Zahiriye Fıkhına Göre Ölüm Hastası

534- Hastanın Tasarrufları:

Dört mezhep imamları, ölüm hastalığına tutulmuş, hastanın malında-ki tasarruflarını ve hibe yerine geçen tasarruflarını, sıhhatli kimsenin tasarruflarından ayrı tutmuşlardır. Bunun sebebi ise, varislerin mirasını korumaktır.

Ölüm hastalığı halindeki hasta; bu hastalığından dolayı ölümünden korkulan hastadır. Ölüm hastalığı halindeki kişi, bir müddet sonra haya­ta gözlerini kapar. Böyle bir hastanın yapmış olduğu tasarruflar ve hibe­ler, mirasın ve varislerin haklarının korunması münasebeti ile vasiyet hükmündedir. Dört mezhep imamları, hastanın tasarruflarını kısıtlama­sı hususunda ittifak etmişlerdir, ancak miktarı hususunda değişik görüş­ler bildirmişlerdir. Bu tür tasarruflar ve hibeler hususunda en titiz davra­nan İmam Ebu Hanefi'dir. Diğer imamlar ise, ona yakın görüşler bildirmiş­lerdir. Ölüm hastalığındaki bir kişinin, yaptığı hibelerin, varislerin tama­mına veya bir kısmına zarar vermek maksadı ile yapılmış olması ihtima­li mevcuttur. Bu hibeleri, varislerini mirasının tamamından veya bir kıs­mından mahrum bırakmak veya bazı varisleri diğerlerinden üstün tutma­sı sebebiyle yapmış olması ihtimali de vardır. Böylelikle, Allah'ın (cc) Ki­tabında belirlemiş olduğu hakkı, diğerlerinden kısıtlamış olmaktadır.

535- Ebu Hanife'nin Görüşleri:

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ebu Hanife, tasarrufların ve hibeleı in kı­sıtlanması hususunda, en titiz davranan imamdır. Onun bu husustaki görüşleri şöyledir:

Ölüm hastalığındaki bir kişinin varislerine veya varis olmayanlara yaptığı hibeler, malın üçte birini geçemez. Ancak varisler izin verirlerse, üçte birinden fazlasını da hibe edebilir. Diğer üç imam ve fukahanın çoğun­luğu da bu görüşü benimsemişlerdir. Mirasın içerisindeki alış-verişte hi­le yapmak sureti ile elde edilen malın, mal sahibinin hibe hakkı olan üç­te bir hissenin içinde olduğu varsayılır. Varislerden birine yapılan tasar­ruf, kendi hissesi miktarınca veya daha fazla da olsa, diğer varislerin iz­ni olmadan yapılamaz. Çünkü varise yapılan bu tasarruflar ile hisBesine düşeni almış olduğu varsayılsa bile, hastanın, o varise hibede bulunmuş ol­ması korkusuyla buna müsaade edilmez. Zira sadece o varise böyle bir ta­sarrufta bulunması bu zannı doğrulamaktadır.

Hasta, varislerden birine borcu olduğunu ve bunu ödemek istediğini söy­lerse; bu malı ona hibe etmek maksadıyla vermesinden korkulduğu için bu isteği kabul edilmez. Ancak diğer varisler izin verirlerse, bu borç ödenir. Ayrıca bu varisin, borç ikrar edildiği anda fiili olarak varis olması yeterli değildir. Varisin varisliğinin, ırsiyete dayanan sabit bir hak olması gerek­mektedir.

536- Hastanın Boşaması ve Fukahanın Görüşleri:

Hanefilerin bu ihtiyatı, hastanın eşini boşamasına kadar uzanmakta­dır. Hasta, hastalığı esnasında eşinin rızası olmadan onu bain talak ile bo-şarsa, boşama anından ölümüne kadar kadın, onun varisidir. Bu zaman di­limi içerisinde, miras haklarından hiçbirisi engellenemez. Bbu Hanife'ye göre, kadın iddetini beklerken hasta ölürse, mirastan hakkını alır. Çünkü kadının varisliği evlilikten kaynaklanmaktadır. İddet bittikten sonra bü­tün evhJik ilişkileri sona erer.

Bu hususda dört mezheb imamlarının görüşleri şöyledir: Ebu Hanife'nin görüşleri yukarıda anlattığımız şekildedir. Ahmed b. Hanbel ise, bu husus­ta şöyle diyor: Ölüm hastalığındaki bir kişinin eşini talak-ı bain ile boşa­ması, onu mirasından men etmek için yapılmış bir hareket olarak telakki edilir. Kadının iddeti bitmiş olsa dahi, başkası ile evlenmediği müddetçe, miras hakkı sabittir. Çünkü hastanın maksadı, eşini mirastan mahrum bı­rakmaktadır. Ancak kadın başka bir erkekle evlenirse, fıkhi olarak önce­ki kocasına varis olması tasavvur bile edilemez. Çünkü önceki kocasına va­ris olması aralarındaki evlilikten kaynaklanıyordu. Bu evliliği sona erme­sinden sonra, kadın başka bir erkekle evlenmiştir. Aynı anda iki erkekle birden evli olması ise zaten tasavvur edilemez..

