Batı'nın Zulüm Sicili,Çok Büyük

Afrika'da Sergilenen Vahşet Manzaraları 23 Ocak 2001 Salı

Batılılar Afrika kıtasını sömürgeleştirdikten sonra Müslümanları silahtan ve diğer din kardeşlerinin desteğinden mahrum bırakıp onları istedikleri gibi ezip işkenceye maruz bıraktılar. Pek çok Afrika ülkesinde Müslümanları ağır baskılarla dinlerini değiştirmeye zorladılar. Dinlerini değiştirmek istemeyenleri de topluca katlettiler. Zengibar'da 26 bin Müslümanın 23 bini öldürüldü.

Uganda'da Müslümanlar üzerindeki zulüm hıristiyan misyonerlerin Müslüman Uganda krallığına ulaşmalarıyla başladı. Hıristiyan misyonerler bu ülkede birkaç dini savaşa öncülük ettiler. Bu savaşlarda savunmasız binlerce Müslüman topluca katledildi. 20. yüzyılın başlarına doğru da Uganda'da Müslümanlar azınlık durumuna düşürüldüler. Arkasından kurulan sömürgeci yönetim altında İslam dini sürekli küçümsendi, Müslümanlar da sadece bayağı işleri yapmaya layık ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüler. Afrika'nın en eski üniversitelerinden olan Uganda Makarere Üniversitesi 1960'lara kadar sadece bir tek Müslüman öğrenci yetiştirmiştir. Sömürgeci güçler Uganda'dan çekildikten sonra da onların yetiştirmiş olduğu yerli hıristiyanlar Müslümanlara zulmetmeye devam ettiler. Avrupa ülkelerinin hizmetindeki Uganda'nın yerli hıristiyanları sadece 1980-85 yılları arasında 100 bin Ugandalı Müslümanı şehit ettiler. Hıristiyan zulmünden kaçan 400 bin kadar Ugandalı Müslüman da Zaire, Ruanda ve Sudan'daki mülteci kamplarına sığınmak zorunda kaldı. 150 bin kadar Müslüman da Uganda'nın içindeki toplama kamplarına alındı. Uganda'da bu zulümleri işleyen Batılılar ve onların ülke içindeki güdümlüleri, bir yandan da Afrika Müslümanlarını sevimsiz, vahşi ve hor göstermek amacıyla Ugandalılarla ilgili bir sürü yamyam hikayesi uydurarak bunları sahip oldukları iletişim araçları vasıtasıyla bütün dünyaya yaymayı başardılar.

Avrupa ülkeleri Afrika'yı sömürgeleştirdikten sonra çok sayıda Afrikalıyı köle olarak ABD'ye ve Avrupa ülkelerine taşımıştır. Avrupalılar köle ticaretinin durmasından sonra da Afrikalıları asker olarak götürüp çeşitli savaşlarda kullanmışlardı. Sadece Fransa'nın, I. Dünya Savaşı'nda 900 bin Afrikalının ölümüne sebep olduğu kayıtlarda belirtilmektedir. (1)

1830 yılında Cezayir'i işgal eden Fransa 1962 yılına kadar süren 132 yıllık işgal süresince çok sayıda Müslümanı şehit etti. Fransızlar 1830 yılında Cezayir'i işgal ettiklerinde bazı Müslüman mezarlıklarını kazarak buralardaki ölülerin kemiklerini çıkarıp Maltalı bazı tüccarlara sattılar. Tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre Maltalı tacirler insan kemikleri satın alarak gemiyle Marsilya'ya gönderiyorlar ve Marsilya'da bu kemikler şeker rafinerisinde kullanılıyordu.

