İbn Teymiye'nin inanç ve fikirleri

İbn Teymiye selef tarzı inanç ve düşüncenin en büyük, en ciddî, en esaslı, en bilgili, en şuurlu, en ihatalı, en mantıklı ve en başarılı savunucusudur.Bu husus hiç bir tartışmaya mahal bırakmayacak apaçık bir gerçektir. Selef tarzı inanç ve düşünce İbn Teymiye'nin şahsında patlama noktasına ulaşarak zirveye çıkmıştır.

Bu inanç ve düşünceyi İbn Teymiye'den daha mâkul, daha ilmî ve daha teferruatlı bir şekilde islâm cemaatına sunan başka bir selefiyeci yetişmediğinden o kendisinden evvelki selefîlerin yüz akı ve hayrül halefi, kendisinden sonra gelenlerin iftihar ve gurur kaynağı, üstadı ve rehberi olmuştur.

İslâm cemiyetinin İbn Teymiye gibi bir dehâyı ve hârikayı nasıl yetiştirdiğini anlayabilmek için İslâm düşüncesinin başlangıçtan itibaren ona gelinceye kadar geçirdiği safhaları ve uğradığı değişiklikleri göz önünde bulundurmak şarttır. Bu durumu kısaca belirtmek için şöyle bir tasnif üzerinde kısaca duralım.

1-Yunan felsefesinin bir devamı olmak üzerine felsefe, Fârâbî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi büyük filozoflar tarafından kuvvetli bir şekilde İslâm cemiyetine benimsetilmiş, başlangıçta bu felsefeyi reddeden kelâm âlimleri bile bu felsefeyi bazan kısmen, bazan da bütünüyle kabul edip medreselerde okutmuşlardı. Böylece felsefe ve mantık, bütün şer'î ve dinî ilimleri te'sir alanına almış ve büyük ölçüde güdümüne sokmuştu.

2-İbn Teymiye zamanında Mutezile mezhebi ortadan kalkmış, lâkin fikir ve görüşleri değişik biçimler alarak sünnî kelâmında yaşama ve varlığını muhafaza imkânını bulmuştu. Haricîler ise te'sirlerini kaybetmişlerdi. Fakat şiîlik ve bâtınîlik varlığını koruyor, tasavvuf yoluyla Sünnîliğe te'sir ediyordu.

3-Eş'arîlik başlangıçta mutezileye tepki olarak doğan bir Sünnî kelâmı mahiyetinde olmakla beraber felsefe ve mutezilenin te'sirine mâruz kalması neticesinde onlardan farksız bir hale gelmiş bir yığın îtikadî bid'atın ortaya çıkmasına yol açmıştı.

4-Hanefîlik, Mâlikîlik, Şafiîlik ve Hanbelîlik gibi amelî sünnî mezhepleri feyizli bir içtihad dönemini geride bırakarak kısır bir taklit dönemine girmiş, hukukî çalışmalarda âyet ve hadîs yerine imamların rey ve kıyaslarını hareket noktası olarak kabul etmiş, bu da bir alay amelî bid'atın ortaya çıkmasından mâada nasların geri plânda kalmasına sebep olmuştu.

5-Başlangıçta bir zühd hareketi olarak ortaya çıkan, sonra vahdet-i vücut namıyla tamamıyla hususî bir felsefe vücuda getiren, geniş ölçüde felsefe ve diğer din ve mezheplerin te'sirinde kalan tasavvuf, İbn Teymiye zamanında alabildiğine yayılmış ve geniş kitleleri te'sir sahasına almış, haddi hesabı olmayan bir çok îtikadî ve amelî bid'atın kaynağı olmuştur.

