Chris Cook
Horus Hıyaneti’nin kadim zamanlarına uzanan sayısız yüzyıl boyunca, yozlaşmış İmpataror’un Evlatları Lejyonu’na ait Uzay Komandoları, İmparatorluk Engizisyonu’nun baş belası olmuş, ahlâksızlık vebası gibi galaksiye iğrenç ve yozlaşmış yollarını yaymışlardır. Sadık Tahkikçiler, Slaanesh’in ayartıcı ve ölümcül tehdidine karşı durabilmek için kendilerini onlarca yıl boyunca eğitirler. Yine de, çok uzun zaman önce bu Kaos unsurları, insanlığın hizmetkârları arasında sayılırdı; hatta bir zamanlar, İmparator’un en sadık savaşçılarıydılar.
Çok uzun zaman önce, Fitne Çağı sırasında, ark yolculuğu imkânsız hale gelmişti ve insanlığın sahip çıktığı tüm gezegenler birbirlerinden kopmuştu. Her biri kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalmıştı, başka yıldız sistemlerindeki komşularından yoksun kalmışlardı. O çağdan hayatta kalmayı başarmış az sayıdaki metinden biri olan Libram ex Dominar, Chemos’un da bu gezegenlerden biri olduğunu anlatır: gıdaya ulaşmak için yıldızlararası ticarete bağımlı bir maden kolonisidir. Chemos’un yöneticileri, halklarını doyuracak kadar gıda hammaddesi elde edebilmek için her türlü çabayı göstermişti, ancak Chemos yavaş yavaş ölen bir dünyaydı. Ta ki bir gün, hayatta kalan en büyük fabrika-kale olan Callax’ın duvarlarındaki muhafızlar, gökten bir meteorun ateş saçarak indiğini ve kale duvarlarının yalnızca bir mil uzağına çakıldığını görene kadar. Fazla insan gücü bulunmasa da, Callax Yürütme Konseyi çarpma alanını araştırması için küçük bir keşif kolu gönderdi. Umdukları, başka dünyalarda hayatta kalan insanlara dair bir işaretti. Bulduklarıysa efsane hâline geldi.
Kraterin ortasında, erimiş bir statiz kapsülünün bembeyaz kalıntıları arasında, küçük bir bebek olan bir çocuk yatıyordu. Chemos’ta yetimler genellikle öldürülürdü — Yürütme Konseyi, fabrikalarda çalışarak yatırımın karşılığını veremeyenleri yaşatmak için hiçbir kaynak harcamazdı — ama Callax izcilerinin yüzbaşısı, çocuğun gözlerine baktığında insanüstü bir şey gördü. Geleneklere karşı gelerek, yüzbaşı çocuğu evlat edinmek için Konseye başvurdu. Callax’a kattığı değerden ötürü yüzbaşına bu hak tanındı. Evlat edindiği çocuğa, Chemos halkı tarafından çoktan unutulmuş bir efsaneden, yaratılış tanrısı Fulgrim’in adını verdi. Bu ismi taşıyan çocuk, çok geçmeden kendi efsanesini yaratacaktı — öyle bir efsane ki gezegenindeki herkes tarafından bilinecekti.
Fulgrim olağanüstü bir hızla büyüdü, güçlü ve yetenekli bir adama dönüştü. Diğer işçilerin yarı yaşındayken bile, Yürütme Kuruluna olan yükümlülüklerini yerine getirebilecek durumdaydı; dinlenmeden günlerce çalışabiliyordu. Fiziksel olarak yalnızca yetkin olmakla kalmayıp, çalıştığı makinelerin teknolojisini de hızla kavradı ve zamanla bunları nasıl geliştirebileceğini düşünmeye başladı. Gökyüzünden düşüşünün on beşinci yıldönümüne gelindiğinde Fulgrim, işçi saflarından yükselmiş, önce bir mühendis olmuş, ardından bizzat Yürütme Kurulunun bir üyesi hâline gelmişti. Chemos’un Callax ve diğer yerleşimlerinde süregiden yavaş çöküşü öğrenen Fulgrim, dünyasını kurtarma görevini kendine amaç edindi.