İmam Malik (ra) ise, şöyle demektedir: Mirastan mahrum bırakmak mak­sadı ile boşanan kadın, başka bir erkekle evlense dahi önceki kocasına va­ris olur. Çünkü kocasının maksadı, onu mirastan mahrum bırakmaktır.

İmam Şafii, bu meselede diğer imamlara muhalefet etmiştir. Ona göre, ölüm hastalığındaki bir kişinin talak-ı bainle boşadığı karısının kendisi­ne varis olması caiz değildir. Çünkü İmam Şafii (ra), tasarrufların sebeb-lerini dikkate almaz. Ayrıca hastanın tasarruflarının kısıtlanmasının ca­iz olduğu görüşündedir. Çünkü bu tasarruflar varislerin hakları ve bırakı­lan miras ile yakından alakalıdır. Talak ise, miras ile alakalı bir durum de­ğildir. Ancak eşi üzerindeki şahsi haklarının sona erdiğini gösterir. Bu se-beble talak, dolaylı olarak mirasla ilgili bir durumdur.

537- Zahiriyenin Görüşü:

Görüldüğü üzere, dört mezheb imamı da hastanın tasarrufları hususun­da mirası ve varisleri koruyan görüşler bildirmişlerdir. Hastanın tasarruflanna koydukları bu kısıtlamalarda kaynak olarak sahabe ve Rasuluüah (sav) nisbet edilen bazı hadisleri almışlardır.

Hükümlerin illetlerini ve maksatlarını nazarı dikkate almayan Zahiri­ye fıkhının bu husustaki görüşleri ise şöyledir. Zahiriye âlimleri ölüm hastahğındaki kişilerin yaptıkları tasrruflar ile sıhhatli kişilerin yaptık­ları tasarrufları bir tutarlar. Akıl-baliğ ve reşid oldukları taktirde, arala­rında hiçbir fark gözetilmez. İbn Hazm da bu görüşe katılmaktadır. Bu hu­susta hastaya özel hükümler getiren dört mezheb imamına muhalif görüş bildirmekte ve bu görüşlerini şöyle açıklamaktadır:

Kefil, yolcu, idamına karar verilen veya ölüm hastalığındaki kişilerin va­rislere veya varis olmayanlara mallarından hibe, sadaka, hediye ve borcu­nu ödeme yolu ile yaptıkları tasarruflar sıhhatli, emin ve mukim kimsele­rin yaptıkları tasarruflar gibidir. Bu kişilerin vasiyetleri de sıhhatli kişi­lerin vasiyetleri gibidir, hiçbir fark yoktur." [1][1]

538- İbn Hazm'ın Delilleri:

İbn Hazm'ın ve Zahiriye âlimlerinin bu husustaki görüşleri böyledir. Bel­ki de bu husus, Zahiriye fıkhi görüş açısını gözler önüne seren en belirgin meseledir. Çünkü onlar, nasların zahiri manasını alıp bunun dışındakile­re itimat etmiyorlar. Bu sebeple Zahiriyenin bu husustaki delillerini ele alıp inceleyeceğiz.

İbn Hazm, Kur'ânî naslan ve Rasulullah'ın (sav) hadislerini delil ala­rak şöyle diyor:

"Bunun delili Allah'ın (cc) şu âyetidir: "... hayır işleyin..." (el-Hacc, 77) Ayrıca şu âyet de buna delildir: "...Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın..." (el-Bakara, 2/237) Allah (cc) âyetinde sıhhatli, hasta, kefil, güvende olan, olmayan, yolcu veya mukim ayırımı yapmamıştır. "... Senin Rabbin unut­kan değildir..." (Meryem, 64) Allah (cc), bu hususta bir tahsis yapmayı is­teseydi, Rasulünün lisanı ile bunu yapardı. Görüldüğü üzere Allah (cc) zik-retiklerimiz arasına bir ayırım yapmayı murad etmemiştir. Hamd Alem­lerin Rabbi olan Allah'adır."[2][2]

Burada İbn Hazm'ın aldığı delillerin zahirine göre hükmettiğini görmek­teyiz. Nasların zahirleri dikkate alındığında ortaya çıkan, hitabı özelleş­tiren başka bir nas olmadığına göre, Allah'ın (cc), teşvik ettiği sadaka, hi­be ve sair teberrûların muhatabı umumu kapsamaktadır. Bu durumda has­taya özel hükümler tahsis edilmesi ancak Kitap veya Sünnette tahsisi ge­rektiren bir nassın bulunması ile mümkündür. Muhaliflerinin delillerini de ele alıp inceleyen İbn Hazm, bu delillerin tam ittifakın ortaya çıkmadı­ğı, sahabeye ait sözler olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta sahabenin ittifakı olmadığına göre, icmamn olması sözkonusu değildir. Bu durumda delil olarak gösterdikleri hadislerin, onların görüşlerini teyid etmesi de im­kansızdır.

