DERS ALINACAK FIKRALAR

Halife Harun Reşid dönemindeki Bağdat değişik dinlerden ve ırklardan insanların barış içinde birlikte yaşadığı,binlerce ilim adamının hadis, tefsir, fıkıh gibi ilimlerle meşgul olduğu ilim merkeziydi. O dönemin büyük hadis âlimi Abdullah b. Mübarek de Bağdat`a gelenlerdendi. Onun geldiği haberi duyulunca halk, karşılamaya koştu.

Harun Reşid`in bir yakını bu manzarayı görünce sebebini sordu, oradakiler:

"Horasan`dan Abdullah b. Mübarek diye bir âlim geldi. Halk onu karşılıyor." dediler.

Bunun üzerine yakını:

"Sultanlık işte budur, Çünkü Harun Reşid'in sultanlığında zaptiye olmadan işçiler bile bir araya toplanmıyor" dedi.

*****

Harun Reşid, Behlül Dânâ hazretlerini çok sever, nasihatlerinden hoşlanırdı.

Bir gün yolda görünce;

- Ey Behlül! Nicedir seninle görüşmek istiyordum,nasihatine muhtacım, dedi.

Konuştukları yer, saray ile kabristan arasıydı.

Behlül,ona bu ikisini gösterip;

- Bir şu sarayına bak, bir de kabristana, dedi. Bundan ibret almayan, başka neden alır ki. Yarın Allahın huzuruna çıkacak ve hesaba çekileceksin. Cevabın hazır mı?

Harun Reşid, ağlayarak ayrıldı oradan.

*****

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e tembih etmişti:

- Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.

Akşam namazından sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:

- Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin..

- Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra ben cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış.

*****

Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculukan gelmiş gibi Harun Reşid'in huzuruna çıktı. Harun Reşid sordu:

- Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?

- Cehennemden geliyorum ey hükümdar.

- Ne işin vardı cehennemde?

- Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.

- Peki, getirdin mi bari?

- Hayır efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar "Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir" dediler.

*****

Harun Reşid, bir gece rüyasında Azrail aleyhisselamı gördü. Daha kaç sene yaşayacağım? diye sordu.

Azrail aleyhisselam ise beş parmağını açarak dedi ki: Beş,işte şunu aklından çıkarma!

Harun Reşid uyanır uyanmaz, düşünmeye başladı. Acaba beşle neyi kasdetti? Beş sene mi, beş ay mı, beş hafta mı, beş gün mü, beş saat mi? İşin içinden çıkamayıp, Behlül Dana hazretlerine sormaya karar verdi.Harun Reşid`in merakla rüyasını anlatması üzerine, Behlül güldü. Telaşlarının yersiz olduğunu söyledi ve şöyle tabir etti:

-Bir insanın ne zaman öleceğini, Azrail aleyhisselam da dahil hiçbir mahluk bilemez? Azrail aleyhisselam beş parmağıyla, beş gayb ilmini Allah`tan başka kimsenin bilmediğine işaret ederek, size Lokman suresinin hükmünü hatırlatmış.

*****

Bir gün Behlül Dana'nın doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd'e gidip;

"Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır." gibi sözlerle şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ'yı çağırtıp, halkın isteğini bildirdi.

Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Bunu gören halk gülerek; "Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten." diyorlardı. Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan da bütün mahalle zarar görüyordu. Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler Hârûn Reşîd'e gidip, durumu anlattılar. Behlül Dânâ'yı çağırtıp, sorduğunda:

"Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim." diye cevap verdi.

*****

Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa götürmüştü. Doğruca kalkıp kabristânlığa gitti ve kapısına oturdu. Bunun farkına varanlar başına toplanıp;

"Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin?" dediler.

Onlara;

"Yolunu şaşırmış o adamcağızı burada bekliyorum." diye cevap verdi.

Bu söze oradakiler güldüler ve;

"Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada işi ne?" dediler.

Bunun üzerine Behlül hazretleri;

"Siz hiç merak etmeyin o mutlakâ bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir." buyurdu. Bu sözler üzerine herkes derin düşüncelere daldı.

*****

Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ'ya kıymetli bir hırka hediye etmek istedi:

"Ey Behlül! Şu hırkayı giy. Benim sana hediyemdir." dedi.

Behlül-i Dânâ hazretleri geri çekilip;

"Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim. Pederimin bana nasîhat ve vasiyeti şu idi: "Oğlum! Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin."

*****

Birisi Behlül-i Dânâ'ya gidip; "Ey Behlül! Oğlum vefât etti. Kabir taşına ne yazayım." dedi. Behlül buna gülüp; "Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu, bil ki şu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir, yaz." dedi.

*****

Bir zaman Bağdât'ta fiyatlar çok yükselmişti. Hayat pahalılığı çekilmez bir hâl aldı.Birisi gelerek;

"Ey Behlül! Müslümanların ve bütün insanların hattâ hayvanların rahatlaması için Allahü teâlâya duâ etmez misin?" dedi.

O şöyle cevap verdi:

"Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben bu işe karışmam. Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet etsek, O bize vâdettiği gibi rızkımızı verir." Sonra ellerini birbirine vurarak; "Ey dünyâyı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse, nefsinle uğraşıp âhirete bir tedârik yapmadın, kıyâmet gününde Allahü teâlâya ne cevap vereceksin?" dedi.