Lisansa Başlarken Keşke Bilseydim Dediğim Şeyler

Bu yazıda ilk üç maddede yetişkinliğe adım atan bir genç olarak aldığım kişilik derslerine değineceğim, son üç maddede de akademik deneyimlerimden bahsedeceğim. Bu yazıdaki yargılar benim tamamen şahsi fikrim olup doğruluğu her zaman sorgulamaya tabidir. Elimden geldiğince kendi tecrübelerimi ve onlardan çıkardığım dersleri objektif bir şekilde anlatmaya çalıştım. Hepimiz çok farklı ve özeliz. Dolayısıyla bu yazıdaki yargıları sorgulamadan/modifiye etmeden uygulamamanızı şiddetle tavsiye ediyorum!

1. Bireyselliği kabullenmek, kendi iplerini kendi eline almak üzerine

2014 yılında Boğaziçine ilk geldiğimde bize HUM 101 (insanlık tarihinin işlendiği, felsefi ve sosyolojik öğelerin tartışıldığı bir ders) aldırmışlardı. Çevremden ders ile ilgili çok farklı yorumlar duymuştum, ancak herkes bir konuda hemfikirdi: Bu dersi iyi bir notla geçmek çok zor. Tabi ki o zamanın aklıyla bu beni çok rahatsız etmişti. Nasıl yani, ortalama üniversite hayatında başarının tek göstergesi değil mi? Öyleyse neden bizi bu kadar zorlayacak dersi ilk baştan bize zorunlu tutmuşlardı? Daha yanlış düşünemezdim herhalde, çünkü Boğaziçinin ilk döneminde düzenli takip ettiğim ve severek gittiğim tek ders bu oldu. O kadar sevdim ki sonraki dönem HUM 102 dersini de aldım. Bu da bana ilk üniversite hayat dersi oldu:

Üniversite hayatım boyunca aldığım kararları topluluğun yönelimine bakarak almamalıyım. Nitekim toplum kendi için en faydalı olanı değil en kolay olanı seçmeğe eğilimlidir.

Bu yazıyla ilgili akılda kalmasını istediğim en önemli nokta da sanırım bu. Her birey birbirinden çok farklı olduğu için sistemleşmiş doğrular veya toplumsal alışkanlıklar bireylerin eğitimlerinde yanlış bir güven hissi yaratıyor, sebepsiz şekilde yaratıcılığı ve bireyselliği engelliyor. Ben dahil kim ne derse desin eğitiminizin öznesi sizsiniz, üniversite zamanı da sadece bilgi olarak değil kişilik olarak da yetişkinliğe girdiğiniz bir dönem. Kararlarınızı başkasının almasına izin vermeyin, sonunda her şey kötü de gitse en azından ortaya çıkan sizin eseriniz olacaktır. Bununla birlikte bu kararları almadan önce bilgilenme aşamasını iyi geçirmeniz de önemli. Bu da bizi sonraki maddeye getiriyor.

2. Doğru mentorluk ve gerçek arkadaşlar üzerine

Hayatımdaki en büyük şansım hep çok doğru insanlarla karşılaşmış olmak sanırım. Oda arkadaşlarımdan hayat arkadaşıma kadar yolumun kesiştiği her bir birey benim hayatımı çok değiştirdi ve zamanla hepsi benim bir dostum olarak kaldılar. Aynı şekilde yaşça büyük mentorlarım da, başta hocalarım olmak üzere, bana her zaman saygıyla yaklaştılar. Bugün birçoğunu dostum olarak görebiliyor olduğum için ayrıca çok şanslıyım. Bundandır herhalde ne zaman birisi "Türkiyedeki hocaların da araştırma yaptıkları yok, boşver sen onları onlar bu işleri bilmiyorlar" dediğinde duymazdan geliyorum, bu kişinin verdiği tavsiyeye güvenim azalıyor. Çünkü Türkiyede çok kaliteli akademisyenlerimiz var, işin güzeli bu insanlar aynı zamanda çok da iyi, sevecen ve dost gibi dost bireyler. Hoş bu konuda çok objektif olamayabilirim, ben de 5-6 yıla Türkiyeye bir akademisyen olarak dönmeyi hedefliyorum, tabi olur da bir okul beni alırsa!

Türkiye özelinde önemli bir konuya açıklık getirdiğimize göre ana fikre dönebiliriz. Doğru mentor (bu saatten sonra arkadaşı mentordan ayırt etmiyorum, zaten arkadaşlarınızın hepsi bir yerden sonra mentor oluyor) her zaman sizinle hem fikir olan değil, tam tersi sizden farklı görüşleri olan kişidir. Dolayısıyla, mentorluk sistemine dahil olmadan önce anlamanız gereken çok önemli bir yargı var:

Mentorlar yarı düşünülmüş kararlarımızı onaylayan kişiler değildir, tam tersi kararlarınızda görmediklerinizi size gösteren ve çoğunlukla size karşı çıkan kişilerdir. Bu yüzden herhangi birinden tavsiye istemeden veya bir hocanızla görüşmeye gitmeden önce geribildirim almaya hazırlıklı olun ve söylenen hiçbir şeyi kişisel algılamayın.

