Küçükkuyu
Ege’nin incisi Küçükkuyu, zeytin kokulu sokakları, masmavi denizi ve Kaz Dağları’ndan esen serin rüzgarıyla bir kez gelenin tekrar tekrar dönmek istediği bir sahil kasabası. Şehir karmaşasından uzak, huzur dolu bir kaçamak arıyorsanız doğru yerdesiniz.
Küçükkuyu, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı, Edremit Körfezi’ne bakan bir sahil kasabası. Assos ve Yeşilyurt Köyü gibi popüler destinasyonlara sadece 15-20 dakika mesafede.
🏛️ 1. Adatepe Zeytinyağı Müzesi
Bölgenin yüzyıllardır süregelen zeytincilik kültürünü keşfetmek için en doğru adres. Eski taş değirmenler, zeytinyağı üretim teknikleri ve tarihi dokusuyla ziyaretçilerini zamanda yolculuğa çıkarıyor.
☕ 2. Lezzetli Bir Mola: SoleMare Cafe
Adatepe Zeytinyağı Müzesi’nin aynı bahçesinde yer alan SoleMare Cafe, taze çekilmiş kahveleri, ev yapımı tatlıları ve ferahlatıcı limonatasıyla Küçükkuyu’nun en keyifli duraklarından biri.
🌊 3. Küçükkuyu Sahili ve Limanı
Sabah erken saatlerde balıkçı teknelerinin dönüşünü izlemek, sahilde yürüyüş yapmak ve akşam gün batımında denizin üzerine düşen altın ışıkları seyretmek… Burası tam bir Ege klasiği.
🏕️ 4. Yeşilyurt & Adatepe Köyleri
Küçükkuyu’dan sadece birkaç dakika uzaklıktaki bu taş köyler, taş evleri, dar sokakları ve oksijen dolu havasıyla ünlü. Köy kahvelerinde oturup bir bardak çay içmeden dönmeyin.
🌿 5. Kaz Dağları Milli Parkı
Dünyanın oksijen oranı en yüksek yerlerinden biri olan Kaz Dağları, doğa yürüyüşleri, serin yayla havası ve şelaleleri ile sizi bekliyor.
🏰 6. Assos ve Behramkale Köyü
Küçükkuyu’ya yaklaşık 20 dakika uzaklıkta bulunan Assos (Behramkale), tarihi ve doğal güzellikleriyle mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Antik tiyatrosu, limanı ve deniz manzarasıyla bölgenin kültürel zenginliklerini keşfedebilirsiniz.
🏞️ 7. Mıhlı Şelalesi: Doğanın Serin Kucağı
Kaz Dağları’nın yeşil vadilerinden biri olan Mıhlı Şelalesi, tertemiz suyu ve doğal havuzlarıyla serinlemek ve doğayla baş başa kalmak için ideal. Yürüyüş parkurları ve piknik alanları ile doğa severlerin favori noktalarından.
📅 En İyi Zaman: Nisan – Ekim arası (ilkbahar ve sonbahar sakinliği ayrı güzel)
🚗 Ulaşım: Edremit Havalimanı’ndan 40 dakika, İstanbul’dan arabayla yaklaşık 5 saat.
📍 Konum: Küçükkuyu, Çanakkale – Edremit Körfezi
Ege’nin en büyüleyici köşesinde, zeytin ağaçlarının gölgesinde fısıldayan bir dağ var: Kaz Dağları. Burası sadece oksijeniyle değil, binlerce yıllık sırları ve anlatılan efsaneleriyle de insanın kalbine dokunan bir yer.
Mitolojiye göre Kaz Dağları, tanrıların insanları izlediği ve kaderlerine yön verdiği kutsal bir alandı. Zeus’un Altarı’ndan Truva Ovası’nı izlediği, Afrodit’in rüzgarlarla dans ettiği anlatılır. Her bir patika, geçmişin ayak seslerini taşıyor.
