Akademide Heveslenme Sanatı

Sorumluluk Reddi (Disclaimer): Yazıyı yazarken üniversite yıllarındaki halime yazıyor gibi düşünerek yazdım. Bunların hepsi kişisel görüşlerim, birçoğu belki yıllar sonra değişebilir de. Yazının amacı tavsiye vermek değil (her ne kadar yıllar önceki halime tavsiye gibi yazılmış olsa da), onun yerine bu konular üzerine düşünmeyi tetiklemek. Burada yazılanlar hakkında farklı kişilerin çok farklı görüşleri olabilir, ben kendiminkileri benzer yollardan geçecek kişiler için paylaştım.

Yazı Başlangıcı

Heves. Bir genç araştırmacının elindeki en güçlü etken olabileceği gibi aynı araştırmacının çok yanlış kararlar vermesine de sebep verebilir. Dürüst olalım, birçoğumuz heveslerimiz (özellikle bilim hevesi) sonrasında bu yola çıktık. Daha önce kimsenin bilmediği faz uzaylarında gezinmek, insan bilgisinin sınırlarını anlamak, zorlamak, ötesine geçmek ve zamanı geldiğinde yeni araştırmacıları yetiştirmek için burdayız. En azından benim motivasyonum bu. Bu şekilde motive edildiğinde heves bir akademisyenin en güzel dostudur, çünkü merak duygusu her insanda bulunurken bu duygunun peşinde koşma iradesini göstermeyi bazen sadece bir heves sayesinde yapabiliyoruz. Ne zaman bu konuları düşünsem aklıma Batman filmindeki şu sahne geliyor:

"Henri Ducard : Your parents' death was not your fault. It was your father's. Anger does not change the fact that your father failed to act.
Bruce Wayne : The man had a gun!
Henri Ducard : Would that stop you?
Bruce Wayne : I've had training!
Henri Ducard : The training is nothing! The will is everything! The will to act." Source: IMDb

Bu açıdan bakınca, araştırmanın kalbinde yatanın alınan eğitim veya sahip olunan eşsiz zeka/beceriler olduğuna inanmıyorum. Hayatım boyunca bunların hepsine sahip insanların adım adım farklı yönlere yöneldiklerini çokça gördüm (ki bu kesinlikle doğal bir durum). Şu kısa hayatımda vardığım sonuç, bir araştırmacının kalbinde yatan en temel özelliğin, uğruna irade gösterebilecekleri özgün ve sürdürülebilir heveslerin olması. Bazen bu hevesleri başkalarıyla paylaşırız, bazen de kendimize ait "boyumuzdan büyük" ve özgün şeylere hevesleniriz. Peşinden koşulan hevesin daha önce yapılmamış olması takip edilecek bir örneğin olmaması açısından tabi ki talihsiz bir durum, ancak bazen bilinmeyene kafamız dik bir şekilde koşmak kendi başına ayrı bir zevktir.

Önemli bir nokta ise, bu tarz gerçekçi ve sürekli bir heves ile anlık hevesi birbirine karıştırmamak. Aslında bir şeyleri istemenin, bir şeylerin peşinde koşmanın da kendine göre bir kuralı var. Bu kurallara uyulmadığında işte bu heves anlık bir duygu olarak kalıp araştırmacıyı çok yanlış kararlara itebilir. Bu noktada benim çok sık gördüğüm şöyle bir örnek var:

Doktora programları veya yaz stajları ile ilgili bana ulaşan ve fikir danışan kişilerde gördüğüm genel bir özellik, çoğunun aklında sadece bir veya iki grup olması. Bu gruplar (veya okullar) dışındaki seçeneklere ilk başta kapalı olabiliyorlar. Bunun, alana ilk girişin o gruptaki birinin makalesiyle olmasından okulun web sitesinin modern ve ilgi çekici olmasına kadar çok geniş bir sebep skalası var. Bunlar aslında bana bu kişinin henüz "anlık bir heves ile" hareket ettiğini gösteriyor. İşin doğrusu, herhangi bir alanda benzer konularda çok iyi işler yapan en az 15-20 lab bulmak oldukça kolay. Bu lablar arasında kişinin bir tercihi olması ise kişiler veya grupla birebir iletişim olmadan çok da mantıklı değil. Bu şekilde gereğinden fazla tek bir seçeneğe odaklanma durumu işte bu yazıda tartışmak istediğim "heveslenme sanatı" konusunun gerekliliğini bana gösterdi.

