Barnabas İncili..18

157.-158.

Kör doğmuş olan adam gidip îsa'yı buldu. O da kendisini şöyle teselli etti: «Hiç bir zaman şimdiki kadar kutsanmamıştın, çünkü, peygamberi ve babamız Davud kanalıyla dünyanın dostlarına karşı, «Onlar lanetlerler, ben kutsarım» diyen Allah'ımız tarafından kutsandın; ve O, peygamber Mika aracılığıyla da dedi : «Ben sizin kutsamanızı lanetlerim. Çünkü, Allah'ın dilemesinin dünyanın dilemesine zıt olduğu kadar yer göğe, su ateşe, ışık karanlığa, soğuk sıcağa veya sevgi nefrete zıt değildir.»

Havariler ardından kendisine şöyle sordular: «Rab,sözlerin pek güzel; bu nedenle anlam (ların) ı bize söyle, çünkü henüz anlamış değiliz.»

îsa cevap verdi: «Dünyayı tanıdığınız zaman göreceksiniz ki, ben gerçeği konuştum ve böylece her peygamberdeki gerçeği de tanıyacaksınız.»

«O halde bilin ki, tek bir adda birleşmiş üç türlü dünya vardır: Biri, su, hava ve ateşle birlikte gökleri ve yeri ve insanın altında olan tüm şeyleri temsil eder. Şimdi, bu dünya her şeyiyle, Allah'ın peygamberi Davud'un, «Allah onlar için çiğnemedikleri bir kural koymuştur» dediği gibi, Allah'ın iradesine uyar.»

İkincisi, nasıl «bunlardan birinin evi» -duvarları değil de, aileyi temsil ediyorsa, bunun gibi tüm insanları temsil eder, şimdi bu dünya yine Allah'ı sever; çünkü fıtratları gereği Allah'ı özlerler. O kadar ki, fıtrata göre herkes, Allah'ı aramada yanılgıya düşse de, Allah'ı özler. Ve, biliyor musunuz, hepsi Allah'ı neden özler? Çünkü, onlar, herkes hiç bir kötülüğü olmayan sonsuz bir iyiliğin özlemini duyar, bu ise yalnızca Allah'tır. Bu bakımdan, Rahman olan Allah, bu dünyaya kurtuluşu için peygamberlerini göndermiştir.

«Üçüncü dünya, insanların, dünyanın yaratıcısı Allah'a aykırı bir kanuna dönüşmüş olan günaha batmış durumudur. Bu, insanı Allah'ın düşmanları olan cinlere benzetir. Ve, Allah'ımız bu dünyadan öylesine şiddetle nefret eder ki, eğer peygamberler bu dünyayı sevmiş olsalardı, ne düşünürsünüz? mutlaka Allah kendilerinden peygamberliklerini alırdı. Ve nasıl söyliyeyim ki ben? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah'ın Elçisi dünyaya gelince eğer bu şerli dünyaya karşı bir sevgi duyacak olsa, mutlaka Allah ondan, kendisini yarattığı zaman vermiş olduğu tüm şeyleri alır ve, onu ebediyyen cezalandırır; Allah bu dünyaya işte bu derecede zıttır.»

159.

Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sözlerin öylesine güzel, bu bakımdan bize merhamet et, çünkü onları anlamıyoruz.»

îsa dedi: «Sanır mısınız ki, Allah Elçisi'ni kendisini Allah'la eşit tutmak isteyecek bir rakip olarak yaratmıştır? Kesinlikle hayır, aksine, efendisinin istemediğini istemeyecek olan itaatkâr kölesi olarak (yaratmıştır.) Siz bunu anlayamazsınız, çünkü neyin günah olduğunu bilmiyorsunuz. Bu nedenle, sözlerime kulak yerin. Bakın, dikkat edin, diyorum ki size, günah insanda Allah'a aykırı bir şey olmadıkça ortaya çıkmaz; çünkü, yalnızca Allah'ın dilemediği şey günahtır; o kadar ki, Allah'ın dilediği her şey günaha yabancıların yabancısıdır. Bu durumda, eğer Ferisîlerle bizim başkâhinlerimiz ve kâhinlerimiz, İsrail halkı bana Allah dediği için bana işkence etseler, Allah'ı razı eden bir şey yapmış olurlar ve Allah da kendilerini ödüllendirir. Fakat, benim gerçeği, gelenekleriyle Allah'ın peygamberleri ve dostları olan Musa ve Davud'un kitaplarını tahrif ettiklerini söylememi istemiyerek, tersi bir nedenle bana işkence ettiklerinden ve bu yüzden benden nefret edip, ölümümü arzuladıklarından, işte bundan dolayı Allah kendilerini tiksinti ve nefretle kabul eder.