Fransızlar Cezayir'i işgalleri esnasında verdikleri zayiata karşılık olarak ülkedeki camilerin çoğunu katolik kilisesine çevirdiler. (2) Cezayir'i işgal altında tuttukları süre içerisinde de sürekli Müslümanları katlettiler. Basit sebeplerden dolayı Müslümanları idam ediyorlardı. Sadece 1954-1962 Cezayir Kurtuluş Savaşı süresince şehit edilen Müslüman sayısı 1.5 milyonu buldu. Fransızların 1954-62 savaşında Cezayir'de gerçekleştirdikleri katliam Rusların 1979 işgalinden sonra Afganistan'da gerçekleştirdikleri katliamdan farklı değildir. Fransızlar bu savaşta diğer mücahitler açısından bir tehdit unsuru olsun diye esir ettikleri Cezayirli mücahitleri uçaklardan atıyorlardı. Fransızlar aynı katliamı Tunus ve Fas'ta da gerçekleştirdiler.

Tarihin Şahit Olduğu En Büyük Vahşetlerden Biri: Endülüs Katliamı

Sekiz asır Endülüs'e hükmeden Müslümanlar bu bölgede büyük bir medeniyet oluşturdular. Endülüs Emevi devletinin yıkılmasından sonra burayı işgal eden İspanyollar bölgeye yerleşmiş olan bütün Müslümanları öldürdüler ve Müslümanların kurmuş olduğu pek çok eseri yıktılar.

Balkanlar'da Sergilenen Vahşet Manzaraları

Osmanlıların Balkanlardan çekilmek zorunda kaldığı 1912 yılında Müslümanlar üzerinde baskı ve zulüm de başladı.

1990'da, 400 bin nüfusa sahip Batı Trakya'da yaşayan Müslümanların sayısı 120 bin kadardı. Oysa 1923 senesinde Batı Trakya'da 130 bin Müslüman varken 34 bin Yunan 26 bin Bulgar bulunmaktaydı. Bu durum Yunan yönetiminin yıllardan buyana uygulamakta olduğu nüfus kaydırma politikasının bir neticesidir. Yunanistan son yıllarda da Pontus Rumlarını Batı Trakya'ya yerleştirerek buradaki Müslüman nüfusun genel nüfusa oranını iyice azaltma çabalarının içine girdi. Batı Trakya'nın İskeçe şehrine bağlı Şahin köyündeki bir Yunan askeri birliğinde görev yapan teğmen Zikos Elefterios, Müslümanlara hitaben yaptığı bir konuşmasında, Batı'nın zulüm konusunda gayet rahat hareket edebileceğini dile getirmiş ve şunları söylemişti: "Biz bu topraklarda yalnız Yunan ve Ortodoks olanlara yaşama hakkı vereceğiz. Gerçek bir vatandaş olduğunuzu kanıtlamak istiyorsanız göğüslerinizde birer haç görmek istiyoruz." Bugün Batı Trakya'da ibadete açık cami sayısı 297 kadardır. Batı Trakya'nın Yunan hakimiyetine geçmesinden sonra Müslümanların pek çok camisi hükümet tarafından yıkıldı veya kiliseye yahut müzeye çevrildi. Bazı camiler de düzmece sebeplerle kapalı tutulmaktadır.

Yunanistan'da ülke dışına çıkan Müslümanlar bazen vatandaşlıktan çıkarılıyor. 1955 tarihli ve 3370 sayılı kanunun 19. maddesi aynen şöyledir: "Yunan asıllı olmayan bir Yunan vatandaşı yurt dışına çıktığı zaman onun geri dönmeyeceğine dair Dışişleri bakanlığı yetkililerinde bir kanaat oluşursa o kimse Yunanistan vatandaşlığından çıkarılır." Bu maddeye dayanılarak çok sayıda Müslüman Yunanistan vatandaşlığından çıkarılmıştır. Vatandaşlıktan çıkarılan Müslümanların bütün mal varlıklarına el konulmaktadır.

Batı Trakya'da, Müslüman tüccarlara, avukatlara, Kur'an-ı Kerim öğreticilerine ve diğer meslek sahiplerine çok ağır vergiler konuyor.

