Beşinci Şüphe
Necaşi, Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmediği halde müslüman ölmüştür.
Bu şüpheyi ortaya atanlar şöyle derer:
“Necaşi, müslüman olduktan sonra, ölünceye kadar imanını gizlemiş ve Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmemiştir. Buna rağmen Rasulullah (s.a.s) onu salih bir kul olarak vasıflandırmış ve öldüğü zaman cenaze namazını kılmalarını sahabelerine emretmiştir. Bu sebeble, aynen Necaşi gibi müslüman olduğunu söyleyen, buna rağmen Allah (c.c)’ın şeriatini bir kenara atarak beşeri kanunları uygulayan hakimleri tekfir etmemek gerekir.
Cevabı
a) - Necaşi’nin, Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmediğini söyleyenler, öncelikle bunu sahih bir delille ispat etmelidirler. Fakat bu konuda kendileri lehine sahih bir delil bulmaları mümkün değildir. Buna rağmen onlara Allah (c.c)’ın şu ayetini söylüyoruz:
“Eğer (iddialarınızda) doğrulardan iseniz (o halde sağlam ve açık) bir delil getirin!” (Bakara: 111)
Bu kimseler, şayet Necaşi’nin Allah (c.c)’ın indirdiğine muhalif bir hükümle hükmettiğine dair bir delil getiremiyorlarsa yalancılardan olacaklardır.
Bazı kimseler, İbni Teymiye’nin Necaşi ile ilgili olarak söylemiş olduğu sözleri kendileri için bir delil sanarak, İslam’ı din olarak kabul etmesine rağmen Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenin kafir olmayacağını söylemişlerdir. Bu kimselere cevab olmak üzere İbni Teymiye’nin Necaşi ile ilgili sözlerini naklederek bu sözleri açıklamak istiyorum.
İbni Teymiye şöyle diyor:
“Allah (c.c), kitabının değişik yerlerinde hiç kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemeyeceğini bildirmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ki biz hiç kimseye güç yetiremeyeceğinden fazlasını yüklemeyiz, onlar da cennetin ashabıdırlar. Orada sonsuza dek kalacaklardır.” (A’raf: 42)
“Hiç kimse gücünün üstünde birşeyle mükellef tutulamaz.” (Bakara: 233)
“Allah, hiçbir nefsi, ona verdiğinden başka bir şeyle mükellef kılmaz.” (Talak: 7)
Yine Allah (c.c), insana gücü miktarınca Allah (c.c)’tan korkmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkun!” (Tegabun: 16)
Mü’minler de Allah (c.c)’a şöyle dua etmişlerdir:
“Rabbimiz! Unutmuş, yahut hata yapmışsak (bu yüzden) bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma!” (Bakara: 286)
Allah (c.c) da onların isteğini kabul etmiştir. Bu naslar, Cehmiye’nin söylediğinin aksine, insanın gücünün yetmediği yükü, Allah (c.c)’ın insana yüklemediğini ve insanı onunla mükellef kılmadığını göstermektedir. Cehmiye ise bunun aksini söylemiştir ve onların bu görüşleri yanlıştır.
Bu ayetler aynı zamanda, hatayla veya unutarak günah işleyen kimseyi Allah (c.c)’ın sorumlu tutmadığını da göstermektedir. Kaderiye ve Mutezile taifeleri ise bu görüşte değildirler. Kur’an ve sünneti delil alarak ictihad yapan imam, hakim, alim, müftü ve bunlara benzer kimseler, güçleri nispetinde Allah (c.c)’tan korkar ve bütün güçlerini kullanarak ictihad yapar ve ictihadlarında isabet eder veya hata yaparlarsa Allah (c.c)’ın kendilerine yüklemiş olduğu sorumluluğu yerine getirmiş olurlar. Zira bu kimseler, güçleri nispetinde Allah (c.c)’a itaat etmişlerdir. İşte böyle yaptıkları için Allah (c.c) onlara ceza vermez...”
İbni Teymiye sözlerine şöyle devam ediyor:
“...aynı şekilde dar’ul küfürde olmasına rağmen Nebi (s.a.s)’nin daveti kendisine ulaşmış, Rasulullah (s.a.s)’ın rasul olduğunu öğrenerek ona ve ona indirilenlere iman etmiş, gücü nispetinde Allah (c.c)’a itaat etmiş ve Allah (c.c)’tan korkmuş, fakat engellenmesi sebebiyle İslam diyarına hicret etme imkanı bulamamış, darul harpte bulunduğu ve kendisine İslam şeriatini öğreten bir kimse olmadığı için İslam şeriatinin bütün hükümlerini yerine getirememiş Necaşi ve onun gibi kimseler mümindir ve cennet ahalisindendirler....”