Tek tek, Konsey üyelerini Chemos’u yok eden entropiye karşı savaşmaya ikna etti. Fulgrim’in önderliğinde, mühendis ekipleri fabrika-kalelerin dışına çıkıp gezegenin en erişilmez bölgelerinde çoktan terk edilmiş karakolları geri kazandı. Kadim madenler yeniden açıldı ve genişletildi; bu da Callax’a daha fazla maden girişi sağladı ve daha gelişmiş makinelerin inşasını mümkün kıldı. Geri dönüşüm verimliliği arttı, ta ki Callax artık tükettiğinden fazlasını üretir hâle gelene kadar. Halkının refaha kavuştuğunu gören Fulgrim, uzun zaman önce hayatta kalma mücadelesi uğruna feda edilen insanlık ruhunu yeniden canlandırmak için sanat ve kültürün tekrar doğmasına öncülük etti. Callax büyüdükçe, diğer yerleşimler de Fulgrim’e katılmaya başladı. Fulgrim’in gökten düşüşünden elli yıl sonra, Chemos’un tek hâkimi oldu.
Bu gelişmeden kısa bir süre sonra gezegenin yalnızlığı sona erdi. Gri gökyüzünden zırhlı ve savaşın izleriyle kaplı çıkarma gemileri indi — her biri aynı simgeyi taşıyordu: çift başlı bir kartal. Bu haberle birlikte, Fulgrim’in belleğinde bir şey kıpırdadı. Chemos’un resmî bir ordusu yoktu, fakat çıkarma gemilerinin iniş bölgesi, fabrika-kalelerde düzeni sağlayan polis-asrkerler olan Bekçiler tarafından çevrilmişti. Fulgrim, Bekçilere geri çekilmelerini ve yukarıdan gelen ziyaretçilerin Callax’a girişine izin vermelerini emretti.
Mütevazı odasında Fulgrim, yıldızlardan gelen zırhlı savaşçılarla yüz yüze geldi. Bu adamların yüzleri nice savaşların izlerini taşıyordu; omuzlarından sarkan muskalar , kazandıkları başarıları anlatıyordu. Zırhları ve silahları ustalıkla işlenmiş, alemleri ve flamaları ise birer sanat eseriydi. Fulgrim, bu adamların yalnızca ileri teknolojiye sahip değil, aynı zamanda medeni olduklarını fark etti — yıldızlardaki kayıp kardeşleri, Chemos’a geri getirmeyi arzuladığı sanatları muhafaza etmişti. Bu savaşçıların arasından bir lider öne çıktı: İnsanlığın İmparatoru. Fulgrim onu süzdü ve tek kelime etmeden diz çöktü, kılıcını sundu. O gün, Fulgrim tüm kalbiyle İmparatorluğa hizmet etmeye ant içti.
İmparator’un kendisinden Terra’yı, galaksiyi geri almak için başlatılan Büyük Sefer’i ve kendi kökenlerini öğrendi.
Hikâye inanılmaz olsa da, bunun doğru olduğunu biliyordu ve İmparator’un ricası üzerine Fulgrim, kendi lejyonuna —İmparator’un Evlatlarına— katılmak üzere Terra’ya gitti. Seferde savaşan diğer lejyonların aksine, İmparator’un Evlatları sayıca çok azdı — bir kaza, neredeyse tüm değerli gentohumlarını yok etmişti ve primark da kayıp olduğundan, lejyonun yeniden inşası yavaş ilerlemişti. Fulgrim, o dönemde lejyonun sahip olduğu iki yüz savaşçıya seslendi. Onlara, İmparator’un bilgeliğini yıldızlara taşıma görevini verdi. Primarklar Kitabı ’na göre şöyle demişti:
“Biz onun evlatlarıyız. Bize bakan herkes bunu bilsin. Yalnızca noksanlıkla ona ihanet ederiz. Ama biz—biz asla ihanet etmeyeceğiz!”
Yeni bulduğu oğlunun sözlerinden öylesine etkilendi ki, İmparator Fulgrim’in Lejyonuna benzersiz bir onur bahşetti: İmparator’un Evlatları, zırhlarının göğüs plakasında İmparatorluk Kartalı’nı taşıma ayrıcalığına sahip ilk ve tek lejyon olacaktı. Fulgrim, galaksinin bilinmeyen bölgelerini fethetmek için sabırsızdı ama iki yüz kişilik bir kuvvetle tek başına sefer düzenleyemeyeceğini de biliyordu. İmparator’un izniyle Lejyon’u Ay Kurtlarına katıldı ve Fulgrim, kardeşi Horus’la omuz omuza savaşarak, Horus’a yeni verilmiş görev olan Doğu Eşiği ’nin huzura kavuşturulmasına yardım etti. Başkomutan Horus’un bizzat kendisi, Fulgrim ve lejyonunu Adeptus Astartes’in yaşayan sureti ilan etti.
