Ahmet Haşim'in kafa yapısı, Galatasaray'ın ilk yıllarında en çok matematik dersine düşkün olmasına karşın, bilimsel düşünüşe yatkın değildi. Ona göre evren büyük bir düzen değil, sanatçı çoşkunluğu içinde yaratılıvermiş bir karışımdı. Bu karışımdan anlamlar çıkarmaya çalışmak, işleyişinde birtakım düzen yasaları aramak boşunaydı. Gerçeğin ardında koşmak budalalıktı. Nitekim bilim de açıklamalarına varsayımlarla başlıyordu. Bilimsel kanıtların başka başka bilim adamlarının elinde birbirinin tersi savlan tanıtladıkları çok görülmüştü. Haşim'in insan anlayışı da tutarsızlıkların savunulmasını içerir. İnsan karşıtlıklar, çelişkiler, iyilikler, kötülüklerin bileşimidir. Ondaki gerçekleri açıklamak değil, yaşamak gerekir. İnsanın toplum içindeki görevi ise bireyselliğini en yüksek düzeye çıkarmaktır. Çevremizle ilişkilerimizi içgüdülerimiz belirler. Eğer o gün sevgi doluysak, bütün insanlara sevgi duyarız, ama ertesi gün onlardan tiksinmek gelebilir içimizden, hepsinden kaçmak, yalnız kalmak isteyebiliriz. Bu tutarsızlıklar, savrukluk, esintiye bırakılmış ilişkiler içinde, insanın toplumsal bir yanı olamayacağı için, Haşim'de bireyselliği aşan kaygılar aramamak gerekir. Topluma yönelmesi bir yerden sonra olanaksızlaşmıştır. Evren karşısında bilimsel bilgilerden ne kadar uzağa düştüğünü şu sözleri açıklıyor:"Gelin kâinatı izah ve tefsire çalışacağımıza, onun zevkini sürmesini bilelim. Bakınız, yıldızlar ne güzel... Bunlar, belki bizim cedlerimizin zannettiği gibi, lâcivert kubbeye çakılı birtakım altın başlı çivilerdir. Ay, belki güneş, eskilerin itikadına göre bir İlâhtır. Belki, yer yuvarlak bile değildir." Yalnız, bu bilime güvensizlikte, şiirselliğin büyük payını da görmeliyiz. Bilimsel olmayan, yakıştırma bilgiler bütünüyle insan kafasının düş kurma gücünden doğmakta, yapılan benzetmelerdeki şiirsellik Haşim'in hoşuna gitmektedir. Şiirin bir damlası için bütün bilimsel gerçeklerden şüphe etmeye hazır olduğu anlaşılıyor. Saygı duyduğu tek şey şiirdir. Onun için evreni, insanı şiirsel rastlantıların ortaya çıkardığı gerçeklere bağlamak, Tanrı'yı bir sanatçı gibi düşünme eğilimindedir.