«Söyleyin bana, Musa insan öldürdü, Ahab da insan öldürdü, bu, her iki durumda da katl(öldürme) değil midir? Kesinlikle değil; çünkü Musa, putatapıcılığı yok etmek ve Hakk olan Allah'a ibadet etmeyi koruyup sürdürmek için insan öldürdü; ama Ahab ise, insanları Hakk olan Allah'a ibadeti yok etmek ve putatapıcılığı koruyup sürdürmek için öldürdü, bu nedenle, Musa için insan öldürmek kurbana dönüşürken, Ahab için (dine karşı) saygısızlığa dönüştü; o kadar ki, bir ve aynı iş bu iki zıt etkiyi ortaya çıkardı.»

Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer şeytan meleklerle onların Allah'ı nasıl sevdiklerini görmek için konuşmuş olsaydı, Allah'ın reddine uğramıyacakti; ama, onları Allah'tan yüz çevirtmenin yollarını aradı, bu yüzden de ebedi azaptadır.»

O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: «O halde, îsrail krallarının kitabında yazılı olduğu gibi, Allah'ın yalancı peygamberlerin ağzıyla söylenmesini takdir buyurduğu yalanla ilgili olarak, peygamber Mikaya'da söylenen şey nasıl anlaşılmalıdır?»

îsa karşılık verdi: «Ey Barnabas, olanları kısaca anlat ki, gerçeği açıkça görelim.»

160.

O zaman, yazan dedi: «Peygamber Danyal, îsrail krallarının ve tiranlarının tarihini anlatırken şöyle yazar: «îsrail kralı, Ammoniler olan Belial oğullarına (yani, fasık/facirlere) karşı savaşmak için Yahuda kralıyla birleşti. Şimdi, Yehuda kralı Yehoşafat ve İsrail kralı Ahab ikisi birlikte Samiriyede bir tahtta otururlarken, önlerine dört yüz yalancı peygamber gelip, îsrail kralına dediler: «Ammonîlere karşı çık, çünkü Allah onları senin ellerine verecek. Ve sen Ammon'u parçalayacaksın.»

O zaman Yehoşafat dedi: «Burada babalarımızın Allah'ının herhangi bir peygamberi var mıdır?»

Ahab cevap verdi: «Yalnızca bir tane var, o da şerlidir, çünkü benimle ilgili olarak her zaman şer haber verir durur; ve ben de onu hapiste tutuyorum.» Böyle, yani «yalnızca bir tane var», çünkü Ahab'ın fermanıyla o kadar çok peygamber öldürülmüştü ki, peygamberler sizin de dediğiniz gibi ey muallim» insanların bulunmadığı dağ tepelerine kaçmışlardı.»

O zaman Yehoşafat dedi: «Onu buraya çağırt bakalım, ne der.».

Bunun üzerine Ahab Mikaya'nın oraya çağırılmasını emretti. O da ayağında bukağılarla ve hayatla ölüm arasında bulunan bir insan gibi, şaşırmış bir yüzle geldi.

Ahab kendisine sorup dedi: «Allah adına konuş Mikaya, biz Ammoniler'e karşı çıkacak mıyız? Allah, onların şehirlerini bizim ellerimize verecek mi?»

Mikaya cevap verdi: «Çık, çık, çünkü başarılı bir gekilde çıkacak ve yine daha başarılı bir şekilde ineceksin!»

O zaman, yalancı peygamberler Mikaya'yı Allah' ın gerçek bir peygamberi olarak övüp, ayaklarındaki bukağıları kırıp çıkardılar.

«Allah'ımızdan korkan ve hiçbir zaman putlar önünde diz çökmemiş olan Yehoşafat Mikaya'ya sorup, dedi: «Bu savaş işini nasıl görüyorsun, babalarımızın Allah'ı aşkına doğruyu konuş.»

Mikaya cevap verdi: «Ey Yehoşafat, senin yüzün için korkuyorum. Bu nedenle diyorum ki sana, îsrail kavmini çobansız koyun gibi görüyorum.»

O zaman Ahab gülümseyerek, Yehoşafat'a dedi: «Sana bu herifin yalnızca şerri haber verdiğini söylemiştim de, sen inanmamıştın.»

Sonra ikisi de dediler: «Şimdi, bunu nerden bilirsin ey Mikaya?»