Kaz Dağları aynı zamanda Hasanboğuldu ve Sarıkız gibi hüzünlü aşk hikayelerine ev sahipliği yapar. Bu efsaneler, dağın her köşesine bir dokunuş bırakmış; şelaleler, göletler, rüzgarlar… Hepsi sanki bu hikâyeleri hâlâ fısıldıyor.
Kaz Dağları sadece mitolojinin değil, doğanın da bir mucizesi. Dünyanın oksijen oranı en yüksek bölgelerinden biri olan bu dağlar; endemik bitki türleri, şifalı otları ve serin kaynak sularıyla gerçek bir yaşam kaynağı.
Günümüzde doğaseverlerin, kampçıların, yürüyüşçülerin ve huzur arayanların uğrak noktası. Her adımda bir sır, her manzarada bir masal saklı.
Kaz Dağları sadece efsaneleriyle değil, aynı zamanda dünyanın oksijen oranı en yüksek bölgelerinden biri olmasıyla da ünlü. Bu eşsiz iklim ve toprak yapısı, burada yaşayan birçok endemik bitki türünü doğurmuş. Yani bu bitkiler sadece Kaz Dağları’nda yetişiyor; dünyanın başka hiçbir yerinde yok!
Kaz Dağları’nın sembolü… Sadece bu coğrafyada yetişen bu göknar türü, dağın 800–1500 metre yüksekliklerinde görkemli bir şekilde yükselir. Hem mitolojik hem de ekolojik bir değerdir.
Baharın müjdecisi… İncecik yapraklarının arasından çıkan bu çiçek, mor tonları ve narin görüntüsüyle dağların eteklerini süsler.
Soğan familyasından olan bu bitki, leylak rengine çalan çiçekleriyle dağın serin vadilerini renklendirir. Tıbbi ve aromatik özellikleriyle de bilinir.
Görünüşte sıradan bir papatyaya benzese de bu tür, yalnızca Kaz Dağları’nın özgür rüzgarlarında dans eder. Çiçekleri sarı merkezli, beyaz taç yapraklıdır ve sadece bu bölgenin ikliminde hayatta kalır.
Hem rengi hem kokusuyla büyüleyen bu adaçayı türü, yalnızca Kaz Dağları ve çevresindeki tepelerde yetişir. Şifalı özellikleriyle yöre halkı tarafından çay ve merhem yapımında kullanılır.
Kaz Dağları’nın biyolojik çeşitliliği o kadar zengin ki burada 800’den fazla bitki türü var ve bunların yaklaşık 70’i endemik. Nemli iklimi, zengin toprakları ve bol oksijenli havası, bitkilerin burada benzersiz bir uyum içinde yaşamasını sağlıyor.
💡 Not: Eğer doğa yürüyüşü yapıyorsanız, lütfen bu bitkilere dokunmayın veya koparmayın. Çünkü birçoğu koruma altında ve sadece bulundukları yerde var olabiliyorlar.
Kaz Dağları sadece oksijen deposu olmakla kalmaz; aynı zamanda yüzlerce serin kaynak suyu ile de doğanın kalbinde bir cennet sunar. Yaz aylarının kavurucu sıcaklarında bile bu kaynaklardan akan buz gibi sular, yorgun ruhlara ve bedenlere hayat verir.
Kaz Dağları’nın eteklerinde, mitolojik aşk hikayesiyle ünlü Hasanboğuldu Göleti… Burada akan suların serinliği efsane gibidir. Yanındaki Sütüven Şelalesi ise şelaleden akan beyaz köpüklü suyun sesiyle adeta bir meditasyon mekânı.
Küçükkuyu yakınlarındaki Mıhlı Çayı, berrak suyu ve doğal havuzlarıyla doğaseverlerin uğrak noktası. Kayaların arasından çıkan kaynak suyu, minik şelalelerle birleşip serin bir kaçamak sunar.
