özür var ise, o taktirde hakim boşanma kararını verebilir. Bu özrü de üç ana başlıkta toplamışlardır. Erkeklik uzvunun kesilmiş olma­sı, hadımlık ve iktidarsızlık. Zira bu tür bir cinsel özür evliliğin maksatla­rını yerine getirmeğe engel olur. Evlilik müessesesinin amacı; neslin deva­mını sağlamak ve insanın tabii ihtiyaçlarını gidermektir. Bu gayeler ger­çekleşmediği taktirde, evliliğin bir manası kalmaz.

Ebu Hanife'nin öğrencilerinden Muhammed bu özürlere cüzzam ve de­liliği de eklemiştir. Erkekte bu özürlerden bir tanesi bulunduğu taktirde, kadın kocasından boşanmak için hakime müracaat edebilir ve hakimde bo-şayabilir. Çünkü bu tür hastalıklar karı-koca münasebetlerine engel olur ve cinsel özürlerde olduğu gibi iyileşmesi beklenemez.

Ebu Hanife'nin görüşüne göre bu sebeplerin dışındaki bir sebebten ötü­rü hakim karı-kocayı ayıramaz. Erkeğin kadının nafakasını temin etme­mesi, ona eziyet etmesi, kaybolmak, kadında bulunan özürler ve yukarıda saydıklarımızın haricindeki özürler, hakimin karı-kocayı ayırmasına sebeb teşkil etmez.

523- Şafii, Hanbeli ve Malikilerin Görüşleri:

İmam Şafiinin bu husustaki görüşü ise şöyledir: Şayet erkek fakirlikten dolayı kadına bakamıyorsa o zaman araları ayrılır. Çünkü bu cinsel ikti­darsızlık ve benzeri özürler gibi aralarını ayırmayı gerektiren özürlerden sayılır. Ancak erkek nafakayı temine muktedir ise aralarım ayırmak caiz değildir. Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir. Yukarıda bahsettiğimiz erkek­te meydana gelen cinsel özürlerden veya kadındaki cinsel özürlerden do­layı karı-kocayı ayırmak caizdir. İster erkekte olsun, isterse kadında cüz­zam ve delilikde böyledir. Ancak İmam Şafii'ye göre kaybolmak ve her ne çeşit olursa olun eziyet etmek ayırma sebebi değildir. Şayet eziyet ediliyor­sa, o kişi bu eziyetten men edilir ve evliliğin devamı sağlanır.

Malikiler ise; nafakayı temin hususunu biraz daha genişleterek nafaka­yı temine gücü olduğu halde, bundan imtina etmeyi de aralarını ayırma­ya, yeterli sebeb olarak görmektedirler. Özür durumlarını da yukarıda zik­rettiklerimizle sınırlamamaktadırlar.

Nikah esnasında blinmeyen ve öğrendikten sonra da bundan hoşnut olun­mayan ve sonradan'meydana gelen bir özür olup da beğenilmeyen her özürden dolayı aralarım açmanın caiz olduğu görüşündedirler. Aynı zaman­da Malikilere ve Hanbelilere göre, eziyet etmek ve kaybolmaktan dolayı ka­rı-kocayı ayırmak caizdir.

Hakim kaybolan kişinin öldüğüne kanaat getiriyorsa, dört mezhebin ic-masına göre hakim kayıp kişinin öldüğüne hükmedebilir. Bu hususta en katı görüşa sahip olan Hanefi mezhebidir. Hanefi mezhebine göre, kavb kişinin yaşıtları ölmedikçe o kişinin öldüğü yönünde bir hükme varılamaz. Öldüğüne hükmetme yaşını doksan hatta daha fazlasına götürürler D" mezhepler ise, öldüğüne hükmetme müddetini daha düşük tutarlar.

524- İbn Haznı'ın Muhalefeti:

Yukarıda anlatılanlar dört mezhebin ve onların görüşlerini kabul eden lerin sözleridir. Zahiriler, bu görüşlere muhaliftirler. Zahiriler erkek boşa-madiği veya îlâ[12][12] yapmadığı müddetçe karı-koca arasının ayırılamayaca-ğı görüşündedirler. Ancak yukarıda bahsi geçen sekiz durum vuku buldu­ğunda boşanmalarına hükmederler.

