Graham McNeill & Pete Haines
İmparatorluk’un her yerinde bilinen ve korkulan Ak Yaralar uzay komandoları, savaşın hareketli biçiminde ustalaşmışlardır. Yıldırım hızıyla gerçekleştirdikleri saldırı yöntemlerinde eşsizdirler; düşmanlarına saldırıp, karşılık verecek vakit bırakmadan ortadan kaybolurlar. Cesaretlerini simgeleyen törensel yaraları taşıyan bu vahşi savaşçılar, anavatanlarının kabilesel vahşetini savaş alanına taşır ve İmparatorluk düşmanlarına ani ve kesin bir ölüm getirirler.
Skaros Apokrifası, Ak Yaralardan yalnızca nadiren söz eder ve bu nadir anlarda dahi anlatılar çoğunlukla doğrudan Ak Yaraların kendilerinden gelmektedir. Bir efsaneye göre genç primark kendi isteğiyle Terra’dan ayrılmış ve galaksiyi keşfetmeye çıkmıştır; başka bir efsane ise bebekken kaçırıldığını anlatır. Gerçek büyük ihtimalle bu iki hikâyenin arasında bir yerdedir. Her ne olmuşsa olsun, Liber Historica Vangelia, Çağatay Han’ın Segmentum Pacificus’ta yer alan, İmparatorluk haritacıları tarafından Mundus Planus olarak adlandırılan, ancak yerel halkın Chogoris dediği bir gezegene vardığını kaydeder. Bu gezegen o zamanlar da, şimdi de yemyeşil doğası, görkemli dağları ve masmavi denizleriyle verimli bir dünyaydı; Büyük Sefer sırasında barut seviyesi teknolojilere ulaşmıştı. O döneme ait Census Imperialis, gezegenin hâkim gücünün iyi donanımlı ve yüksek disiplinli ordulara sahip, düzenli bir aristokrasi olan Chogoris İmparatorluğu olduğunu bildirir. Zırhlı süvariler ve kalabalık piyade blokları, yöneticileri Palatin’in yürüttüğü tüm seferleri zaferle sonuçlandırmıştı.
Ak Yaraların tarihçesi, tüm zamanların en büyük askeri dehalarından biri olan Çağatay Han ile başlar. Onun generallerinden biri olan Ogeday’ın, primark ortadan kaybolduktan sonra kaleme aldığı Quan Zhou’nun Büyük Hanı adlı eser, İmparatorluk tarihçilerine onun yaşamıyla ilgili en iyi kaynaklardan birini sunar. Chogorisli kaynaklar da Han’ın başarılarına dair bolca —ve çoğu zaman aşırı abartılı— kayıt bırakmıştır.
Palatin’in imparatorluğunun batısında, rüzgârların dövdüğü uçsuz bucaksız bir bozkır uzanıyordu: Issız Bucak . Yüzyıllar boyunca geniş çayırlarda at süren göçebe savaşçı kabileler burada yaşardı. Bu bozkır halkı çadırlarda yaşar, yazı yüksek yaylalarda, kışı ise Khum Karta Dağları’ndaki korunaklı vadilerde geçirirdi. Usta binici ve okçular olan bu dağınık kabileler, kimi zaman atalarının topraklarını korumak, kimi zaman da —Ogeday’ın anlatımına göre— sadece savaşın coşkusunu yaşamak için birbirleriyle çarpışırlardı. Chogoris orduları, kurak ve ıssız olan Issız Bucak’ı değersiz buldukları için buraya hiçbir zaman girmemişti. Ancak Chogorisli soylular zaman zaman av gruplarıyla bu bozkıra girer, tüm bir kabileyi doğuya köle olarak götürür ya da dağlarda avlamak üzere yalnız savaşçılar yakalarlardı. (Büyük Han eserinin birçok kısmı bu Chogorisli vahşetleri anlatır. Bu bölümlerdeki kan ritüelleri ve kurban törenleri, birçok İmparatorluk akademisyeninin Palatin’in imparatorluğunun Karanlık Tanrılara adanmış olabileceğini öne sürmesine yol açmıştır.)