Batı Trakya'da bir tek hıristiyan bile bulunmayan köylere kiliseler inşa edilerek Müslümanlar kiliseye gitmeye zorlanmaktadırlar. (3)

Filistin ve Kudüs'te Sergilenen Vahşet

Hıristiyan Avrupalılar Kudüs'ü işgal edebilmek için Müslümanların üzerine sekiz haçlı seferi düzenlemişlerdir. Bu seferlerinde ele geçirdikleri her yeri harabeye çeviriyor, insanlarını kırıp geçiriyorlardı. Haçlılar ilk seferlerinde Kudüs'ü ele geçiremeyince kendilerinin günahlarının çok olması sebebiyle bunu başaramadıkları kanaati ile dördüncü seferlerinden sonra bir çocuk ordusu oluşturdular. Kudüs'ü işgal etmeleri üzere oluşturulan çocuk ordusuna alınan kırk bin çocuğun çoğu yolda soğuktan veya yorgunluktan öldü ve Akdeniz sahiline ancak altı bin çocuk inebildi. Bunları da İtalyan gemiciler kiliselerden almış oldukları peşin paralarla gemilerine aldılar. Kudüs'e götürdüklerini söyleyerek açık denize çıkardılar ve daha sonra gemilerin altlarını delerek hepsini denize döktüler. Böylece Kudüs'ün işgali emeli ile kırk bin Avrupalı çocuk kiliselerin öncülüğünü yaptığı bir organizasyonda telef edildi. (4)

M. 1099 yılında Kudüs'ü işgal eden haçlılar Mescid-i Aksa çevresinde yetmiş bin Müslümanı şehit ettiler. Meydana gelen kan gölünde haçlıların atlarının dizlerine kadar kana gömüldükleri yine katliama şahit olmuş hıristiyanların kumandanlarının hatıralarında zikredilmektedir. Kudüs işgaline katılan haçlı kumandanların hatıralarında yazılanlara göre, Kudüs sokaklarında akan kanlar atlarıyla gezenlerin üzerlerine sıçrıyordu. Gündüz katliam gerçekleştiren haçlı askerleri akşam kiliseye giderek zaferlerini (!) kutladılar. Kudüs işgali sırasında öldürülen Müslümanların cesetlerini haçlılar üst üste koyarak piramitler oluşturmuş ve bu halde yakmışlardı. Katliamda sadece Müslümanlar değil yahudiler de öldürüldü. Kudüs öncesinde Kudüs'te ikamet eden Müslüman ve yahudilerden 1099 katliamından sağ çıkan olmadı.

ABD'nin eski dışişleri bakan vekili Georges Bale, İsrail'in arkasında ABD'nin olduğunu ve İsrail'in Filistinlilere yönelik zulmünü işleyebilmek için ABD'den korkunç derecede yardım aldığını bildirdi. Georges Town Üniversitesi'nde Amerika'daki Arap Mezunlar Cemiyeti'nin düzenlediği "40 Yıl Sonra Filistin ve İsrail" konulu bir seminerde konuşan Georges Bale, ABD'nin Filistinlilere kabul ettirmeye çalıştığı barış planlarının da İsrail'i korumayı amaçladığını söyledi. Bale, ABD'nin Birleşmiş Milletler teşkilatı kanalıyla da İsrail'i korumaya çalıştığını ifade ederek ABD'nin o ana kadar BM'de kullandığı 20 vetodan 16'sının İsrail için olduğuna dikkat çekti.