Mikaya cevap verdi: «Herhalde Allah'ın huzurunda bir melekler heyeti toplandı ve ben Allah'ın şöyle gediğini işittim: «Ahab'ı Ammon'a karşı çıkıp, öldürülmesi için kim kandıracak?» Bunun üzerine, biri bir şey dedi, öbürü bir başka şey dedi. Sonra, bir melek gelip dedi: «Rabb, ben Ahab'a karşı savaşacak ve yalancı peygamberlere gidip, yalanı onların diline koyacağım ve böylece o da karşı çıkıp, öldürülecek.» Ve Allah bunu duyunca dedi: «Şimdi git ve öyle yap, çünkü sen başaracaksın.»

O zaman yalancı peygamberler kızdı ve reisleri Mikaya'nın yanağına tokat atıp, dedi: «Ey Allah'ın fasığı, gerçeğin meleği ne zaman bizi bıraktı da sana geldi. Söyle bize, yalanı getiren melek bize ne zaman geldi?»

Mikaya cevap verdi: «Kralınızı aldattığınız için, öldürülmek korkusuyla evden eve kaçtığınız zaman öğreneceksiniz.»

O zaman Ahab gazaba gelip dedi: «Mikaya'yı yakalayın, ayaklarındaki bukağıları yanağına vurun ve ben dönünceye kadar kendisine arpa ekmeği ve su verin, çünkü şu anda, ona nasıl bir ölüm biçeceğimi bilmiyorum.»

Sonra gittiler ve her şey Mikaya'nın dediği gibi oldu. Çünkü, Ammoniler'in kralı kullarına dedi: «Bakın, ne Yehuda kralına, ne de israil reislerine karşı savaşıyorsunuz, ama, düşmanım olan İsrail kralı Ahab'ı öldürün.»

O zaman îsa dedi: «Burada kal Barnabas çünkü amacımız açısından bu kadarı yeterli.»

«Hepsini işittiniz mi?» dedi îsa.

Havariler cevap verdiler: «Evet Rab.»

Bunun üzerine îsa dedi: «Yalan söylemek bir günahtır,-ama katl(öldürmek) daha büyük bir günahtır; çünkü, yalan, söyleyene ait bir günahken, katl, işleyene ait ise de, Allah'ın burada, yeryüzündeki en kıymetli şeyini, yani insanı da yok eder. Ve, yalan söylemeye, söylenen şeyin aksini söylemekle çare bulunabilir; halbuki katlin çaresi yoktur. Çünkü, ölüye yeniden hayat vermek mümkün değildir. O halde söyleyin bana, Allah'ın kulu Musa öldürdüklerinin hepsini öldürmekle günah mı işledi?»

Havariler cevap verdiler: «Haşa, haşa ki, Musa kendisine emreden Allah'a itaat etmekle günah işlemiş olsun!»

O zaman İsa dedi: «Ben de diyorum, haşa ki, Ahab'ın yalancı peygamberlerini yalanla kandıran şu melek, günah işlemiş olsun; çünkü, Allah nasıl insanların boğazlanışını kurban diye kabul etmişse, bu yalanı överek kabul etmiştir. Bakın, bakın, diyorum ki size, nasıl, ayakkabılarını bir devin ölçüsüne göre yaptıran çocuk hata ederse, aynen öyle de, insanın kendisi kanuna tabi iken Allah'ı kanuna tabi kılan da hata eder. Bu bakımdan, yalnızca Allah'ın dilemediği şeyin günah olduğuna inandığınız zaman, size söylediğim gibi, doğruyu bulmuş olacaksınız. Bu nedenle, çünkü Allah bileşik değildir ve değişemez, öyleyse aynı zamanda farklı şey dileyemez ve dilemez; çünkü, böyle olsaydı, kendinde çelişki ve neticede dert barındıracaktı ve sonsuz derecede Kudsi ve Sübhan olmayacaktı.»

Filipus karşılık verdi: «Öyleyse, peygamber Amos'un şu sözü nasıl anlaşılmalıdır? Şehirde Allah'ın yapmadığından başka kötülük yoktur.»

   İsa cevap verdi: «Şimdi bak buraya Filipus, Ferisiler'in yaptığı gibi harflerde çakılıp kalmanın tehlikesi ne kadar büyüktür; onlar, kendileri için, «seçilenler de Allah'ın takdirini» icat ettiler, öyle ki, gerçekte, Allah'ın haksız, kandırıcı, yalancı ve (üzerlerine gelecek) hükümden nefret edici olduğunu demeye getiriyorlar.»