Zahiriye görüşünün aslı boşama eyleminin erkeğin elinde olduğu yönün­dedir. Erkek kadına eziyet ediyorsa, azarlanarak men edilir. Kadının na­fakasını vermiyor ise, malının bir kısmını satarak karşılığını ona verme­si için baskı yapılır. Herhangi bir özürden dolayı da aralan ayrılamaz. Çün­kü bu hususta hiç bir nas yoktur. Kur'an veya Sünnette bu yönde bir de­lil veya Kur'an ve Sünnete dayanan bir icma yokken nasıl olur da karı-ko-canın ayrılmasına hükmedilebilir? Kadınlar, Allah'ın buyruğu ile erkekle­re helal oldular. O'nun buyruğu olmaksızın bu helallik yok edilemez. Şer'i bir nassa dayanmaksızın kocası ile araları ayrılan bir kadının başka erke­ğe helal olması nasıl mümkün olabilir?

525- Özürler Sebebiyle Boşanma:

İbn Hazm özürler hususundaki görüşlerini serdederken ilk olarak ikti­darsızlık bahsini ele alıyor. İktidarsızlık gibi bir hastalığı olan kişinin karısından boşanmayı arzu etmedikçe aralarının ayrılamayacağını ifade et­tikten sonra bu hususu şöyle izah ediyor: Evlenen bir kişi iktidarsızlığı se­bebiyle evlendiği kadınla cinsel ilişkide bulunamazsa veya bu Özür hali bir müddet sonra meydana gelirse ne hakimin ne de başka bir kişinin, onları ayırmaya hakkı ve selahiyetleri olamaz. Kadın onun eşidir, ister boşar, is­terse boşamaz.

İbn Hazm kendi görüşünü açıkladıktan sonra, bu hususta dört mezheb imamının delil olarak aldıkları sahabe kavillerini naklediyor. Ömer (ra)dan rivayet edilen rivayet gibi bazı rivayetleri ise zayıflıkla itham ediyor.

Arkasından kendi görüşünü te'kid eden, sahabe kavillerini naklediyor, Hz. Ali (ra) yanına bir kadın gelir ve;

- "Dul olmayan, fakat kocası da olmayan bir kadın hakkında ne dersin-diye sorar. O da:

""«Kocan nerede?" deyince kadın;

"Bulundukları topluluğun içinde olduğunu" söyler. Bunun üzerine beli bükülmüş bir ihtiyar ayağa kalkar. Hz. Ali (ra) ihtiyardan bir açıklama yapmasını ister. İhtiyar; "karısının yiyeceğinden ve giyeceğinden hiç bir ki-

tlama yapmadığını" söyleyince; Ali (ra); "cinsel iktidarının olup olmadı-

- nı" sorar. İhtiyar; "olmadığını" söyleyince Ali (ra); "kendini de onu da he-

ı k ettin," der. Bunun üzerine kadın Hz. Ali'den aralarını ayırmasını ister.

Ali (ra) ise şöyle der:

-"Allah'tan kork ve sabret. Allah (cc) dilerse senin başına bundan daha büyük bir musibet verir."[13][13]

Cinsel bir özürden dolayı karı-kocayı ayırmaya caiz görenler bu görüş­lerini sadece sahabenin kavillerini değil Rasulullah'm (sav) hadislerine de dayandırırlar; Ebu Rukâne'nin hanımı kocasını Hz. Peygamber'e (sav) şi­kayet eder ve saçından bir tel kopararak şöyle der: "Bana bu saç kadar bi­le faydalı olamıyor." Hz. Peygamber (sav) de onu kocasından ayırır. Ancak İbn Hazm bu rivayeti zayıf saymakta ve şöyle demektedir:

"Ebu Rukane sahabe değildi. Hatta müslüman bile olmamıştı. Eğer bu olay sahih bir olay ise bu kişi onun oğlu olmalıdır. Bu hadisi delil olarak ile-' ri sürmek sureti ile hakkı batıl gösterdiler.