İbn Teymiye'nin esas maksadı ve gayesi hangi yollarla ve hangi ihtiyaçların şevkiyle olursa olsun İslama sonradan ilâve edilmiş bid'at mahiyetindeki îtikad ve amellerden dini arındırıp onu sahabe zamanındaki ölçüler içinde ortaya koymak, bir bütün olarak İslâm dinini onun ilk muhataplarının anladığı biçimde arapçanın kelime ve cümle yapısına sadık kalarak anlamak ve anlatmaktır. O böyle yapmayı her şeyden evvel dinî bir görev bilmekte, müslüman olmanın şartı saymaktadır. Fakat İslâm cemiyetinde müşahede ettiği geriliğin, zayıflığın, kargaşanın, dağınıklığın, uyuşmazlıkların ve huzursuzlukların, devası ve şifası olarak da bahsedilen hususu, yani İslâm dinini aslındaki safveti ve ilk sadeliği ile anlamayı ve uygulamayı görmektedir. Böylece hem îtikadî, hem pratik sebepler onu böyle hareket etmeye mecbur etmiştir. Şu halde İbn Teymiye'nin işi son derece zordur. Zira bu hedefe ulaşabilmesi için işrakî ve meşşaî filozoflardan başka mutezile ve şiîlik gibi bid'atcı mezheplerle de mücadele etmek zorundadır. Bundan daha zoru kendilerini Sünnîliğin temsilcisi şeklinde takdim eden Eş'arîlik ve tasavvuf gibi hareketlerle hattâ fıkıh mezhebi mensubu taklitçi âlimlerle mücadele etmek mecburiyetinde kalmış olmasıdır. Gerçekten de İbn Teymiye mücadelesinde daha çok sünnî kadı, müftü, fakîh, kelâmcı ve mutasavvıflarla karşı karşıya gelmiş ve onlar tarafından bid'atcı, sapık ve kâfir olmakla itham edilerek defalarca zindanlara atılmış, en sonunda sünnî kadı ve müftülerin verdiği fetva ile atıldığı hapishanede iken hayata veda etmişti. Şiddetle aleyhlerinde bulunduğu Şiilerin, bâtınîlerin, alevîlerin, mutezilenin ve filozofların İbn Teymiye'ye verdikleri hiç bir zarar ve yaptıkları herhangi amelî ve fiilî baskı yoktur. Sünnî âlimleri İbn Teymiye'yi şiddetle suçlayıp mahkûm ederken İbn Teymiye'nin kendilerine ölümcül darbeler indirdiği şiîler, bâtınîler, ittihadcılar, hulûlcular ve haçlılar bu durumu zevkle seyredip şamata yapmışlardır.

İbn Teymiye'ye göre o çağdaki sünnîlerin sahip çıktıkları ve savundukları Sünnîlik geniş çapta kelâm ve tasavvufun, kısmen de fıkhın te'siriyle çehresi değiştirilmiş, te'villerle çarpıtılmış, taklitçilikle çığırından çıkarılmış bir Sünnîliktir. O güne kadar sadece Sünnîliğe karşı olan mezheplerin Sünnîliği yıkmak için söyledikleri, yukarıdaki sözleri Sünnîliği hakikî çehresiyle ve ilk şekliyle ortaya koymak ve uygulamak maksadıyla İbn Teymiye'nin söylemesi Sünnîliği içten yıkmak tarzında anlaşıldığından bütün şimşekleri üzerine çekmesine yetmişti. Çünkü o zaman Sünnîliğin ortada olduğu ve uygulanmakta bulunduğu hususunda umumiyetle kimsenin şüphesi yoktu. Bahsedilen gayeye ulaşmak için İbn Teymiye'nin geniş çaplı ve köklü bir ihya, ıslah ve tecdid hareketine girişip maksadını beliğ ve ikna edici bir şekilde cazip ve selis bir üslûpla ifade etmesi pek çok kimseyi şaşırtmıştı. Bir taraftan ona şiddetle muhalif olanlar bile sözlerinde pek çok hakikat olduğunu görüp bunu itiraf ederken, diğer taraftan esas itibariyle kendisine taraftar olanlar da bazı fikirlerini ifrat sayıp onu tenkid etmişlerdir. İbn Teymiye hakkındaki tartışmaların ardı arkası gelmemesinin sebebi biraz da bu durumdur.

İbn Teymiye hareketi Sünnîliğin bağladığı kabuğu kırma faaliyetidir. Zira bu kabuk kırılmadıkça İslâmı hakikî çehresiyle ortaya çıkarmak, içine düştükleri acz ve zaaf halinden müslümanları kurtarmak mümkün değildi. Bu hareketin pek çok âlimi, an'anevî sünnî telâkkisini dinin esası zanneden dindarları rahatsız edeceği aşikârdır. Ama islâmın gerçek mahiyetiyle ortaya çıkması için de bu kabuğu kırmaktan başka çare yoktu. Gerçek uğruna hatır ve gönül dinlemeyen cesur âlim İbn Teymiye, belki başkaları tarafından da düşünülen ama cesaret edilemeyen bu faaliyete cür'et denilebilecek bir gözü peklik ve yüreklilikle atıldı ve hiçbir zaman da geriye adım atmadı. Hakkındaki suçlamalara hiç kulak asmayarak, baskı ve tehditleri hiçe sayarak büyük bir heves ve azimle doğru bildiği yolda yürüdü. Ulaştığı kanaatların doğruluğundan asla şüphe etmedi. Bu kanaatları yayma uğrunda ölümü göze alma da dahil olmak üzere hiç bir fedakârlıktan çekinmedi. Talebesi İbn Kayyım'ın ondan naklettiği şu sözler nasıl bir niyet ve kararlılıkla hareket ettiğini açıkça gösterir.

«Düşmanlarım bana ne yapabilir? Benim Gülistanım ve cennetim gönlümde, nereye gitsem benimle gelir, benden hiç ayrılmaz. Tecrit edilip yalnız bırakılmam halvet, idam edilmem şehidlik, sürgüne gönderilmem seyahattir.»