Bu çok basit ve sağduyulu bir tavsiye gibi gelse de ben de çoğu zaman buna uymakta zorlanıyorum. Peki, savunmacı davrandığımızı ve mentorumuzun zamanını boşuna harcadığımızı nasıl anlarız? Aslında çok basit, eğer size verilen bilgileri alıp teşekkür etmek yerine karşıdaki insanın fikrini değiştirmeye çalışıyorsanız aslında yaptığınız tek şey size mentorluk veren kişinin vaktini harcamak. Bununla birlikte karşılıklı tartışma ve ortak yargıya varma çok değerli ve önemli. Bu iki durumun ayrımı da çoğu kez çok net oluyor. Mesela, "Hocam, bence doktora yapacaksam top okullarda yapmalıyım. Şimdi ben neden düşük sıralamalı X okuluna başvurayım ki?" gibi bir soru sormak var, veya "Ben bugüne kadar hep okul sıralamalarına baktım ve ona göre karar verdim. O sıralada X okulu çok düşük bir yerde. Siz de bunu biliyorsunuz ama ona rağmen tavsiye ediyorsunuz. Ben burda neyi kaçırıyorum?" gibi bir soru sormak var. Birincisindeki öğrenci sahip olduğunu ön bilgilerden çok emin, ikincisinde ise en temel bilgileri bile sorgulamaya açık bir yaklaşım içerisinde. Ben kendimi gözlemlediğimde bu iki birey arasında çok sık gidip geldiğimi fark ettim. Kendi adıma bulduğum çözüm ise şöyle: Herhangi bir görüşme sırasında hiçbir karar almıyorum. Elimden geldiğince karşıdan fazla bilgi almaya çalışıyor, onları not ediyor ve sonra eve gidince her şeyi baştan bir gözden geçirip kararı kendi başıma alıyorum. Böyle olunca karşıdaki insan da elinden geldiğince size ihtiyacınız olan bilgileri çekinmeden/korkmadan aktarmaya çalışıyor.

3. Taban tabana karşı çıktığınız konulardaki tutumunuz üzerine

Mentorluk konusundaki bir başka nokta da haklı olduğunuzu düşünseniz bile akıl hocalarınıza güvendiğiniz için kendi düşüncenize zıt kararlar almak. Bunu ben bugüne kadar çok yaptım, bazen pişman oldum bazen de iyi ki kendi bildiğimi okumamışım dedim. 1. madde ile çelişiyor gibi gözükse de aslında birebir uyumlu bir madde olacak bu. Önce anafikir ile başlayalım:

Hayatta bazen gerekli bütün bilgilere sahip olsanız da konuya gerek duygusal yakınlığınız, gerek de ileri görüşlülüğünüzdeki kara bulutlar sebebiyle kendiniz için en doğru kararları bazen siz veremeyebilirsiniz. Bu noktada, öncelikle bunu fark edebilmek ve sonrasında da güvenilir bulduğunuz çok yakın birkaç dostunuzun sağduyusuna güvenmek hayatınızı kurtarabilir. Her ne kadar size rasyonel gelse de çok güçlü karşı çıktığınız veya desteklediğiniz konularda henüz fark etmediğiniz duygusal ve fevri sebepler olabilir.

İlgili bir hikaye zamanı: Yıl 2016, ben daha fazla mühendislik dersleri almak istemiyorum. Hatta, hayatıma bir fizikçi olarak devam etmek istediğime %100 eminim (Kadere bak, fizik ve mühendisliği birleştirip nöro bilimci olduk!). Bu fikri önce aileme açtım, çok hoşlarına gitmedi ama destekleyeceklerini söylediler. Sonra arkadaş ve hocalarımla konuştum, onlar da aşağı yukarı hem fikir oldular. Ancak bugünkü nişanlım, o zamanki kız arkadaşım çok sert bir şekilde karşı çıktı. Kendine göre haklı sebepleri vardı ama ben bunları hiç mantıklı bulmuyordum. Dediğim gibi, %100 emindim ne istediğime. Beyza'nın ısrarları karşısında biraz duygusal sebeplerle de olsa bu fikirden vazgeçtim. Bugün o kararıma baktığımda aslında bir hocam ile yaşadığım tatsız olaylardan dolayı aldığım çok duygusal bir karar olduğunu fark ettim. Biraz manipülatif davranarak kendime ve çevreme çok rasyonel yargılarla açıklamıştım kararı ama aslında temelinde çok fevri sebepler yatıyormuş. İşin komik yanı, o zamanlar tartıştığım hocama bugün çok daha farklı bir saygı ile yaklaşıyorum. Bu olaydan beri çok güçlü hissettiğim konular hakkında herhangi bir yorum yapmadan ve karar vermeden önce iyice duygularımı araştırıyorum, ben neden bu konuda değişmez bir irade gösteriyorum diye. Kendi tecrübeme göre bunlar ya insanların haksızlık gördüğü konular oluyorlar ya da benim yetersiz hissettiğim veya hatalı olduğum konular. İki durumda da karar verecek bir ruh halimde olmadığımı fark edip kararı güvendiğim insanların tavsiyesine göre alıyorum.