İbn Hazm, bu hususta sahabeden rivayet edilen bütün hadisleri ele alarak incelemiştir. Bu inceleme sonucunda, sahabeden ve onların yetiş­tirdiği tabiinden bazılarının hastanın tasarruflarının sıhhatli kişinin ta­sarrufları gibi olduğu yönünde görüş bildirdiklerini, bazılarının ise, bunun aksini iddia ettiklerini görüyor. Sahabeden hastanın tasarrufları ile sıh­hatli kişinin tasarruflarını bir tutan, Ebu Musa el-Eş'aridir. Tabiinden ise Mesrak ve Şa'bi bu görüşe katılmaktadırlar. İbn Hazm, bu incelemesini şöy­le dile getirir: "Sahabeden Ebû Musa el-Eş'ari, ölüm hastalığındaki kişinin tasarruflarının caiz olduğu görüşündedir. Tabiinden ise, Mesrûk bu görüş­tedir. Şa'bî ise bu hususta onu desteklemektedir."[3][3]

Sahabenin bu hususta değişik görüşlere sahip olmasından dolayı, saha­beden bazılarının sözlerini delil alanlar, icmanın dışına çıkmış sayılmaz­lar. Bilakis dört mezheb imamının görüşlerine tabi olmuş olurlar. İbn Hazm naslara dayanan bir icma olmadığı müddetçe sahabenin sözlerini de­lil olarak almamasına rağmen, bu hususta kendi görüşüne mutabık olan ba­zı sahabe sözleri ile kendi görüşünü desteklemektedir.

539- ibn Hazm'ın Cumhur Fukaha'ya Cevabı:

İbn Hazm, hastanın tasarruflarını kısıtlayan fakihlerin delil almadaki yöntemlerini ele alarak eleştirmektedir:

Öncelikle hastalıkların farklı farklı olması meselesini ele alır. Daha ön­ce de belirttiğimiz gibi, dört mezheb imamlarına göre, bazı hastalıklar Ölüme sebebiyet verir, bazıları ise böyle değildir. İbn Hazm ise, bunun böy­le olduğuna esas teşkil edecek Kitap, Sünnet, kıyas veya sahabe fetvaların­da herhangi bir şey bulunmadığını ifade ederek şöyle diyor: "Onların, has­talar hakkında yaptıkları ayrım ne sahabeden veya tabiinden işitilmiştir ne de nasda böyle bir şey vardır. Kur'an'da, Sünnette veya sahabe kaville­rinde onların sözlerini doğrulayacak hiçbir delil yoktur. Bu hususta her­hangi bir görüş bildiren veya kıyasta bulunan bir kimse de çıkmamıştır! Bir kişi çıkıp bu görüşü savunanların icmasma karşı muhalefet edecek olsa, onun görüşü hakka daha yakın olur."[4][4]

Şüphesiz İbn Hazm, yukarıdaki sözleri ile onları iki yönden tenkit et­miş olmaktadır. Birincisi; sahabe (Allah onlardan razı olsun) hastalıklar arasında hiçbir fark gözetmemiştir. İkincisi ise; sahabeden bazıları kelime­nin manasını nazarı dikkate alırlardı. Burada ölümcül hastalığa yakalan­mış kişinin tasarrufu tabirinden kasıt, Ölümü yaklaştığında yaptığı tasar­ruflardır. Bu tabir hastalığı değil, hastayı tarif etmektedir. Ancak hasta­lığı olduğuna itibar ederek, hastalıklarda böyle bir ayırım yapmaktadırlar.