Çağatay Han’ın efsanesi, Quonon Nehri yakınlarında başlar. Talskar adlı küçük bir kabilenin lideri Ong Han, primarkla karşılaşır. Parlayan bu çocuğun tanrılar tarafından gönderilmiş bir hediye olduğuna inanır, onu evlat edinir ve Çağatay adını verir. Talskarlar, gözlerinde ateş olanlara "büyük savaşçı" derdi ve Çağatay’ın çocukluğundan beri gözlerinde bu ateşin olduğu söylenirdi. Aynı zamanda, diğer kabilelerin onu kıskandığı, çünkü sürekli savaş hâlindeki bozkırın ötesini görecek kadar bilge olduğu da anlatılırdı.
Quan Zhou’nun Büyük Hanı eserinde geçen renkli bir bölüm olan ‘Kanlanma’, Çağatay henüz gençken Kurayed adlı rakip kabilenin saldırıya geçip üvey babasını ve birçok Talskar savaşçısını öldürdüğünü anlatır. Çağatay, o yaşta bile kabilesinin en büyük savaşçısıydı ve cesaretini simgeleyen pek çok yara taşıyordu. İntikam seferine çıktığında çevresine hızla savaşçılar toplandı. Kurayed köyüne saldırdı, yerle bir etti ve kadın, erkek, çocuk demeden herkesi katletti. Düşmanlarının kanında yıkandı ve reislerinin başını çadırına asmak üzere alıkoydu. Bu olaylar, onu şekillendiren kırılma noktasıydı: büyük onur, sadakat ve acımasızlıkla yoğrulmuş bir adam olacaktı. Onuru ve kan borcu tatmin olduğunda, Çağatay, halkını yok eden iç savaşlara son vereceğine, Issız Bucak halkını birleştireceğine ve kardeşin kardeşe düşman olmasına bir son getireceğine yemin etti.
Bu zaferin ardından Çağatay, Talskarların Hanı oldu ve Chogorisli av gruplarına ve diğer bozkır kabilelerine karşı birçok savaş verdi. Her mağlup kabile Talskarların bünyesine katıldı ve ordusunun bir parçası oldu. Askerî dehası ve kişiliğinin gücü sayesinde sayısız yandaş edindi ve sonunda savaşçıları yıldızlar kadar çoğaldı. Orduya Mathuli, yani “karşı konulamaz güç” adı verildi. Askerliği zorunlu kıldı, kabile aidiyetini kırmak için farklı kabilelerden savaşçıları aynı birliklere yerleştirdi. Bu sayede orduya, nihayetinde ise kendisine duyulan sadakati pekiştirdi. Terfileri yalnızca yeteneğe göre yaptı ve dokunduğu herkese ortak bir amaç duygusu kazandırdı.
Kurayed’e karşı kazandığı zaferin üzerinden on yaz geçmişti ki, ordu dağlara kış kampına doğru ilerlerken Çağatay, ani bir çığ sonucu uçurumdan düşerek kayalıklara savruldu. Kabile büyük bir yas yaşadı, ama yollarına devam etti. Düşen diğer kabile mensupları öldüyse de, primark hayatta kalmayı başardı. Chogoris tarihçileri, bu sırada Palatin’in tek oğlunun liderliğindeki bir av grubunun dağlarda yaralı bir savaşçıyı bulup karlı vadilerde onu avlamaya başladığını yazar. Ne olduğu kesin bilinmez, fakat nihayetinde Chogoris topraklarına dönen yalnız bir binici kalmıştır: vücudu korkunç şekilde parçalanmış, Palatin’in oğlunun başı boynuna asılmış, atına bağlı olarak dönmüştür. Adam bir de mesaj getirir: “Bozkır halkı artık sizin değil.”