Chemos ve Terra’dan toplanan yeni savaşçılarla büyüyen İmparator’un Evlatları nihayet kendi başlarına bir sefer yürütecek güce ulaştı ve Fulgrim, savaşçılarını gururla bilinmeyene doğru sevk etti. Sayısız dünyaya İmparator’un hükmünü taşıdı, direniş gösteren herkesi ezdi — çünkü İmparator’a karşı savaşan, insanlığa karşı savaşıyor demekti. Gittikçe büyüyen lejyonundan Fulgrim en cesur, en güçlü, en soylu birkaç kişiyi seçerek onları Lord Kumandan olarak atadı; her birine tam teşekküllü bir muharip bölüğün komutası verildi. Fulgrim bu lord kumandanları bizzat eğitti, İmparator’u temsil etme şerefine layık olmalarını sağladı. Lord kumandanlar da Fulgrim’in öğrettiklerini kendi subaylarına aktardı; onlar da kendi birliklerine. Böylece, liderleri aracılığıyla İmparator’un Evlatları lejyonunun her bir uzay komandosu, İmparator’un izinden gidiyordu. Onu onurlandırmak için, her işte mükemmelliğe ulaşmaya çalışıyorlardı: savaş doktrini harfiyen uygulanıyor, taktikler ve stratejiler en ince detayına kadar incelenip mükemmelleştiriliyor, İmparator’un fermanları her komandoca ezberlenip eksiksiz uygulanıyordu. Diğer birçok lejyon gibi İmparator’un Evlatları da İmparator’u bir tanrı değil, bir insan olarak görse de, ona duydukları saygı ve hayranlık neredeyse fanatiklik düzeyindeydi.
İzolasyon yıllarında, Chemos’un arşivcileri bu dünyanın kasvetli ve acımasız doğasını kayda geçirmiştir. İki küçük, uzak güneşin cılız ışığıyla ısınan ve nebulöz bir toz bulutuyla çevrili olan gezegende ne gündüz ne de gece yaşanırdı; yıldızların asla parlamadığı, sürekli bir gri alacakaranlık hâkimdi. Çok uzun zaman önce bir maden kolonisi olarak iskân edilmiş olan Chemos’un şehirleri, Terra ile bağlarının kopmasının ardından çürümeye yüz tutmuştu. Diğer dünyalardan gelen kaynaklar kesilince binlerce kişi açlıktan öldü ve sonunda, insanlığı Chemos’ta ayakta tutma görevi birkaç sağlam kale-fabrikaya düştü. Gıda, su ve enerji sıkıntısı nedeniyle Chemos halkı, elindekilerle yetinmek zorundaydı. Tüm vatandaşlar, uyanık oldukları her saati çalışarak geçiriyor, ince atmosferden nem çeken buhar madenlerini ve dünün atıklarını bugünün yiyeceğine dönüştüren devasa sentetik işleyicileri işletiyordu. Eğlence, sanat ve dinlenmeden tamamen vazgeçilmişti; yalnızca hayatta kalmak uğruna verimlilik kutsal bir değer hâline gelmişti.
Fulgrim’in yönetimi altına girmesinin ve İmparatorluk güçlerince yeniden keşfedilmesinin ardından Chemos hızla sanayi temelini genişletti ve işlenmiş maden kaynakları için önemli bir merkez hâline geldi. İmparator’un Evlatlarının kale-manastırı, Callax’ın merkezinde kuruldu ve gezegenin en güçlü, en cesur ve en zeki bireylerinden askerî adaylar seçildi. Fulgrim bizzat Chemos’a dönmemiş olsa da, İmparator’un elçisi olarak iradesinin harfiyen yerine getirildiğinden emin olmak için büyük çaba sarf etti. Chemos’tan gelen neferler kendilerini güçlü ve becerikli savaşçılar olarak kanıtladılar; ne var ki, Fulgrim’in belirlediği zorlu sınavları geçerek İmparator’un Evlatları arasında yer almaya hak kazananların sayısı oldukça azdı.
Terra Kuşatması ’nın kaldırılmasının ve Horus İhaneti’nin sona ermesinin ardından İmparatorluk güçleri, Chemos’a yörüngeden bir saldırı başlatarak İmparator’un Çocukları’nın kaleli manastırını yok etmeyi ve gezegendeki tüm Kaos izlerini silmeyi amaçladılar. Bu saldırının ardından Chemos, Engizisyon tarafından karantinaya alındı ve geçen on bin yıl boyunca gezegene dair hiçbir bilgi —bir Exterminatus kaydı dahi— İmparatorluk veritabanlarında yer almadı.
