Üçüncü Yılında Oslo İlkeler Anlaşması

13 Eylül 1993 tarihinde Oslo İlkeler Anlaşması imzalandığında her tarafı "Ortadoğu'da barış sağlandı (!)" çığlıkları sarmıştı. Oysa gerçekte yapılan, "barış" kavramının arkasına sığınılarak haksız bir işgale meşruiyet kazandırmaktı. Bu yüzden Filistin halkının gerçek temsilcileri, tehlikeli birtakım oyunların oynandığına dikkatleri çekerek Filistin halkının gasp edilmiş hakları geri alınmadan istikrarlı bir barışın sağlanmasının mümkün olamayacağını dile getirdiler. Ancak çeşitli uluslararası güçler de oyunun içinde olduklarından Filistin halkının haklarını savunmakta ısrarlı olanların sesleri kısıldı, buna karşılık göstermelik bir "özerk yönetim" karşılığında bu hakların tümünden taviz vermeye hazır olduklarını ortaya koyanların sesleri yükseltildi.

Şimdi bu anlaşma üç yılını doldurmuş bulunuyor. Üç yıl içinde neler yapıldığını gözden geçirdiğimizde bu anlaşmanın da ne gibi amaçlar için imzalandığını gayet açık bir şekilde görmemiz mümkündür. Her şeyden önce anlaşmayla birlikte Filistin topraklarının dörtte üçünden daha fazlası üzerinde siyonist işgalin resmileştirildiği biliniyor. Ne var ki, işgalciler bu kadarlık bir toprak parçası üzerindeki hâkimiyetlerinin resmileştirilmesini de yeterli bulmadıklarından söz konusu anlaşmanın ve onu takip eden diğer anlaşmaların imzalanmasından sonra da toprak gaspına devam ettiler. Toprak gaspı işlemleri özellikle Kudüs ve çevresinde yoğunlaştı. İlginçtir ki Camp David anlaşmasından sonra da Kudüs'te yahudileştirme faaliyetleri ve toprak gaspı işlemleri oldukça hızlı bir şekilde artmıştı. Örneğin Camp David anlaşmasını takip eden iki yıl içerisinde Kudüs ve çevresinde yahudiler için sekiz bin daire inşa edilmişti. Aynı şekilde 13 Eylül 1993 tarihli Oslo İlkeler Anlaşması'na dayalı olarak 4 Mayıs 1994'te Kahire'de imzalanan özerklik anlaşmasından sonraki bir yıl içerisinde yani Mayıs 1994'le Mayıs 1995 arasında da yedi bin daire inşa edildi. İsrail Yerleşim bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre 1967-95 arasında, Kudüs ve çevresine kurulan yahudi yerleşim merkezlerinde toplam olarak 38.500 yerleşim birimi inşa edildi. Bunların 15 bininin yani % 43'ünün Camp David ve Kahire anlaşmalarını izleyen toplam üç yıllık süre içinde inşa edilmiş olması gerçekten dikkat çekicidir. Bu durum siyonist işgal rejimiyle imzalanan sözde "barış (!)" anlaşmalarının ne işe yaradığının çok açık bir göstergesidir.

Oslo İlkeler Anlaşması'nın Filistin halkına verdiği tatsız hediyelerden biri de işsizliktir. Özellikle Gazze bölgesinde bu sorun Filistin halkının büyük sıkıntılar içine girmesine yol açmıştır. Çünkü önceden Gazze ile "yeşil hat" içinde kalan ve "İsrail" olarak gösterilen bölge arasında herhangi bir sınır yoktu. Dolayısıyla Gazze'de oturan Filistinliler "yeşil hat" içinde kalan bölgelere girerek kendilerine iş bulabiliyorlardı. Ancak sözde özerklik anlaşmasından sonra araya dikenli tellerle sınır kondu. Belli aralıklarla sınır karakolları oluşturuldu ve geçiş için sadece iki sınır kapısı bırakıldı. Şimdi işgal rejimi Gazze'den sadece belli sayıda insanın "yeşil hat" içine girmesine fırsat veriyor. Bundan dolayı Gazze'de işsizlik oranı bir anda % 60'lara çıktı. Fakirlik oranı da % 98'i buldu. Bunun yanı sıra işgal yönetimi istediği zaman söz konusu sınır kapılarını kapatarak geçişleri tamamen engelliyor. Bu yüzden "yeşil hat" içinde iş bulabilenler bile günlerce işsiz kalıyorlar. İşgal yönetimi ayrıca özerk yönetimin Akdeniz cihetindeki sınırlarının sahilde bittiğini ileri sürerek Gazzelilerin Akdeniz sularında balıkçılık yapmalarını engelliyor. Oysa daha önce Gazze halkının % 11'i balıkçılıkla geçiniyordu. Bu uygulama da Gazze'de işsizlik oranının artmasına yol açtı.

