İbn Teymiye tasavvufun amansız bir hasmı olarak bilinir. Lâkin bu görüş son derece hatalıdır. Zira o gerçek İslâm tasavvufunu sadece tasvip etmekle kalmamış, tersine onu incelemiş, tahlil ve izah etmiş, sonra da bu hayatı bizzat yaşamak için bütün gücünü harcamıştır. Şu halde onu hakikî bir zâhid ve arif olarak kabul etmemek için hiç bir sebep yoktur. Hiç değilse o, evliya tabakat kitaplarında bahis konusu edilen şahısların pek çoğundan daha âbid, daha zâhid ve daha arif olduğundan, keramet ve keşfe inanan, hattâ bizzat kendisinin de keramet ve keşf sahibi olduğuna îtikad edilen bu büyük insanı evliyadan saymamak haksızlık olur. Zira onun nascılığı kuru ve katı bir nakilcilikten ibaret değildir. Nasların zahirî mânasını esas ve hareket noktası olarak kabul etmekle beraber o, bu nasların mânasını ve ruhunu, yani bâtınını, ucu bucağı olmayan bir mâna ummanı olarak görmüştür. Bu suretle zahirî hükümlere sürekli bir canlılık kazandırmıştı.
Her şeyden evvel İbn Teymiye ilk sûfîleri ve onların anladığı tasavvufu esas itibariyle kabul etmekte, ancak şeriate uymadığına inandığı bazı sözlerini tenkid etmektedir. İlk sûfîlerin tasavvufî fikirlerinden hem kendi düşünce sistemini ve yaşama tarzını zenginleştirmek, hem de hulûlcu ve ittihada mutasavvıfları reddetmek için faydalanmaktadır.
İbn Teymiye pek çok mutasavvıfa nasip olmayacak kadar fazla sayıda tasavvufa dair eserler yazmıştır. Bu eserlerin bir kısmı doğrudan, bir kısmı dolaylı olarak tasavvuftan bahseder. Bunlardan bazıları: es-Sûfiyye - ve'l-Fukara, Mısır, ts. el-İstikamet, 1-2. Riyad, 1982. et-Tuhfetu'l-Irakiyye fi'l-a'mâli'l-Kalbiyy.e, Kelimatun muhtasara fî a'mâli'l-Kulûb, kaidetun fi'l-muhabbet, Risâletu'n fî emrâzi'l-kulûb, el-Furkan beyne evliyai'r-Rahman ve evliyai'ş-şeytan, cevâmiu'l-kelimi't-tayyib fi'l-edniye ve'l-ezkâr.
Bundan başka İbn Teymiye'nin bir kısım risaleleri tasavvufun bazı hususî konularına tahsis edilmiştir: Risaletu'l-ubudiyyet, Kaide fî isbât-ı kerâmâtı'l-evliyâ, Kaide fi's-Sabr ve'ş-Şükr, Kaidetu fi'l-İhlâs ve't-Tevekkül... ilh... Hakîkatu's-Salât, Hakîkatu's-Savm... gibi risalelerde ise ibadetlerin manevî ve sırrî hikmetleri üzerinde durulmaktadır. Bazı büyük mutasavvıfların eserlerini takdir ederek şerh etmiştir: Şerhu kelimât min Fütûhı'l-Gayb. Aşırı mutasavvıfları red için yazılan risalelerde tasavvufun gerçek mahiyeti ortaya konulmuştur. Misal: Hakikatu mezhebi'l-İttihâdiy-in. Bütün bu hususlarda İbn Teymiye'yi en başarılı bir şekilde takip eden talebesi İbn Kayyım olmuştur. İbn Teymiye başta makam, hal, sülük, fena gibi tabirler olmak üzere pek çok tasavvuf ıstılahını kendisi de kullanmış, hattâ bunlardan bazılarını izah etmek için risaleler bile yazmıştır.