İbni Teymiye, sözlerine şöyle devam etti:
“....Necaşi İslam şeriatinin çoğu hükümlerini yerine getirmemiştir. Hicret etmemiş, cihad yapmamış, beyti haccetmemiştir. Hatta beş vakit namazı kılmadığı konusunda rivayetler vardır. Çünkü, bunları yapmaktan aciz durumda idi. Şayet bunları yapmış olsaydı, kendisini açığa çıkaracak ve böylece kavmi ona karşı gelecekti. Necaşi’nin ise onlara karşı koyacak gücü yoktu. Onların arasında Kur’an ile hükmetme imkanına sahip olmadığına da kesin olarak inanıyoruz...”
İbni Teymiye sözlerine şöyle devam etti:
“...Necaşi, kavmine Kur’an hükümleriyle hükmetme imkanına sahip değildi. Çünkü böyle yapsaydı kavmi ona itaat etmezdi.” (Minhacus Sünne c: 5 s: 110120, Fetvalar c: 19 s: 215220)
İmam İbni Teymiye’nin sözlerinde hem doğru hem de yanlış vardır.
Doğru olan şudur: Bütün gücünü kullanmasına rağmen İslam’ı öğrenemeyen, İslam’ın hükümlerini yerine getirme gücüne sahip olmadığı ve aciz olduğu için yerine getiremeyen kimse özür sahibidir ve bu konuda onun için bir günah söz konusu değildir.
Sözündeki yanlışa gelince... İbni Teymiye Necaşi hakkında şöyle söylüyor:
“Necaşi’nin kavmi kafirdi ve Kur’anla hükmedilmesini asla kabul etmezdi. Necaşi’nin ise onlara karşı koyma gücü yoktu.” İşte bu söz, İbni Teymiye’nin Necaşi hakkındaki sözlerinin özetidir.
Fakat bu söz doğru değildir. Zira Necaşi hakkında böyle bir sözü söyleyebilmek için, öncelikle Necaşi’ye şer’i hükümlerin ulaştığını ve buna rağmen onun bu hükümleri uygulamamış olduğunu açık ve net bir şekilde ispat etmek gerekir. Oysa Necaşi’ye İslam şeriatinin bütün hükümlerinin ulaştığına ve buna rağmen onun bu hükümleri uygulamadığına dair herhangi bir sahih delil yoktur. Bu sebeble, Necaşi hakkında; “şer’i hükümler ona ulaştığı halde, kavminden korktuğu için bunları uygulamamıştır” demek doğru değildir.
Bu konuda doğru olan şudur; İslam şeriatinin bütün hükümleri Necaşi’ye ulaşmamış ve ona ulaşmadığı için bu hükümleri uygulamak ona farz olmamıştır.
Aynı şekilde Necaşi hakkında: “Necaşi’nin kavmi kafir olduğu için İslam şeriatini uygulamasına engel olmuş ve bu şeriatin hükümlerini uygulamasına imkan vermemişti” demek de doğru değildir. Çünkü böyle bir söz, herhangi sahih bir delile dayanmayan, zan ve tahminden ibaret olan bir sözdür. Bilakis bu sözün tam tersini ispat eden deliller vardır. Bu delilleri ise İbni Teymiye’nin öğrencisi olan İbni Kayyım zikretmiştir.
İbni Kayyım, Zad’ul Mead kitabının 3. cildinin 62. sayfasında, Necaşi’nin İslamını açıkladığını ve kavminin ona itaat ettiğini haber veren sahih bir rivayet nakletmiştir.
İbni Kayyım’ın getirmiş olduğu delil, İbni Teymiye’ye nispet edilen ve yanlış olan sözlerin İbni Teymiye’ye ait olmadığını göstermektedir.