4. Günü gününe çalışmak ve derslere gitmek üzerine

Birçoğumuz çok sık duyduk bunları aslında. Liseye geçtiğinizde size burası ilkokul değil son gün çalışarak yapamazsın demişlerdi, ama aslında yalandı. Aynı şekilde üniversitede de diyorlar, o da büyük bir yalan. Açıkcası ben bugün tüm büyük raporlarımı son güne bırakıyorum. Bunun vakti geldiğinde çok faydalı olduğunu da düşünüyorum. Eğer amacınız iyi bir ortalama ve başarılı olmaksa hayatınızın her aşamasında son gün çalışarak başarılı olabilirsiniz. Ancak, ve evet büyük bir ama mız var burada, söz konusu üniversite dersleri olunca ben derslere günübirlik gitmeyi şiddetle tavsiye ediyorum. Ben gitmedim, ortalamam yüksekti ama bugün üniversiteye geri gitsem kesinlikle her derse katılırım. Kafanızı iyice karıştırdığıma göre şimdi üniversitede nasıl yüksek ortalama yaptığımı açıklayabilirim:

Üniversitede sınav notunuz derslere düzenli gitmenizden çok sınav öncesindeki son hafta ne kadar çalıştığınıza, örnek soruları ne kadar çözdüğünüze ve sınavda çıkacak konuları ne kadar iyi kestirdiğinize (yani üst dönem ilişkilerinize) bağlı. Derse düzenli gitmeniz bu son haftadaki çalışma yükünüzü azaltır ancak kendi tecrübeme göre derse gitmeden de bir şekilde kotarılıyor. ANCAK, derslere düzenli gitmeniz o dersten öğrendiğiniz bilginin ne kadar uzun süre sizinle kalacağını belirliyor.

Üniversitede iki tip başarılı öğrenci oluyor genelde bu konuda. Derse düzenli gidip her derste not tutanlar ve bu notları alıp sınavın son haftasında çalışanlar. Eğer son gece çalışanlarından olursanız öğrendiğiniz bilgileri sınavdan sonra unutursunuz. GPA'iniz yüksek olur ama altyapınız güçsüz kalır. Bu yüzden, konu kolay da gelse, sonra ben bunu kitaptan daha hızlı öğrenirim diye de düşünseniz (ki gerçekten kitaptan daha hızlı öğrenirsiniz) elinizden geldiğince derslere gidin ve size boşa gidiyor gibi gelen o zamanı derse verin, ders kitabı birebir tahtaya geçirmek olsa bile. Aslında o zaman asla boşa gitmiyor. İkinci tip öğrenci olan ben daha dün kendimi yıllar sonra 12. sınıf biyoloji kitaplarından golgi aygıtı şimdi ne yapıyordu diye araştırırken buldum. Keşke zamanında derslerime günü gününe çalışsaydım diyorum.

Not: Aslında en uygunu bunun dengesini bulmak. Bazı derslerde sadece alacağınız nota bakmanın da bir zararı yok, hele ki ders yükünüz çok fazla ise. İdeal durum kendinizi bu hale getircek kadar fazla ders almamak, ama olur da almanız gerekirse duruma göre adapte olmaktan çekinmeyin. Olur da düzgün öğrenmediğiniz bilgiler sonra gerekirse her zaman telafi edebilirsiniz. Nitekim ben şu anda bunların çoğunu edebildiğimi düşünüyorum.