Bu bakımdan diyorum ki, burada Allah'ın peygamberi Amos, dünyanın kötülük dediği kötülükten söz etmektedir; çünkü, eğer müttakilerin dilini kullanmış olsaydı, dünyadakiler tarafından anlaşılmayacaktı. Çünkü, bütün dertler iyidir; ister yaptığımız kötülükleri temizledikleri için olsun, ister bizi kötülük yapmaktan alıkoydukları için iyi olmuş olsun, isterse ebedî hayatı sevip, özleyelim diye, insana bu hayatın durumunu öğrettikleri için, iyi olmuş olsun. îşte, eğer Amos, «Allah'ın yaptığından başka şehirde hiç bir iyilik yoktur» demiş olsaydı, zenginlik içinde yaşayan günahkârlara ve kendilerini belâ içinde gören dertlilere ümitsizlik için fırsat tanımış olacaktı. Ve daha kötüsü, şeytan'ın insan üzerinde böyle bir egemenliği olduğuna inanan pek çokları, dert çekmemek için şeytan'dan korkacaklar ve ona kulluk edeceklerdi. Bu nedenle Amos, başkâhinin huzurunda konuşurken onun sözlerine bakmayıp, îbranî dilini konuşmayı bilmeyen Yahudi'nin iş ve dileğini dikkate alan Romalı tercümanın yaptığını yapmıştır. 

161.-162.

Eğer Amos, «Şehirde Allah'ın yaptığından başka iyilik yoktur» demiş olsaydı, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, ağır bir hata işlemiş olacaktı; çünkü, dünya kendini beğenme yoluyla işlenen kötülük ve günahların dışında hiç bir iyilik barındırmaz. Böyle olunca da, insanlar kendinden yerin titrediği (böyle bir sözü) duymakla, «Allah'ın yapmadığı» herhangi bir günah ve kötülük olmadığına inanarak daha çok kötülük işleyeceklerdi.» Ve îsa bunu demişti ki, hemen büyük bir deprem oldu. O kadar ki, herkes ölü gibi yere düştü. Isa onları kaldırıp, dedi: «Şimdi, benim size doğruyu söyleyip söylemediğimi görün işte. O halde, Amos'un, dünyadakilerle konuşurken «Allah şehirde kötülük yapmıştır» derken, sadece günahkârların kötülük dediği dert ve belâlardan söz ettiği (konusunda) bu kadarı yetsin.» 

Şimdi, bilmek istediğiniz takdire gelelim ve size bundan inşallah yarın öte tarafta, Erden kıyısında söz edeceğim.

163. Takdirin Açıkça Bilineceği Kişi: Hz. Muhammed

İsa havarileriyle Erden'in ötesindeki çöle gitti ve öğle namazı kılınınca bir palmiye ağacının yanına oturdu. Palmiye ağacının gölgesine de havarileri oturdular.

Sonra İsa dedi: «Takdir öylesine gizlidir ki ey kardeşler, size diyorum ki bakın, o yalnızca bir kişiye açıkça bilinecektir. O, milletlerin aradığı, Allah'ın gizliliklerinin kendisine öylesine açık olacağı kimsedir; o dünyaya geldiği zaman, onun sözlerini dinleyecek olanlar kutsanacaktır.. Çünkü bu palmiye ağacının bizi gölgelendirdiği gibi, Allah da onları rahmetiyle gölgelendirecektir. Yaa, nasıl bu ağaç bizi güneşin yakıcı ısısından koruyorsa, Allah'ın rahmeti de, o kişiye inananları şeytan'dan öyle koruyacaktır.»

Havariler karşılık verdiler: «Ey muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya gelecek kişi kim olacak?»

İsa kalb coşkusuyla cevap verdi: «O, Allah'ın Elçisi Muhammed'dir. Ve o dünyaya geldiği zaman, yağmurun, uzun bir süre yağmur almadıktan sonra yere meyve verdirmesi gibi, o da getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih ameller için bir fırsat olacak. Çünkü, O, Allah'ın rahmetiyle yüklü beyaz bir buluttur. Bu rahmeti Allah, mürşidler üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır.» 

164.

