FEYZA GÖRGÜ
Shakespeare, bundan dört yüz yıl kadar önce Hamlet oyununu kaleme aldığında, bireylerin çalkantılı bir denizde dalgalarla boğuşan iç dünyasına ışık tutmak istemiş olsa gerek. Acılarla boğuşan Hamlet’in sorusudur olmak ya da olmamak. Aynı Hamlet gibi günümüzde de bir çok insan varoluşunu sorguluyor, hayattaki amacını, gerçek arzularını, isteklerini. Hele pandemi ile birlikte bu anlam arayışı çok farklı bir noktaya geldi. Harvard Business Review’daki bir makaleye göre 2021 yılında Amerika’da istifa edip işinden ayrılan insanların sayısı 57 milyonu buldu. Mc Kinsey’in araştırmasına göre istifa edip ayrılan bu kesimin %65’i ya hiç iş hayatına geri dönmedi ya da farklı bir sektöre geçiş yaptı. Kısacası artık insanlar yapmak istemedikleri işlerde mutsuz hayatlar sürmektense yeni rotaları keşfetmek istiyorlar. Şirketlerin de birçoğu bu gerçeğin farkına varmış ki çeşitli araştırmalar yapıyorlar. Unilever London School of Economics ile yaptığı araştırmada hayatlarının amaçlarını bulan insanların çok daha fazla tatminkar bir şekilde işlerine devam ettikleri bulgusuna ulaşmış ki, çalışanlarına bu alanda destek oluyor. Shakespeare’ın sorusunun cevabını bulmuş yani insanlar da kurumlar da. Artık insanlar, savrulan bir denizde birileri tarafından yönlendirilmektense dümenini kendilerinin tuttukları hayatları sürmek istiyorlar.
Peki koçluk, nerede devreye giriyor bu noktada? Konuyu bir adım daha öteye götürürsek; şu an dünyada çeşitlilik ve kapsayıcılık konusunu koçluk nasıl ele alıyor?
Hadi koçluğun tanımından başlayalım önce. Koçluk, esas itibariyle istenen sonuca yönlendirecek değişimi mümkün kılmak, mevcut durumdan daha çok arzu edilen gelecekteki duruma ilerlemeyi kolaylaştırmak diye tanımlanıyor. Yani birey, artık ben olduğum yerde durmak istemiyorum, toplumun bana öngördüğü şekilde yaşamak istemiyorum, bir yola çıkıp kendi hayat amacımı bulmak, gerçekten ne yapmak istediğimle ilgili fikir sahibi olmak istiyorum dediği noktada, koçluk yolculuğu da başlıyor.
Peki koçların bu yolculuktaki rolü ne? Vedat Erol hocamızın çok güzel bir tanımı var burda, koç, ışık tutandır diyor. Yani koç, danışan nereye gitmek isterse onunla yola çıkan, danışanın gitmek istediği yönde onunla birlikte adım atan, niye buraya gidiyorsun diye sormayıp tam tersi danışanın gitmek istediği yolda onunla birlikte yargısız bir şekilde yürüyen, sadece elindeki koçluk araçlarıyla, sorularıyla ışık tutan kimsedir.
Bazen danışan, yolun yarısına gelir ve aslında gitmek istediği yönün orası olmadığına karar verebilir. Bazen geri döner, bazen beklemek ister, bazen de çok hızlı ilerler.
Buradaki kritik nokta, yolculuk sırasında insanların kimliklerinin de şekillenmesidir. Bir dönüşüm başlamıştır artık ve insanlar bu kimliği sözcüklerle tanımlayabilseler de tanımlayamasalar da kendilerine yaklaşırlar yolculukla birlikte.
Bu yolculuğun başına dönersek, kritik noktalardan birisi koçun bireyi o başlangıç noktasında olduğu gibi kabul etmesidir. Kişinin değerleri, güçlü yönleri, taşıdığı enerjiler, çalışma hayatındaki yeri, doğduğu coğrafya, ailesi, cinsel eğilimi elbette ki farklı farklı olacaktır. Koç, yolculuk edeceği kişiyi çok iyi tanımalıdır bu noktada. Koçları diğer insanlardan farklı kılan nokta da budur. Toplum, aile, yakın çevre kişiye birçok yönlendirme yapıp, onun için “en iyisini” istediğini belirtip olması gereken yolu tanımlarken, koç, kişiyi olduğu noktada karşılar. Yargısız dinlemenin başladığı nokta burasıdır ve danışanla güven ilişkisi tam da bu noktada kurulur. Sadece kurduğumuz cümlelerin yargısız olması yetmez, zihnimizin kelimelerinin de yargısız olması çok önemlidir.
Yolculuk esnasında koç, elindeki araçlarla, sorularla yola ışık tutar dedik, taşlı yolları, düz yolları gösterir. Hangi yoldan gideceğine ise danışan karar verir, koç burada bir yönlendirme yapmaz. Çünkü insanı özgün yapan tarafı bu deneyimleridir. Taşlı bir yoldan gidip belki yara bere alarak çok daha anlamlı bir deneyim kazanacaktır danışan. Ya da ışık tutulan bu yollardan çok daha fazlasını görecektir, belki yerin altından gidecek belki de uçacaktır. Adımları bazen hızlı olacak bazen de yavaş olabilecek, koçun görevi ise o adımlara uygun hızla hareket etmektir.
Yolun sonuna yaklaşıldığında, yol da koç da danışan da değişmiştir. Burada da kritik nokta, koçun, danışanı olduğu noktada karşılamasıdır. Bir eylem olarak olduğu noktada karşılamanın yanısıra danışanın da kimliğini olduğu gibi kabul etmek.
Yolun başında da, yol boyunca da yolun sonunda da koçun çok güçlü bir aracı daha vardır, o da takdir etmek. Takdir etmek kişinin sadece güçlü yönlerini ona yansıtmak, tebrik etmek değil, kabul etmekle ilgilidir. Kişinin varlığının kabulünden daha güçlü bir takdir düşünülemez sanırım bu noktada.
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Böyle bitiriyor Shakespeare dizelerini. Toplumun, kişinin bilincinin çok daha ötesine geçerek yüreğinden gelenin doğal rengini bulmasına yardım etmek koçluğun esas meselesi sanırım. Olmak ya da olmak, işte bütün mesele bu!
Koç | Danışman| Eğitmen
Feyza Görgü, Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden 1994 yılında tam burslu öğrenci olarak mezun olduktan sonra kariyerine Akbank Teftiş Kurulu’nda başladı. Beş yıl kadar bankacılık alanında çalıştıktan sonra, İnsan Kaynakları ve Eğitim alanına geçti. Yirmi yıl kadar hem çok uluslu firmalarda hem de Türkiye’nin önde gelen şirketlerinde çeşitli İnsan Kaynakları departmanlarını yönetti.
2021’de kendi şirketini kurarak bireyler ve kurumların değişim, dönüşüm yolculuklarında özellikle de yetenek yönetimi alanlarında danışman ve eğitmen olarak hizmet vermeye başladı. Halihazırda Gini Talent İnsan Kaynakları Direktörü, Danışman ve Adler Trained Coach olan Feyza Görgü, EMCC Türkiye ve Global dışında, ICF ve PERYÖN derneklerinin de bir üyesidir.