(l) GÖRÜŞLERİ VE FIKHI 343

540- Hibelerin Vasiyete Kıyası:

İbn Hazm, hastanın tasarruflarının kısıtlanmasında esas aldıkları has­talığın vasfı hakkındaki tenkitlerini belirttikten sonra, hastanın hibeleri­ni vasiyete kıyas etmelerini tenkit etmeye başlıyor: "Bu hususta herhan­gi bir delilleri yoktur. Ancak bu durumu vasiyete kıyas ediyoruz, diyorlar. Biz ise, kıyasın batıl olduğunu söylüyoruz. Kıyas batıl olmasa dahi onla­rın kıyasları batıldır. Çünkü vasiyet, hasta için de sıhhatli için de malın üç­te birini geçemez. Bu taktirde yasiyet dışındaki hibelerde de hasta ve sıh­hatli eşit tutulmalıdır. Yaptığımız bu kıyas onların kıyasından daha doğ­rudur. Ayrıca varislerini mirasından mahrum bırakmak isteyebileceğini zannediyoruz, diyorlar. Biz de diyoruz ki; sözlerin en yalanı zanla söylenen sözdür. Belki de varis hastadan Önce ölür ve hasta ona varis olur. Böyle bir durumun gerçekleşmesi de mümkündür. Bu söyledikleri söz, zan ve vehim­den başka bir şey değildir. Bu taktirde sıhhatli bir kişiyi de varislerini mi­rasından mahrum bırakmakla itham edin ve malının üçte birinden fazla­sına tasarruf hakkı tanımayın. Çünkü hastanın ölmesi mümkün olduğu gi­bi, onun da ölmesi ve evlatlarının kendisine varis olmaları mümkündür. Na­sıl ki sıhhatli kişi hastaya varis oluyorsa, sıhhatli kişinin ölmesi ile de has­ta ona varis olur ve aralarında hiçbi fark yoktur. Nice sıhhatli kişiler ken­disinden ümit kesilen hastalardan önce ölmüşlerdir. Doksan yaşını geçmiş ihtiyar kişiyi de bu şekilde itham edin, o zaman da varislerini mirasından mahrum bırakmasını engellemek için malının üçte birinden fazlasına ta­sarruf hakkı vermeyin. Daha yıllarca yaşayabilir diyecek olursanız buna cevabımız şudur: Belki hasta da iyileşecek ve senelerce yaşayacaktır. Bu yaptıkları töhmet altında bırakmaktan başka bir şey değildir. Evlatlarına miras bırakan bir kişi, kesinlikle töhmet altında bırakılamaz. Belki evlat­ları olmayıp da akrabalarına miras bırakacak kişi için, böyle bir zanda bu­lunabilir ve malının üçte birinden fazlasına tasarruf hakkı tanınmaz. Bu nassa muhaliftir diyecek olurlarsa, biz de onlara şöyle cevap veririz: Sizin yaptığınız nassa muhaliftir. İnsan malından yaptığı tasadduklar vesilesiy­le Allah'a yaklaşır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: "... size verdiğimiz rızıklar-dan (Allah yolunda) sarfedin..." (el-Bakara, 2/254) Bir başka âyette ise şöy­le buyuruyor: "Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyi­liğe nail olamazsınız..." (Ali İmran, 3/92) Ayrıca hasta kişinin tasaddukta bulunmaya daha çok ihtiyacı vardır. Rasulullah'a (sav) en faziletli sadaka­nın hangisi olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır: "Fakirin verdiği sa­dakadır." Onlar da, Rasulullah'tan (s.a.v)rivayet edilen şu hadisi bize ha­tırlatabilirler: Rasulullah (s.a.v)'a en faziletli sadakanın hangisi olduğu so­rulduğunda şöyle buyurmuşlardır: "Fakir düşmekten korkup zenginliği uman cimri kişinin yaptığı tasadduktur, Hayatı boyunca tasadduk etme­yip de can boğaza dayandığında tasadduk eden kişinin durumu ise böyle değildir. Evet bu doğrudur. Ancak bu tasadduk hususundaki üstünlüğü ifa­de etmektedir. Ayrıca biz, malının üçte birinden fazlasını tasadduk etmek­le hastanın hastalığından veya ölümden kurtulacağını da iddia etmiyoruz. Bu hususta ne bir nas ne de bir delil vardır. Biz sadece konuyu değişik yön­lerden ele almaya çalışıyoruz."[5][5]

541- İbn Hazm'ı Tenkidimiz:

Uzunluğuna rağmen İbn Hazm'm görüşüne delil teşkil ettiği için bu hu­susta söylediklerinin tamamını naklettik. Ancak İbn Hazm'm bu hususta­ki bazı görüşlerini doğru bulmuyoruz:

Cumhur fukahanın, hastanın hibe niteliğindeki tasarruflarına getirdik­leri sınırlamanın kıyas olduğunu iddia ediyor. Ancak onlar sahabenin fet­valarını ve Nebi'nin (sav) hadislerini delil olarak almışlardır. Hastanın va­rislerini mirasından mahrum bırakmasından korkmuşlardır. Kesinlikle kı­yas yapmamışlardır. Ebu Musa el-Eş'ari'nin kıssası, onun hastanın tasar­ruflarını kısıtlamadığı manasında değildir. Ebu Musa kadının hasta olma­dığına itibar etmiştir. İbn Hazm'ın Muhalla'da anlattığı şekliyle olay şöy­le cereyan etmiştir: Muhammed b. Sirin'den şöyle rivayet edilmiştir: Bir ka­dın rüyasında üç güne kadar öleceğini görür. Hemen dinen üzerine düşen görevlerin neler olduğunu öğrenir ve malını dağıtır. Üçüncü gün geldiğin­de komşularına gider ve onlara:

- "Sizi Allah'a emanet ediyorum" der. Onlar da:

- "Bugün ölmezsin inşallah" derler. Ve kadın ölmez. Kadının kocası du­rumu Ebu Musa'ya aktarınca Ebu Musa şöyle der:

- "Eşin nasıl bir kadındır?" Adam:

- "Cenneti hak eden bir kadındı. Fakat o böyle yaptı ve şimdi yaşıyor. Ebu Musa:

- "Senin dediğin gibi yapacağını yapmış" dedi. Başka bir şey yapmadı.”[6][6]

Kıssadan da anlaşılacağı üzere, Ebu Musa kadının hasta veya sıhhat­li olmasına itibar etmemiştir. Fakat İbn Hazm, onun sahabenin icmasma muhalefet ettiğini iddia etmektedir. Ayrıca Ebu Musa'nın hastanın ta­sarrufları ile sıhhatli kişinin tasarruflarını bir tuttuğunu da iddia etmek­tedir. Çünkü, ölüme yaklaşmış olan kişinin durumu hastadan daha şiddet­lidir. Bu sözü ile kıssa çelişmektedir. Çünkü o, kadının sıhhatli olduğunu bilerek böyle bir görüş bildirmiştir.

(1)

(2) GÖRÜŞLERİ VE FIKHI 345

542- İbn Hazm'ın Cumhura İtirazı:

İbn Hazm, mirası korumak maksadıyla hastanın hibelerinin kısıtlanma­sını dört yönden yanlış bulmaktadır:

a. Zanla hüküm verilmez, zan sözlerin en yalanıdır.

b. Mirasından mal kaçırma ihtimali, sıhhatli kişi içinde geçerlidir. Bu taktirde hastanın hibeleri kısıtlandığı gibi, onun da hibelerine kısıtlama getirmek gerekmektedir. Ayrıca hastanın varisine hibe vermesi men edil­diği gibi, onunda varisine hibe vermesi men edilmelidir.

c. Ölümü yaklaşmış olan yaşlı kimsenin, mirasından mal kaçırma ihti­mali daha fazladır. Bu taktirde onun hibelerinin de kısıtlanması gerekir.

d. Hastanın, varisinin evlatları dışında bir akrabası olması halinde, söy­lediklerinin geçerli olma ihtimali vardır. Ancak varisi olan evlatlarını mirasından mahrum etmek istemesi mümkün değildir.

543- Eleştirilere Cevap:

İbn Hazm'ın, yukarıda yaptığı eleştirilerden birincisi yersiz bir eleştiridir. Çünkü yalan sayılan zan, bir dayanağı ve delili olmayan zandır. Ancak bu­radaki mirasından men etme zannı, bir vehm veya dayanağı olmayan bir zan değildir. Hastayı adım adım ölüme yaklaştıran hastalık hali zannın se­bebini oluşturmaktadır. Hasta bu hibelerle ölümünden sonra, mirasının Al­lah'ın emrettiği biçimde dağıtılmasına engellemek istemektedir.

İkinci eleştiride de durum aynıdır. İbn Hazm, hastanın mirasından mal kaçırabileceği zamnmdan dolayı hibelerine getirilen kısıtlama, sıhhat­li kişi içinde geçerlidir, diyor. Bu gerçekten çok farklı bir kıyas şekli: Her halde kıyası kabul etmemesinden dolayı iyi kıyas yapamıyor. Kısıtlamanın sebebi mirasından varislerin bir kısmının veya tamanmın aleyhine olan tasarruflarda bulunmasından korkulmasidır. Bu korkunun sebebi ise, ölüm anında tasarrufta bulunmasıdır. Sıhhatli kişi için böyle bir korkuya kapılmak yersizdir.