Oslo İlkeler Anlaşması'nın en önemli yanı ise Filistin halkının başına kendi içlerinden çıkan insanların şekillendirdiği ikinci bir zulüm yönetimini musallat etmesidir. Şimdi Filistin halkı zulüm içinde zulümle karşı karşıyadır. Filistin halkının bağımsızlık mücadelesine yön vermeye çalışanlar bir yandan siyonist işgalciler tarafından tutuklanırken bir yandan da özerk yönetimin polisleri tarafından tutuklanıyorlar. Özerk yönetimin polisleri Filistinlilere belki İsrail askerlerinden daha insafsız davranıyorlar. Özerk yönetim polislerince tutuklanan birçok kişinin işkence altında hayatını kaybetmesi bunun bir göstergesi. Son olarak Mahmud Cumeyyil adlı gencin işkence altında hayatını kaybetmesinin yoğun tepkilere ve protesto gösterilerine sebep olduğu biliniyor. Filistin polisinin işkence ve zulüm konusundaki sicili hayli kabarık. İşte birkaç örnek:

* Filistin polisi Ekim 1994'te Gazze Merkez Hapishanesi'nde tutulan 50 HAMAS mensubunu serbest bıraktı. Bunlardan bazılarının yapılan kötü muameleden ve işkenceden dolayı rahatsızlanmaları ve acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç duymaları sebebiyle serbest bırakıldıkları bildirildi. Serbest bırakılan gençlerden Halid el-Katati, soruşturma esnasındaki muameleden dolayı solunum güçlüğü çekmeye başladı ve tıbbi muamele esnasında da konuşma kabiliyetini kaybetti. Adı geçen gencin aynı zamanda kısmi felce uğradığı bildirildi.

* 16 Ocak 1995 Pazartesi günü tutuklanan Selmân Sâlim Celâyita adındaki 45 yaşında bir Filistinli, Eriha'da özerk yönetime bağlı polislerin yürüttüğü soruşturma esnasında hayatını kaybetti. Filistinli Vatandaşların Haklarını Savunma Yüksek Konseyi bu olayın özerk yönetimin işbaşına gelmesinden sonra polis soruşturması esnasında meydana gelen ikinci ölüm olayı olduğunu dile getirdi.

* 18 Kasım 1994 Cuma günü Gazze'de, bir gösteri için Filistin camisi etrafında toplanan kalabalığın üzerine polislerin ateş açması sonucu 13 kişi hayatını kaybetti, 200 kişi de yaralandı.

* Polisler 19 Şubat 1995'de HAMAS mensubu Ekrem Selâme adlı bir gencin üzerine ateş ederek orta derecede yaralanmasına yol açtılar.

* 22 Haziran 1994'te HAMAS'ın Gazze'deki mensuplarından Nasır Saluha akşam saatlerinde evinden kaçırıldı ve bir gün sonra üzerine bir sürü tabanca kurşunu sıkılmış halde cesedi bulundu. İslâmi Cihad Örgütü'nün Gazze'deki liderlerinden Hâni el-Abid 2 Kasım 1994'te bu şekilde bir cinayetle şehid edildi. Yine HAMAS'ın Gazze'deki mensuplarından Yusri el-Hıms planlı bir suikast sonucu şehid edildi. 22 Aralık 1994 tarihinde Eriha'da, İbrahim Muhammed Yaği adlı bir HAMAS mensubu sabah işine giderken bazı kişilerin saldırısına uğradı ve şehid oldu. Gerek Gazze'de gerekse Batı Yaka'da buna benzer daha birçok faili meçhul cinayet işlendi. Bu cinayetlerin siyonist rejim tarafından yerleştirilen ve Filistin polisi tarafından korunan ajanlar vasıtasıyla gerçekleştirildiği çeşitli kuruluşlar ve örgütler tarafından dile getirildi.

Bunlar sadece birkaç örnek. Filistin polisinin zulüm ve işkencelerinin tümünden söz edebilmek için geniş çaplı bir kitap yazmaya ihtiyaç var.

Özerk yönetimin tek zulüm çarkı polis teşkilatı değil. Bunun yanı sıra Devlet Güvenlik Mahkemesi adı altında güya yargı kılıfına büründürülen bir başka zulüm çarkı daha oluşturuldu ki bu da insanları sırf düşünce ve inançlarından dolayı uzun süreli hapis cezalarına çarptırmak amacıyla işletiliyor. Arafat'ın DGM'si bazen insanları, hiçbir araştırma ve soruşturmaya başvurmadan 24 saatten daha kısa süre içinde yargılayarak çeşitli hapis cezalarına mahkum edebilmektedir. Bu zulüm çarkının mahkum ettiği birçok Filistinli şu anda zindan hayatı yaşamaktadır.

Bu sayılanlar Oslo anlaşmasının ve ona bağlı olarak imzalanan Kahire ve Tâbâ anlaşmalarının Filistin halkına kazandırdıklarından bazıları. Ancak şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bu anlaşmalar Filistin halkının haklarının geri alınması yönünde hiçbir olumlu gelişmeye vesile olmamıştır. Bu anlaşmalardan kazançlı çıkan taraf sadece siyonist işgal rejimidir. http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1023.html

Filistin davasına Camp David Anlaşması'ndan sonra en büyük barış kılıklı ihanet olan Oslo İlkeler Anlaşması'nın Amerika'da imzalanması (13 Eylül 1993)

Gazze bölgesi ahalisinin %11'nin geçim kaynağıdır. Ancak özerk yönetimin imzaladığı anlaşmalar bu bölgedeki balıkçıların işlerini zorlaştırdı.

Özerk yönetimin polisleri Filistinlilere belki İsrail askerlerinden daha insafsız davranıyorlar