Zahiriye Fıkhına Göre Ölüm Hastası
534- Hastanın Tasarrufları:
Dört mezhep imamları, ölüm hastalığına tutulmuş, hastanın malında-ki tasarruflarını ve hibe yerine geçen tasarruflarını, sıhhatli kimsenin tasarruflarından ayrı tutmuşlardır. Bunun sebebi ise, varislerin mirasını korumaktır.
Ölüm hastalığı halindeki hasta; bu hastalığından dolayı ölümünden korkulan hastadır. Ölüm hastalığı halindeki kişi, bir müddet sonra hayata gözlerini kapar. Böyle bir hastanın yapmış olduğu tasarruflar ve hibeler, mirasın ve varislerin haklarının korunması münasebeti ile vasiyet hükmündedir. Dört mezhep imamları, hastanın tasarruflarını kısıtlaması hususunda ittifak etmişlerdir, ancak miktarı hususunda değişik görüşler bildirmişlerdir. Bu tür tasarruflar ve hibeler hususunda en titiz davranan İmam Ebu Hanefi'dir. Diğer imamlar ise, ona yakın görüşler bildirmişlerdir. Ölüm hastalığındaki bir kişinin, yaptığı hibelerin, varislerin tamamına veya bir kısmına zarar vermek maksadı ile yapılmış olması ihtimali mevcuttur. Bu hibeleri, varislerini mirasının tamamından veya bir kısmından mahrum bırakmak veya bazı varisleri diğerlerinden üstün tutması sebebiyle yapmış olması ihtimali de vardır. Böylelikle, Allah'ın (cc) Kitabında belirlemiş olduğu hakkı, diğerlerinden kısıtlamış olmaktadır.
535- Ebu Hanife'nin Görüşleri:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ebu Hanife, tasarrufların ve hibeleı in kısıtlanması hususunda, en titiz davranan imamdır. Onun bu husustaki görüşleri şöyledir:
Ölüm hastalığındaki bir kişinin varislerine veya varis olmayanlara yaptığı hibeler, malın üçte birini geçemez. Ancak varisler izin verirlerse, üçte birinden fazlasını da hibe edebilir. Diğer üç imam ve fukahanın çoğunluğu da bu görüşü benimsemişlerdir. Mirasın içerisindeki alış-verişte hile yapmak sureti ile elde edilen malın, mal sahibinin hibe hakkı olan üçte bir hissenin içinde olduğu varsayılır. Varislerden birine yapılan tasarruf, kendi hissesi miktarınca veya daha fazla da olsa, diğer varislerin izni olmadan yapılamaz. Çünkü varise yapılan bu tasarruflar ile hisBesine düşeni almış olduğu varsayılsa bile, hastanın, o varise hibede bulunmuş olması korkusuyla buna müsaade edilmez. Zira sadece o varise böyle bir tasarrufta bulunması bu zannı doğrulamaktadır.
Hasta, varislerden birine borcu olduğunu ve bunu ödemek istediğini söylerse; bu malı ona hibe etmek maksadıyla vermesinden korkulduğu için bu isteği kabul edilmez. Ancak diğer varisler izin verirlerse, bu borç ödenir. Ayrıca bu varisin, borç ikrar edildiği anda fiili olarak varis olması yeterli değildir. Varisin varisliğinin, ırsiyete dayanan sabit bir hak olması gerekmektedir.
536- Hastanın Boşaması ve Fukahanın Görüşleri:
Hanefilerin bu ihtiyatı, hastanın eşini boşamasına kadar uzanmaktadır. Hasta, hastalığı esnasında eşinin rızası olmadan onu bain talak ile bo-şarsa, boşama anından ölümüne kadar kadın, onun varisidir. Bu zaman dilimi içerisinde, miras haklarından hiçbirisi engellenemez. Bbu Hanife'ye göre, kadın iddetini beklerken hasta ölürse, mirastan hakkını alır. Çünkü kadının varisliği evlilikten kaynaklanmaktadır. İddet bittikten sonra bütün evhJik ilişkileri sona erer.