İbn Teymiye tasavvufa dair eserler yazmakla kalmamış, hem ıssız ve sessiz yerlerde halvete çekilerek manevî âlemin esrarına vakıf olmak için derin düşüncelere dalmış, hem de İslâm tasavvufunun bütün unsurlarını uygulama alanına koymuş, bu hayatı fiilen yaşamış, tadarak ve tecrübe ederek öğrenmişti. Onun yirmi dört saati düzenli ve sürekli bir şekilde tefekkür ve ibadetle geçerdi. Ders ve fetva verme işine bir ibadet vecdiyle kendini verirdi. Sahih olduğuna inandığı her hadîsle behemehal amel ederdi (İbn Teymiye'nin tasavvufu için bk; et-Tasavvuf fî tûrâsî İbn Teymiye, T. Mahmud Sa'd, Mısır, 1984, el-Felsefetü's-Sûfiyye Fi'1-İslâm, Abdülkadir Mah-mud, Kahire, 1967.).
İbn Teymiye, Hallaç tarzı tasavvufu hulûlcu diye, İbn Arabî tarzı tasavvufu da ittihada diye vasıflandırarak reddetmiş, ricâlü'l-gaybe, şeyhlerden imdat istemeye, yatırlardan medet ummaya karşı çıkmış, bir takım âdâb, erkân ve ıstılahlara dayanan, tarikat ve tekke tasavvufunu hiç bir şekilde kabul etmemiştir. Son dönemlerde daha ziyade bu türden bir tasavvuf yaygın olduğundan bu çeşit tasavvufa karşı olan İbn Teymiye'nin tasavvufa tümüyle ve kökten karşı olduğu sanılmıştır. Halbuki selef tarzı tasavvufun en büyük mimarıdır. Sadece zahirî hükümleri değil, aynı zamanda bâtınî hükümleri de ihya için çalışmıştı.
Unutmamak lâzımdır ki İbn Teymiye nazarında vahdet-i vücut, küfür, onu te'sis eden İbn Arabî de kâfirdir. Nitekim Hallaç zındık ve mülhiddir. Yaptığı iş şarlatanlık ve hokkabazlıktır. İbn Teymiye Şam'da Rıfaîlerle, Mısır'da vahdet-i vücutçular ve Atâullah İskenderî taraftarlarıyla çatışmıştı. H. 705'de Rıfaîlerin keramet gösterilerini gözbağcılık olarak vasıflandıran İbn Teymiye onların sahtekâr olduğunu söyleyince saltanat naibine şikâyet edilmiştir. Mısır'da yakından tanıma fırsatı bulduğu İbn Arabî ve İbn Fârız'ın fikirlerini dinden sapma saymıştır (İbn Abdülhâdi, 131, 176.). Fakat İbn Teymiye en çok istiğase, tevessül, şefaat, kabir ziyareti ve yatırların takdis edilmeleri konusunda mutasavvıflarla çatışmış, bu husustaki fikirleri kendisinden sonra zaman zaman bazı hâdiselere sebep olmuş daha sonha Vehhabî hareketinin doğuşuna yol açan âmillerden biri olmuştur. Bugün de güncelliğini muhafaza eden bu hususların kısa izahı şöyledir:
İbn Teymiye her hususta tevhidi esas kabul ediyor ve bunu biri, rububiyet, diğeri ulûhiyet tevhidi olmak üzere ikiye ayırıyordu. Âlemin yaratıcısı olarak bir tek Allah'ı kabul etmek rububiyet tevhididir. Bu tevhidi İslâm öncesi putperest Araplar da bilmekteydi. Bu tevhid İslâmda da vardır. Yalnız İslâmın özelliğini teşkil eden esas tevhid ulûhiyet tevhididir. Bu, sadece ve sadece bir tek Allah'a ibadet etme ve sırf ondan yardım isteme mânasına gelir. Putlara tapan ve onları kendileriyle Allah arasında aracı (vesile - şefaatçi) sayan cahiliye Arapları bu tevhidi kabul etmediklerinden müşrik ve kâfir sayılmışlardı. Bu açıdan bakılınca yatır ve türbeleri ziyaret edip buralarda namaz kılma, adaklar adama; kurbanlar kesme ve mezarlarda gömülü bulunan ermişlerden yardım isteme ve meded umma ulûhiyet tevhidine zıt düşer. Bu tutum Fatiha süresindeki «Sadece Şana ibadet eder, sadece senden yardım isteriz» ilkesine tamamiyle aykırıdır. Allah nezdinde putların aracı kabul edilip onlara ibadet ve onlardan yardım istemekle ermişlerin şefaatçi kabul edilerek türbelerinde ibadet etmek ve ruhlarından yardım istemek (İstimdad, istiğase, istişfa, tevessül) arasında esas itibariyle bir fark yoktur.