İhtiyarlığı da bu konuya dahil etmesine gelince; ihtiyarlamış olsa da ölü­mün ne zaman geleceği belli değildir. Onun tasarruflarında da böyle bir düşüncenin etken olma ihtimali vardır. Ancak bunun emareleri ölümü yaklaşmış olan hastanın durumundaki gibi açık değildir. Ölüm hastası ölü­münün yaklaştığını anlar ve bu tasarruflarına etki eder. Yaşlı kişi için ise, böyle bir şey sözkonusu değildir. Hastanın tasarrufları ölümünden sonrasına yöneliktir ve hastalık başladıktan sonra, yaptığı tasarrufları dikkate alı­nır. Hastalığın başlangıcı ise malumdur. Bu hükmü yaşlı kimseye tatbik etmek imkansızdır. Çünkü, onun ihtiyarlığının başlangıcı belirlenemez. Ay­rıca ölüm hastasının tasarruflarına sınırlama getirenler, kendi görüş­leriyle buna hükmetmiyorlar. Bu hükmün dayanağı sahabe görüşleridir. Ve sahabe de ihtiyarlığı bu hükme dahil etmemişlerdir.

İbn Hazm'ın dördüncü eleştirisi de yersiz bir eleştiridir. Çünkü sahabe, varisler arasında fark gözetmemişlerdir. Zira evlatlar ile baba arasındaki anlaşmazlık da çok görülen bir durumdur. Bu sebeble baba evlatlarından bazılarına daha yumuşak davranır. Özellikle evlatları aynı anadan olma değillerse. Bu sebeple hastanın evlatları arasında adaletsizlik yapma ih­timali de mevcuttur.

544- Mülkte Tasarruf Hakkı:

İbn Hazm, bunlarla yetinmiyor; hastanın hibe niteliğindeki tasarruf-. larının varislerin iznine bağlı olmasını da eleştiriyor ve şöyle diyor: "So­ruyorum onlara; hastanın mülkü kimindir? Hastanın mı yoksa varislerin mi? Şayet hastanındır diyorlarsa o zaman sıhhatli kişinin hibelerini de varislerinin iznine bağlasınlar. Bu yaptıkları açık bir zulümdür. Eğer mülk varislerindir, diyorlarsa bu söz batıldır. Çünkü varis hastadan en ufak bir şey almışsa dahi onu geri iade etmek zorundadır."[7][7]

545- Fukahanın Cevabı:

Burada İbn Hazm'in itiraz ettiği nokta; insanın malik olduğu mülkte tasarruf hakkının olmamasıdır. Mülkte tasarruf hakkı mülkiyetin en ba­riz vasfıdır. Tasarruf edemiyorsa, nasıl malik sayılır? Cumhur fukaha ise, bu itirazı iki şekilde cevaplandırıyorlar:

Birinci Cevap: Gerçekten hastalık belirgin bir şekilde ölümle sonuçlanan ölüm hastalığı ise, yani hasta ölüm döşeğinde ise artık malın mülkiyeti ona ait değildir. Bunun sebebi ölümdür. Çünkü ölüm mülkiyetin kime ait ol­duğunu ortaya çıkarır. Bu durumda hastanın mülkün üçte ikisi artık onun değildir. Bu üçte ikilik kısım varislerindir. Bir kısım fukahaya göre, durum böyledir. Diğer bir kısım fukahaya göreyse; ölümün mülk sahibini belirlediği yönündeki görüşü benimsemezler. Onlara göre, ölüm mülk sahibinin varis­ler, olduğunu ispat eder Ancak bu ispat, ölümün bedene ilk olarak arız ol­masına bağlıdır. Bu araziyette ölüm döşeğine düşmesidir. Ölüm döşeğine düşen kişi yavaş yavaş hayati fonksiyonlarım kaybeder ve ölüm vaki olur. Bu durum aynen ağır bir yara alan kişinin durumuna benzer. Bu yara vü­cudun direncini yavaş yavaş yok eder ve ölüme sebebiyet verir.

İbn Hazm'ın itirazlarına cevap teşkil eden yukarıdaki sözler mütekad-dim Hanefi fukahasma aittir.

İkinci Cevap: Müteahhir Hanefi fukahası mirasının üçte ikisinin varis­lerin olduğu yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu üçte ikilik bölümün korun­ması için de hastanın hibelerini sınırlandırmışlardır. Ancak hastanın mahndaki hakkı, varislerden önceliklidir. Bu sebeble malından yer ve ai­lesine yedirir.

Görüldüğü üzere, hastanın malından yemesine cevaz verilmesine İbn Hazm'ın itirazları yersizdir. Çünkü varislerin hakkı üçte ikidir. Ancak varis­lerin hakkı olan bu üçte ikiden hastanın başkalarına hibede bulunması yasaklanmıştır. Çünkü varislerin maldaki hakları sabittir ve bu hakların korunması gerekir.