Kış sona erdiğinde, öfkeye kapılan Palatin dev bir ordu toplar ve batıya doğru yürüyerek barbar kabileleri yok etmeye ant içer. Fakat Çağatay Han’ın yeteneklerini ve kurnazlığını hafife almıştır. Hanlar Vadisi’nde, LonSuen Ovası’nda iki ordu karşılaşır. Savaş bir gün bir gece sürer. Bozkır kabileleri avlandıkları gibi savaşır; yıldırım hızındaki atlılar düşmanı kuşatmak için uyum içinde hareket eder. Düşmanlarının ağır zırhlarına karşın Mathuli birlikleri hafif deri zırh giyer; bu onları daha çevik kılar.
Palatin ordusu, yakın dövüşe alışkın olsa da, Çağatay’ın atlılarının ok yağmuruna karşı koyamaz. Sayıca üstün olmalarına rağmen Çağatay onları alt eder, düşünsel ve fiziksel olarak. Palatin ve muhafızları ancak ölüm halkasından güç bela kurtulur ve başkente kaçar. Geri kalanlar neredeyse tamamen katledilir. Hayatta kalan bir Chogorisli, savaş alanını “kan denizi” olarak tarif eder. Kabile reisleri ve kutsal adamlar, yani Fırtınagörenler , savaş sonrası toplanır ve Çağatay’ı “Büyük Han, Tüm Toprakların Hükümdarı” ilan eder.
Çağatay Han ardından Palatin’in topraklarını istila etmeye başladı; ordularından üçü, düşmanının topraklarının sınırındaki şehirleri hedef alarak kuvvetleri oyaladı. Çağatay ve en yetenekli generali Subutay, başka bir orduyla birlikte geçilmez sanılan Kızıl Kuan çölündeki gizli bir yoldan ilerledi. Âdeta yoktan var olurcasına aniden ortaya çıkan Çağatay’ın ordusu, Kuşaba kapılarındaki Palatin garnizonunu gafil avlayarak tümünü kılıçtan geçirdi. Diğer şehirler hızla düştü ve Chogoria tarihçileri, yolların taşocağı gibi cesetlerle dolduğunu, tarlaların yandığını ve katliamdan sağ kurtulan birkaç kişinin Han’ın gazabından kurtulmaları için dua ettiklerini kaydeder.
İzleyen yıllarda Çağatay’ın ordusu Chogoria topraklarını baştan başa geçti; en güçlü ordularını yendi, surlarla çevrili şehirlerini kuşatıp ele geçirdi, soylularını öldürdü. Han’ın yoluna çıkan şehirlerin iki seçeneği vardı: teslim olmak ya da yok edilmek. O güne dek böyle bir yağma ve talan görülmemişti. Bazı kaynaklara göre milyonlarca kişi kana susamış göçebeler tarafından öldürüldü, ancak Çağatay Han’ın çağdaşları bu rakamların fazlasıyla abartılı olduğunu belirtir. Ne var ki yüz binlerce insanın öldüğü kesindir ve Chogoria halkı, ‘şeytan suratlı vahşilerin’ tanrısal gazabın birer ceza meleği olduğuna inandı. En sonunda Çagatay’ın istilası, Palatin’in doğu kıyısındaki görkemli ve zengin başkenti Cophasta’ya ulaştı. Han, düşmanının başının mızrak ucunda getirilmesini emretti; aksi takdirde şehri yerle bir edeceğini bildirdi. Bu tehdidin üzerinden bir saat geçmeden, şehrin bazı soyluları istedikleri şeyi Han’a getirdi.
Artık Han’ın gücü bir okyanustan diğerine uzanıyordu — gezegenin gördüğü en büyük imparatorluk, yalnızca yirmi yıl içinde tek bir adam tarafından fethedilmişti. Ancak Çagatay Han, halkının böyle bir imparatorluğu yönetme arzusunda olmadığını biliyordu. Bu yeni imparatorluk, onun kabileleri birleştirme ve düşmanlarından intikam alma arzusu ile büyümüştü; yoksa toprakları işgal etme hırsı yoktu. Nihai güç Han’ın ve generallerinin elindeydi; askeri anlamda iyi örgütlenmiş olsalar da, göçebe halklar yerleşik nüfusu yönetmeye dair gelişmiş bir anlayışa sahip değildi.