Kızılderililere Karşı Sergilenen Vahşet

Kızılderililer Amerika'nın yerlileridirler. Ancak bugün Amerika kıtasında çok az Kızılderili mevcuttur. Çünkü bunlar ciddi bir soykırımı ile karşı karşıya gelmişlerdir. Bu soykırımında milyonlarca Kızılderili yok edilmiştir. Avrupa'nın ünlü seyyahlarından ve Amerika kıtasının kaşifi olarak bilinen Kristof Kolomb'un bu kıtaya girmesi ile birlikte Kızılderili katliamı başladı. Kristof Kolomb'un askerleri 12 Ekim 1492 tarihinde Guanahani sahillerine çıktıktan kısa bir süre sonra vahşi canavarlar gibi Kızılderililere saldırmaya başladılar. O zamanlar yakalanan bir Kızılderili ya öldürülüyor, ya köle olarak satılması üzere Avrupa'ya gönderiliyor veya prangaya vurularak oldukça ağır işlerde çalıştırılıyordu. Kristof Kolomb, İspanya kralına Eylül 1498'de gönderdiği bir mektubunda aynen şöyle diyordu: "Buradan satılabildiği kadar çok köle gönderebiliriz." Almanya'da yayınlanan PM dergisinin Kızılderililerle ilgili bir araştırmasında, bugünkü metotlarla nüfus sayısını hesap eden tarihçilerin tüm dünyada 1500 yılında 400 milyon insanın yaşadığını ve bunun beşte birinin Amerika'da hayat sürdüklerini tespit ettiklerine dikkat çekilerek, 1550 yılında Amerika kıtasında sadece on milyon insanın geriye kaldığı belirtiliyor. Yani 80 milyon Kızılderili'den 70 milyonu ya öldürülmek veya köle olarak satılmak suretiyle Amerika'dan silinmişti. Avrupalılar bir yandan Amerikalı Kızılderilileri köle olarak satmak üzere gemilerle Avrupa'ya taşırlarken bir yandan da Afrikalıları aynı amaçla Amerika'ya taşıyorlardı.

Avrupalıların Amerika kıtasını keşfetmelerinden sonra milyonlarca yerli Meksikalı kasıtlı olarak açlık ve salgın hastalıklar yoluyla ölüme terk edildi. Bu durum karşısında İspanyollar: "İnançsızları cezalandırmak için Tanrı'nın gönderdiği hastalıkla mücadele edilmez" demişlerdi.

Bu olaylar üzerinde düşününce insan, 1992 yılında yüz binlerce Somalilinin açlıktan ölüme terk edilmesi olayını daha iyi anlayabiliyor. Evet, aradan asırlar geçtikten sonra aynı Batı, yüz binlerce Somalili insanı açlık yüzünden ölmekten kurtarmaya yetecek 23 milyon dolar yardımı yapmayarak ölüme terk etti. Demek ki Batı, Ortaçağ'daki anlayış ve politikasını aynen devam ettiriyordu. Biz yine Kızılderililerin topluca katledilmeleri konusuna dönelim:

1523'de Meksika'ya inen papaz Motolinia şöyle diyor: "Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. Eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı."

Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra halinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu. Bir hakim de, İspanyol sömürgecilerin su kıtlığında bahçe ve tarlalarını Kızılderililerin kanları ile sulamaları talebinde bulunmuştu. Bütün bu gerçekler pek çok tarihçi tarafından dile getirilmiş gerçeklerdir. (5)

Irak'ta Sergilenen Vahşet

İngiliz Channel 4 televizyonu yayınladığı bir programında gizli belgelere dayanarak İngiliz Hava Kuvvetleri'nin 1920-30 yılları arasında Irak'ta Kürt köylerine yaptıkları saldırılarda binlerce sivili öldürdüklerini bildirdi. Saldırıların gerçekleştirildiği tarihlerde İngiliz Hava Kuvvetleri 30. Filo komutanlığı yapmış olan M. Gale programda yaptığı konuşmada "Kürtlerin uygar yaşam biçimi konusunda bizi örnek almamaları durumunda onları yola getirmemiz gerekiyordu. Bunu da bombalar ve silahlarla yapıyorduk" diye söyledi.