526- İktidarsızlık Sebebi İle Boşanma:

İbn Hazm cinsel özürden dolayı karı-kocayı ayırmayı caiz gören fakih-lerin delillerini zikrettikten sonra kendi delillerini ele alıyor ve şöyle diyor: "Bizim bu husustaki delilimize gelince; nikahın şeriata uygunluğu Al­lah'ın (cc) âyeti ve Rasulün (sav) sünneti ile sabittir. Allah (cc) evli bir ka­dını kocasından başka herkese haram kılmıştır. Kur'an'a ve Sünnete da­yanmadan karı-koca arasını ayıran kişi, Allah'ın (cc) âyet-i kerimesinde yer­diği kişilerin sıfatı ile sıfatlanmış olur; "...Onlar, o iki melekten karı ile ko­ca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı..." (el-Bakara, 2/102) Böyle bir Şey yapmaktan Allah'a sığınırız."[14][14]

Daha sonra İbn Hazm, karı-koca arasını ayırmayı ve erkeğin iktidarsız-"ğının ispatı için bir sene beklenilmesini uygun gören fakihleri yererek şöy­le diyor: "İktidarsız olan kişi karısını boşamak isterse, biz onu engelleyeme­yiz. Ancak biz, başkalarının bu hükmü vermesini veya bir sene bekledikten sonra aralarını ayırmayı çirkin ve uygunsuz bir iş olarak görmekteyiz. Bu durum, sahabe uygulaması Kur'an, Sünnetten herhangi bir rivayet, kıyas Veya aklî olarak asla tasdik olunmamış batıl bir iştir. Şayet Allah'ın îlâ yapan kişinin beklemesini emrettiğini ve bu bekleme nüddetinin sonunda da ya tevbe edip karısına dönmesi ya da onu boşaması için zorlama yapıl­masını örnek olarak gösteriyorlarsa, doğrudur. Ancak bu müddet dört ay­dır. Bir sene beklemeyi ve aralarını ayırmayı nereden çıkarıyorlar?[15][15]

İbn Hazm, yukarıdaki sözlerini iktidarsız olan kişiye bir sene mühlet ve­rip bu zaman zarfında iktidarsızlığı kesinleşirse, onu karısından ayıran­lara hitaben söylemiştir. Bunlar da Hanefi, Şafii ve Malikilerdir. Bu konu­ya açıklık getirmemiz yerinde olacaktır. İktidarsız olan kişiye müddet vermek, iktidarsızlığın gerçek olup olmadığını anlamak ve teyid etmek için­dir. Mesela, erkeğin bir hafta veya bir ay karısı ile cinsel ilişkide buluna­maması onun iktidarsız olduğuna delil teşkil etmez. Bu ancak onun selim bir insan olduğunu gösterir. Bu taktirde ona bir sene mühlet verilir. Bu bir sene zarfında karısı ile cinsel ilişkide bulunamazsa bu durum onun iktidar­sızlığının delilidir. İnsanların mizaçları çeşit çeşittir.

Bazı insanlar, senenin herhangi bir mevsiminde gayet dinç, diğer mev­simlerde ise yorgun ve bitkin olurlar. Bu sebeble dört mevsimi de içine alan bir zaman dilimi mühlet vermek yerinde ve doğru bir karar olacaktır. Bu mühlet içerisinde, eşi ile cinsel ilişkiye giremezse, şüphesiz bu durum onun iktidarsızlığını delillendirecektir. İktidarsızlığı kesinleştiğinde ise, Hanefi, Şafii ve Malikilere göre aralarını ayırmak gerekmektedir.

527- Fukahanın Delillerini Tenkid:

İbn Hazm, yukarıda anlatıldığı üzere, iktidarsızlıktan dolayı karı-koca­yı ayırmanın caiz olmadığı görüşünün yanı sıra, herhangi bir kusur ve özür­den dolayı da ayırmanın caiz olmayacağı görüşündedir. Bu ayrılığın ancak erkek tarafından belirlenebileceğini ifade ediyor ve şöyle diyor: "Nikahtan sonra meydana gelen cüzzam, abraş ve delilik gibi özürler, bu özürlerin ka­dında bulunması, nafaka, giyecek ve mehri vermemek gibi sebeblerden do­layı nikah bozulamaz."[16][16]