Kadim muharebe ve durum raporlarını inceleyen Engizisyon yazmanları, her ne kadar özgün doktrin metinleri lejyonla birlikte yitip gitmiş olsa da, İmparator’un Evlatları Lejyonu’nun bazı uygulamalarını yeniden bir araya getirebilmiştir. Lejyon, tüm girişimlerinde kusursuzluktan başka bir sonucu kabul etmezdi ve askerî faaliyetlerini mükemmelleştirmek için durmaksızın çalışırlardı. Her bir uzay komandosu, kendisine verilen görev ne olursa olsun —piyade, sürücü, nişancı, izci ya da keskin nişancı— uyanık olduğu her saati eğitimle geçirirdi. Muharebenin tüm unsurları etraflıca analiz edilir ve kendi avantajlarına göre kullanılırdı; arazi ve hava koşullarından, birlik konuşlandırmasına ve takviye zamanlamasına kadar hiçbir unsur şansa bırakılmazdı.
Çarpışma sırasında İmparator’un Evlatları, yaşamış her bir uzay komandosunun cesaretiyle boy ölçüşecek denli yiğittiler. Sadece yoldaşlarının örneğiyle değil, aynı zamanda bireysel görev bilinciyle desteklenerek, büyük bir saldırıdan basit bir devriyeye kadar her şartta ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyarlardı. İmparator’un Evlatları Lejyonu’nun birliğinin asla savaş alanında bozulmadığı yaygın bir kanaatti. Aynı şekilde, lejyon müttefik güçlerden de oldukça yüksek beklentilere sahipti — İmparatorluk Muhafızlarında ya da başka bir uzay komandosu lejyonunda tereddüt ya da verimsizlik gözlemlendiğinde bu hoş karşılanmazdı. Örnek olarak liderlik etme ilkesi, İmparator’un Evlatlarının benliğine kazınmıştı ve başka bir disiplin anlayışına karşı sabırları pek yoktu.
Mütevazı başlangıcından itibaren İmparator’un Evlatları Lejyonu, nihayetinde Dehşetin Gözü’ndeki sonuna ulaşana dek büyümeye devam etti. Fulgrim, Başkomutan’ın isyanına katıldığında Lejyonu otuz bölükten oluşuyordu; her birini, uzay komandosunun sahip olması gereken en iyi nitelikleri bünyesinde barındıran karizmatik bir Lord Kumandan yönetiyordu. Her uzay komandosu üst subayına rehberlik için baktığı gibi, her bölük de davranışlarını ve uygulamalarını Lord Kumandanından devralırdı. Her ne kadar bu durum birçok lejyon için geçerli olsa da, İmparator’un Evlatlarının liderlerine duyduğu bağlılık neredeyse eşi benzeri olmayan bir güçteydi.
LAERANIN ARINDIRILMASI
(İmparator’un inayetinin 893/M31 yılında Birinci Derece Yazman Wendel Voss tarafından kaydedilmiştir.)
Kendi Seferleri’nin başlangıcından kısa bir süre sonra, İmparator’un Evlatları daha önce bilinmeyen bir uzaylı ırkıyla karşılaştılar. Kendilerine Laer adını veren bu tür üzerine yapılan analizler, yakalanan izciler ve elçiler aracılığıyla yürütüldü. Bulgulara göre Laer ırkı yalnızca Lacran adlı bir yıldız sisteminde yoğunlaşmıştı. Buna rağmen güçlü bir düşman olma potansiyeline sahiptiler. Tıpkı İmparator’un Evlatları gibi, Laer de uygarlığın her yönünde mükemmelliğe değer veriyordu. Doğumdan itibaren kimyasal müdahalelerle şekillendirilen bireyler; işçi, asker, diplomat hatta sanatçı olarak kendi rollerine göre uyarlanıyordu. Adeptus Administratum’dan gözlemciler, bu kadar verimli bir ırkın fethedilmesinin uzun ve maliyetli bir çaba olacağını düşünerek, belki de Laer’in İmparatorluk himayesi altına alınabileceğini tartıştılar.
Fulgrim, iş birliği düşüncesini kesin bir dille reddetti. Yalnızca İnsanlığın mükemmel olduğunu savundu. Bir uzaylı ırkının kendi ideallerini İnsanlığınkiyle eşdeğer görmesi, en açık haliyle bir küfürdü ve bundan daha azı değil, tam anlamıyla yok edilmeyi hak ediyordu. Lord kumandanlarına derhal saldırı emri verdi ve Administratum’un onlarca yıl süreceğini öngördüğü bir savaşı başlattı. Bu öngörüyü duyduğunda Fulgrim başını hayır der gibi salladı: “Bir ay içinde,” dedi, “Kartal Laeran’da hüküm sürecek.”