Peki, özellikle sınırlı imkanları ile kötü bir ün salmış bugün akademisinde nasıl heveslenilmeli, bir şeyler nasıl istenilmeli? Açıkcası, bu soruyu nesnel sebeplere dayanarak açıklamak oldukça zor, hatta imkansız; belki de anlamsız. Bu konuda yapabileceğim en iyi şey, konuya biraz bireysel bir açı getirerek birkaç temel pratiği iskeleti oluşturması için önermek. Şimdiden vurgulayayım, bu tarz bireysel sistematiği sadece ve sadece başlangıç noktası olarak almayı düşünen birisiyim; bu yazıyı da bu amaçla yazıyorum. Yazıya bundan daha fazla bir şeymiş gibi bir anlam yüklemek veya yazıdan böyle bir şey beklemek yazının ruhuna aykırı olur.

Heveslerin kalıcığı ve temel ilkeler

Çok sık kullanılan tavuk-yumurta metaforunu heveslenme, başarı ve çalışma arasında da kurabiliriz. İnsanlar yetenekli oldukları konularda daha çok çalışır ve başarılı olurlar. Daha sonra, zamanla beslenen pozitif feedback döngüsü etkisiyle de, başarılı oldukları konularda daha da hevesli hale gelirler. Bir yerden sonra iyi yapabildikleri şeylerin peşinden koşmaya başlarlar. Peki bu döngü nerede başlar?

Çoğu zaman bu döngünün başlaması şans eseri şeylere bağlı. Fiziği sevdiğimi ilk kez fark ettiğim zamanları düşündüğümde aklıma bir sürü anı geliyor, çoğunda ortak özellik az çok aynı. Ya bir sınavdan yüksek almıştım ya konuları daha hızlı öğrenmiştim ya da birileri bana fiziğe özel yeteneğim olduğunu söylemiş. Çok az çocuk, bilinçli olarak bir şeylere yöneliyor ve yine çok azımız küçüklüğümüzden beri bizlere çizilen sınırların dışına çıkmayı düşünebiliyoruz. Bu durumdan arkadaş arasında "otopilot" süreci diye bahsediyorum, bu yazıda da bu şekilde kullanacağım. Bana kalırsa, bu sürecin kontrol altına alınmasında asıl önemli olan insanın hangi konularda otopilotta olduğunun farkına varması ve bu konularda kendine sık sık sorular sorarak en temelde yatan ilkeleri (first principles) fark etmesi. Ancak bunu yaptıktan sonra insan heveslerini kalıcı hale getirebiliyor.

Bir örnek olarak benim üniversite ve bölüm tercihimden bahsedebilirim. Lise sonuna kadar hep fizik okumak istedim, tercih dönemi gelene kadar bu görüş hep sürdü. Ancak, tercih döneminde çevreden duyduğum şeyler sonrasında korkarak mühendislik tercihi yaptım, bugüne kadar hayatımdaki en büyük hatalar listesinde üst sıralardadır. Fizik konusunda yetenekli ve hevesliydim, ancak bunun altında yatan temel ilkeleri hiç düşünmemiştim. Yani, kendimi gerçek anlamda hiç sorgulamamıştım. Benimki aslında o zamanlar "anlık" bir hevesti ve bu sebeple de hayattan belki de 2-3 yıl kaybettim. Ancak, çok değerli bir ders öğrendim:

Hevesler çok çalışmayla ve yetenekle desteklenir, geçmişteki başarılar gelecekteki başarıların habercisidir. Ancak, hevesleri kalıcı yapan ne yetenek, ne çok çalışma ne de başarıdır. Hevesleri kalıcı yapan insanın kendini bütün gerçekliğiyle derinlemesine sorgulayarak bu heveslerin altında yatan temel ilkeleri keşfetmesidir.