îşte şimdi size, Allah'ın bu aynı takdirle ilgili olarak bilmem için bana bahşettiği azıcık şeyi anlatacağım. Ferisîler derler ki, «her şey önceden o şekilde takdir edilmiştir ki, seçilmiş olan fasık/facir olamaz, fasık/facir olan da, ne olursa olsun seçilmiş olamaz; ve nasıl Allah salih ameli, üzerinde seçilmişlerin kurtuluşa doğru yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmişse, aynı şekilde günahı da, üzerinde fasık/facirlerin helake yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmiştir.» Bunu yazan elle birlikte, diyen dile de lanet olsun. Çünkü bu, şeytan'ın inancıdır. Buradan kişi günümüz Ferisîlerinin durumunu bilebilir. Çünkü onlar, şeytan'ın inanmış kullarıdır.

«Takdir, kişinin elinde araç olarak bulundurduğu şeye son veren mutlak bir iradeden başka ne anlama gelebilir? O halde, yalnızca harcayacak taş ve para değil, aynı zamanda, üzerine bir ayak koyacak kadar arsası da olmayan bir kişi evi nasıl takdir edecektir? (Böyle bir şeyi) asla kimse (yapamaz). Öyleyse size diyorum ki, takdir, Allah'ın insana kendi pak nimeti, kendi kanunundan verdiği hür iradeyi çekip almaktan öte bir şey değildir. Yerleştirmekte olduğumuz, kesinlikle takdir değil, sadece kötülük aracıdır.

«Musa'nın kitabı gösteriyor ki, şu insan hürdür. Allah'ımız kanunu Sina dağında verdiği zaman şöyle konuşmuştur: «Benim buyruğum gökte değil ki.» şimdi kim Allah'ın buyruğunu gidip bize getirecek ve acaba kim ona uyma gücünü bize verecek?» diye kendine mazeret arayasın. Ama, benim buyruğum senin kalbinin yanındadır, ki dilediğin zaman ona uyabilesin.»

Söyleyin bana, eğer kral Hirodes yaşlı bir adama gençleşmesini ve hasta bir adama düzelmesini emretse, onlar bunu yapmayınca kendilerini öldürtse, bu adalet olur mu?»

Havariler cevap verdiler: «Eğer Hirodes böyle bir emir verse, en zalim ve dinsiz (kişi) olur.»

O zaman Isa iç çekerek, dedi: «Bunlar insanî geleneklerin meyveleridir kardeşler; çünkü, Allah fasık/ faciri (bir daha) seçilmiş olamayacak şekilde önceden takdir etmiştir demekle, onlar Allah'ı en dinsiz ve zalim yaparak küfrediyorlar. O, günahkâra günah işlememeyi, işlediği zaman da tevbe etmeyi emreder; halbuki, bu tür bir takdir günahkârdan günah işlememe gücünü çekip alır ve tevbeden tümüyle yoksun bırakır.»

165.

Allah'ın peygamber Yoel aracılığıyla ne dediğini de duyun: «Sağ ve diriyim ki, (der) Allah'ımız, günahkârın ölümünü dilemem, ama onun tevbeye gelmesini ararım.» O halde, Allah dilemediği şeyi önceden takdir mi edecektir? Bir, Allah'ın dediğine bakın, bir de bu zaman Ferisîlerinin dediğine.

«Dahası var, Allah peygamber îşaya aracılığıyla der: «Ben çağırdım, sizse beni dinlemediniz.» Ve, Allah ne kadar çağırmış, aynı peygamber aracılığıyla dediğini duyun; «Bütün gün ellerimi bana inanmayan bir kavme yaydım da, bana karşı geldiler.» Ve, bizim Ferisî'lerimiz fasık/facirin seçilmiş olamıyacağını söylerken, Allah'ın, beyaz bir şey gösterip kör bir adamla alay etmek gibi, veya sağır bir adamla kulaklarına konuşarak alay etmek gibi insanlarla alay ettiğinden başka bir şey mi söylemiş oluyorlar? Ve, seçilmişin fasık/facir olamıyacağı konusunda, bakın Allah'ımız Hezekiel peygamber aracılığıyla ne diyor: «Sağ ve diriyim ki» der Allah «eğer takva sahibi takvasını bırakır da, kirli işler yaparsa helak olur. Artık onun takvasından da hiç bir şey hatırlamaz olurum; çünkü takvasına güvenirse, takvası onu Benim önümde terk eder ve onu kurtarmaz.»

Ve, fasık/faciri çağırma konusunda, Allah peygamber Hoşea aracılığıyla şundan başka bir şey mi der: «Ben seçilmiş olmayan bir kavmi çağıracağım, onlara seçilmiş diyeceğim.» Allah doğrudur ve yalan söylemez; çünkü doğru olan Allah doğruyu söyler. Ama, bu zamanın Ferisîleri akideleriyle Allah'a tümüyle karşı çıkarlar.»