Daha sonra cüzzam, abraş ve delilik gibi özürler üzerinde duruyor ve bu hususta mezheb imamlarının delil olarak aldıkları sahabeden rivayet edi­len hadisleri inceliyor. Sahabenin sözlerinde, onlara delil teşkil edecek bir şey göremiyor. Bunun sebebi ise ya sahabe sözleri ile onların sözlerinin bir­birine tam bir muvafakat sağlayamaması, ya da hadisin isnadmdaki zayıf­lık olarak ortaya çıkıyor, Sonuç olarak üzerinde icma edilmemiş olan sa­habe sözlerini, dinde delil olarak kabul etmiyor. Çünkü üzerinde icma edilmemiş olan bir sahabe sözü ile amel etmek, onu taklit etmektir. Din­de taklit ise caiz değildir.

îbn Hazm, bu hususta bir de hadis naklediyor: Nebi (sav) Gaffaroğullarından bir kadınla evlenir. Kadın Nebi (sav)in odasına girip de elbisesini çıkarınca, böğründe hastalık sebebiyle meydana gelen bir beyazlık görür ve ona: "Elbiseni giy ve ailene dön" der. İbn Hazm bu hadisin senedinin za­yıf olduğunu söyler. Senedinde zayıflık olmadığı farzedilse dahi bu hadis hakimin karı-kocayı ayırabileceğine delil teşkil etmez. Çünkü kadını boşa-yan Rasulullah (sav)dır. Sonuç olarak İbn Hazm, erkeğin rızası olmadan karı-kocayı ayırmanın caiz olduğuna dair hiç bir delil olmadığını, çünkü an­cak Kitap ve Sünnet veya icmanın delil olarak almabiieceğini ifade ediyor ve şöyle diyor: "İfade edilen bu görüşler yanlıştır. Nikahın bozulma şart­ları ancak Allah (cc)'m emrettiği gibidir. Erkek, ister kadını nikah altın­da tutar isterse ihsan ederek onu boşar."

528- İbn Hazm'ın Kendi Usulüne Muhalefeti:

İbn Hazm, bu gibi ayıp ve kusurlardan dolayı karı-kocayı birbirinden ayırmanın caiz olmadığını söyledikten sonra, eğer nikah yapılırken karı ve kocanın ayıp ve kusurlardan hâli olmaları şart koşulursa ve nikahtan sonra kadında bir özür olduğu ortaya çıkarsa, nikahın kendiliğinden bozu­lacağını ifade ediyor. Çünkü nikah esnasında bu özür açıklanmamıştır. Bu durumda her ikisinin de ihtiyarı olmaksızın nikah akdi bozulur. İbn Hazm, bu hususu şöyle açıklıyor.

"Nikah akdi esnasında kadın ve erkekte herhangi bir Özür bulunmama­sı şart koşulursa ve nikahtan sonra bir özür bulunduğu ortaya çıkarsa, seç­me hakkı olmaksızın nikah bozulur. İster kadınla birleşmiş olsun isterse olmasın, mehir, miras ve nafakaya mecbur değildir. Çünkü odasına giren kadın evlendiği kadın değildir. Özürlü olan kadınla evlenmediğine göre, ara­larında herhangi bir evlilik ilişkisi yoktur."[17][17]

Burada İbn Hazm'ın, nassa ve icmaya dayanmadan mücerred olarak ken­di reyine göre hüküm verdiğini görüyoruz. Bu durumda kendi usulüne iki yerde muhalefet etmiş oluyor:

Birincisi: Bu meselede reye göre fetva vermesidir. Çünkü erkeğin evlen­diği kadinla, odasına giren kadının başka insanlar olduğunu söylüyor. Bu garip bir durumdur. Evlenilen kadının şahsı ve ismi biliniyorken nasıl olur da odasına giren kadın başka birisi olur? Ancak burada şartın yerine ge­tirilmemesi gibi bir durum sözkonusudur.

İkincisi: Nikah akdinde öngörülen şartın meşruluğuna itibar etmiştir. Oysa İbn Hazm, naslarda uyulmasını gerektiren bir delil bulunmadığı müddetçe her şartın batıl olduğu görüşündedir.

