İslam’a göre dost ve düşmanlık : Dostluğun gerekleri

   Burada Rasulullah stratejik bir hata yapmıştır diyebilir miyiz?. Elbetteki hayır çünkü herşeyde olduğu gibi rasulullah bu davanın metodunu da Allahtan almıştır.Kıyas ve icmaya gelince şanlı müctehidlerimiz "Kafirin mümine velayet hakkı yoktur “diyerek sosyal standardı belirlemişlerdir. Şu halde biz müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız, ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı müslümanları şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir.

Bu işten Allah’a sığınmalıyız. Tavrımız, hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm kurumları ile red edip hayatımızdan söküp atmak ve Allah’ın dinini hakim kılmak için Allah’a dayanıp, Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve sebatla çalışmak olmalıdır. 

Oy vermenin bir sakıncası da “Küfre rıza küfürdür” hükmüne zıddıyetten gelir. Ayrıca Rasulullahın "Kim kötü bir çığır açarsa " diye başlayan hadisi de bize diyor ki oy vermek tehlikeli ve büyük vebali olan bir ameldir. O halde bize düşen mürted kafirlerle aynı çatı altında aynı işleri görecek yeni tağutlar çıkarmak değil, Allah'ın(cc) nizamını ikame edecek mücahidler çıkarmaktır.Partiler ancak mevcut statükoyu muhafaza yoluna girmiş tembellerin ve çıkar ve menfaatperestlerin yurdudur. Bizler insanları iktidarı bir tağuttan almaları ve diğer bir tağuta vermeleri inancını reddediyor, onları anın vacibine çağırıyoruz. Anın vacibi tağutu inkar etmek, düzenini tarumar etmektir.

Yemin meselesi Partiler gerçekten de Türkiye müslümanları açısından çok muallakta bırakılan meselelerden birisidir. Bu bölümde işlemek istediğimiz mesele milletvekili olarak seçilenlerin, mecliste ettikleri yemin ve fıkhi görüntüsü ile ilgilidir. 

Şöyle özetleyelim meseleyi ki meselenin anlaşılması mevzunun anlaşılması kadar mühimdir: Bir müslüman adaylığını koyar, meclise seçilerek girer ve anayasaya Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına yemin edebilir mi?. Bunda hüküm nedir?.Öncelikle şunu arz edelim ki, Darul harb olan beldeler, çağdaş Ebu Cehillerin beldeleridirler. O beldeler cehalet ve taassubun yuvasıdır.Ve böyle bir diyarda kişiler Allah’ın din ve diyanetini hakkıyla öğrenemeye bilirler..Şimdi tekrar konumuza dönelim... 

Kişi hiç bir surette elfaz-ı küfür olan bir lafzı söyleyemez ve kullanamaz. Yalnız işkence ve ölüm tehdidi gibi durumlar hariç. Şayet kullanırsa cümle fukahanın ittifakıyla Kafir olur.Yemin konusunda durum şöyle bir görüntü arz eder: Öncelikle iki durum ortaya çıkar; Hz.Peygamberin "Atalarınızın, ana ve babalarınızın ve putların adına yemin etmeyin" hadisince böyle bir amel men edilmiştir. Caiz değildir.Muhteva olarak ise bu yemin tamamen bir elfaz-ı küfür olmakta. Çünkü mecliste çıkıp milyonların gözleri önünde bir küfür anayasasına uyacağına, yani onu meşru tanıdığına ve dahi Allah’ın nizamını ilga etmiş Ataputun ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağını ikrar ve ilan eden kişi elbette ki küfre girer.Ve dahi kişinin bu küfre girmesine sebeb olan bilumum seçmen de bu vebal den paylarını alırlar.

Nitekim ayet-i Kerime de şu şekilde buyrulur:

“İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma) hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)

Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu:“İster zalim olsun, ister mazlum (mü’min) kardeşine yardım et.Oradan bir adam; “Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım edebilirim? Dedi. Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alı koyarsın. İşte bu ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264) 

Ayrıca bu kişiye bu uyarı yapıldığında; O zat "Hayır canım neresi harammış, neresi küfürmüş gibi bir tavra bürünürse, bu sefer gerçekten daha da büyük bir pisliğin içine düşmüş olur.

