Ölçü, Uyak
Ahmet Haşim bütün şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. Heceyi "köylü vezni" diye küçümsediği söylenir. Oysa yaşadığı dönemde aruz ölçüsü yerini heceye bırakmıştı, bütün genç sanatçılar heceyle yazıyorlardı. Ama o da Yahya Kemal gibi aruzdan vazgeçmedi. Genellikle Mef'ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün ölçüsü ile kısalarını kullandı. Bundan başka Mef'ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün, Mefâilün feilâtün mefâilün feilün ölçülerine de düşkünlük göstermiş, özellikle serbest müstezatlarını bu son kalıbın çeşitli biçimleri, parçalarıyla yazmıştır. Haşim'de uyak aksaklıkları bulunduğu söylenir ki bunlar daha çok yazılış benzerliğine aldırmamasından, uyak anlayışında da eski kurallardan sıyrılıp bir serbestlik aramasındandır.
Koşuk Biçimi
Ahmet Haşim'in çok kullandığı bir koşuk biçimi dörtlüktür. Son günlerinde dörtlüklerden bir kitap yapmak istediğini de biliyoruz. Ama bu alanda hiç tutucu olmamış, birçok biçimleri denemiştir. "Şi'r-i Kamer"ler mesnevi biçimindedir, soneleri vardır, üçlü, beşli, altılı dize biçimlerini denemiş, hatta bunları aynı şiir içinde yan yana sıralamıştır. Koşuk biçimi bakımından şiirimize getirdiği önemli bir yenilik ise Serbest Müstezat'tır. Aslında bir Divan edebiyatı koşuk biçimi olan Müstezat, biri Mef 'ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün ölçüsüyle uzun, öbürü Mef'ûlü feûlün ölçüsüyle kısa iki dizeden oluşur. Servet-i Fünun şairleri Müstezat'ın ölçüsüne bağlı kalmayıp, dizeleri istedikleri boyda, yani istedikleri ölçülerle kurarak değişik biçimler denemiş, anlamı da beyitlerden kurtarıp şiirin bütününe yaymışlardı. Haşim bu konuda daha da ileri gitti, her dizede başka bir ölçü kullandı, sembolist şairlerin "vers libre" denilen özgür koşuk anlayışına yönelmeyi denedi. Ama Serbest Müstezat gene de ölçülü, uyaklıydı. Sonraki kuşaklar Haşim'in Serbest Müstezat'ını önce heceye uyguladılar, arkasından da ölçü, uyak yönünden büsbütün bağımsız davranarak günümüzün şiirine ulaştılar.
Dili
Ahmet Haşim'in çok küçük bir sözlüğü vardır. Şiirlerinde kullandığı sözcükleri sayanlar, sözlüğünde 1446 sözcük bulunduğunu söylüyorlar. Geniş bir sözlükle yazmaya önem veren, bunu bir kültür sorunu olarak gören şairlerden Firdevsi'nin 8300, Fuzuli'nin yalnız gazellerinde 4000 sözcük kullandığı, bu gibi şeylere önem vermeyen, gönlünce şiir söyleyen bir Orhan Veli'nin bile 3945 sözcükle yazdığı düşünülürse, Haşim'in bu alanda özel bir durumu olduğu anlaşılır. Sözcüklerinin böylesine azlığı işlediği konuların sınırlılığındandır. Haşim’i olumsuz yönde eleştirenler konularında, benzetmelerinde, duygularında, düşüncelerinde bir çeşitlilik bulunmadığını, hep aynı şeyleri, hem de aynı sözcüklerle söylediğini belirtirler. Kavramları sözcüklerinden de azdır. Çünkü üç dilden (Arapça, Farsça, Türkçe) eş anlamlı sözcükler kullanır. Örnekse, "gece"nin yanı sıra aynı anlama gelen "leyi" ile "şeb"i; "akşam"ın yanı sıra "mesa" ile "şam"ı; "yıldız"ın yanı sıra "necm", "kevkeb", "sitare"yi şiirlerine sokmaktan çekinmez, kavram darlığını bu eş anlamlı sözcüklerle örtmeye çalışır. Haşim'in dili ilk şiirlerinden son şiirlerine doğru sürekli arınmış, Türkçeleşmiştir. Kullandığı sözcükler üzerinde çalışan eleştirmenler bunların üç kümede toplandığını söylüyorlar: Doğa, Kendisi, Kadın. Doğa ile ilgili sözcükleri ise genellikle akşam, gece, gökyüzü, aydınlık, karanlık çerçevesinde dönemiyor. Renk bildiren sözcüklere de çok önem veriyor, bu konuda bir ressam kadar duyarlıklı. İç dünyasıyla ilgili sözcükler ise çoğunlukla üzüntü belirtiyor. Sevinç pek az. Tarih, toplum, siyasa, ahlak vb. ile ilgili sözcüklere gelince, bunlar Haşim’in şiirlerinde çok seyrek görülüyor. Hiç yok denebilir. Dili konuşma dili değildir. Önceleri Servet-i Fünun etkisin- deyken, zamanla bu etkiden sıyrılmış, geleneksel şiir dilinin de dışına düşmüş, bütünüyle kendine özgü yapay bir dil kurmuştur.