529- Kaybolan Kişinin Nikahı:

Hanbeli ve Malikilere göre, erkeğin kaybolmasından dolayı eşi, mağdur duruma düşüyorsa, kaybolmasından bir sene sonra boşanmalarına hükmetmek caizdir. Hanefi ve Şafiiler ise, bu görüşe katılmazlar. Çünkü onlara gö­re kadının mağduriyetinden dolayı ayrılmalarına hükmetmek caiz değil­dir. Adamın eşine geri döneceği varsayılarak sabredilir. İbn Hazm'a gelin­ce; erkeğin boşaması ve daha önce geçen sekiz sebebin dışındaki herhan­gi bir sebebten dolayı karı-kocanın aralarını ayırmayı asla caiz görmez. Kay­bolmaktan dolayı boşanmalarına hükmetmek hususunda ise kaybolan adamın bulunduğu yer ve hayatta olduğu bilinsin veya bilinmesin arala­rını ayırmanın asla caiz olmadığı görüşündedir. Bu sebeble adamın öldü­ğü kesinleşinceye kadar, aralarının ayrılamayacağını ve malının taksim edi­lemeyeceğini belirterek şöyle der;

"Malı, cariyesi ve ümmü veledi[18][18] veya eşi olan bir kişi savaşta veya ba­rışta kaybolursa, nerede olduğu bilinsin veya bilinmesin karısı ile arasın­daki nikah asla bozulmuş olmaz. Adamın öldüğü doğrulanıncaya veya ka­dın ölünceye kadar, o kadın onun eşidir. Ümmü veledi azad edilemez, ca­riyesi satılamaz ve malı da taksim edilemez. Ancak adamın bakmakla yü­kümlü olduğu yakınlarına malından infak edilir. Şayet adamın malı yok ise cariye satılır, ümmü veled ve eşine kendi nafakalarını temin etmeleri ge­rektiği söylenir. Kendi nafakalarını temin edecek güce ve mala sahip de­ğillerse, onlara fakirler gibi fakirlerin ve miskinlerin hissesi olan sadaka verilir.[19][19]

530- ibn Hazm'ın Fukahaya Muhalefeti:

İbn Hazm, dört mezheb imamının bu husustaki sözlerini ve dayanakla­rını ele alıyor. Bu hususta kaynak olarak alınabilecek sahabeden nakledi­len birçok hadis vardır. Bunun sebebi, ise Hz. Ömer ve ondan sonraki de­virlerde gazvelerin çokluğu kaybolmaların artmasına sebeb teşkil etmesi­dir. Kaybolma olayları genellikle savaş zamanlarında meydana gelir. An­cak savaşların olmadığı zamanlarda da görülmektedir. .

Bu kaybolma hadiselerinin sahih olanını ve olmayanını ayırd ettikten sonra, fukahanın sözleri delil olarak alınamayacağını söylüyor. Çünkü İbn Hazm'a göre ancak Nebi (sav)in sözleri ve icma delil olarak alınabilir. Fukahanın ise böyle bir delili yoktur. Bu durumda kaybolan kişinin öldü­ğü doğrulanıncaya kadar, hayatta olduğu varsayılır. Öldüğü doğrulanırsa, o zaman eşi iddetini bekler ve malı da taksim edilir. Ölümü doğrulanma­dan önce ise, tıpkı diğer insanlar gibidir; varis olabilir, kendisine varis olu­namaz ve eşi ile arası ayrılamaz. İbn Hazm bu hususu şöyle izah ediyor:

"Rasulullah (sav)den başka, hiçbir kimsenin sözü, delil olarak alınamaz. Kaybolmuş bir kimsenin nikahı'feshedilemez. Öldüğü doğrulanmayan bir kişinin iddeti beklenmez. Bir kişinin eşi ile arasını kendisinden başkası ayı­ramaz. Tevfik Allah'tandır."[20][20]

özet olarak İbn Hazm'm fıkhına göre, hakimin hükmü ile karı-kocanm boşanması caiz değildir. İbn Hazm, özellikle mağduriyet ve özürlerden dolayı karı-koca arasını ayırmayı uygun görmemektedir. Şevkânî gibi -mez­heb imamlarından sonra gelen- alimlerden bazıları İbn Hazm'm özürler­den dolayı ayırma olmayacağı görüşüne katılmışlardır. Şevkânî bu husus­ta Neyi el-Evtâr ve er-Ravza en-Nedye isimli eserlerinde şöyle diyor: "Ge­niş bir görüş açısına sahip olan bir kişi, fukahanın iddia ettiği manada ni­kahın feshine dair bir delil bulamaz." (1)