Büyük Sefer’in ayrıntılı tarihini derleyen tarihçi Carpinus (nam-ı diğer Speculum Historiale) notlarına göre, Çağatay’ın orduları Palatin’in diyarlarını imha etmeyi, İmparator’un Chogoria’ya gelişinden yalnızca altı ay önce tamamlamıştı. İki adam karşılaştığında, Han’ın hayatı boyunca ulaşmaya çalıştığı ideali taşıyan biriyle karşı karşıya olduğunu anladığı söylenir — gökteki tüm yıldızları birleştirebilecek bir adam. Çağatay, Quan Zhou’daki sarayında, tüm generallerinin huzurunda diz çökerek İmparator’a sonsuz bağlılık yemini etti. Böylece primark, 5. Lejyon’un komutasına verildi; lejyon, Talskar kabilelerinin alından çeneye inen yüz yaralarını benimsedi ve adını Ak Yaralar olarak değiştirdi. Büyük Han, İmparator’la birlikte yıldızlara yükselirken hanlık unvanını generali Ögeday’a bıraktı. Çağatay’ın birçok takipçisi de hanlarıyla birlikte gitmeyi seçti ve lejyonun içinde birer uzay komandosu oldu.
Ak Yaralar, Büyük Sefer’in en kanlı muharebelerinde çarpıştı ve Çağatay Han’ın bozkırlarda kullandığı yıldırım savaşı taktikleri, uzak dünyalardaki kâbusvari savaş alanlarında da aynı şekilde etkili olduğunu kanıtladı. İmparatorluk, Horus Hıyaneti sırasında kanlı bir galaktik iç savaşa sürüklendiğinde Ak Yaralar sayısız dünyada savaştı ve alemlerindeki işaretler, Lejyon’un Terra’nın savunmasında yer aldığını ve İmparatorluk Sarayı’nın kapılarında çarpıştığını gösterir.
Çağatay Han, savaşçılarıyla birlikte yaklaşık yetmiş yıl daha savaştıktan sonra, Kasırga yakınlarındaki bir uzay sektöründe kayboldu. Horus’un yenilgisinden sonra Han, Büyük Sefer sırasında yokluğunda eldar tarafından kaçırılan kabile mensuplarını kurtarmak için bir sefere çıkmıştı. Ak Yaralar, Han’ın ve onun tecrübeli savaşçılarının kana susamış kara eldarların liderlerinden biriyle savaştığını ve bu acımasız uzaylıların zaman dışı gölgeli diyarına çekildiklerini anlatır. Orada, kara eldarlara karşı sonsuz bir savaşa girdikleri söylenir. Bu hikâyenin ne kadarının gerçek olduğu meçhuldür; çoğu kişi, Han’ın gemisinin yalnızca arkta kaybolduğunu düşünür zira bu bölgeden geçmek zaten son derece tehlikelidir.
Chogoris, verimli topraklara sahip, yarı-feodal yapısını hâlâ koruyan bir gezegendir. Büyük Han’ın ayrılışından sonra Ögeday, kabilelerin yeni lideri oldu. Cesur bir savaşçı olmasına rağmen, bir Çağatay Han değildi. Primark olmadan, kabileler kısa süre içinde eski savaşçı alışkanlıklarına döndü ve birkaç yıl içinde Çağatay’ın kurduğu birleşik ulus dağılmış oldu. Kabileler kendi topraklarına çekildi ve Büyük Han’ın gelişinden önceki gibi yaşamlarına devam ettiler. Primarkın bazı biyografi yazarları, Çağatay Han’ın bunun olacağını önceden bildiğini ve buna rağmen ayrıldığını yazar. Kimileri, bunun kasıtlı olduğunu, halkının güçlü kalmasını ve yeni lejyonu için savaşçı kaynağı olmasını istediğini ileri sürer. Gerçekten de, onu izleyen binyıllarda pek çok kişi kabileleri birleştirmeye çalıştı, ama hiçbiri Çağatay kadar görkemli olamadı.