546- Fukahanın Delilleri:

Buraya kadar, İbn Hazm'ın itirazlarını ve verilen cevapları inceledik. Bu hususta, daha öncede belirttiğimiz gibi, fukahanın dayanakları ise şöyledir:

Bu husustaki ilk dayanakları sahabe fetvalarıdır. Bu fetvalar neredey­se icma oluşturacak kadar çoktur. İbn Hazm, bunların hepsini bilmektedir ve hiçbirinin isnadına itiraz etmemiştir. Bu rivayetler içinde İbn Hazm'ın belirttiği Ebu Musa el-Eş'ari'nin rivayetinin dışında hiçbir rivayet onun gö­rüşünü te'yid etmemektedir. Ebu Musa'nın rivayetine itirazlarımızı da belirtmiştik.

Fukahanın ikinci dayanağı fıkhi manada mirasın korunmasıdır. Çün­kü bu taksimi Allah (cc) yapmıştır. Bunda bir değişiklik yapan veya hak sahiplerinin hakkını vermeyen ona karşı gelmiş olur. Adil olan Allah'ın tak­simi varken insanların iradesine iltifat edilmez.

Üçüncü dayanak ise, bu hususta rivayet olunan hadislerdir. Bunlardan bir tanesi Katade'nin Rasulullah (sav)dan rivayet ettiği hadistir. Rasulul-lah (sav) şöyle buyuruyor: "Can boğazına dayandığında, bu şuna bu şuna deyip malını dağıtan adamdan daha çok Allah'ın hakkına cimrilik yapan adam görmedim." Ebu Bekir (ra) ise, Rasulullah'm şöyle dediğini rivayet ediyor: "Şüphesiz Allah, hayır amellerinizi artırmak için mallarınızın üç- te birini vefatınız zamanında size tasadduk etti (sadaka ve vasiyet etme yet- kisi verdi)."

İbn Hazm, bu hadisleri çeşitli sebeblerle kabul etmemektedir: Birinci ha­dis olan Katade'nin rivayeti mürseldir. Çünkü kendisinden rivayet ettiği herhangi bir sahabe ismi zikr etmemiş tir. Diğer iki hadiste ise isnadında rivayetlerine güvenilmeyen kişiler olması sebebiyle zayıflık vardır.

İbn Hazm birinci hadisi kabul etmemekle kendisine ters düşmektedir. Çünkü ona göre, doğruluğu hususunda icma bulunan mürsel hadisler makbuldür. Sahabeler, Katade'nin hadisi hususunda icma etmişlerdir. Fakat İbn Hazm, kendini doğrulamak için bu icmayı inkâr etmektedir.

Diğer hadislere gelince; bu hadislerin manası sahabe arasında yaygın­dır. Bunun şahidi de sahabenin fetvalarıdır.

547- İhtilafın Kaynağı:

Fukahanın delillerinde ve İbn Hazm'ın itirazlarla muhalefetindeki temel nokta; delillerin kuvvetli veya zayıf olması değildir. İhtilafın kaynağı ihtiyat ve mirası koruma meselesidir. Bu hususta İbn Hazm, tabi olunması gereken sahabe fetvalarını kabul etmemektedir. Sıhhatli kişinin tabi olduğu hükümleri hastaya da tabi kılıyor. Cumhur fukaha ise, sahabenin fet­valarım kabul ediyorlar ve sahabenin ölüm hastahğmdaki kişinin hibele­rinin sınırlandırılması hususunda icma ettiklerini belirtiyorlar.

Ölüm Hastasının Boşaması:

548- İbn Hazm'ın Görüşü:

İbn Hazm'a göre, hastanın eşini talak-ı bainle boşaması sıhhatli kişinin boşaması gibidir. Kadın, iddetini beklerken hasta ölmüş olsa dahi miras­tan hak iddia edemez. Çünkü İbn Hazm'a göre, boşanmış bir kadın iddet halinde de olsa mirastan pay verilmez. Bu hususta hastanın boşaması ile sıhhatli kişinin boşaması arasında bir fark yoktur. İbn Hazm, bu hususu şöyle açıklıyor:

"Hastanın boşaması sıhhatli kişinin boşaması gibidir, hiçbir fark yok­tur. Erkek kadına, kadın da erkeğe varis olamaz. Sıhhatli kişinin ölüm has­tahğmdaki karısını boşaması ve Ölüm hastahğmdaki erkeğin, ölüm has­tahğmdaki karısını boşaması da böyledir, hiçbir fark yoktur."[8][8]

Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu hususta imam Şafii ile İbn Hazm müt­tefiktirler. Diğer üç imam ise, bu görüşe muhaliftirler. Ölüm hastalığı bahsinin başında üç imamın bu husustaki görüşlerini vermiştik: Ebu Ha-nife'ye göre, iddet halindeyken hasta ölürse varis olur. Ahmed b. Hanbel'e göre, iddeti bitmiş olsa dahi başka birisi ile evlenmediği müddetçe varis ola­bilir. İmam Malik'e göre, başkası ile evlenmiş olsa dahi, önceki kocasına va­ris olabilir. Hatta İbn Hazm, kadın on defa evlense dahi İmam Malik'in yi­ne aynı görüşte olduğunu ifade ediyor.