Benim fizik hevesimin arkasında yatan temel iki ilke: bir şeyleri keşfetmenin verdiği haz ve bana verilen yeteneklerle olabileceğim en iyi versiyonum olmaktı. Hatta, geçenlerde birisi bana en çok korktuğum şeyi sorduğunda aklıma gelen ilk seçeneklerden birisi "olabileceğim kişinin sadece bir gölgesi olarak yaşamak" oldu. Bu ilkeleri keşfetmem hayatımın sonraki dönemlerinde fizikten teorik nörobilime kaymamı çok kolaylaştırdı, her ne kadar hiçbir altyapım olmasa bile bu alanda gerekli altyapıya ulaşacak yeteneğim olduğunu biliyordum, çünkü beni ben yapan ilkeler ile oldukça uyumlu bir karardı. Bu da hevesimi kalıcı bir hale getirdi. Bu sefer çevremde bunu mantıklı bulmayan birçok kişi olmasına rağmen ben hevesimi takip ettim, pişman olacağımı hiç sanmıyorum.

Keşif vs faydalanma (Exploration vs exploitation)

Yapay zeka ve öğrenme literatüründe çok sık tartışılan bir konsept bizlere heveslerimizi anlamak konusunda birkaç ipuçu verebilir: var olan becerilerin kullanılması (exploitation) ve yeni becerilen keşfedilmesi (exploration) dilemması. Çok kısa özetleyeceksek, keşif insanın henüz uzman olmadığı becerileri kazanmak amaçlı yeni şeyler denemesi anlamına geliyor. Örneğin: Yüksek lisansa başlarken daha önce yapılan araştırmalardan tamamen farklı bir alandaki konulara yönelmek. Faydalanmayı ise halihazırda geliştirilmiş becerilerin insanın anlık hedeflerinde fayda getirecek görevlerde sık sık kullanılması gibi düşünebiliriz. Buna örnek olarak akademisyenlerin çok iyi bildiği konularda 10 yılı aşan sürelerde makale yazması, bu makalelerin bol bol alıntı alması ve akademisyenin de bunlar sayesinde ödüller alarak alandaki değerini yükseltmesini verebiliriz.

Peki, bu skalanın neresinde olmalıyız? İnsan birkaç beceri geliştirdikten sonra tamamen buların üstüne giderek olabildiğince değer mi artırmalı? Yoksa zaten bu becerilere sahibim diyerek yeni beceriler elde etmenin peşinde mi koşmalı? Ve bütün bunların heveslenmek ile ne alakası var? Bu sorulara cevap vermeden önce iki ucun da olası zararlarından bahsedip bunun bir denge problemi olduğunu görelim:

  1. Sürekli keşif yapmak: İnsan sürekli keşif yaptığı zaman kendine bir uzmanlaşma alanı bulmakta zorlanır. Hiçbir alanda uzmanlaşamadığı için bir yerden sonra anlık hevesler kalıcı bir tutkuya dönüşemezler. İnsan ise hiçbir şeyden keyif almadığını düşünür, aslında olan bir şeylerden keyif almak için gerekli emeği vermemiş olmasıdır.

  2. Sürekli var olan becerilerden faydalanma: Aslında bu tarz bir yöntem ile akademide çok başarılı (?) olmuş kişiler var, yok değil. Ancak, sürekli var olan becerileri kullanmak insanı büyüme (growth mindset) sürecinden çıkarır ve sınırlı (fixed mindset) düşünme sürecine iter. Bilim insanları yıllar boyunca farklı konularda geliştirdikleri becerileri diğer alanları geliştirmekte kullandı, sürekli faydalanma sürecine girmek de bu yaratıcılığın önünü sonuna kadar kapatabilir. Zaten bugün isimlerini andığımız büyük bilim insanlarının hemen hemen hepsi hayatları boyunca keşfetmeye devam ettiler, bilim insanı olmanın yanında bir kaşiftiler de! Ayrıca, hayat boyu sadece yapabildiğimiz şeyleri yaparsak bu hayatın eğlencesi, heyecanı nerede?!