 

Velayet ve beraet

Velayet Arap lugatinde veli ve mevla sözleri ile eş manaya gelir. « Vela üzere gayret etti » demek “yardım etmek üzere toplandı, birleşti” demektir. Vela mastardır. Mevla ise dostluk üzere velilik yapan demektir.Onun da müslüman olması gerekir. (Lisanul Arab) Fıkhi bir kavram olarak vela: müslümanlar arasında sevgi, yardım, şefkat, merhamet, kefalet ve her türlü zulüm ve şer çeşidini engelleme gibi manalara gelir ki bunların bazıları kimi zaman farz ve vacib, kimi zaman da mustehab ve mendubtur.

Müslümanlara vela göstermemek de küfür, haram ya da mekruh olabilir.Beraet kavramına gelirsek, beraet de velayetin zıddı yani kafirlere dostluk sevgi ve muhabbet beslememek ve onlara yardım etmemek demektir. Dostluğun ve düşmanlığın da bazı gerekleri vardır.

Dostluğun gerekleri:

Hicret : Yani küfür toplumundan soyutlanmak ve İslama ve islam olan insanlara yönelmek. Yardım : Müminlere canı, malı, kendi nefsi ve diliyle yardım etmek. İyi ve kötü günde onların sevinç ve hüzünlerine ortak olmak. Hüsn-ü zan : Kendisi için istediği iyiliği mümin kardeşi için istemek, onlarla alay etmemek, onları sevmeye gayret etmek, onlarla sohbet ve müşavere de bulunmak.

Hakları eda :Hastasını ziyaret etmek, ölüsünü kaldırmak, onlara alçakgönüllü olmak, onlar için dua ve istiğfarda bulunmak ve kardeşlik haklarının tümünü yerine getirmek. Zulmetmemek : Haklarında casusluk yapmamak, onlara eziyet etmemek. Hakkı tavsiye : Cemaatlarına katılmak, fitne yapmamak, onlarla iyilik ve takva hususunda yardımlaşmak, emr-I bil maruf ve nehy-I anil münkerde bulunmak. 

Düşmanlığın gereklerini de şöylece sıralaya biliriz.

1. Şirk ve küfür ehlinden nefret etmek.

2. Kafirleri sevmemek ve onları dost edinmemek.

3. Kafirlere yardım etmemek.

4. Ölülerine rahmet dilememek ve istiğfarda bulunmamak.

5. Onlara şirin görünmek için dalkavukluk yapmamak, din namına onları idare etmemek.

6. Onların kanunlarına mahkeme olmamak, ve bu kanunlara rıza göstermemek, adalet beklememek.

7. Emirlerine itaat etmemek.

8. Selamda ilk başlayan olmamak.

9. Dini ve dünyevi olsun onların adet, örf, gelenek ve göreneklerine uymamak.

10. Onların düğün, bayram diğer ayin ve merasimlerine iştirak etmemek.

İşte bahsettiğimiz kaideler ve gerekleri bunlardır bunların delil ve isbatları Kuran ve sünnette mevcuttur ki dileyenler oralarda bulur. Burada detaylarıyla açıklamaya kalkmamız gayenin dışına çıkmamızdır.Rasulullah davet yolunda küfür sistemi içerisine girmenin tehlikesini ve olumsuzluğunu bize hareketiyle göstermiş ve gelecek inanan nesillere miras bırakmıştır. İslam tarihi ile iştigal edenler hatırlarlar ki: Müşrik liderler Rasulullah a gelip:“Ne istiyorsun? İstersen seni Mekkenin lideri yaparız" dediklerinde Rasulullah, Bu işin muhal olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir.: "Bir elime Güneşi bir elime de ayı verseniz ben davamdan dönmem." Evet, onların sisteminde yer alış bir nevi davadan dönüş olmalıdır ki, Rasulullah bunu böylece ifade etmiştir.

Aslında şu şekilde yola çıkarsak daha faydalı olacak kanaatindeyim: Rasulullah şayet bu teklifi kabul etse Mekke lideri olup halka kendini iyice benimsetse, ve vardığı doruk noktada tebliğe başlasa daha etkili olabilirdi o kadar insan telef de olmazdı iş insancıl hümanist yollarla bağlanırdı, ne vardı bir kaç sene kimliğini gizleyip onlar gibi davransa ve içten içe sistemi fethetseydi vs.vs.

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ

Allah nezdinde hak din İslâm'dır.