Kaz Dağları’nda yürüyüş yaparken karşınıza çıkan irili ufaklı birçok pınar var. Pınarbaşı, buz gibi akan suyu ve gölgelik alanlarıyla piknikçilerin favorisi.
Kaz Dağları’nın karlı zirvelerinden beslenen yer altı kaynakları, granit kayalar arasında süzülerek aşağı iner. Bu nedenle yaz ortasında bile elinizi soktuğunuzda ürpertici bir serinlik hissedersiniz.
Serin kaynak suları sadece doğa yürüyüşçülerinin değil, aynı zamanda köylülerin de hayat kaynağı. Yöre halkı bu sularda sebzelerini yıkar, hayvanlarını sulandırır, hatta buz gibi akan suyun yanında çay demleyip dinlenir.
💡 Not: Bu kaynaklar doğallığını korumak için çoğu zaman koruma altındadır. Ziyaret ederken doğaya zarar vermemeye ve çöp bırakmamaya özen gösterin.
Kazdağları’nın yamaçlarında, denize bakan kutsal bir taş yapı…
Burada rüzgar bile eski zamanların sırlarını fısıldıyor.
Burası Zeus Altarı.
Mitolojiye göre Truva Savaşı sırasında, tanrıların kralı Zeus, bu kayalık alandan aşağıdaki Troya Ovası’nı izledi. Kazdağları’nın doruklarında konumlanan bu kutsal alan, tanrıların toplantı yeri olarak anıldı.
Derler ki burada, denizin sonsuz maviliğine bakarak savaşın gidişatına karar verdiler. Rüzgarlar Athena’nın stratejilerini, Afrodit’in tutkularını, Hera’nın kıskançlığını fısıldadı.
Zeus Altarı sadece bir mitolojik efsane değil, aynı zamanda nefes kesici bir manzara sunan bir doğa harikasıdır.
Kazdağları’nın yemyeşil ormanları arasından yürüyerek ulaşılan bu antik sunak, zeytin ağaçlarının gölgesinde mistik bir huzur barındırır.
Yolculuk sırasında karşılaşacağınız Nartun Çeşmesi de mitolojide önemli bir yerdir. Rivayete göre Tanrıların su içtiği bu çeşmenin suları hâlâ aynı serinliği taşır.
Bugün Zeus Altarı’na çıkan herkes aynı hissi yaşar:
Bir yandan Kazdağları’nın oksijen dolu havasını içinize çekersiniz, bir yandan Ege’nin sonsuz mavisine bakarsınız…
Ve belki bir an için kendi iç sesinizi Zeus’un sesi sanırsınız.
Zeus Altarı, Küçükkuyu’ya sadece birkaç dakikalık mesafede. Yolun bir kısmı yürüyüş gerektirir, ama bu yürüyüş bile sizi tanrıların izinde bir zaman yolculuğuna çıkarır.
Not: Eğer yolunuz Küçükkuyu’ya düşerse, Zeus Altarı’nda gün batımını izlemeyi ihmal etmeyin. Belki siz de tanrılar gibi bir karar almak istersiniz…
Kaz Dağları’nın zirvesinde, rüzgarların arasında yankılanan bir hikâye var.
Hüzünlü, dokunaklı ve bir o kadar da güzel…
Bu, Sarıkız’ın hikayesi.
Vaktiyle Edremit’in bir köyünde Sarıkız adında güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Saçları sarı buğday taneleri gibi parlayan, kalbi tertemiz bir köylü kızı…
Babasıyla birlikte mütevazı bir yaşam sürer, herkesin yardımına koşar, dualar eder, iyilik yaparmış.
Ama ne yazık ki güzelliği kıskançlıkları da beraberinde getirmiş. Köydekiler onun yalnız yaşamasını dedikodulara dönüştürmüş ve hakkında asılsız iftiralar yaymışlar.
Babasına ulaşan bu söylentiler, yaşlı adamı derinden sarsmış. Ne yapacağını bilemeden kızını Kaz Dağları’nın doruklarına götürmüş ve orada bırakmış.