Düzyazısı
Ahmet Haşim'in daha çok gazete fıkralarından oluşan yazıları ile yolculuk izlenimleri, açık, aydınlık, kısa, fazlalıkları olmayan, süse kaçmayan düz yazılardır. Bu yazılarda, her şeyden önce, düşüncelerin kolay anlaşılacak bir biçimde ortaya konmasına önem verilir. Şiir ile düzyazı arasındaki ayrılığı yazılarında belirten Haşim, yapıtlarında bu düşüncesine tam anlamıyla uymuştur. Düzyazısı şiirine hiç benzemez. Yaşamdaki, çevresindeki pek çok şeyle ilgilenmiş, sanatlardan, hayvanlardan, doğadan söz etmiş, mimarlıktan tahtakurusuna kadar birçok konuyu işlemiş, ama memleketinin durumuna, siyasa olaylarına, toplum sorunlarına değinmemiştir. Kurtuluş Savaşı ile ondan sonraki devrimler, atılımlar karşısında da ilgisizdir. Bu konuların şiirine girmemesi sanat anlayışı sorunudur, düzyazısına girmemesini ise olumlu bir nedene bağlamak olanaksızdır. Ayrıca, geri kafalı, Cumhuriyete, Batılılaşmaya karşı bir insan olmadığı bilindiğinden, suskunluğu biraz şaşırtıcıdır da... Toplumsal konulara düzyazılarında bile yanaşmamasının nedenini herhalde çekingen kişiliğinde, bir Türkçülük ortamında her an Araplığının yüzüne vurulmasının yarattığı yabancılık duygusunda aramak gerekir. Düzyazılarının dili de, şiirlerinde olduğu gibi, zamanla arınmış, son yazıları birkaç sözcüğün dışında bütünüyle Türkçeleşmiştir. Kullandığı dil yaşadığı dönemin konuşma dilidir.
ŞİİRİ
Bir eleştirmen Ahmet Haşim'i sembolistlere bağlayan özellikleri şöyle sıralıyor: Şiirde iç ahenge önem vermek, güzel söz etmeye, söylevciliğe sırt çevirmek, ruh halini yansıtan renkli doğa görünümleri çizmek, öznelci, kötümser bir evren görüşü taşımak, toplum gerçeklerine ilgisiz kalmak, sık sık akşam zamanını işlemek. Ama bunlar bir şairin sembolist sayılması için yeterlideğildir. Haşim semboller kullanarak yazmamış, kapalılığa yönelmemiş, anlamsızlığa ise hiç yaklaşmamıştır. Bir Oranda sembolizmin çağrışım sanatından yararlanmışsa da, genellikle Türk şiirinin mecaz, istiare sanatına yaslanmıştır. Önce "Dergâh" dergisinde "Şiirde Mâna ve Vuzuh" başlığıyla yayımladığı, sonra "Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar" başlığıyla Piyale kitabına aldığı ünlü yazısında şöyle der: "Şair ne bir hakikat habercisi, ne güzel konuşan bir insan, ne de bir yasa koyucudur. Şairin dili düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş, musiki ile söz arasında, sözden fazla musikiye yakın, iki arada bir dildir. Düzyazıda üslûbun kurulması için kaçınılmaz olan öğelerin hiçbiri şiir için söz konusu olamaz. Şiir ile düzyazı bu itibarla birbiriyle oran ve ilgisi olmayan, ayrı düzenlere uyan, ayrı sahalarda, ayrı boyutlar ve biçimler üzere yükselen ayrı iki yapıdır. Düzyazının doğurucusu akıl ve mantık, şiirin ise, algı bölgeleri dışında, gizlilik ve bilinmezliğin geceleri içine gömülmüş, yalnız aydınlık sularının ışıkları zaman zaman duygu ufuklarına yansıyan kutsal ve isimsiz kaynaktır. (...) Şiir düzyazıya çevrilemeyen nazımdır. (...) Şiirde her şeyden önce önemli olan kelimenin anlamı değil, cümledeki söyleniş değeridir. (...) Herkesin anlayabileceği şiir yalnızca düşük şairlerin işidir. (...) En güzel şiirler anlamlarını okuyucunun hayalinden alan şiirlerdir. Şiirde bazı bölümlerin şüphe ve belirsizlikte kalması bir yanlış ve bir kusur oluşturmak şöyle dursun, tersine şiirin estetiği bakımından vazgeçilmez bir şeydir. (...) Sözün kısası, şiir, peygamberlerin sözü gibi, çeşitli yorumlara uygun bir genişlik ve kapsam taşımalıdır. (...) En zengin, en derin ve en etkili şiir, herkesin istediği tarzda anlayacağı ve bundan dolayı da sonsuz duyarlıkları içine alabilecek bir genişliği olandır." Görüldüğü