Ayrıca, İslam şeriatiyle hükmetmenin terkedilmesine sebep olan böyle bir korku, sahibi için mazeret sayılmaz. Şayet Necaşi, İslam şeriatinin bütün hükümleri kendisine ulaştığı halde kafir halkından korktuğu için İslam şeriatinin hükümlerini uygulamamışsa bu korku kendisi için mazeret değildir ve bu amelinden sorumludur. Bu konuda bütün alimler ittifak etmişlerdir. Necaşi’nin böyle bir konuda özür sahibi olamayacağına dair alimler şu delilleri zikretmişlerdir:
1 - Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan korkmayın, benden korkun! Ayetlerimi az bir pahaya değiştirmeyin! Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
Allah (c.c) bu ayette, Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmemek için insanlardan korkmayı mazeret olarak gösterenin mazeretinin geçersiz olduğunu bildirmiştir. Çünkü Allah (c.c) ayette:
“İnsanlardan korkmayın, benden korkun” buyurmuştur.
Allah (c.c)’ın şeriatiyle hükmetmeyip, Allah (c.c)’ın şeriatine zıt bir şeriatle hükmetmenin küfür olduğunu daha önce açıklamıştık. İnsanı İslam milletinden çıkaran ve büyük küfür olan bu ameli işlemek konusunda korku kesinlikle mazeret ve ruhsat değildir. Bu konudaki ruhsat, ancak ikrahi mülci (zorlayıcı baskı) durumunda söz konusudur. Oysa Necaşi ve diğer yöneticiler ikrahi mülci altında değildirler. Zira diledikleri zaman yöneticilikten vazgeçme, bulundukları mevkiyi terketme imkanları vardır.
2 - Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Kalplerinde hastalık olanların; “bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz” diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar .” (Maide: 51-52)
Bu ayet; büyük küfür işleme konusunda korkunun ruhsat olmadığını göstermektedir. Buna göre, kişinin korktuğu için küfür işlemesi onun kafir olmasına engel değildir.
3 - Bu meseleyle tamamen alakalı olan çok açık bir delil de Rumun kralı Hrakl ile kavmi arasındaki kıssadır. Rasulullah (sa.s)’ın onu islama davet eden mektubu Hirakl’e ulaştığı zaman Hrakl müslüman olmak istedi. Fakat müslüman olduğunda, kavminin daha önce müslüman olan hristiyan alimlerini öldürdükleri gibi kendisini de öldürmesinden korktu. Bu nedenle onları bu konuda denemek ve imtihan etmek istedi. Kavmi ise onun müslüman olmak istemesine karşı geldi. Bunun üzerine o da onlardan korktu ve müslüman olmaktan vazgeçti. Hrakl ile ilgili bu kıssa Buhari ve Müslim’de geçmektedir.
Buhari’nin rivayeti şöyledir:
“Hrakl, Rumiye de bulunan ve ilim konusunda kendisiyle aynı seviyede olan bir arkadaşına mektub yazarak ona Rasulullah (s.a.s) hakkında sordu. Sonra da Hıms şehrine doğru yola çıktı. Hıms’a ulaştığında ona arkadaşından, Rasulullah (s.a.s)’ın nebi olarak çıktığını doğrulayan cevab geldi. O da Rasulullah (s.a.s)’ın nebiliğini tasdik etti ve rumların ileri gelenlerini yanına çağırdı. Rumların ileri gelenleri yanına geldiğinde sarayın kapılarını kapattırdı ve onlara dedi ki:
“Ey rumlar! Bu yeni çıkan nebiye beyat ederek felaha ve doğruya ulaşmayı ve mülkünüzün sabitleşmesini ister misiniz?” Kavmi bunu duyunca, tıpkı korkmuş bir zebra gibi hemen sarayın kapılarına yöneldi ve çıkmak istediler. Fakat kapıların kapalı olduğunu gördüler. Hrakl onların bu durumunu görünce, iman etmelerinden ümidini kesti ve şöyle dedi:
“Onları bana geri döndürün.” Onlar geri dönünce dedi ki:
“Size az önce sormuş olduğum soruyu, sizi imtihan etmek ve dininize bağlılığınızı öğrenmek için sordum. Şimdi artık eminim ki sizler dininize çok bağlısınız.” Hrakl bu sözü söyledikten sonra orada bulunanların hepsi ona secde ettiler ve ondan razı oldular. İşte Hrakl’ın son durumu böyleydi.”
