Fatiha

FATİHA VE AHLAK

Her konunun temelinde Fâtiha vardır. Ancak ahlâk, tümüyle Fâtiha'dır. Onun dışındaki kalıplar, abes ahlak kavramları olduğu için değişmeye ve yok olmaya mahkumdur.

Fâtiha, özünde Ahlâk-ı Muhammedî'yi temsil etmektedir. «Sonsuz Nur» da Fâtiha'nın Ahlâk-ı Muhammedî açısından geniş bir yorumunu vermîştim. Burada ise Fâtiha yorumu içinde ahlâkın temel ilkelerini özetleyeceğim.

Ahlâkın birinci ilkesi: Fâtiha'nın temel kuralıdır, Yani, ahlâk; Allah'ın Rabbi'l-Âlemîn sırrında, O'nun san'atının yüceliğini bilerek O'na hamd etme san'atıdır. Eğer ahlâkın temelinde bu hamd olmazsa ahlâk yok demektir. Öyle ya! Şânı, yüceliği apaçık ortada olan yüce Tanrı'ya hamd etmeyen de ahlâk olur mu? Onda gördüğümüz birtakım meziyet kırıntıları mukavvadan madalyalar gibidir.

Fâtiha'nın emrettiği ahlâk ilkesinin ikinci maddesi, birinci âyetteki Rab sıfatı ile yakından ilgilidir.

Şöyle ki, bir kimse, Allah'a hamd etmesini öğrenirse; Allah, o kimseye âlemlerin sırrını ve koskoca âlemin her bir ünitesine karşı saygılı olmayı Rab sıfatı ile öğretir. Bu bir ilimdir. Allah bir şahsa gerçek ilmi Rab sıfatından vermişse, o kimse ahlâkın ikinci maddesi olan; evrene, onun yaratıcısına ve çevresindeki varlıklara karşı saygılı olur.

Bu iki maddeden alarak bir ahlâk kavramı getirmek istersek; ahlâk, Tanrı'nın evrenlere bir san'at şaheseri şeklinde işlenmiş hikmetlerinin tümünü görüp, sezip, O'na hamd etmek ve de tüm varlıklara karşı saygılı olmaktır.

İkinci âyet ahlâkın tarzını getirmektedir. Şöyle ki; ahlâkın temeli mutlaka sevgiye dayanmalıdır. Herkesi, her varlığı, Rahmân sırrı içinde sevmekle yükümlüyüz. Ve güzel ahlâklıları, yücelmişleri de daha farklı sevgi sırrı içinde sevmeliyiz.

Ahlâkın üçüncü maddesi olan mahşer inancı; din günü kavramı ile, insanlığın yeryüzüne geldiğinden bu yana ayakta kalmasının temel ilkelerinden birisidir. Fâtiha'da emredilen din günü hesaplaşması, insanların saygı göstermesi lazım gelen en kesin gerçektir. Buna inancını kaybeden büyük insan topluluklarının; nasıl dünyayı ateşe verdiklerini görüyoruz ve daha da daha da göreceğiz.

Bu üç kurala bağlanmış olan ahlakın, fiili, yani uygulamadaki halini tarife gelince; tek cümle ile ifade edilebilir. Yalnız Allah'a kul olmak ve yalnız O’ndan yardım dilemek.

Yalnız Allah’a kul olmayı İslâm yüceleri bağımsızlığın ideal şekli olarak tarif ederler. Çünkü yalnız Allah’a kul olan; hiçbir şer karşısında boyun eğmez…

Bu pervâsızlığı, onun, Allah sevgisi, kul sevgi ve saygısı ile sınırlı olduğu için bir isyanı temsil etmemektedir.

Allah önünde eğilen başlar tüm menfaatler karşısında dimdik olmalıdır.

İslam iman yasasının önemli maddelerinden biri; yalanın iman ile bağdaşmayacağı gerçeğidir. Yalan, etraftaki şer kuvvetlere verilmiş bir korku tavizidir. Müslüman ise yalnız Allah'a kulluk etmek ilkesinden giderek yalan mefhumunu gönlünden çıkarmıştır.

Herhangi bir çıkar beklemek söz konusu değildir. Çünkü her istianeyi Allah'tan bilen insan için; Allah'tan yardım dilemenin en önemli sırrı evvela kendinin bu yardıma inanç ve güvencidir. Hazreti İbrahim'i, Nemrud tüm maddesel gücünü bir araya getirerek yakma hazırlıklarına girdiği zaman; Hazreti İbrahim en ufak bir telaşta değildi. Çünkü istianeyi Rabbinden yapmaktaydı. Bu nedenledir ki, Fâtiha ahlâkı içinde manevi kudretin her an maddî kudretleri yeneceğine iman şartı vardır. Hatır için Allah'a güvenmek değil; O'nun sonsuz gücünü bilerek, hissederek, inanarak, O'ndan istemek bir Fâtiha ahlâkı kaidesidir.

Nitekim namazlarda Hazretî İbrahim'e salâvat getirmemizin sebebi bu İnancından güç alarak Nemrud'u perişan etmesindendir.

Fâtiha'nın ahlâk kavramı, aşağı yukarı âyetlerin genel kavramlarına uyar. Ancak bunları bir kez daha özetlemek istiyorum.

1) İman, dolayısıyla hamdetmek.

2) Sevgi ve merhamet sahibi olmak.

3) Her hareketinden sorumlu olduğunu bilmek ve mahşerde hesap vereceğini hatırlamak.

4) Yalnız Allah'a kulluk etmek.

5) Yalnız Allah'tan yardım dilemek.

6) Temelden Efendimizin davranışlarını izleyerek sırât-ı müstakîm'den uzak düşmemek. Sırât-ı müstakîm, bir çoklarının sandığı gibi her türlü davranışın orta yolu demek değildir. Sırasında en şiddetli cesaret, sırasında teenni ve tedbirli olmak gibi her olayda ayrı bir uyumu, fakat en doğruyu seçmektir.

7) Yanılmışlar ve nasipsizlerin davranış, telkin ve yaşantıları içinde bulunmak zorunda ise onların yaşantısına uymamak.