Bu hususda dört mezheb imamlarının görüşleri şöyledir: Ebu Hanife'nin görüşleri yukarıda anlattığımız şekildedir. Ahmed b. Hanbel ise, bu hususta şöyle diyor: Ölüm hastalığındaki bir kişinin eşini talak-ı bain ile boşaması, onu mirasından men etmek için yapılmış bir hareket olarak telakki edilir. Kadının iddeti bitmiş olsa dahi, başkası ile evlenmediği müddetçe, miras hakkı sabittir. Çünkü hastanın maksadı, eşini mirastan mahrum bırakmaktadır. Ancak kadın başka bir erkekle evlenirse, fıkhi olarak önceki kocasına varis olması tasavvur bile edilemez. Çünkü önceki kocasına varis olması aralarındaki evlilikten kaynaklanıyordu. Bu evliliği sona ermesinden sonra, kadın başka bir erkekle evlenmiştir. Aynı anda iki erkekle birden evli olması ise zaten tasavvur edilemez..
İmam Malik (ra) ise, şöyle demektedir: Mirastan mahrum bırakmak maksadı ile boşanan kadın, başka bir erkekle evlense dahi önceki kocasına varis olur. Çünkü kocasının maksadı, onu mirastan mahrum bırakmaktır.
İmam Şafii, bu meselede diğer imamlara muhalefet etmiştir. Ona göre, ölüm hastalığındaki bir kişinin talak-ı bainle boşadığı karısının kendisine varis olması caiz değildir. Çünkü İmam Şafii (ra), tasarrufların sebeb-lerini dikkate almaz. Ayrıca hastanın tasarruflarının kısıtlanmasının caiz olduğu görüşündedir. Çünkü bu tasarruflar varislerin hakları ve bırakılan miras ile yakından alakalıdır. Talak ise, miras ile alakalı bir durum değildir. Ancak eşi üzerindeki şahsi haklarının sona erdiğini gösterir. Bu se-beble talak, dolaylı olarak mirasla ilgili bir durumdur.
537- Zahiriyenin Görüşü:
Görüldüğü üzere, dört mezheb imamı da hastanın tasarrufları hususunda mirası ve varisleri koruyan görüşler bildirmişlerdir. Hastanın tasarruflanna koydukları bu kısıtlamalarda kaynak olarak sahabe ve Rasuluüah (sav) nisbet edilen bazı hadisleri almışlardır.
Hükümlerin illetlerini ve maksatlarını nazarı dikkate almayan Zahiriye fıkhının bu husustaki görüşleri ise şöyledir. Zahiriye âlimleri ölüm hastahğındaki kişilerin yaptıkları tasrruflar ile sıhhatli kişilerin yaptıkları tasarrufları bir tutarlar. Akıl-baliğ ve reşid oldukları taktirde, aralarında hiçbir fark gözetilmez. İbn Hazm da bu görüşe katılmaktadır. Bu hususta hastaya özel hükümler getiren dört mezheb imamına muhalif görüş bildirmekte ve bu görüşlerini şöyle açıklamaktadır:
Kefil, yolcu, idamına karar verilen veya ölüm hastalığındaki kişilerin varislere veya varis olmayanlara mallarından hibe, sadaka, hediye ve borcunu ödeme yolu ile yaptıkları tasarruflar sıhhatli, emin ve mukim kimselerin yaptıkları tasarruflar gibidir. Bu kişilerin vasiyetleri de sıhhatli kişilerin vasiyetleri gibidir, hiçbir fark yoktur." [1][1]
538- İbn Hazm'ın Delilleri:
İbn Hazm'ın ve Zahiriye âlimlerinin bu husustaki görüşleri böyledir. Belki de bu husus, Zahiriye fıkhi görüş açısını gözler önüne seren en belirgin meseledir. Çünkü onlar, nasların zahiri manasını alıp bunun dışındakilere itimat etmiyorlar. Bu sebeple Zahiriyenin bu husustaki delillerini ele alıp inceleyeceğiz.