Sarıkız yalnız kalmış… Ama pes etmemiş. Dağlarda kazlarla yaşamaya başlamış. Saf kalbi ve duasıyla hayatta kalmış, kazlarını büyütmüş, dağların göğsünde adeta bir efsaneye dönüşmüş.
Rivayete göre Sarıkız, Tanrı’ya olan bağlılığı ve temiz kalbiyle Kaz Dağları’nın zirvesinde mucizeler yaratmış. Susayanlara su bulmuş, kaybolanlara yol göstermiş.
Bir gün babası, kızının hâlâ hayatta olduğunu ve mucizeler yarattığını duymuş. Pişmanlıkla dağa tırmanmış ama vardığında kızının cansız bedeniyle karşılaşmış.
O günden beri Kaz Dağları’nın zirvesi “Sarıkız Tepesi” olarak anılır. Derler ki rüzgar her estiğinde, Sarıkız’ın saçları dağların üzerinde savrulur.
Kaz Dağları’nda yürüyüşe çıkanlar Sarıkız Tepesi’ne ulaştıklarında eşsiz bir manzara ile karşılaşır. Bir yanda Edremit Körfezi, diğer yanda sonsuz ormanlar…
Ve belki de bir an için, Sarıkız’ın hikâyesini rüzgarın fısıltısında duyarsınız.
Kazdağları’nın serin yamaçlarında, zeytin ağaçlarının gölgesinde fısıldayan bir aşk hikayesi… Yüzyıllardır dilden dile anlatılan Hasanboğuldu Efsanesi, bölgenin en dokunaklı masallarından biri.
Vaktiyle Hasan adında yiğit bir delikanlı, Kazdağları köylerinden birinde yaşayan güzel Emine’ye gönlünü kaptırır. Hasan’ın saf ve derin aşkı, köyde dilden dile yayılır. Ne var ki Emine’nin ailesi bu aşkı kolay kabul etmez ve Hasan’a zorlu bir şart koşar:
“Eğer aşkın gerçekse, sırtında bir çuval tuzla dağın tepesine çık ve geri in. Ancak o zaman evlenmenize izin veririz.”
Hasan tereddüt etmez. Aşkı uğruna sırtlanır çuvalı ve Kazdağları’nın sarp yollarına koyulur.
Ama Hasan’ın gücü yavaş yavaş tükenir. Tuzun ağırlığı, güneşin yakıcı sıcağı ve susuzluk onu yorar. Nefesi kesilir, adımları ağırlaşır. Sonunda bir derenin kenarına varır, dinlenmek için oturur… Ve o an gözlerini sonsuzluğa kapatır.
Haberi alan Emine, kalbi parçalanarak Hasan’ın yanına koşar. Sevgilisinin cansız bedenini görünce dayanamaz, acıya yenilir ve oracıkta o da hayatını kaybeder.
O günden sonra yöre halkı, Hasan’ın son nefesini verdiği bu dereye Hasanboğuldu adını vermiştir. Rivayete göre, derenin şırıltısında hâlâ Emine’nin gözyaşları ve Hasan’a ağıtları duyulur…
Günümüzde Hasanboğuldu, doğaseverlerin uğrak noktası. Küçükkuyu’ya yakın konumda bulunan bu eşsiz yer; şelalesi, göleti ve serin yürüyüş parkurlarıyla ziyaretçilerini büyülüyor. Yaz aylarında serin sularında yüzmek, Kazdağları’nın eşsiz oksijenini içinize çekmek için harika bir yer.
Not: Eğer yolunuz Küçükkuyu’ya düşerse, Hasanboğuldu’yu ziyaret edin ve derenin kıyısında bir an durup bu aşk hikayesini hatırlayın… Kim bilir, belki siz de derenin sesinde Emine’nin hıçkırıklarını duyarsınız.
