ŞİİLER SADECE TEFERRUATTA DEĞİL , TEMELDE MÜSLÜMANLARA MUHALEFET ETMEKTEDiRLER!

Tusi, Musevi ve Hunsari hem doğru hem de yalan söylüyorlar, İslam mezheplerinin temelde birbirine yakın bazı teferruatta fark bulunduğunu söylerken doğru söylüyorlar. Çünkü temelde birbirine yakın mezhepler arasında yaklaşma ve anlaşma mümkündür. Ama bu yaklaşma ve anlaşma Şiiler'le imkansızdır. Çünkü Şiiler müslümanlara temelde muhalefet etmektedirler.

Şiiler; müslümanlardan Ebu Bekir ve Ömer'e lanet etmedikçe ve Şii olmayan herkesten berî olduğunu ilan etmedikçe razı olmazlar. Onların razı olması için Hz. Osman'ın zevceleri olan Resulullah'ın kızlarına, Peygamber'in methettiği As b. Rabı'e düşman olmak gerekir. Kur'an'ın muharref olduğunu iddia gibi. buna benzer sapık itikadlarına inanmayan ehli beytten dahi.

imam Zeynel abıdin b. Hüseyn b. Ali gibi herkesten müslümanların uzaklaşması lazım ki Şiiler bizden razı olsunlar. Asırlar boyunca her tabakada Kur'an'ın muharref olduğuna inananların bu inancını "Faslul-Hıtab" isimli kitabıyla ortaya koyan Tabersi gibi inanmadıkça Şiiler müslümanlardan razı olmazlar. (Muğire b. Şube'nın kabri yanında Hz. Ali'nin kabri diye bu kitabı yazma cinayetini işlemiştir).

Şiiler kendileriyle anlaşmamız ve bizden razı olmaları için bize Resulullah'ın ashabına lanet etmemizi, kendi dinleri üzere olmayan herkesten hatta Peygamberimiz'in kızlarından ve mübarek neslinden gelenlerden başta da Zeyd b. Zeynelabidin'den teberri etmemizi, onlara düşman olmamızı şart koşuyorlar.

İşte Nusayr Tusi'nin gerçek yönü budur. Onu Seyyid Nimetullah Musevi, Mirza Muhammed Bakır el-Musevi ve el-Hansari el-lsbahani takip etmiştir. Bu akideye, bu inanca takıyye inancını açıklayan veya takıyye inancı arkasına gizlenen hiç bir Şii muhalefet etmemektedir.

Yukarıda hem doğru hem de yalan söylüyorlar demiştik. Doğrularını anlattık. Yalan söylediklerine gelince : Şia'nın dışında kalan taifelerde kurtuluş yolunun şehadeteyni söylemeye bağlı olduğunu iddia etmeleridir.

Eğer onlarda biraz akıl olsaydı şehadeteynın biz de İslama girmenin adı olduğunu harbi de olsa şehadeteyni getirince malını canını koruyacağını, kurtuluşun ise ancak imanla olacağını, imanın da -Ömer b. Abdulaziz'in buyurduğu gibi- farzları, sünnetleri, hududu olduğunu, bunları tamamlayanın imanını tamamlayacağını, tamamlamayanın imanını da tamamlamayacağını bilmeleri gerekirdi.

İddia ettikleri onikinci imamları ise tamamen hayali bir şahıstır. Çocuk bırakmadan vefat eden Hasan el-Askeri'ye nispet ettikleri bir yalandır. Kardeşi Cafer terekesini çocuğu olmadığı halde tasfiye etmiştir. O zaman Alevileri doğdukça kaydeden siciller vardı. Hasan el-Askeri'ye böyle bir çocuk kaydedilmemiştir.

O çağda yaşayan Aleviler de Hasan el-Askeri'nin vefat ettiğinde erkek çocuk bıraktığını bilmiyorlar. Fakat Hasan el-Askeri çocuksuz olarak vefat ettiğinde Imamıyye'nin imamet silsilesi durmuş oldu. Mezheplerinin onun ölümüyle öldüğünü, imamları olmadığı için imamsız kaldıklarını gördüler.