Savaş her cephede başladı. İmparator’un Evlatları, Laer’i uzayda, gezegenlerinin yüzeylerinde, okyanuslarının altında ve yörünge platformlarının gövdelerinde vurdu. Her yerde karşılarında, içinde bulunduğu koşullara göre evrimleşmiş düşmanlar vardı—zihinlerine biyoelektronik bağlarla entegre edilmiş savaş gemileri, sıvı soluyabilen deniz savaşçıları, bir hız aracının hızıyla hareket edebilen izciler, kilometrelerce uzaktan uzay komandosu hedeflerini vurabilecek görüşe sahip topçular… Her iki tarafın kayıpları korkunçtu—lejyonun sıhhiyecilerinin üstünlüğü olmasa, savaşçıların yarısından fazlasının yaralarından ölmüş olacağı tahmin edilmektedir.
Laer asla teslim olmadı; son savaşçıları başkentlerinin yıkıntılarında savaşarak öldü. Fulgrim, saldırının başlamasından bir ay sonra, İmparatorluk Kartalı’nı taşıyan bir sancak dikti cesetlerin üzerine. Lacran sistemindeki dünyalarda ayakta kalan tek şey artık bu sancaktı. Yedi yüzden fazla adamı ölmüştü, bunun altı katı kadarı da yaralanmıştı. Ama Fulgrim, haklı olduğunu düşünüyordu. Şimdiye dek karşılaşılan en incelikle eğitilmiş uzaylı savaşçılara karşı, İnsanlık üstünlüğünü kanıtlamıştı.
[Arşivcinin notu: Laeran sistemi, on bin yıldır üç şehir ve bir düzine madencilik kolonisine ev sahipliği yapmaktadır; eski efendilerinden hiçbir iz kalmamıştır.]
Engizisyon’un ele geçirdiği geriye kalan lejyon anıtlarına göre, İmparator’un Evlatları Lejyonu İmparator’u kelimenin tam anlamıyla tanrılaştırmıyordu, ancak ona olan inançlarının gücü ve tutkusu, İmparatorluk Kültü’ne tapanlarınkiyle eşdeğerdi. Fulgrim’in önderliğini izleyen lejyon, İmparator’un insanlığın zirvesini temsil ettiğine inanıyordu ve bir insanın kendi potansiyelini tamamen gerçekleştirebilmesinin tek yolunun onun örneğini takip etmek olduğunu savunuyordu. Bu hedefe karşı çıkan her kişi veya grup, hor görülmeye dahi değmeyecek ölçüde aşağılık kabul ediliyordu — kardeş bir insan sayılmayı bile hak etmiyorlardı. Ne var ki lejyonun İmparator’a duyduğu bu neredeyse tapınma derecesindeki bağlılık, son derece hiyerarşikti. İmparator’un mükemmelliğinin önce primarklarda, onların ardından lejyon subaylarında —yüzbaşılar ve teğmenler— ve nihayetinde çavuşlar ile uzay komandolarında cisim bulduğuna inanılırdı. Bu nedenle, Engizisyon teorisyenleri, Fulgrim ve diğer subaylarının baştan çıkarılmasıyla tüm lejyonun yozlaştırılmasının mümkün olduğu görüşündedir.
Geriye kalmış olan parşömenler, Kaos’a düşmeden önce İmparator’un Evlatlarının İmparator’un galaksinin tamamını fethedeceğine ve tüm engellerin ortadan kalkmasıyla birlikte insan uygarlığının kusursuzluğa ulaşmasının önünde hiçbir şey kalmayacağına inandığını bildirir. Savaş bilgisi lejyon için büyük önem taşısa da, uzay komandolarına uygarlığın kültürel yönlerine —müzik, sanat ve heykel gibi— derin bir saygı duyma öğretilirdi. Lejyonun zırhları, silahları ve araçları en yüksek standartlarda işlenebilmesi için İmparatorluk’un dört bir yanından zanaatkârlar getirtilirdi. İnsanlığın çeşitliliği büyük değer taşırdı ve Lejyonun eğitiminde öğrenmeye dair çok az sınırlama bulunuyordu.