Başta sadece bir hafta sonu kaçamağıydı. İstanbul’un yorucu temposundan birkaç gün uzaklaşıp nefes almak istemiştik. Ama o birkaç gün, hayatımızın geri kalanı için büyük bir kararın başlangıcı olacaktı.
Küçükkuyu’ya ilk gelişimizde zeytin kokulu sokaklar, Kaz Dağları’ndan esen serin rüzgar ve sahilde gün batımında duyduğumuz o tarifsiz huzur bize şunu fısıldadı:
“Yazları burada olsak ne güzel olur…”
Ama sonra bir akşam, Mandra Filozofu filmini izledik.
O filmdeki sade yaşam, doğaya dönüş, aceleden arınmış bir hayat…
Bir cümle yankılandı içimizde:
“Neden sadece yazları? Neden her zaman değil? Neden emekli olunca?”
Ertesi sabah hiçbir plan yapmadık. Sadece arabaya sığdırabildiğimiz kadar eşyayı aldık, çocuklara “Yeni bir macera başlıyor” dedik ve yola çıktık. Ansızın. Arkaya dönüp bakmadan…
Hep duyuyoruz ya: “Bir gün emekli olunca küçük bir sahil kasabasına yerleşeceğim…”
Ama neden bekleyelim? Neden en güzel yıllarımızı ofislerde, trafikte ve koşturmacada tüketelim?
Hayat sadece yaz tatillerinden ibaret olmamalıydı.
Çocuklarımızın büyümesini şehir kalabalığında değil, doğanın içinde, zeytin ağaçlarının gölgesinde izlemek istedik.
Ve o gün anladık ki hayaller için en doğru zaman “emekli olunca” değil, şimdi.
Küçükkuyu’yu çok sevmiştik, ama biraz daha doğaya yakın olmak istedik. O yüzden tercihimizi hemen yanı başındaki bir köyden yana kullandık. Ve işte o günden beri hayat bambaşka bir ritimde akıyor.
Sabahları Kaz Dağları’ndan gelen serin hava ve kuş sesleriyle uyanıyoruz. Kahvaltımızı zeytin ağaçlarının gölgesinde yapıyoruz. Çocuklarla birlikte bisikletlere atlayıp köy yollarında geziniyoruz. Kimi zaman limana inip balıkçı teknelerinin dönüşünü izliyoruz, kimi zaman Kaz Dağları’nın patikalarında yürüyüşe çıkıyoruz.
Geceleri yıldızların altında gökyüzünü izlerken anlattığımız masallar bile değişti. Artık aceleyle uydurulmuş hikâyeler değil, burada öğrendiğimiz efsaneler var: Hasanboğuldu’nun hüzünlü aşkı, Zeus Altarı’ndaki mitler, Kaz Dağları’nın sırları…
Burada zaman yavaşlıyor. Hayat sadeleşiyor.
Ve fark ediyoruz ki aslında en çok aradığımız şey tam da buymuş:
Gerçek bir yaşam.
Buraya yerleşince fark ettik ki yalnız değiliz.
Meğerse bizim gibi düşünen, büyük şehirleri geride bırakıp Küçükkuyu ve civar köylerde yeni bir hayat kuran ne kadar çok insan varmış.
Herkesin hikayesi farklı ama bir noktada birleşiyor:
“Bir geldik, bir daha dönemedik.”
Kimisi emeklilik hayalini öne çekmiş.
Kimisi çocuklarını doğayla büyütmek istemiş.
Kimisi sadece yavaşlamak için gelmiş.
Hepsi aynı huzurda buluşmuş.
Belki sen de bir hafta sonu kaçamağı için geleceksin.
Ama dikkat et!
Küçükkuyu ve çevresi, insanın kalbine dokunan o sakinliği ve huzuruyla seni de kendine bağlayabilir. Bizden söylemesi… 😉
🎬 Not: Eğer hâlâ izlemediyseniz, Mandra Filozofu filmini mutlaka izleyin. Belki sizin için de bir dönüm noktası olur.