ABD'ye ve Avrupa ülkelerine hükmeden zihniyetin bugün hala değişmediğini Irak halkının halen karşı karşıya olduğu problemler bize ispat ediyor. Saddam bahane edilerek Irak halkına karşı sergilenen vahşet yüzünden yüz binlerce çocuk hayatını kaybetmiştir. Savunmasız Irak halkının üzerine bugün hala zaman zaman bombalar yağdırılması Batı'daki zihniyetin değişmediğini belgelemektedir.

Sırp Canileri Batı Cesaretlendirdi

Gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından beslenen Sırpların 1992 yılında Bosna-Hersek'te gerçekleştirdikleri katliam Batı'nın gerçek yüzünü ortaya koydu. Dünya Bosna-Hersek'teki katliamın durdurulması için ABD başta olmak üzere bütün Batı ülkelerinin Sırplara baskı yapmalarını beklerken Batı göstermelik birkaç siyasi girişimin dışında hiçbir şey yapmadı. Aslında bu siyasi girişimler de sadece zahiratı kurtarmayı amaçlıyordu, işin gerçeğinde ise Sırplar Batılılar tarafından Müslümanları katletmeye teşvik ediliyorlardı. Kuveyt'teki çıkarlarının tehlikeye girmesinden dolayı bütün dünyayı ayağa kaldıran ABD, şartlarının ve imkanlarının Sırplara karşı fiili bir harekette bulunmaya müsait olmadığını söyledi. Batılıların bu tutumu onların Müslümanlar karşısındaki haçlı ruhlarını ve Ortaçağ anlayışlarını kaybetmediklerini gösteriyordu. Batı ülkeleri Bosna-Hersek Müslümanlarına yardım olarak gönderdiklerini ileri sürdükleri gıda malzemelerini ve ilaçları da Sırp milislerinin ellerine teslim ediyorlardı. Bosna-Hersek'teki Müslüman mücahitlerin liderlerinin: "Biz Batılıların yardım malzemelerini ancak ele geçirdiğimiz Sırp karargahlarında görebiliyoruz" şeklindeki açıklamaları Batılıların asıl kimlere yardım ettiklerini açıkça gösteriyordu. Sırplar Balkanlar'da 1944 yılında gerçekleştirdikleri katliamda da Batı Avrupalı güçler tarafından korunmuş ve desteklenmişlerdi. Bazı kaynaklarda 1944 katliamında kilise papazlarının Sırpları Müslümanları öldürmeye teşvik ettiklerine dikkat çekilmektedir.

ABD Tarihi Zulüm ve Vahşetle Dolu

Uluslararası Af Örgütü genel sekreteri İan Martin bir açıklamasında ABD'nin bütün dünyada kendini insan hakları savunucusu olarak göstermesine rağmen kendi uygulamalarında insan haklarını hiç gözetmediğine dikkat çekti. İan Martin, bu ülkede polislerin tutuklulara işkence etmelerini, bazı eyaletlerinde uygulanan ölüm cezalarını ve siyasi baskıdan kaçan bazı mültecileri zorla ülkelerine geri göndermesini ABD ile ilgili iddialarına gerekçe olarak gösterdi. Martin açıklamasında 27 Haitilinin siyasi ve hayati tehdit altında olmalarına rağmen ABD yönetimi tarafından zorla ülkelerine geri gönderildiklerini ifade etti.

· Torontolu araştırmacı James Bacque, Amerikan ordusunun kaynak ve arşivlerine dayanan bir araştırmasında 1945-46 yıllarında Amerikan ordusunun açtığı esir kamplarında 1 milyon Alman askerinin kasten açlığa mahkum edilerek öldürüldüğünü ortaya çıkardı.

· ABD yönetiminin Wietnam savaşı başta olmak üzere son yüzyıl içerisinde girdiği savaşlarda çoğunlukla yoksul tabakaya mensup olanları ve zencileri savaştırdığına çeşitli yayın organlarında dikkat çekilmiştir.