Bugün hâlâ, Ak Yaraların lideri “Büyük Han” unvanını taşır ve Khum Karta dağlarının en yüksek, en ulaşılmaz zirvesindeki Çağatay’ın Quan Zhou sarayında yaşar. Mermerden inşa edilmiş manastırhisar , görkemli bir manzaraya sahiptir; fakat çok az yabancı içeriye girebilmiştir. Şehrin yabanıl güzelliği Segmentum’da ünlüdür. Söylentilere göre sarayın duvarları arasında av hayvanlarıyla dolu ormanlar ve akarsular bile vardır; Han burada eğlence için avlanır.
Ak Yaraların Fırtınagörenleri, her on yılda bir bozkıra iner, kabileleri ve savaşlarını gözlemler, en cesur ve en yetenekli savaşçıları seçerek onları Quan Zhou’ya getirir. Bu seçilenler uzay komandosu olmak üzere eğitilir. Khum Karta dağlarındaki (adı “Yıldızları Delen Dağlar” anlamına gelir) Ak Yara savaşçılarının yanarmezarları , genç kabile savaşçıları için büyük hac yerleridir. Bu tehlikeli vadilerden sağ çıkmayı başaranlar, olağanüstü cesur sayılır.
Jubal Han, Ak Yaralar’ın Büyük Han’ı
Ak Yaralar’ın Büyük Han’ı öldüğünde, kapitulun Fırtınagörenleri, Khum Karta’daki Hanlar Vadisi’nin en derin mağaralarında toplanarak yerine geçecek kişiyi belirler. Kendisini layık gören her Kardeşlik Hanı, Fırtınagörenlerin karşısına çıkıp kendisini kanıtlamalıdır. Adayların maruz kaldığı dehşet verici sınavların ne olduğu bilinmez ve hayatta kalanlar bunlardan asla bahsetmez. 943.M41 yılında Büyük Han Kubilay, kara eldarla savaşırken ortadan kaybolduğunda, Khum Karta dağlarında dört aday toplandı. Bu sınavlardan sadece Jubal Han sağ çıkmayı başardı ve Quan Zhou’ya dönerek Büyük Han ilan edildi.
O zamandan beri Jubal Han, orklar, tiranidler, eldarlar ve daha nice yabancı türe karşı yürüttüğü sayısız başarılı seferle kendisini tekrar tekrar kanıtladı. Jopal Ayaklanması sırasında, Birinci Kardeşliği düşmanın ikmal hatlarını yok edip iletişimini o kadar etkili biçimde kesintiye uğrattı ki, isyancıların ana kuvvetlerinin büyük bir kısmı cephe hatlarından çekilip onlarla ilgilenmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda İmparatorluk Muhafızları zayıflayan isyancı hatlarını kolaylıkla yarıp geçerek ayaklanmayı bastırdı.
Jubal Han hâlihazırda Armageddon Savaşı’nda görev yapmaktadır. Ghazghkull’un istilası sonrasında İmparatorluk kuvvetleri sınırlarına kadar zorlanmışken, Büyük Han’ın birlikleri orkların elinde tuttuğu dünyalara yıldırım saldırıları düzenleyip, yeşiderililer yeterli kuvveti toparlayamadan adeta duman gibi ortadan kaybolmaktadır. Şimdiye dek Ak Yaralar, pek çok ork taarruzunu geciktirmekte kilit rol oynamış ve İmparatorluk garnizonlarına yaklaşan saldırılara karşı hazırlık yapma imkânı sağlamıştır. Ak Yaralar’ın Armageddon’daki Ölüdiyar bölgesinde gerçekleştirdiği operasyonlar o kadar başarılı olmuştur ki, tek bir kayıp vermeden ve tek bir mermi harcamadan bir ork tugayını tamamen imha etmeyi başarmışlardır.