Lejyonun gentohumu süreci esnasında neredeyse yok olmasından sonra, Terra’daki Codex Apothecarion’un geriye kalan parçaları, paha biçilmez genetik materyalle çalışan sıhhiyecilerden mutlak mükemmelliğin talep edildiğini belirtmektedir. Bu anlayış kısa sürede lejyonun genel mükemmellik inancıyla birleşti ve böylece İmparator’un Evlatlarının gentohumu, muhtemelen tüm lejyonlar arasındaki en saf ve en istikrarlı hâlini aldı. Yalnızca en kusursuz fiziksel örnekler aşılamaya tabi tutuldu ve bu sayede mutasyon oranı neredeyse sıfıra indirildi. Gentohumunun sağladığı her bir geliştirme en üst verimle çalışıyor, uzay komandolarının savaşta tam potansiyellerine ulaşmalarına imkân tanıyordu. Bu başarıya başka hiçbir uzay komandosu lejyonu ulaşamadı ve bu teknolojinin ve uzmanlığın sırrı, Horus Hıyaneti’nden sonra geçen binyıllar boyunca bir daha asla keşfedilemedi.
“İmparator’un Evlatları! Düşmanlarına ölüm!”
EIDOLON, İMPARATOR'UN EVLATLARININ LORD KUMANDANI
Lord Eidolon, Fulgrim tarafından İmparator’un Evlatları Lejyonu’nda bir tümene komuta etmek üzere seçilen ilk uzay komandosuydu ve genellikle tüm lord kumandanlar arasında en yetkin olanı olarak görülürdü. Lejyon yozlaşmadan önce, Eidolon kendini savaş sanatının her yönünü ustalıkla kavramaya adamıştı. Birliği; kuşatma savaşlarında, mevzi savunmalarında, ani baskınlarda ve yıpratma seferlerinde eşit başarı gösterir, ne istenirse istensin hiçbir zaman acemilik ya da yetersizlik sergilemezdi.
Eidolon, Fulgrim’i kelimenin tam anlamıyla bir baba olarak görüyordu; gentohumu bağına, gerçek bir ebeveyne duyulan bağlılık kadar derin bir sadakatle bağlıydı. Yine de uyanık geçirdiği her anı Fulgrim’in taktiklerini, stratejilerini, yazılarını ve hitabetlerini inceleyerek geçiriyor, liderine mümkün olduğunca yaklaşabilmek için kendini durmaksızın geliştiriyordu.
Engin araştırmalara rağmen, Engizisyon hizmetindeki bilginler Eidolon’un Terra Kuşatması’ndan sağ çıkıp çıkmadığını kesin olarak belirleyememiştir. Dayanaksız söylentiler, son on bin yıl içinde Eidolon’un yüzlerce—hatta belki binlerce—dehşet verici baskından sorumlu olduğunu iddia etmekte ve onun Yağmacı Abaddon’un teğmeni, Kraliçe Sylelle’in yoldaşı ve N'Kari adlı İblis Prens’in şampiyonu olarak hizmet ettiğini öne sürmektedir. Şu ana dek hiçbir Tahkikçi bu söylentilerin kaynağını ortaya çıkaramamıştır; ancak kesin ve tartışmasız kanıtlar elde edilmeden, Engizisyon Eidolon’un öldüğünü ilan etmeyecektir.
Primarkları ve uzay komandoları Büyük Sefer’i yürütürken, İmparator Terra’ya dönmüş, kuvvetlerinin inşa etmekte olduğu İmparatorluk’u sağlamlaştırma niyetine odaklanmıştı. Çoğu kişi onun yerinin imparatorluğunun kalbi olduğu konusunda hemfikirdi, ancak bir kişi buna karşı çıktı: Horus —artık Horus’un Oğulları olarak anılan uzay komandosu lejyonunun efendisi ve primarkların en güçlüsü. Kibrine yenik düşen Horus, İmparator’u zayıf, uğruna savaşlar verilmesine layık olmayan biri olarak görmeye başladı. Horus’un ihanetiyle ilgili kanıtları duyar duymaz, İmparator tam yedi uzay komandosu lejyonunu, Başkomutan’a meydan okumak ve gerekirse onu yok etmek üzere gönderdi. İmparator’un Evlatları, Horus’un beklemekte olduğu Istvaan sistemine ilk ulaşan lejyon oldu ve Fulgrim, kardeşi Horus’la bizzat yüzleşerek ondan yaptıklarının hesabını vermesini talep etti. Fakat bunun yerine Horus, kardeşi primarkı, artık kendisini etkisi altına almış olan güçlerin hizmetine sokmayı başardı. Horus Hıyaneti’nden sonra, hain primarkların neden bu yola saptığını araştırmak amacıyla kurulan Charon Konsili , Fulgrim’in Horus’a duyduğu saygının Başkomutan’a onu etkileyebilme fırsatı verdiği ve Kaos’un, bu sayede Fulgrim’in sadakatini zayıflatıp onu İmparator’dan uzaklaştırabildiği sonucuna vardı. Horus’la yaptığı uzun görüşmeler süresince Fulgrim’in Terra’ya olan bağlılığı yavaş yavaş çözüldü, yerini, İnsanlığı sonsuz potansiyeline ulaşmaktan alıkoyduğuna inandığı sahte İmparator’u yok etme arzusu aldı. Horus’un sözlerine kapılan Fulgrim, yeni bir İnsanlık vaadine yöneldi — uygarlığın zirvesine çıkacak, sahte İmparator’un baskısından kurtulmuş bir İnsanlık. Slaanesh, Fulgrim’in kulağına fısıldayarak her şeyde mükemmellik vaat etti ve Fulgrim de kendini yeni tanrısına gönüllü olarak teslim etti.