· ABD eski adalet bakanlarından Ramsey Clark'ın öncülüğünde Körfez Savaşı'nda izlenen tutumu ve gerçekleştirilen insanlık dışı uygulamaları soruşturmak üzere oluşturulan Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi uzun süren araştırmaları sonunda hazırladığı raporlarda şunlara dikkat çekiyordu: "Körfez savaşı sırasında ABD ve müttefikleri Irak'a Hiroşimaya atılan atom bombasının yedi katı değerinde bomba attılar. Bunlardan sadece % 7'sinin belli bir hedefi vardı. Atılan bombaların % 60'ı doğrudan sivil halkı hedef aldı. Bu savaşta nükleer savaş başlığı dışında her türlü silah kullanıldı. Bombalamalar sonucunda Irak'ta 51 cami, 28 hastane 687 okul imha edildi. Savaşın sonuçları nedeniyle kötü beslenme yüzünden 45 bin Iraklı çocuk öldü". Ramsey Clark'ın öncülüğündeki Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi, raporunu 30 ayrı ülkede bir yıl kadar süren inceleme ve araştırmalar sonucunda hazırlamıştı. Raporda başta ABD başkanı George Bush olmak üzere, ABD yönetiminin bütün üst düzey yetkililerinin dünya barışına ve insanlığa karşı ağır suçlar işledikleri dile getirildi. Raporda, ABD başkanı George Bush'un Körfez savaşı ile ilgili olarak 19 ayrı suçu işlemekten sorumlu olduğuna işaret edildi.

Sonuç

Başta da belirttiğimiz üzere bunlar Batı'nın "zulüm sicili"nden birkaç örnek. Ancak bu örnekler Batı'nın insana ne kadar değer verdiğini bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Burada dikkat etmemiz gereken bir nokta var: Batı'nın zulüm ve baskı anlayışı Ortaçağ'dan buyana hiç değişmemiştir. Çünkü Batılıların son yüzyılda açtıkları savaş ve öldürdükleri insan sayısı Ortaçağ'da herhangi bir yüzyılda öldürmüş oldukları insan sayısından daha az değildir. Yine son yüzyılda mazlum insanlara karşı izledikleri politika Ortaçağ Batılılarının izlemiş oldukları politikalardan farklı değildir. Körfez Savaşı, Bosna-Hersek'teki Sırp katliamına göz yumulması, hatta Sırpların Müslümanları katletmek için teşvik edilmeleri ve Somali insanlarının kasıtlı olarak açlığa terk edilmeleri bu gerçeği ortaya koyuyor.

Başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri bugün "insan hakları" davasının sahibi olarak görünmeye gayret etmekte ve adeta kendilerini "insan hakları"nın resmi murakıbı olarak göstermeye çalışmaktadırlar. (6) Oysa yukarıdaki bilgiler Batılıların atalarından devralmış oldukları ve bugün hala ayakta tuttukları bu anlayışla "insan hakları"ndan söz etmeye haklarının olmadığını gösteriyor.

Dipnotlar:

1. M. Hilmi Gül, Afrika-Batı ve İslam, İslam, Nisan 1985, sh. 23

2.Bkz.B.G. Martin, Afrika'da Sufi Direniş, (Çeviren: Fatih Tatlılıoğlu), İnsan yayınları, İstanbul, 1988, sh.71

3. Batı Trakya'da Yılların Kıyımı, Altınoluk, Şubat 1990, sh.39; M. Ahmet Varol, İslam Dünyasından Kesitler, C.I, sh. 31-35

4.Bkz. Nezih Uzel, Dokuz Yüz Yıllık Kin, Zaman, 1 Haziran 1992

5.Muhammed Mertek, 70 Milyon İnsanın Yası, Zaman, 25 Ocak 1992

6.ABD'nin son yüzyıl içinde gerçekleştirmiş olduğu katliamlar ve uluslararası terörde oynadığı rol hakkında bkz. Noam Chomsky, ABD Terörü, (Çeviren:Taha Cevdet), Pınar Yayınları, İstanbul, 1991