166.

Andreas karşılık verdi: «Ama, Allah'ın Musa'ya dediği şu, merhamet etmek dilediğine merhamet edeceği, katılaştırmak dilediğini katılaştıracağı (sözü) nasıl anlaşılmalıdır?»

îsa cevap verdi: «Allah bunu, insanın kendi faziletiyle kurtulacağına inanmaması, bunun yerine, hayatın ve Allah'ın merhametinin kendisine Allah tarafından nimeti olarak bahsedildiğini idrak etmesi için der, Ve bunu insanların Kendinden başka tanrılar bulunduğu düşüncesinden kaçınmaları için der.

«Bu bakımdan, eğer Allah Firavun'u katılaştırdıysa, o, kavmimize işkence edip, onu İsrail'deki tüm erkek çocukları yok etmekle hiçe indirmeye kalkıştığı için yapmıştır. O zaman Musa da hayatını kaybedeyazmıştı.

«Aynı şekilde, bakın size diyorum ki, takdir kendisine temel olarak Allah'ın kanununu ve insanın hür iradesini alır. Evet, ve eğer Allah kimse helak olmasın diye tüm dünyayı kurtaracak olsa, ruhun tepeden baktığı bu çamur (yığını), ruh gibi günah işlese bile, tevbe etme gücüne sahip olsun ve ruhun fırlatılıp atıldığı o yerde oturmaya gelsin diye, şeytan'a garaz olarak kendisine sakladığı hürriyetten insanı yoksun bırakmamak için bunu yapmaz. Allah'ımız, diyorum ki, rahmetiyle insanın hür iradesini izlemek diler, yaratığı kudretiyle terketmek dilemez. Ve, bu nedenle hüküm gününde kimse, günahları için herhangi bir mazerette bulunamıyacaktır. Çünkü, Allah'ın doğru yola gelmeleri için neler neler yaptığı ve ne kadar sık kendilerini tevbe etmeye çağırdığı o zaman herkes için apaçık ortada olacaktır.

167.

«İşte böyle, eğer zihniniz bununla da yetinip durulmadıysa ve yine «neden böyle?» demek istiyorsanız, size bir «neden»i daha açıklayacağım. O da şudur : Söyleyin bana, neden (tek) bir taş suyun üstünde duramaz da, tüm yer yüzü suyun üstünde durur? Söyleyin bana, su ateşi söndürür ve yer havadan kaçarken ve kimse toprak, hava, su ve ateşi uyum içinde bir araya getiremezken, yine de bunlar insanda bir araya geliyor ve uyum içinde kalıp gidiyorlar, neden?

«O halde bunu bilmiyorsanız —hem, tüm insanlar da insan olarak bunu bilmezler— Allah'ın kâinatı hiç yoktan tek bir sözle yarattığını nasıl anlıyacaklar; Allah'ın sonsuzluğunu nasıl anlıyacaklar? Ne olursa olsun bunu asla anlıyamayacaklardır. Çünkü insan, sonlu ve peygamber Süleyman'ın dediği gibi vücutla bileşim içinde olup, bozulabilir ve ruhu da baskı altında tutarken ve Allah'ın işleri de Allah'a göreyken onları nasıl anlıyabilecekler?

«Allah'ın peygamberi îşaya (bunun) böyle (olduğunu) gördüğünden, haykırıp, dedi: «Gerçekten sen gizli bir Allah'sın!» Ve, Allah'ın Elçisi hakkında, Allah O'nu nasıl yarattı, o der: «Onun doğuşu, kim anlatacak?» Ve, Allah'ın işlemesi hakkında der: «Onun danışmanı kim?» Bu bakımdan, Allah insan tabiatına der: «Nasıl gök yerin üstünde yükseltilmişse, benim yöntemlerim, sizin yöntemleriniz üzerinde ve benim emrim sizin emriniz üzerinde yükseltilmiştir.»

Bu nedenle size diyorum ki, takdirin niteliği, durum benim size anlattığım gibiyse de, insanlara açık değildir.

Öyleyse insan, yöntemi bulamadığı için gerçeği inkâr mı etmelidir? Ben, nasıl olduğu anlaşılmadığı halde sıhhati reddeden bir kimseyi henüz görmüş değilim. Hem, Allah'ın benim dilimle hastaları nasıl iyileştirdiğini bile bilmiyorum.»