Fulgrim taraf değiştirdiğinde, lord kumandanları da onu izledi. Onlar, primarklarının mükemmelliğin vücut bulmuş hali olduğuna inanıyorlardı ve onunla birlikte Slaanesh’in hizmetine girmek için fazla ikna edilmeye ihtiyaç duymadılar. Lejyonlarına geri dönen Fulgrim ve lord kumandanlar, yüzbaşılarıyla bir araya gelerek onlara Kaos’un yüceliğini vaaz ettiler. Yüzbaşılar bu yeni inancı astlarına aktardı, onlar da kendi astlarına; böylece lejyonun tamamı İmparator’u terk etti. Eski putlarının öğretilerini reddederek Slaanesh’e tam bağlılıkla yöneldiler, Kaos Prensi’ne daha önce İmparator’a duydukları sadakatin aynısını sundular. Slaanesh de karşılık olarak onlara bir cennet vizyonu bahşetti — her deneyimin bir haz kaynağı olduğu, kötülüğün imkânsızlaştığı, mutlak özgürlükle dolu bir galaksi. Lejyonun rahipleri , kardeşlerini bu düşü kovalamaya, her hissi doyasıya yaşamaya çağırdı. İmparator’un Evlatlarının mükemmelliği, sınırsız ve durdurulamaz bir hazcılığa dönüştü.
Sadık uzay komandoları Istvaan V’e ulaştığında, İmparator’un Evlatları hainlerin ön saflarında yer alıyordu ve sadık lejyonların katledilmesinde vahşi bir hazla rol oynadılar.
Horus’un isyanı yayıldı ve tüm İmparatorluk kaosa sürüklendi. Horus, Terra’yı kuşatma altına aldığında İmparator’un Evlatları onun yanındaydı, fakat İmparatorluk Sarayı’ nın devasa savunmalarının aşındırılması gibi yavaş ve sistematik görevlerle pek ilgilenmediler. Bunun yerine Fulgrim, Lejyonunu gezegenin savunmasız bölgelerine saldı, Kaos’un takipçilerini gören milyarlarca korkmuş insan, Saray’dan gelecek korumaya dair tüm umutlarını kaybetti. Istvaan’daki vahşet tekrarlandı — ama bu kez çok daha büyük ölçekte. Terra çevresindeki Kaos yoğunlaşmasından faydalanan İmparator’un Evlatlarının sıhhiyecileri ve Büyücüleri , Slaanesh’in kudretinden güç çekerek hazlarını artırdı; artık yalnızca bedenlerini ve zihinlerini değil, ölümsüz ruhlarını da pervasızca kirlettiler. Mahkûmlar arasında çağrılan iblisler serbest bırakıldı, kurbanlar ölürken etlerini yediler; uzay komandoları ise daha da büyük vahşetler ve sapkınlıklar peşine düştü. Fulgrim bu katliamı neşeyle yönetti, lejyonunun kurbanlarını İmparator’un boyunduruğundan kurtardığına, onları gerçek İnsanlığın sınırlarında yaşama kavuşturduğuna inandı. Terra Kuşatması sürerken, İmparator’un Evlatlarının, sırf haz bağımlılıklarını besleyecek yeni uyaranlar üretmek uğruna, silahsız ve savunmasız kendi sayılarının kırk katı kadar kişiyi öldürdükleri tahmin edilir. Katillerinin kana susamışlığını doyurmak için daha kaç kişinin öldüğü ise tahmin bile edilemez.