İbni Hacer bu hadisin şerhinde, Hrakl hakkında şöyle dedi:
“Hrakl, İslam’a girme konusunda kavminin kendisine itaat etmesini istiyordu. Böylece hem kendisi hem de onlar müslüman olacak ve mülkü, krallığı devam edecekti. Zira onun düşüncesi, önce kavminin iman etmesini sağlamak, sonra da kendisinin iman etmesiydi. Böylece mülkünü muhafaza edebilecekti. Oysa o, gerek onları ve gerekse mülkünü terketmeye, Rasulullah (s.a.s)’ın yanına kaçmaya güç yetirebilirdi. Şayet o, Allah (c.c)’ın sevabını umsaydı böyle yapardı. Fakat o, böyle yapmadı. Doğruya muvaffak kılan Allah’tır.” (Fethul Bari c: 1 s: 43)
Bu hadis; Hrakl’ın İslam’a tabi olmamasının sebebinin, kavminden korkması olduğunu göstermektedir. Fakat onun bu korkusu kafir olmasına engel olmamıştır. Çünkü o, kavminden korkarak iki şehadeti ikrar etmemiştir. Üstelik ikrahi mülci altında da değildi ve İbni Hacer’in dediği gibi Rasulullah (s.a.s)’ın yanına kaçma imkanı vardı.
İşte bu hadise, korktuğu için Allah (c.c)’ın şeriatiyle değil de, ona zıt hükümlerle hükmeden bir hakimin korkusunun onun kafir olmasına ve tekfir edilmesine engel olmadığını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.
b) - Necaşi, İslam şeriati tamamlanmadan ve bir çok hüküm inmeden önce vefat etmiştir. Fakat kendisine ulaşan hükümlerle kesinlikle hükmetmiştir.
Medine ile Habeşistan arasındaki mesafe uzundu ve zamanımızdaki gibi taşıma ve haberleşme araçları yoktu. Bu sebeble haberleşme çok geç yapılıyordu. Öyle ki Medine’de inen bazı hükümler Habeşistan’a ancak bir kaç sene sonra ulaşabiliyordu. Buhari’de geçen şu rivayet buna açık bir delildir:
Abdullah b. Mes’ud (r.a) şöyle dedi:
“Biz (Habeşistan’a hicretten önce) Rasulullah (s.a.s) namazda iken ona selam verirdik, o da bize cevap verirdi. Necaşi’nin yanından döndüğümüzde Rasulullah (s.a.s) namazda iken ona selam verdik, fakat selamımıza cevab vermedi. Namazı bitirince bize şöyle dedi:
“Namaz bir iştir ve namazda konuşulmaz.” (Buhari)
Necaşi’nin yanındaki sahabeler arapçayı çok iyi bilmelerine ve Rasulullah (s.a.s)’ın haberlerini çok iyi takip etmelerine rağmen namazda konuşmanın neshedildiği haberi, Medine’ye dönünceye kadar onlara ulaşmamıştı. Oysa namaz çok zahir olan, günde beş vakit kılınan bir ameldir. Buna rağmen bu konudaki haber sahebelere ve Necaşi’ye ulaşmamıştı. İşte namaz gibi tekrarlanmayan ve durumu namaz gibi açık olmayan Medine’de inmiş bir çok hükmün gizli kalması ve Necaşi’ye ulaşmamış olması da mümkündür. Necaşi, ancak kendisine ulaşan hükümlerle hükmetmekten sorumludur, kendisine ulaşmayan hükümlerden ise sorumlu değildir.
c) - Necaşi kafirken, Rasulullah (s.a.s)’a ve İslam’a teslim olmuş, tevhidi ve imanı sağlamış, İsa (a.s)’nın Allah (c.c)’ın rasulü ve kulu olduğuna inanmış ve böylece müslüman olmuştu. Müslüman olmasına rağmen hakim olmaya devam etmiş ve İslam’ından taviz vermemişti. Zira o, Rasulullah (s.a.s)’a bir mektub göndererek ona şöyle demişti:
“Eğer istersen, ben senin yanına geleyim. Çünkü ben, senin söylediğinin hak olduğuna şehadet ederim...”
Yine Rasulullah (s.a.s)’ın sahabelerini en güzel şekilde korumuş, hatta Rasulullah (s.a.s)’a yardım etsinler diye oğlunu ve beraberinde altmış kişiyi müslüman kimseler olarak Rasulullah (s.a.s)’ın yanına göndermişti.
d) - Necaşi hakkı öğrenmek için bütün gücünü kullanmış ve Allah (c.c)’ın hükmünden öğrendiğine muhalif olan hiçbir hüküm uygulamamıştır. Ayrıca dinini gizlememiş, açıkça ilan etmiştir.