Çağatay Han’ın kabilelere öğrettiği savaş yöntemi, onun İmparator’la birleşmesinden bu yana geçen binyıllarda kendini ispatlamıştır. Yüksek hareket kabiliyetine sahip birliklerle gerçekleştirilen yıldırım hızında vur-kaç saldırıları, düşmanı parça parça yok ederken, kesin bir çatışma yaşanmasına asla izin vermez — işte bu, Ak Yaraların savaş tarzıdır. Aşırı hızlı motosiklet birlikleri ve anında konuşlanabilen kuvvetleri sayesinde Ak Yaralar, çoğu kapituldan çok daha hızlı tepki verir ve savaş alanında neredeyse hiç alt edilmeleri mümkün değildir.
Ağır zırhlı düşmanlar, Ak Yaralar tarafından çevrelenip zayıf noktalarına saldırıldığında gölgeleri kovalar hâle gelir. Savunma hatlarının arkasında güvende olduğunu sanan pek çok düşman, bir anda ortaya çıkan ve arkadan saldıran çığlık atan motorsikletli keşif birliklerinin saldırısıyla hatasını fark etmiştir. Doğduklarından beri eyer üzerinde yaşayan bu birlikler, genellikle savaşa motosikletleriyle katılırlar.
Ak Yaralar, düşmanlarını uzaktan etkisiz hâle getirmeyi tercih etseler de, kanlı taarruzlara girmekten de geri kalmazlar. Seçkin motosiklet mangaları haklı olarak korku salar ve gökten alev izleriyle inen taarruz mangaları, yüzlerinde taşıdıkları korkunç yaralarla saldırdıklarında, bu görüntü tek başına bile dehşet vericidir.
Bozkır halkı arasında temel toplumsal birim kabiledir ve bu yapı Ak Yaralar kapitulu içinde de kısmen sürmektedir. Bozkırdaki genç erkekler için şiddetli rekabet, kan davaları ve iç çatışmalar günlük yaşamın bir parçasıdır. Bu durum, onların kapitulun Fırtınagörenlerine değerlerini kanıtlamaya hazırlanmalarında da faydalıdır. Fakat bir savaşçı, Ak Yaralara kabul edildiğinde, kabilesine olan sadakati yerini kapituldaki Büyük Han’a olan bağlılığa bırakır. Bu nedenle, farklı kabilelerden gelen savaşçılar aynı birliklerde görevlendirilerek bireysel kabile bağları kırılır. Bu birlikler daha sonra Kardeşlikler hâlinde düzenlenir; bu yapılar ortalama olarak Codex’e uygun birer bölük boyutundadır, ama genellikle biraz daha küçüktür.
Kapitulun geri kalanı, diğer Codex kapitullarından biraz farklı örgütlenmiştir; çünkü motosiklet birlikleri ve kara hızıtı takımları burada daha fazladır. Ak Yaraların tercih ettiği savaş tarzı, ağır silahların kullanımına fazla olanak tanımaz; bu nedenle ağır silah mangaları bulunmaz.
Hızlı ateş desteğine bağımlı olmaları nedeniyle çoğu tank Ak Yaralar için fazla yavaştır; ellerinde bulunan az sayıdaki tank ise diğer birliklere ayak uydurabilmeleri için hafifletilmiş versiyonlardır. Ak Yaralar dretnot kullanmaz; çünkü bu soğuk, metal lahitlerin sunduğu ebedi mahpusluk fikri, onların “savaşçı öldüğünde ruhu öte dünyaya özgürce geçmelidir” inancına aykırıdır.
Ak Yaralar uzay komandoları, Çağatay Han’ın insanlığın nihai birliği vizyonuna sadıktır. İmparator’u en yüce birleştirici ve kurucu babaları olarak onurlandırırlar, fakat onu bir tanrı olarak görmezler. Fırtınagörenler, İmparator’un Altın Taht’tan kalkarak galaksiyi yeniden birleştirecek bir sonraki Büyük Sefer’e başlayacağı güne kadar, onun düşmanlarını yok etmenin Ak Yaraların kutsal görevi olduğunu öğretir. Ve o gün geldiğinde, Çağatay Han da boşluktan geri dönerek halkına bir kez daha önderlik edecektir.