gibi, bu düşünceler Fransız sembolistlerine çok şey borçludur, ama Haşim şiirlerinde bu düşünceleri pek uygulayamamıştır. Genellikle bu çerçeve içindedir, belki gününün okuruna yadırganmadan doğan bir kapalılık, anlaşılmazlık havası da estirmiştir, alışılmış anlamların dışına düşmüştür. Ne var ki bugün, yılların ötesinden bakınca, Haşim'in şiirleri kapalı, anlaşılmaz, çağrışımlara açık görünmüyor. Uzmanlar savunduğu düşüncelere en yakın şiir olarak "Merdiven" şiirini ele alıyorlar. Gene de Haşim şiirimizde, aşırı gitmiş olmasa da, Batıdan gelen bir şiir akımının, sembolizmin öncüsü sayılıyor. Haşim'in şiirlerini, Fransız sembolistleri arasında en çok yakınlık duyduğu Henri de Regnier'nin şiirleriyle karşılaştıran bir eleştirmen önemli benzerlikler bulmuştur. Regnier de genellikle akşamı, günbatımını, geceyi anlatıyor, güllerden, kamışlardan, kuşlardan, yıldızlardan, çiçeklerden söz ediyor, kan, alev, ateş, kızıl, altın, hüzün, hayal gibi sözcükleri kullanıyor. Sonra şöyle dizeleri var: "Altın kamışlar arasında düşe dalan kızıl leylek", "Kanlı ve alevli güller", "Ve sonbaharda güzelleşen kanlı güller". Bunlar Haşim'in kullandığı imgelere çok benziyor. Hele şu dizeler: "Yollar / Ki gider sonsuz / Yollar". Haşim'de bu dizeler şöyle olmuş: "Yollar / Ki gider kimsesiz, tehî, ebedî, / Yollar". Haşim'in Fransız sembolistlerinden etkilendiği, yararlandığı, sırasında onların paralelinde şeyler yazdığı açıkça anlaşılıyor bu daha çoğaltılabilecek örneklerden, ama bir şair olarak esinlenmelerini kendi kişiliğinin süzgecinden geçirdiği, yazdıklarına damgasını vurduğu da bir gerçektir. Onun için de Fransız Sembolizminin körü körüne bir izleyicisi olduğu hiçbir zaman söylenemez. Eleştirmenler Haşim'in şiirini genellikle üç dönemde ele alıyorlar. Bu dönemleri "Gençlik", "Kendini bulma", "Olgunluk” dönemleri diye adlandırabiliriz. Gençlik dönemi on beş yaşındayken ilk şiirini yayımlamasıyla başlar. Galatasaray'da yazdığı, Abdülhak Hâmit, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin gibi şairlerin etkileriyle, Fransız şairlerinin etkileri arasında bocalayan, romantik, kötümser, mutsuz duygularla örülmüş şiirlerinde dil eskidir, yabancı sözcüklerin yanı sıra tamlamalar da çoktur. Bol bol da sıfat kullanılmıştır.Şiirlerinde düşsel sevgililerden, ya da anılarından söz eder. Bu dönemin en başarılı ürünleri sayılan "Şi'r-i Kamer"lerinde çocukluğunun annesiyle geçen bölümünü, annesinin hastalığını, ölümünü anlatır. Kendini bulma dönemi Göl Saatleri ile başlar. Yaşamın görünümlerini düş havuzunun sularında seyrettiğini söyleyerek girdiği bu şiirlerde bir ressam gibidir. Gerçektekinden daha renkli, daha parlak doğa görünümleri çizer. Şiirler kısalmış, dil sadeleşmiştir. Anlatım yoğunlaşmış, durulmuş, arınmıştır. Genellikle akşam saatlerini anlatır, koyu renkler içinde şiiri bir düş oyunu niteliğine büründürür. Olgunluk dönemi ise Piyale ile başlar. Bu döneminde Japon şiirinin izlerini de taşır. Kısa, duru, yalın, yoğun şeyler yazar. Gene bir ressam gibidir, gene akşam görünümleri çizer, ama artık kırmızı renkler iyice öne çıkmıştır. Sürekli olarak da bir sevgiliden söz eder. Vazgeçilemeyen, uzaktan uzağa izlenen, ruhu acılara boğan, arada bir yanma uzanılıp düşüncelere dalman bir sevgili. Dili, anlatımı çok sadeleşmiştir. Batı şiiri ile Divan şiirini birbirine yedirip Türkçenin kalıplarına döktüğü söylenebilir. Şiirleri belli bir anı yakalamak için çaba gösteren empresyonist (izlenimci) ressamları akla getiren Haşim'in üç döneminde, üç ayrı renge düşkünlük göstermesi ilginçtir. "Şi'r-i Kamer"lerde sarı, Göl Saatleri'nde kara, Piyale'de kırmızı renkler ağır basar.