Terra Kuşatması’nın doruk noktasında, İmparatorluk tarihçileri Horus’un İmparator’la bire bir dövüşte yüzleştiğini ve mağlup edildiğini kaydeder. Horus’un ölümüyle birlikte Kaos Lejyonları dağınıklığa sürüklendi ve İmparator’un Evlatları da diğer hain filolarla birlikte kaçmak zorunda kaldı. Terra’dan kaçan Fulgrim’in filosunu takip eden İmparatorluk gemileri, arkalarında yalnızca yıkıma uğramış dünyalardan oluşan bir iz buldu — cesetler yığınlar oluşturmuş, hayatta kalanlar kabuslardan kurtulmak için ölüm dilenir hâle gelmişti ve daha da korkuncu, binlercesi gizemli bir şekilde kaybolmuş, bir daha asla görülmemişti. Nihayetinde, sayısız vahşetin ardından İmparator’un Evlatları Dehşetin Gözü’ne ulaşarak diğer hainlerle birlikte İmparatorluk’un intikamından saklandı. Engizisyon’un Hades Kâhini ’ne göre, İmparator’un Evlatları çok kısa sürede kölelerini ve oyuncaklarını tüketti ve ellerinde kalan tek kurbanlara yönelmeye başladılar: diğer hain lejyonlara hizmet eden köleler ve uşaklar. Sonrasında çıkan savaşlar korkunç ve kanlıydı, ama tek bir sonuca varabilirdi — sonunda İmparator’un Evlatları Lejyonu parçalandı.
Fulgrim’in akıbeti hakkında ise kimse kesin bir bilgiye sahip değildir. Slaanesh’in düşmanları, Fulgrim’in diğer lejyonlara karşı verilen savaşlarda öldüğünü iddia eder, ancak Mechanicus tarafından gönderilen robot kontrollü tarama gemileri ne cesedine ne de savaş mavnasının enkazına ulaşabilmiştir. İmparator’un Evlatlarının geriye kalanları arasında ise Fulgrim’in hazza olan bağlılığının ödüllendirildiği ve Slaanesh tarafından bir İblis Prens olarak yüceltildiği, kendisine bir iblis dünyasının lordluğu bahşedildiği fısıldanır. Bin yıllar boyunca, İmparator’un Evlatlarından ve diğer Slaanesh müritlerinden pek çok uzay komandosu bu dünyayı aramış, sınırsız hazlar keşfetmeyi ummuş, ancak hiçbiri geri dönmemiştir. On bin yıl sonra bile, Engizisyon, hain primarkın varlığına dair en ufak söylentiyi bile kovalamakla görevli özel bir harekât gücünü hâlâ aktif tutmaktadır.
Artık öndersiz kalan İmparator’un Evlatları, haz arayışını sürdürmeye devam etti; lejyonlarını kaybetmenin acısını savaşın dehşetinde teskin ederek, Slaanesh’e tapan diğer yozlaşmış uzay komandolarıyla birleşip iğrenç seferlere katıldılar. Bu sapkınların çoğu, öfkeye ve gürültüye bağımlı yaratıklara dönüşen, yalnızca patlamaların uğultusu ve ölenlerin çığlıklarıyla tatmin olabilen Gürültü Komandolarına evrildi. Bu uyuşmuş gazilerin tepkisini tetikleyebilen yalnızca en uç deneyimler olabilir; bu yüzden zırhlarını göz kamaştırıcı, çatışan renklerle boyar, üzerine parıldayan ipekler ve altın zincirler asarlar. Deliliklerine rağmen hâlâ acımasız ve vahşi savaşçılardır; savaşta yarattıkları yıkımdan büyük haz alır, yeni köleler karşılığında her efendiye hizmet etmeye hazırdırlar — sırf Slaanesh’e olan ibadetlerini uygulayacak yeni kurbanlara erişebilsinler diye.
Bazıları kendi başlarına savaş lordlarına dönüşerek, Fulgrim’in binyıllar önce lejyonunu acı ve ölümle yoğrulmuş dünyalar boyunca sürüklediği ihtişamlı günleri yeniden yaratmaya çalışır. Bu yaratıklar, kendilerine hizmet eden delilerden bile daha korkunçtur: hazla beslenen deliliklerinin ötesinden galaksiyi vahşi bir neşeyle izler, asla tatmin olmazlar ve her yeni sapkın deneyimle son zevklerini aşma peşinde durmaksızın çabalarlar. İmparator’un Evlatlarına ait savaş çeteleri neyse ki nadirdir, zira galakside onlara esir düşmekten daha beter bir kader düşünülemez.