Yıldırım simgesi, Ak Yaralar için çok güçlü bir anlam taşır; hem savaş tarzlarını simgeler hem de yüzlerinde taşıdıkları dövme yaraları hatırlatır. Aynı zamanda Fırtınagörenlerin düşmanlarının üzerine çağırdığı yıldırımı temsil eder. Bu esrarengiz savaşçılar, hava ve toprak ruhları çağrılarına yanıt verdiği sürece, Ak Yaraların savaşta asla geri düşmeyeceğine inanırlar.
Kayıp Soydaşlar
Quan Zhou’nun Büyük Han’ı, Ak Yaraların Kayıp Soydaşlarına tüm bir cilt ayırmıştır. Bu kitap, Çağatay Han’ın İmparator’la birlikte Büyük Sefer’e çıkışından yıllar sonra Chogoris dünyasının üzerine düşen uğursuz bir fırtınayı anlatır. Bu fırtına, eldarın karanlık kardeşleri suretinde gelmiş ve daha önce benzeri görülmemiş bir korku ve acıyı beraberinde getirmiştir. Üstün teknolojileri ve silahlarıyla bu uzaylılar, dağınık kabileleri kolayca alt etmiş ve on binlerce kişiyi çığlıklar içinde köle olarak gezegenden sürüklemişlerdir. Bu korkunç olaylardan ancak Horus’un ölümünden sonra haberdar olan Çağatay, kara eldara karşı muazzam intikam yeminleri etmiştir. Han, bu uğursuz yaratıkların peşine düşmüş ve anlatıldığına göre dehşetli Corusil V Muharebesi sırasında, Birinci Kardeşliği’yle birlikte kudretli bir kara eldar lordunu, bu yozlaşmış uzaylıların ev bildiği dediği karanlık, kanlı âleme açılan titreşen bir geçitten takip etmiştir. Bu yabancı geçit, Han’ın diğer askerleri onu takip edemeden kapanmış ve ulu Çağatay Han bir daha asla İmparatorluk’a dönmemiştir. Hansız kalan Ak Yaralar, o günden beri bu kana susamış uzaylılara karşı dinmeyen bir nefret beslemektedir. Ne zaman Ak Yaralar kara eldarla karşılaşsa, öfkeleri sınır tanımaz. Bugüne dek Çağatay Han’ın nihai akıbeti hâlâ bir sır olarak kalmıştır ve yaşayıp yaşamadığını kimse bilmemektedir.
Ak Yaraların genetiği başlangıçta istikrarlı görünmüş, hiçbir anormallik ya da mutasyon göstermemiştir. Fakat zamanla, bozkır halkından alınan genetik malzemenin etkisiyle, bu yapı vahşi bir savaşçılıkla ve kana susamışlıkla şekillenmiştir. Hanlar ve Fırtınagörenlerin öğretisine rağmen, bazı mangalar arasında kabile kavgalarının yeniden patlak verdiği bilinmektedir. Ayrıca, bazı Ak Yara Kardeşliklerinin görev hedeflerini kanlı şekilde aştığı olaylar kaydedilmiştir; örneğin meşhur Kızıl Otoyol Katliamı.
Bu tür olayların Ak Yaraların genetik materyalinde doğuştan gelen bir kusurdan mı, yoksa step halkının entegrasyonundan sonra mı kaynaklandığı belirsizliğini korumaktadır. Fakat Adeptus Mechanicus bunu öğrenmeye fazlasıyla heveslidir. Ak Yaraların halef kapitulları —Talancılar , Yağmacılar , Yokediciler ve Fırtınabeyleri — da aynı derecede vahşidir ve Çağatay Han’ın savaş öğretisinin seçkin örnekleridir.
“Han ve İmparator için!”