531- Nafaka Sebebiyle Boşanma:

İbn Hazm, erkeğin eşine nafakasını vermemesinden dolayı aralarını ayır­maya da karşıdır. Bu hususta İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed'e muhaliftir. İmam Ebu Hanife ile mutabıktır. Erkek ister zengin olsun, is­terse fakir nafakanın verilmemesinden dolayı ayırmanın caiz olmadığı görüşündedir. Zengin ise, nafakalarını temin etmekle yükümlü olduğu ki­şilerin ve eşinin nafakasını temin ettiği malından bir miktar satılır ve on­lara verilir. Bu hususta İbn Hazm şöyle diyor: "Erkek kaybolmuşsa veya nafakalarını vermiyorsa Allah'ın (cc) "adaleti titizlikle ayakta tutun..." (en-Nisa, 4/135) âyetine ittibaen nafakalarını temin etmek için malından bir miktar satılır. O mülkiyette, nafakasını temin etmekle yükümlü oldu­ğu kişilerin de hakkı vardır. Bu hakkı onlara vermesi için, kişi mecbur tu­tulur. Bunu yapmayan kişi, Allah'ın (cc) şu âyetine itaat etmemiş olur: "... İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlasın. Günah ve düşmanlık üzerineyardımlaşmayın..." (el-Mâide, 5/2)

İbn Hazm'ın nafakaya gücü yettiği halde, vermeyen kişi hakkındaki gö­rüşü böyledir. Bu hususta Şafii ve Hanefilerle ittifak etmiştir. Çünkü on­lar da nafakayı vermekten imtina eden kişi hakkında ayrılığı caiz görmez­ler. Ancak nafakayı vermemek, fakirlikten kaynaklanıyorsa, o taktirce, İbn Hazm'ın görüşü şöyledir: "Allah (cc), insanı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar, insan gücünün yetmediği şeyden nasıl mükellef tutulabi­lir. Şayet kadın da fakir ise beytül maldan ona yardım edilir. Ancak kadın zengin ise kendi malından ihtiyaçlarını giderir."

İbn Hazm, nafaka vermekten âciz olan kimseden karısını ayırmayı ca­iz gören İmam Malik'i sert bir dille eleştiriyor ve şöyle diyor:

"Zamanımızda insanlar değişmiştir, diyerek sahabeye muhalefet eden İmam Malik'in sözlerine şaşmamak elde değil. Bu söz, tamamıyla bir ha­tadır ve sahabenin uygulamasına ters düşmektedir. Sahabenin uyguladı­ğı bir hükmü insanların değişmesiyle ortadan kaldırmak nasıl caiz olabilir? Ayrıca insanların bu meseleye, bakışlarının değiştiği nereden çıkarı­lıyor? Hiçbir kimse artık insanların bu meselede sahabe ile aynı görüşte olmadıklarını iddia edemez. Çünkü şüphesiz sahabe zamanında evlenen ka­dınların evlenme sebebi cima ve nafaka idi. Bugün değişen ve sahabenin uygulamasını değiştirecek plan sebebler nelerdir?"[21][21]

532- Kadının Nafaka Mükellefiyeti:

İbn Hazm, erkeğin nafakayı vermemesi halinde, karı-kocayı ayırmayı uygun bulmadığı gibi, buna ek olarak, erkek fakir ve nafakayı temin etmek-, ten aciz, kadın da zengin ise nafakayı kadının temin etmesi gerektiği gö­rüşündedir. Hatta erkeğin nafakasını da kadın temin eder. Çünkü kadın onun varisidir ve Allah (cc) bu hususta şöyle buyuruyor: "... Onun benzeri (nafaka temini) varis üzerine de gereklidir..." (el-Bakara, 2/233) Bu sebeb-le erkek nafakayı temin etmekten aciz olduğu zaman onun nafakasını ka­dın teinin eder. İbn Hazm bu hususu şöyle açıklıyor:

"Erkek kendi nafakasını temin etmekte acze düşerse ve kadın da zen­gin ise onun nafakasını kadın karşılar. Bu durumdan kurtulduğu zaman eşinin kendisine verdiği nafakayı geri iade etmesi gerekmez. Ancak köle ise, o zaman iade etmesi gerekir. Çünkü kölenin nafakası efendisine aittir, eşi­ne değil. Yine bu durumda olup da oğlu veya babası olan hür bir kişinin na­fakası onlara aittir. Ancak oğlu da babası da fakir iseler, mükellef tutula­mazlar. Bu husustaki delilimiz Allah'ın (cc) şu âyetidir; "Onların Örfe uy­gun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan, ancak gü­cü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiç bir anne çocuğu sebebiyle hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temi­ni) varis üzerine de gerekir..." (el-Bakara, 2/233) Burada bir durum daha or­taya çıkmaktadır. Nafakayı temin etmek hususunda oğul ve baba, kadın­dan daha öncelikli bir durumdadır.

533- İbn Hazm'ın Zahiri Tutumu:

İbn Hazm'ın nikah hakkındaki görüşlerinden bazı örnekler verdik. Gö­rüldüğü üzere, bütün meselelere zahiri görüş açısı ile bakmaktadır. Çok na­dir hallerde ta'lil yolunu seçmiştir. Örnek olarak aldığımız meseleleri, dört mezheb imamına muhalif olduğu meselelerden seçmemizin sebebi ise; Zahiri metodunu tam manasıyla gözler önüne sermek içindir.

[1][1] el-Muhalla, c. IX, sh. 440

[2][2] Bu hususta Hanefilerin görüşleri şöyledir: Evliliğin şer'i hükmü durum ve şartlara gö­re değişir:

a. Cinsel iktidara sahip, ailesinin nafakasını temine muktedir ve evleneceği kadına zu­lüm etmekten korkusu olmayan kişi evlenmediği taktirde zinadan kendisini muhafaza edemeyeceğine inanıyorsa evlenmesi farzdır.

b. Yukarıdaki şartları haiz olup da sadece zinaya düşmekten korkan kişi için evlenmek vaciptir.

c. Evlendiği taktirde eşinin haklarına riayet etmemekle ona zulmedeceğine inanan kişinin

evlenmesi haramdır,

d. Evleneceği kadının haklarına riayet etmemekle ona zulmetmekten korkan kişi için ev­lenmek mekruhtur.

e. Ailesinin nafakasına muktedir, normal olarak cinsel ilişkiye gücü yeten, zina ve ben-

zeri yollarla harama düşme korkusu olmamakla beraber, evleneceği kadına zulmet­me endişesi de olmayan kişi için evlenmek sünnettir.

KAYNAK:

[3][3] el-Muhalla, c IX, s. 441

[4][4] el-Muhalla, C. IX, s. 444

[5][5] el-Muhalla, c IX, s. 527

[6][6] el-Muhallâ

[7][7] A.g.e.,c. IX, s. 528

[8][8] el-Muhalla, c. IX, s. 530

[9][9] A.g.e.,c. IX, s. 530

[10][10] Erkek kadının annesinden veya kadın erkeğin annesinden süt emerse birbirlerine ha­ram olurlar. Çünkü İbn Hazm'a göre, küçük çocuğun bir kadından emmesi ile süt an­nelik hasıl olduğu gibi çocukluk yaşını geçmiş olan bir kişinin emmesi ile de süt an­nelik hasıl olur.

[11][11] el-Muhalla, c. X, s. 124

[12][12] îlâ: Erkeğin dört ay veya daha fazla bir süreye kadar karısı ile cinsel ilişkide bulun mamaya yemin etmesidir (mütercim)

[13][13] el-Muhalla, c. X, s. 59

[14][14] el-Muhalla, c. X, s. 61

[15][15] el-Muhalla, c. X, s. 63

[16][16] el-Muhalla, c. X, s. 109

[17][17] el-Muhalla, c. X, s. 115

[18][18] Ummü Veled: Hür kişiden olma çocuğu olan cariyeye denir. Çocuğun babası ölünce cariye azad olur.

[19][19] el-Muhalla, c. X, s. 144 .

[20][20] el-Muhalla, c. X, s. 142

[21][21] el-Mukalla, c. X, s. 96