«Dünyada bir cennet var, ona girmeyen âhirettekine giremez.»

Şam kalesine hapsedildiği zaman :

«Şu kale dolusu altın sadaka dağıtsam, bu nimetin şükrünü eda etmiş olamam» diyordu (Abdurrahman Abdülhâlik, Lemehat min hayati Şeyhülislâm İbn. Teymiye, 24.). Mücadelesine, inanmış insanların kalb huzuruyla devam ediyor, mücahedesinden tam manasıyla ruhî ve mistik bir haz alıyordu.

İbn Teymiye esaslı ve ciddî bir tecdid ve ihya hareketini başarmak için gerekli bilgi birikimine, tarih şuuruna ve bir dereceye kadar içtimaî tecrübeye sahipti. Bilgi itibariyle ne kadar hazırlıklı ve yetkili olduğunu göstermek için kendisini şahsen tanıma fırsatını bulmuş olan bazı âlimlerin onun hakkındaki izlenimlerine bakalım.

İbn-Dakîku'l-îyd (v. 702/1302): «Allah'ın İbn Teymiye gibi birini bu asırda yaratmış olabileceğine ihtimal vermezdim, çok güçlü bir hafızası var. Bütün ilimler âdeta gözünün önünde, dilediği bilgiyi ânında alıyor, dilediğini terk ediyor» demek suretiyle ilmine ve hafızasına hayret etmişti (İbn. Nâsırüddîn, er-Reddü'l-Vâfir, Beyrut, 1393, 58.).

ez-Zemlekânî (727/1326): «İctihad şartlarına bihakkın sahip mutlak müctehid olan İbn Teymiye gibi hafızası güçlü bir âlim son beş asırda yetişmemiştir. Bir ilme dair sorulan soruya cevap verirken onu gören veya dinleyen bu zat sadece bu ilmin ehliyetli bir uzmanıdır, kanaatına ulaşırdı. Belli bir mezhebin fıkhında uzmanlaşmış bir fakih İbn Teymiye'nin sohbetinde bulununca uzmanlığına giren fıkıh sahasından ondan istifade ederdi. Aklî ya da naklî herhangi bir ilmin mütehassısıyla tartışmaya girince mutlaka galip çıkardı» (A.g. ky. 58.).

İbn Seyyidi'n-Nâs (v. 734/1333): «İbn Teymiye her ilimden tam olarak haz almıştı. Tefsirden söze girişince bu ilmin bayraktarı olur, fetva verince fıkhın son sınırına dayanır, hadîse dalınca ehliyetli bir muhaddis olduğunu ispatlar, mezhepler ve dinler hakkında açıklamalar yapmaya başlayınca onun bir eşinin daha bulunmadığına hükmedilirdi» (A.g. ky. 26.).

ez-Zehebî (v. 748/1347): «İbn Teymiye tefsirde ulaşılması mümkün olan son mertebeye varmış, hadîste herkesi geçmişti. Dört mezhepdeki hükümlere ek olarak bütün sahabe ve tabiînin de mezheplerini bildiği için fıkıhta bir örneği daha yoktu. Din ve mezhepler, usûl ve kelâm hakkında hiç bir kimse ondan daha çok bilgiye sahip değildi. Arapçası kuvvetli, lisan bilgisi iyi idi. Tarih ve siyer hakkında şaşılacak kadar çok bilgisi vardı. Cesareti ise dillere destandı. Benim gibi biri onu nasıl anlatabilir? En mübarek yer olan Harem'deki Rükn ile Makam arasında Kabe'ye karşı durup: 'Şu gözlerim onun gibisini görmemiştir', diye and içsem, bu yeminin doğruluğundan sadece gönül huzuru duyardım» (A.g. ky. 33.). Zehebî İbn Teymiye'nin muhaliflerinden olan Takiyyuddin Sübkî'yi bir mektupla uyarmıştı. Sübkî, Zehebî'ye yazdığı cevabî mektupta, «Efendim! Ben kulunuz Şeyh İbn Teymiye'nin büyük bir değer olduğuna, umman gibi bir ilme sahip bulunduğuna, zekâsının üstünlüğüne inanmaktayım. Ayrıca o zâhid, takva sahibi, dindardır, sırf hak için hak yolda mücadele ettiğine kaniyim» (A.g. ky. 52.), demişti. Gerçekten de İbn Teymiye'nin hasımları bile o'nun üstün vasıflarını ve dürüstlüğünü kabul ve itiraf etmek zorunda kalmışlardır. İbn Teymiye bu yüzden şeyhülislâm unvanını haketmişti. Onun bilmediği hadîs, hadîs değil diye inanılmıştı.