Hayatın her yerinde olduğu gibi keşif ve faydalanma konularında da bir denge tutturmak önemli. İnsan belli seviyede keşifte bulunarak kendine sevebileceği konseptler bulmalı, ancak bu konseptleri bulduktan sonra da belli bir süre uzmanlaşma ve faydalanma sürecine girerek derinlemesine anlamalı, özümsemeli ve bunları biz fanilerle paylaşmalı. Günlük hayatta kullanıldığı anlamıyla "faydalanma" zaten bunun yanında kendiliğinden gerçekleşecektir. Bilim de böyle değil mi zaten, yoksa neden bilimsel dergilerde makale paylaşıyoruz? Bir amacımız da bizim geçirdiğimiz keşif ve uzmanlaşma sürecinden sonra toplum olarak bir faydalanma yaşamamız değil mi?

Peki hevesler burada nerede devreye giriyor? Bana sorarsanız bu iki uç arasında bir denge tutturmada hevesler çok önemli. Bugüne kadar konuştuğum öğrencilere ve kendime baktığımda aslında iki farklı uçta takılma riskini çok sık görüyorum. İki duruma da bir örnek paylaşayım:

  1. Üniversitede EE, fizik ve matematik bölümlerinden bol ders alayım derken bu bölümlerin sunduğu ileri seviye derslerin çoğunu alamadım, Boğaziçinde üst düzey dersler verilmesine rağmen yapay zekayla tanışmam ilk kez yüksek lisansta oldu. Sürekli farklı alanları keşfetmeye, daha doğrusu bütün risklerine rağmen (?!) bir fizikçi olmak istediğim konusunda emin olmaya çalışırken keşif sürecinde takılı kaldım ve belki de 1-2 yıl kaybettim. Tabi en başından fizik tercihi yapsaydım bunlar olmazdı. Anlık heveslerimin zamanında yeteri kadar kalıcı olamamasından ötürü üniversite tercihinde güçlü kararlar alamadım, bu da bir konuda uzmanlaşmamı geciktirdi. Heveslerin üzerine gidilerek kalıcı hale getirilmesi insanı çok basit kararlarda bile keşif yapma ihtiyacından kurtarabilir, yani zaman kazandırır.

  2. Hayatı boyunca "TM" olduğuna inandırılmış bir sosyoloji öğrencisi üniversitedeyken alması gereken ağır matematik derslerini almamayı veya alırsa da çok umursamadan geçmeyi tercih edebiliyor. Özellikle o güne kadar "TM" kısmının "T"sine güvenerek ve severek bu tercihi yapmışsa bundan sonra da bu şekilde devam edebileceğini düşünmek isteyebiliyor ve dolayısıyla bu skalanın faydalanma kısmında tıkanmış kalmış oluyor. Oysaki diğer uca geçmeye, yani yeni şeyler keşfetmeye, açık olsa belki de çok daha mutlu ve hedeflerine giden bir yola girebilecek. İşte bu tarz durumlarda anlık hevesler insanı sınırlı zihniyetten (fixed mindset) alıp büyüme zihniyetine (growth mindset) iletebilir. Anlık hevesler, insanın gerçekte var olmayan ama sınırlayıcı çizgiler arasında geçebilmesini kolaylaştırabilir.

Bu iki örnekle birlikte benim bu konudaki edindiğim düsturu artık paylaşabilirim:

Sınırları belirlenmiş bir süre içerisinde anlık heveslerin peşinden koşarak iyi bir seçme listesi oluşturmak ve sonrasında bunlar arasından birkaçına odaklanarak onları kalıcı hale getirmek ve uzmanlaşmak.

Akademide zararsız görünen hevesler

Bu vakte kadar tartıştığım konuları olabildiğince geniş tutmaya çalıştım, artık yavaş yavaş akademik heveslere girmek istiyorum. Bu noktada çevremdeki insanların zorlandığı birkaç durumu ve bunlara olası çözümlerimi sunacağım:

1) İlk araştırma yapılan konuyu bırakma zorluğu: Akademide ilerlemek için var olan imkanlar çok sınırlı, dolayısıyla insan bir konuda kendini geliştirdikten sonra doğal olarak bu konudan olabildiğince faydalanmak isteyebilir. Bu aslında çok sık olan bir şey ve sonunda metrik olarak başarılı sonuçlara da gidiyor. Ancak, yakın çevremde ve kendimde de gördüğüm kadarıyla bu durum istenilen başarıyı sağladıktan sonra sorunlara yol açabiliyor. Bazen insan kendini hiç istemediği konularda 5-6 yıl doktora yaparken bulabiliyor.

