İnsan olarak özellikleri

67 yaşında vefat eden İbn Teymiye orta boylu ve omuzları geniş idi, cildi beyazdı, vefat ettiği sırada simsiyah olan saçları kırarmıştı. Başındaki saçlar kulak memesine kadar iniyordu. Heybetli bir çehresi vardı, sesi gür, dili fasîh, okuması sür'atli, bakışları keskindi.

Daima belli bir biçimde giyinmezdi. Ne pahalı, ne de çuha ve aba gibi basit şeyler giyinirdi. Halk gibi giyinir, elbisesi itibariyle çevresinden ayırd edilmezdi. Hal ve hareketlerinde sun'îlik yoktu, davranışları tabiî ve samimî idi. Hiç kimseden yemek istemez, istenmeden getirilen yemeklerden azıcık yer, elbisesinin yıkanması teklif edilmedikçe üzerindeki elbiseyi çıkarmazdı. Yemek seçmesini bilmezdi. Bir kere annesi, pişirdiği yemeğin çok acı olduğunu görmüş ama bunu unutarak oğluna getirmiş sonra hatırlayınca oğlunun bu yemeği bitirdiğini görmüştü.

Sert bir tabiata, haşin bir mizaca sahip tok sözlü ve tek sesli bir yaratılışta olmakla beraber zaman zaman neş'eli ve mütebessim görünür, hücumlara uğradığı veya şiddetle tenkit ettiği kimseleri affeder, eline fırsat geçince öc almayı bilmez, kimseye kin beslemezdi. İdamı için fetva verme taraftarı olan baş kadı İbn Mahlûf'u eline imkân geçince kayırmıştı. Emsalsiz bir tevekkül ve yakîn sahibi idi. Hasımlarının kendisini dövmek için gelmekte oldukları haber verilince yerinden kımıldamamış, uzanıp yatmış, tehditlere hiç aldırmamış, hattâ bu şartlar altında bile uyuyabilmiştir. Son derece zayıf idi. Dünya malına, makama, şana ve şöhrete değer vermezdi. Hükümdarlara yakın olduğu halde bundan maddi çıkar te'min etmeyi düşünmemişti. Hayatta hiç bir şeye, eve, barka, aileye, evlâda sahip olmamıştı. Vefat ettiği gün şahsî ve zarurî eşyadan başka bir şeye malik değildi. Niçin Ebu'l-Abbas künyesini aldığını bilmemekle beraber bekâr yaşadığını ve hiç evlenmediğini biliyoruz. Dünyaya metelik vermeyen İbn Teymiye tam bir zâhiddi.

Küçük yaştan itibaren ibadete ve tâata son derece düşkündü. Namazlarını daima cemaatla kılar sık sık oruç tutardı. Geceleri ıssız, kimsesiz, sessiz ve sedasız yerlere çekilir, Allah Teâlâ'ya münacaat ve niyazda bulunmak, teheccüd namazı kılmak, üzerinde uzun uzun düşünerek ve derin teemmüllere dalarak Kur'an tilâvet etmek, seher vakitleri elleri semaya kaldırarak Mevlâya yalvarmak, yakarmak, kusur ve ihmallerden ötürü af ve mağfiret dilemek, lütfuna ve rahmetine iltica etmek, hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Âyet ve hadîslerin lâfzı üzerinde düşünür, sonra bunların mâna ve mahiyetlerini düşünmeye geçer, daha sonra hikmet ve maksatlarına,dalar gider, bu esnada bu âlemden uzaklaşarak manevî ve ilâhî âlemde kendini kaybederdi. Ezelî ve ilâhî gerçeği bulananın yolu olarak bu usulü benimsemişti. Düşünmeyi ibadet sayıyordu.

Sabah olunca erkenden camiye gider, iki rek'at tahıyyetü'i-mescid kılar, namazda tadil-i erkâna son derece riayet eder, Allahü Ekber deyip namaza başlayınca bütün organları titremeye başlar, sağa sola doğru sallanır, heybeti yanındakilere sirayet ederdi. Namazdan sonra tevbe istiğfar eder, Allah'a hamd ve şükr eder, Resulüne salât ve selâm getirir, bir süre tehlil, teşbih, tahmid ve tekbirle meşgul olduktan sonra türlü türlü ifadelerle kendisi ve İslâm cemaatı için dua eder, Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirerek duasını bitirirdi. Dua esnasında hiç bir kimse ile konuşmaz, sağa sola bakınmaz, sık sık yüzünü semaya çevirir, dikkatini belli bir husus üzerine teksif ederdi. Dua ve zikir olarak okuduğu vird ve hizbler hep Kur'an'dan ve sahih hadîslerden seçilmişti. İbadet ve zikir hayatını düzenli ve devamlı bir şekilde büyük bir dikkat ve hususiyetle îfa ederdi. Evrad ve ahzabını çok sık bir şekilde eda eden ciddî ve samimî bir mürid bile zikir ve virdine onun kadar mükemmel bağlı olmaya tâkat getiremezdi.

Talebesi el-Bezzar menkıbelerini anlatmak için ona dair yazdığı eserde kerametlerine bir bölüm ayırmıştır. Moğollarla yapılan Şakhali harbini müslümanların kazanacağını önceden yemin ederek haber vermişti. Muhataplarının dilek ve isteklerini düşünce ve niyetlerini isabetle keşf ederdi. İhtiyaç sahipleri ihtiyaçlarını söylemeden durumu bilir ve gereğini yapardı.

Fakir ve yoksulları sever, elinde ovucunda bulunan her şeyi onlara verir, verecek bir şeyi kalmayınca üzerindeki elbiseyi çıkarıp verirdi. Bir kere bir yoksula verecek bir şeyi olmadığı için sarığını ikiye bölmüş, yarısını fakire vermişti. Fakirlere yaklaşır, onları okşar, şakalaşır, yüklerini taşıyarak bizzat hizmet eder ve gönüllerini alırdı.

Son derece cesur ve korkusuzdu. Savaşlara fiilen iştirak eder, ata biner ve kılıç kuşanırdı. İnsan -öldürmeyi âdet haline getiren zalim, gaddar hükümdarların yanına korkmadan gider ve lâfını hiç çekinmeden, söylenmesi gereken sözleri açık açık söylerdi. O bir fikir ve ilim adamı olduğu kadar da amel, hareket, mücahede ve mücadele adamıydı. Davet, irşad, iyiyi emr, kötülükten men onun din anlayışının hedefini teşkil ediyordu. Bir kalem ve kılıç kahramanıydı.