İbn Teymiye Allah'tan istenecek olan şeylerin yatırlardan ve ermişlerden istendiğini, Allah'a takdim edilmesi gereken kurbanların ve benzeri hususların türbelere ve velîlere takdim edildiğini görmüş! bunu hem İslâmî tevhide, hem de müslümanların kendilerine güven duymaları esasına aykırı bulmuş, bu yüzden bâtıl inanç, hurafe ve bid'at saydığı bu türlü hareketlere karşı amansız bir mücadeleye girişmişti. Zira o bunu İslama hayatiyet kazandırmanın ilk ve vazgeçilmez şartı saymıştı. Gerçi bahsedilen hususlarda kelâmçılar, kadılar, fakîhler ve müftüler de aşağı yukarı İbn Teymiye gibi düşünüyor ve tasavvuf mensuplarının bahsedilen hallerini asla caiz görmüyordu. Ama bu gibi hususları umumiyetle küfür ve şirk de saymıyorlardı. Fakih ve kadıların bu konularda İbn Teymiye'ye fazla itiraz etmemeleri gerekirdi. Ama daha evvel Allah'ın sıfatları mes'elesinde onlarla çatışan İbn Teymiye bu sefer de tasavvuf ve tarikat ehliyle çatışınca, bahsedilen hususlarda yardımları umulan fakih ve kadılar ekseriya kendisini yalnız bıraktılar. Bazıları ise durumu istismar ederek aleyhinde bulundular.
İbn Teymiye esas itibariyle kabir ziyaretine muhalif değildi. Müslümanların kabirlerini ziyaret bir yana, kâfirlerin kabirlerini ziyaret etmenin bile caiz olduğu kanaatındadır. Önemli olan kabir ziyareti değil, bu ziyaretin maksadı ve gayesidir. Ona göre:
a) ibret almak ve kalb yumuşatmak gayesiyle müslim-gayr-i müslim ayırımı yapmaksızın herkesin kabri ziyaret edilebilir.
b) Dua etmek, ruhlarına rahmet okumak ve selâm vermek maksadıyla sadece mü'min ve müslümanların kabirleri ziyaret edilir ve bu ziyaret sadece caiz değil, bunun da ötesinde menduptur. Lâkin bu türlü kabir ziyaretleri için sefere çıkmak ve uzun mesafeler kat'etmek (şedd-i rahl) caiz değildir.
c) Kabirde gömülü bulunan nebî ve velîlerden yardım istemek, dileklerin kabul edilmesi için onların ruhlarını Allah nezdinde aracı (vesile -şefî') kılmak, bu maksatla kabirlerinin bulunduğu yerlerde kurbanlar kesmek, namaz kılmak ve sadaka dağıtmak kesinlikle ve hiç bir şekilde caiz değildir. Bu türlü ziyaretler İslâmda yoktur. Bunlar bid'at ve dalâlettir, küfür ve şirktir. Ziyaretin ilk iki şekli şer'î, son şekli bid'at dir.