549- Cumhur Fukahanın Delilleri:

Hanefilere göre, bu konunun aslını teşkil eden delil, sahabeden bazıla­rının fetvalarıdır. Hanbeli ve Maîikilere göre ise, sahabe fetvaları ve mirastan mal kaçırmayı men eden delillerdir. Bu hususta fetva veren sa­habeler arasında en meşhurları Osman, Ali ve Zeyd (ra)dır. Bu hususta şöy­le bir rivayet mevcuttur. Abdurrahman b. Avf, ölüm hastalığında iken eşini bain talak ile boşar. Osman (ra) da kadının varis olabileceğine hük­meder. Bunun üzerine Osman'a (ra): Onun Allah'ın Kitabındaki hükümden kaçmak için eşini boşamadığını biliyorsun, niçin böyle yaptın, diye sorulur. Osman da (ra) şöyle cevap verir: "İnsanların Allah'ın Kitabındaki hüküm­den kaçmalarını engellemek için böyle yaptım."[9][9]

Hind b. Rebia b. Haris b. Abdulmuttalip ile evli olan Ensar'dan Habban b. Munkaz isminde bir kişinin, ölüm hastalığında iken eşini boşadığı riva­yet olunur. Hz. Osman da (ra) Ali b. Ebu Talib ve Zeyd b. Sabit ile istişare ederek hastanın ölümünden sonra kadının kocasına varis olmasına karar verir.

İmam Malik, Şafii ve Ahmed, mirasından mahrum bırakmak maksadı ile eşini boşayan kişinin ölümünden sonra kadının, kendisine varis olabi­leceği görüşündedirler. Ancak İbn Hazm, bu görüşe muhaliftir. Onları Al­lah'ın ahkamından kaçmakla itham ediyor ve 503le diyor: "Gerçekten bu, Allah'ın (cc) Kitabından kaçmaktır. Allah (cc) bu fiili mubah saymıştır. Al­lah'ın (cc) mubah kıldığı bir fiili işlemekte hiçbir günah olamaz. Ayrıca Al­lah'ın ahkamına muhalefet maksadı da taşımamaktadır."

İbn Hazm, bu husustaki görüşlerini şöyle açıklıyor: "Ölüm hastahğm­daki kişinin boşadığı karısı onun mirasına varis olamaz. Ric'i talak ile bo­şadığı karısına dönmeden ölmesi halinde de durum böyledir. Hatta açık-Ça mirasından mahrum bırakmak için eşini boşadığmı söylese dahi, günaha girmiş olmaz. Çünkü Allah (cc) talakı mubah kılmıştır. Boşanma ile aralarındaki evlilik ve veraset hakkı ortadan kalkmış olur. Zinadan dola­yı recm edilmesini veya idamına hükmedilmiş olan kişinin boşaması da böy­ledir. Çünkü bu kişilerin boşaması ile normal boşama arasında bir fark ol­duğuna dair hiçbir nas yoktur."[10][10]

550- Boşanan Kadının Mirasçılığı:

İbn Hazm'ın ölüm hastahğmdaki bir kişinin eşini boşaması hususundaki görüşleri böyledir. Görüldüğü üzere bu konuda da zahiriyeci mantığını ön planda tutuyor ve sahabe fetvalarına iltifat etmiyor. Ayrıca hastanın eşi­ni boşamasmdaki maksadın, onu mirasından mahrum bırakmak olmadığı görüşündedir. Çünkü bunun, dinde rey ile hüküm vermek olduğunu ifade etmektedir. İbn Hazm'a göre, dinde rey ile hüküm vermek doğru değildir. Hastanın eşini boşaması ise Allah'ın mubah kıldığı fillerdendir. Boşama­dan sonra kadının varis olması sözkonusu değildir. Özet olarak, îbn Hazm'a göre, hastanın eşini boşaması mubahtır ve bu boşama ile kadın miras hakkını kaybeder.

[1][1] el-Muhallâ, c. IX, s. 348

[2][2] el-Muhalla, c. IX, s. 348

[3][3] A.g.e., c. IX, s. 353

[4][4] A.g.e,,c. IX, s. 353.

[5][5] el-Muhalla, c. IX, s. 354

[6][6] A.g.e., c. IX, s. 351

[7][7] A.g.e.,c. IX, s. 354

[8][8] A.g.e., c. X, s. 218

[9][9] A.g.e., c. X, s. 219.

[10][10] A.g.e., c. 10, s. 229.