5. Önünü görmek ve lisans araştırma stajları üzerine

Hayatta nereye gittiğini görmek veya görmek istemek çok ince bir konu. Bazen bu duygu size çok katkı sağlarken bazen, özellikle takıntı haline geldiğinde, çok ciddi zararlar da verebilir. Dolayısıyla zamanı geldiğinde iyi plan yapmak zamanı geldiğinde de hayatı akışına bırakabilmek önemli. Özellikle akademik kariyer düşünen lisans öğrencileri için bu ayrım bazen gereğinden fazla stres yaratabiliyor. Benim buna bakış açım şu şekilde:

Lisansta araştırma konularını seçerken olabildiğince günün "hot topic" araştırma alanlarını tercih etmek, sonrasında hem akademik dünyada ilerlemeyi kolaylaştırıyor hem de olaylara daha geniş çerçeveden bakmayı sağlıyor. Dolayısıyla olabildiğince farklı konuda çalışıp farklı beceriler edinilmeli, "gelecekte hangi konuda araştırma yapacağım" sorusu öğrencinin akademik hayatını çok strese sokmamalıdır. Zamanı geldiğinde gerekli bilgileri 1-2 ayda edinebilirsiniz ama becerileri edinmek yıllar sürer.

Her ne kadar bazı araştırma konuları günümüzde, özellikle toplum seviyesinde, çok abartılsa da bu abartının arkasında çoğu zaman gerçeklikler var. Mesela, yapay zeka konusu bugün herkesin dilinde sakız olduğundan ilk defa bu konuya yaklaşan biri bu konudaki araştırmanın ne kadar geçerliliği olduğunu sorgulayabilir. Bununla birlikte yapay zekanın temeli olan kodlama günümüzde her alana girmiş, her araştırma laboratuvarının öğrencilerde beklediği bir özellik. Konu seçerken bu tarz sadece bir alana değil birçok alana katkı sağlayabilecek konulara yönelmekte fayda var.

Benim lisans öğrencilerinde çok sık gördüğüm, benim de zamanında yaptığım, bir hata; yaptıkları ilk araştırma konusuna sıkı sıkıya yapışmaları ve doktoralarını bu konuda yapmak istemede ısrarcı olmaları. Çoğu kez bu yeniliğe kapalı olmaktan ve sıfırdan başka bir alana girmeye karşı olan korkudan olabildiği gibi nadir durumlarda öğrenciler ilk denemede kendileri için en uygun alanı bulmuş da olabiliyorlar. Her türlü durumda lisans araştırma tecrübesini doktora konusunu seçmek gibi değerlendirmemek lazım. Bu süreci kendini doktoraya hazırlayacak becerileri edinmek gibi görmek kişisel gelişimi ve çok yönlü olmayı sağlar. Bunları yine doktora başvuruları zamanı gelince tekrar yazacağım, ancak ben de beraber çalışacağım bir lisans öğrencisi seçerken benim konumda 3-4 yıllık tecrübeli biri yerine aynı yılları çok farklı konularda araştırma yaparak geçirmiş birini tercih edebiliyorum. Sonuçta benim bildiğim konuyu bana anlatacak birindense araştırmaya kendi özel katkısını yapacak biri çok daha ilgi çekici.

6. Yaratıcılık gereken şeyleri son güne bırakmak üzerine

Bu tavsiyeyi bana UC Berkeley'de derslerini çok sevdiğim bir hocam vermişti. Hayatımda gördüğüm en "chaotic good" birey olabilir sanırım. Ben de kişilik olarak kaotik bir kişi olduğumu belirtmeliyim sanırım, dolayısıyla bu son madde kolay kolay stres yapmayan insanlar için daha uygun olabilir. Ayrıca bu maddede açıklayacağım beceri kendi tecrübemce doğuştan gelmediği gibi yıllar süren antrenman ile kazanılabiliyor.

Son teslim tarihi ile ilişkili gelen adrenalin salgısı ile insanlar normalden çok daha yaratıcı hale gelebiliyor.

Ben de genelde makale yazarken veya fon başvurularında yazılarımın yaratıcılık gereken kısımlarını son güne bırakıyorum. Aynı şekilde bir sınava hazırlanırken genelde çıkmış veya tavsiye edilen soruları son 2-3 günde çözüyorum ve sınav öncesi akşamında kitaba veya deftere son bir kez iyice bakıyorum. Eğer başka bir dönemde yaparsam 1 hafta sürecek işleri böylelikle 1-2 gün içerisinde bitirebiliyorum. Bunu kendim dışındaki birçok bireyde de gözlemledim, ancak dediğim gibi eğitilmesi gereken bir beceri ve eğitimi mümkünse çok ciddi olmayan şeylerde yapmakta fayda var. Çoğu zamanda bu eğitim zaman yokluğundan kendi kendine oluyor zaten :)

Son söz:

Bu derslerin çoğunu lisans hayatım biterken veya 3.-4. sınıftayken öğrendim. Keşke üniversiteye ilk başladığımda bilseydim dediğimden bu bloğu yazdım. Tekrar belirtiyorum, hepsi bireysel tecrübelerim ve fikirlerim.