İlk araştırma stajı genelde şans eseri, atılan maile kimin geri döndüğüne bakarak, bulunuyor. İnsan hiçbir bilgisi yokken bir konudan araştırma çevresine giriş yapıyor ve yavaş yavaş akademik faz uzayını görmeye başlıyor. Buraya kadar hep pozitif durumlar, ancak insan kendini bu alanda kalmaya zorlarsa (bazen kolay geldiği için, bazen de o anlık spesifik konu veya grubu sevdiği için) yıllar sonra başka alanları daha çok sevebildiğini görebiliyor. Bu sebeple, ben ilk araştırma tecrübesini (hatta belki lisans dönemi bütün süreçleri) seçerken hevesi bir binary değişken gibi düşünmeyi öneriyorum. Hayatı boyunca fizikçi olacağım diye tutturup sonra nörobilime kaymış birinden gelen bir cümle: Lisans döneminde bir konuya diğerinden daha fazla heves duymak çok mümkün değil (duyduğunu düşünmek tabi ki mümkün), çünkü hata payı o kadar yüksek ki insan hevesin en fazla var olup olmadığını bilebiliyor.

2) Website/sosyal medya sorunsalı: Hevesli lisans öğrencilerinin düşebilecekleri tuzaklardan birisi de akademisyenin sosyal medyadaki varlığı veya websitesinin güncelliği/güzelliği üzerinden kararlar vermek. Birçok kaliteli akademisyen ne sosyal medyada zaman geçiriyor ne de websitesini güncelliyor. Web sitesine bakarak ilgilendiği konuları anlamaya çalıştığınız akademisyenlerin %70'i artık başka konularda araştırma yapıyor. Eğer öğrenci bu tarz çok belirsiz metrikler ile ilgilerine karar verirse belki de kendisi ile en uyumlu hocalara staj maili atmayı bile düşünemiyor. Bir yere doktora/yüksek lisans başvururken çok spesifik anahtar kelimeleri arayarak sonrasında "bu okulda bana uygun hoca yokmuş" da çok sık denk gelinen bir durum. Bu cümlenin söylendiği %99 durumda aslında kişiye uygun bir hoca var, sadece web sitesi yok veya güncellemiyor veya henüz o konudaki çalışmalarını duyurmuyor. Bu konuda kendimi örnek vereyim, eğer web siteme veya google scholar'a bakarsanız tahminen difüzyon/sinyal işleme veya QED çalıştığımı düşünebilirsiniz. Ancak, ben artık iki alanda da araştırma yapmıyorum, son birkaç makalem çıktıktan sonra da tamamen bırakacağım. Birçok akademisyen de benzer şekilde bir konuda en fazla 5-6 yıl geçiriyor, sonra başka konulara yöneliyor.

Staj veya doktora başvurularında web sitesi düzenliliğine veya sosyal medya varlığına çok değer vermek insanı çok yanlış kararlara itebilir. İşte bu durum yukarıda bahsettiğim "anlık heves" kavramına çok güzel bir örnek. Bunlar bir süreç başlatmak için çok faydalı ancak insan sadece bu kişilere takılarak "sadece şu kişiyle doktora istiyorum" pozisyonuna düşerse çok zararlı bir hale de gelebilir. Herhangi bir konuda beraber doktora yapabileceğiniz onlarca kişi bulmak çok kolay, bu anlık hevesin kalıcı hale gelip insanın zaman ve enerjisini vererek grup araştırması yapması gerekiyor. Zaten bunu yapan ve yapmayan öğrenci başvuru sırasında kilometreler öteden belli oluyor, ironik bir şekilde insanın beraber çalışmak istediği kişiyle çalışamamasının önündeki temel engel olabiliyor.