İbni Kayyım, Zad’ul Mead’da şöyle bir rivayet zikretmiştir:
“Rasulullah (s.a.s), Oman kralını İslam’a davet etmesi için Amr b. As (r.a)’ı elçi göndermişti. Oman kralının ismi Ciyfer, kardeşinin ismi ise Abid idi. Her ikisi de Cülendi’nin çocuklarıydı. Cülendi’nin oğlu Abid, Amr b. As (r.a)’a ne zaman müslüman olduğunu sormuştu. Amr b. As (r.a), bu meseleyi şöyle rivayet etti:
“Abid b. Cülendi, bana nerede müslüman olduğumu sordu. Ona:
“Ben Necaşi’nin yanında müslüman oldum” dedim ve Necaşi’nin müslüman olduğunu söyledim. Abid b. Cülendi:
“Kavmi onun mülkünü ne yaptılar?” diye sordu. Ona:
“Kavmi onu tasdik etti ve ona bağlandı” dedim. Abid:
“Rahibler ve din adamları ona tabi oldular mı?” diye sordu. Ben:
“Evet, tabi oldular.” dedim. Bunun üzerine bana:
“Söylediğin söze dikkat et! Yalan söylemek iyi adamın özelliği değildir” dedi. Ben ona:
“Ben yalan söylemedim, zaten dinimizde yalan söylemeyi helal görmüyoruz” dedim. Sonra Abid b. Cülendi bana şöyle dedi:
“Necaşi’nin müslüman olduğunu herhalde Hrakl duymamıştır.” Ben dedim ki:
“Hayır, duydu!” Bana:
“Bunu nasıl bildin?” diye sordu. Ben şöyle cevab verdim:
“Necaşi, Hrakl’e vergi veriyordu. Müslüman olunca ve Rasulullah (s.a.s)’a bağlanınca şöyle dedi:
“Vallahi! Ona (Hrakl’ı kastederek) benden istese bile bir dirhem göndermeyeceğim.” Necaşi’nin sözü; Hrakl’e ulaşınca, Hrakl’in kardeşi Niyak, Hrakl’e şöyle dedi:
“Kulun sana vergi vermiyor. Muhammed’in dinine bağlanmış. Senin dinini terketmiş. Onu böylece bırakacak mısın? Ona hiçbir şey yapmayacak mısın?” Hrakl ona dedi ki:
“Bir adam, bir dini sevmiş ve ona bağlanmış, ben ona ne yapayım ki? Vallahi ben mülkümün gitmesinden korkmasaydım aynen onun yaptığını yapardım”
Abd b. Cülendi bu sözleri duyunca bana dedi ki:
“Söylediğin söze dikkat et! Doğru mudur?” Ben:
“Vallahi doğrudur” dedim.” (Zad’ul Mead: c: 3 s: 62)
Necaşi’nin durumu işte böyledir. Zamanımızın tagutlarını müdafa ve olmayan İslamlarını ispat için Necaşi’yi delil alanlara yazıklar olsun!.. Necaşi nerede onlar nerede? Fakat bu kimseler insanları kandırmak ve tagutları müdafa etmek için her türlü hileye başvururlar.
Bu konuda ellerine geçen her hükmü insanlara saptırarak sunarlar. Zira onların ortaya attıkları şüphelerin hepsi böyledir.
Bu kimselerin şüphelerine burada verilen cevapların, onların bütün şüphelerine verilen cevaplar olduğunu söylemiyoruz. Çünkü bu kimselerin ortaya attıkları ve atacakları şüpheler asla bitmez. Fakat biz, Allah (c.c)’ın izni ve yardımıyla onların ortaya attıkları her şüpheyi iptal etmeye hazırız.
Şunu herkes iyi bilsin! İnsanların hayatlarını düzenleyici hükümler verme hakkı, sadece ve sadece Allah (c.c)’a aittir. Her kim bu hakkın kendinde olduğunu iddia ederse işte o, kendisinin ilah olduğunu söylemese bile, ilahlık iddiasında bulunmuşur. Her kim de ona tabi olur ve iddiasını kabul ederse işte o kimse de, ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, isterse binlerce defa la ilahe illallah’ı söylesin, onu ilah edinmiş ve ibadeti o kimseye yapmıştır.
Allah (c.c)’a gerçek manada teslim olmuş bir müslüman sadece Allah (c.c)’ın kanunlarına boyun eğer, sadece Allah (c.c)’ın kanunlarıyla hükmeder ve sadece Allah (c.c)’ın kanunlarına muhakeme olur. Zira böyle yapmak,(la ilahe ilallah) tevhidinin gereğidir...”(Tefsiru’ddaiye cüz: 6 Maide 44, 45, 47 ayetlerinin tefsiri)