İbn Teymiye'nin hâlâ tartışma konusu görüşü, ziyaretin son şekliyle ilgilidir. O bu hususta «Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksa hariç hiç bir cami ve mescid için sefere çıkılmaz (şedd-i rahl edilmez)» mealindeki hadîsi hareket noktası kabul eder (Buhârî Fadlu's-salâti'l-, Müslim, Hac, 95.). Burada mescid, cami ile kabir arasında sıkı bir bağ vardır. Umumiyetle velî ve nebîlerin mezarları üzerine türbe, yanlarına da mescid ve cami yapıldığından halk buraları ziyaret edip dileklerin kabulünü te'min maksadıyla oralarda ibadet etmek için uzak yerlerden sefere çıkarlar. Onun için her mescidde ve camide yatır yoksa da yatır bulunan her yerde mutlaka ya mescid veya cami -vardır. İbn Teymiye, ermişlerin ve Allah'ın sevgilisi kullarının kabirlerinin bulunduğu yerlerin mâbed ve ibadethane haline getirilmesine şiddetle ve ısrarla karşı çıkmıştır. Hz. Peygamber vefat ânında «Allah yahudi ve hıristiyanlara lanet etsin. Nebîlerinin kabirlerini mescid ve mâbed haline getirmişlerdir» (Buhârî, Cenâiz, 62, Müslim, Mesâcid, 3.). «Nebîlerinin kabirlerini, ibadetgâh haline getiren yahudi ve hıristiyanları Allah kahretsin» (Buhârî, Salât, 55, Müslim, Mesâcid, 3.), buyurmuştur. Hz. Âişe şayet Hz. Peygamberin kabrinin mescid ve mâbed haline getirilmesi korkusu olmasaydı o hücreye değil, kabristanda açık arazide toprağa verilirdi, demiştir. İşte İbn Teymiye'nin dayandığı deliller bunlardır. Bu yüzdendir ki o Hz. Peygamberinki de dahil olmak üzere hiç bir nebînin ve velînin kabrinin üç mescidin dışında kalan her hangi bir caminin ziyaret edilmesi için sefere çıkılmasını caiz görmemiştir. Hz. Peygamberi de bu yasağın içine alması sûfîler kadar kadı ve müftüleri de öfkelendirmişti. İbn Teymiye «Benim Allah katında muazzam bir itibarım var, ondan bir şey istediğinizde itibarımı vasıta kılarak isteyiniz», «Beni ölümümden sonra ziyaret edenin hali hayatımda ziyaret eden gibidir», «Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur», «İmkân varken kabrimi ziyaret etmeyen bana işkence etmiş olur», şeklinde rivayet edilen hadîslerin sahîh olmadığı, bunları mezarcıların, yatırcıların, türbecilerin ve râfızîlerin uydurdukları kanaatındadır (Bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 11, 251.).
İbn Teymiye sahih nasların el verdiği nisbette mes'elelere köklü çözümler arayan bir düşünce yapısına sahipti. Ona göre bir kere Hz, Peygamberin kabrini ziyaret için sefer yapmaya ruhsat verilirse sonra öbür peygamberler de ona kıyas edilerek aynı ruhsat onlara da verilirdi. Daha sonra ermişler (sulehâ - evliya) de peygambere, kıyas edilerek onların kabirlerini ziyaret için de ruhsat verilirdi. Hangi peygamberin nerede yattığı veya kimin ermiş kişi olduğu bilinemiyeceğinden yatırcılık ve türbecilik başını alır gider, bunun önüne geçmek mümkün olmaz, iyisi mi işi kökten halletmek için Hz. Peygamber de dahil olmak üzere hiçbir nebî ve velînin kabrini ziyaret etmek için sefere çıkılamaz, demek lâzımdır. Medine'deki Mescid-i Nebî'yi ziyaret için çok uzak yerlerden bile sefere çıkmak caiz ve hattâ bu sefer sevap ve ibadettir. Mescid-i Nebî'yi ziyarete gelenlerin bu vesileyle Hz. Peygamberin kabrini hattâ Küba Mescidini ziyaret etmeleri de sevap ve ibadettir. Bu yüzden Hz. Peygamberin kabrini ziyaret için sefere çıkılmaz, demek fiilen Hz. Peygamberin kabrinin ziyaret edilmemesini gerektirmez.