3) Çok fazla ders alma ve çift anadal sorunsalı: Çalışkan bir öğrenci için fazla ders almak akademik açıdan hiçbir negatif etkisi olmayan bir etkinlik gibi gelebiliyor. Bu düşünce tarzının en ağır sonucu keşif amaçlı alınmış çift anadal yükleri. Oysaki (akademiye yönelik) öğrenciliğin son aşaması araştırma yapmak, alınan dersler bu araştırma sürecine destek olduğu ve/veya öğrencinin ufkunu açtığı sürece faydalı. Bir hevesle çok fazla ders alan veya ağır yükler altına giren öğrenci sadece sosyal hayatından değil, akademik hayatından da büyük bir fedakarlık yapıyor. Lisans döneminin başlarında hevesle farklı alanlardan dersler almak çok faydalı ve önerdiğim bir şey olsa da sonlarına doğru insanın bu süreci de bir bütçeye dönüştürmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, eğer bir dersi transkriptte göstermek çok önemli değilse insanın bu konuları kendi zamanında ve ders yükümlülüklerine girmeden öğrenmesi taraftarıyım. Özellikle çift anadala başlarken bazen insan anlık heveslerle çok ağır sorumluluklar altına girip sonra bunları bırakamaz hale geliyor, oysaki aynı birey keşif amaçlı bir iki ders alıp sonra çift anadalın gerekliliğini etraflıca düşünse bu süreç çok keyifli ve faydalı olabilir. Artık 4. sınıfa gelmiş bir öğrenci halen maksimum kredi ders alıyorsa ne ara araştırmaya zaman bulacak? Doktora başvurularında katkı sağlasın diye alınmış çift anadal eğer öğrenciyi araştırmadan alıkoyarsa tam tersi bu başvuru sürecine ciddi zararlar verir.

Yukarıda bahsettiğim durum bize alışık olmadığımız bir ders öğretiyor: Her fırsata bir hevesle atlanmaz, fırsatları da çok iyi değerlendirip bazen pozitif duran ve heveslendiğimiz fırsatları daha iyileri uğruna geri çevirmeliyiz.

Sonsöz

Yazı beklediğimden de uzun sürdüğü için şimdilik burada kesmeye karar verdim. Bu yazıda vermek istediğim ana fikri şu cümleler ile özetleyebilirim:

  • Hevesler insana faydalı da zararlı da olabilir. En zararsız görünen heveslenmeler bile sonraki süreçte bir yük olabilir. Dolayısıyla insan anlık hevesleri üzerine gidip sonrasında hangilerinin kalıcı olması gerektiğine karar vermeli.

  • Hevesleri kalıcı yapan bunların arkasındaki yatan temel ilkeleri bulmak ve insanın kendine biçtiği tanım ile bunları iyi eşleştirmesidir.

  • Keşif ve faydalanma terimleri söz konusu hevesler olduğunda da birçok şeyi açıklar. İnsan anlık heveslerini kullanarak kendini sakalanın faydalanma ucundan kurtarabilirken bunlardan bazılarının kalıcı hale gelmesiyle gereksiz keşfe harcanan zamanı minimuma indirebilir.

  • Akademide de heveslenmek oldukça faydalı olabilecek bir şey. Ancak, bu süreçte çok sık düşülen birkaç tuzak var, bunlardan uzak durmak lazım.

Not: Bütün bu yazıya ters bir bitiriş olma riski bulunsa da şunu söylemeden edemeyeceğim. Hayatta bazen zaman kaybetmek, bir şeylere takılmak, gereğinden fazla keşif yapmak, maymun iştahlı bir şekilde her gördüğüne saldırmak da gerekli. Tek bir doğru olmadığı gibi "en doğru" kavramı da söz konusu hayat olunca anlamını tamamen yitiriyor. Bu yazıda paylaştığım düşünceler okuyanı sadece motive etmeli, moral bozmamalı, biraz da düşündürmeli. Çok fazla düşündürürse yazı amacının dışına çıkmış demektir.

Herkese iyi yıllar!