İbn Teymiye'nin Hz. Peygamberin ruhundan medet ummak ve kabrini ziyaret için sefere çıkmak caiz değildir, demesi kendi düşüncesi açısından son derece mâkul ve yerinde bir fikirdir. Bunda herhangi bir aşırılık ve şiddet de yoktur. Hattâ bu türlü hususları bid'at saymasını da anlayışla karşılamak icabeder. Zira çeşitli vesilelerle Mescid-i Nebî'yi ziyaret eden sahabe ve tabiînin bu vesileyle Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret etmeyi âdet haline getirdikleri bilinmekteyse de sırf Hz. Peygamberin ziyareti için uzak yerlerden sefere çıkıp yolculuk yaptıkları bilinmemektedir.
Yatırlardan medet ummak maksadıyla türbelerin ziyaret edilmesini bid'at sayan İbn Teymiye'nin yerden göğe kadar hakkı vardır. Ancak bunu sapıklık, küfür ve şirk sayması, hattâ bununla bile yetinmeyerek bu tür işlere tevessül edenleri mürted sayıp katledilmelerini bile caiz görmesi (İbn Teymiye, Kaidetün Celile, Kahire, 1374, 26. Ebu Zehra, İbn Teymiye), hiç şüphe yok ki sakınılması gereken bir aşırılıktır. Geniş halk kitlelerinin dinî geleneklere uyup, yaptıkları bu tür işleri şirk ve küfür saymak hatâdır. Kaldı ki bu tür hususların caiz olduğu yolunda halka fetva veren fakîhler ve mutasavvıflar mevcuttur.
İbn Teymiye'nin istiğase ve kabir ziyareti hakkındaki görüşleri baştan beri sert tepkilere yol açmıştır. Tuhaftır ki bu hususta ona ilk defa reddiye yazanlar fakîhler ve müftüler olmuştur. ez-Zemlekânî (v. 728) Tafdilu'l-Beşer ale'l-melek, es-Subkî (v. 756) Şifau's-Sikâm fî ziyareti Hayri'l-Enâm isimli eserlerini İbn Teymiye'nin bu konudaki fikirlerini red için yazmışlardır. Ali b. Yakub el-Bekrî (v. 724) ve Kadilkudât Alemüddin b. Şemsettin el-Ahnânî (v. 732) İbn Teymiye'yi reddetmişlerdir. İbn Teymiye bunlara karşı kendini savunmak için er-red ale'l-Bekrî (Kitâbu'l-İs-tiğase), er-red ale'l-ihnâî (İstihbâbu ziyareti kabri Hayril'-Beriyye ez-Ziyaret eş-şer'iyye) (Mısır, 1346) isimli eserlerini kaleme almıştır. Sübkî'-yi, İbn Teymiye'nin talebesi İbn Abdülhadi eş-Şârimü'l-Münkî fi'r-red ale's-Subkî isimli eseriyle reddetmiştir.
Kabir ziyareti ve istiğase konusunda İbn Teymiye'yi tutanlarla ona karşı çıkanların diğerini red için yazdıkları eserlerin listesi epey uzundur (el-Müneccedi, Mu'camu mâ ullefe an Resûlillâhi, Beyrut, 1982, 347, 355. Burada Hz. Peygambere yazılan açık mektuplardan da bahsedilir: er-Resâil ile'r-Resûl fi'ş-şekrâ ve'l-istigase, el-maklarî, nefhu't-Tib VI. 354, 360. VII. 424.). Yusuf Nebhânî'nin İbn Teymiye'yi tenkid için yazdığı Şerahidu'l-Hak fi'l-istiğase bi Seyyidi'l-Halk (Mısır, 1855) isimli eseri ile Ebu'l-Me-âlî es-Selâmî'nin bunu red için yazdığı gayetu'l-emanu fi'r-red ale'n-Neb-hânî (Kahire, 1325) isimli eseri bu vadide yazılmış en son eserler olmamakla beraber en meşhur eserlerdir. Birgivî ve kadızadelilerle onlara muhalif olan halvetîler tarafından da bahis konusu edilen bu mes'eledeki ' tartışmalar bugün selefîlerle onlara karşı çıkan tarikat mensupları arasında devam edip gitmektedir. Fakat zaman İbn Teymiye'nin lehine işlemektedir.