İbn Hazm, Kur'ânî naslan ve Rasulullah'ın (sav) hadislerini delil alarak şöyle diyor:
"Bunun delili Allah'ın (cc) şu âyetidir: "... hayır işleyin..." (el-Hacc, 77) Ayrıca şu âyet de buna delildir: "...Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın..." (el-Bakara, 2/237) Allah (cc) âyetinde sıhhatli, hasta, kefil, güvende olan, olmayan, yolcu veya mukim ayırımı yapmamıştır. "... Senin Rabbin unutkan değildir..." (Meryem, 64) Allah (cc), bu hususta bir tahsis yapmayı isteseydi, Rasulünün lisanı ile bunu yapardı. Görüldüğü üzere Allah (cc) zik-retiklerimiz arasına bir ayırım yapmayı murad etmemiştir. Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'adır."[2][2]
Burada İbn Hazm'ın aldığı delillerin zahirine göre hükmettiğini görmekteyiz. Nasların zahirleri dikkate alındığında ortaya çıkan, hitabı özelleştiren başka bir nas olmadığına göre, Allah'ın (cc), teşvik ettiği sadaka, hibe ve sair teberrûların muhatabı umumu kapsamaktadır. Bu durumda hastaya özel hükümler tahsis edilmesi ancak Kitap veya Sünnette tahsisi gerektiren bir nassın bulunması ile mümkündür. Muhaliflerinin delillerini de ele alıp inceleyen İbn Hazm, bu delillerin tam ittifakın ortaya çıkmadığı, sahabeye ait sözler olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta sahabenin ittifakı olmadığına göre, icmamn olması sözkonusu değildir. Bu durumda delil olarak gösterdikleri hadislerin, onların görüşlerini teyid etmesi de imkansızdır.
İbn Hazm, bu hususta sahabeden rivayet edilen bütün hadisleri ele alarak incelemiştir. Bu inceleme sonucunda, sahabeden ve onların yetiştirdiği tabiinden bazılarının hastanın tasarruflarının sıhhatli kişinin tasarrufları gibi olduğu yönünde görüş bildirdiklerini, bazılarının ise, bunun aksini iddia ettiklerini görüyor. Sahabeden hastanın tasarrufları ile sıhhatli kişinin tasarruflarını bir tutan, Ebu Musa el-Eş'aridir. Tabiinden ise Mesrak ve Şa'bi bu görüşe katılmaktadırlar. İbn Hazm, bu incelemesini şöyle dile getirir: "Sahabeden Ebû Musa el-Eş'ari, ölüm hastalığındaki kişinin tasarruflarının caiz olduğu görüşündedir. Tabiinden ise, Mesrûk bu görüştedir. Şa'bî ise bu hususta onu desteklemektedir."[3][3]
Sahabenin bu hususta değişik görüşlere sahip olmasından dolayı, sahabeden bazılarının sözlerini delil alanlar, icmanın dışına çıkmış sayılmazlar. Bilakis dört mezheb imamının görüşlerine tabi olmuş olurlar. İbn Hazm naslara dayanan bir icma olmadığı müddetçe sahabenin sözlerini delil olarak almamasına rağmen, bu hususta kendi görüşüne mutabık olan bazı sahabe sözleri ile kendi görüşünü desteklemektedir.
539- ibn Hazm'ın Cumhur Fukaha'ya Cevabı:
İbn Hazm, hastanın tasarruflarını kısıtlayan fakihlerin delil almadaki yöntemlerini ele alarak eleştirmektedir:
Öncelikle hastalıkların farklı farklı olması meselesini ele alır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, dört mezheb imamlarına göre, bazı hastalıklar Ölüme sebebiyet verir, bazıları ise böyle değildir. İbn Hazm ise, bunun böyle olduğuna esas teşkil edecek Kitap, Sünnet, kıyas veya sahabe fetvalarında herhangi bir şey bulunmadığını ifade ederek şöyle diyor: "Onların, hastalar hakkında yaptıkları ayrım ne sahabeden veya tabiinden işitilmiştir ne de nasda böyle bir şey vardır. Kur'an'da, Sünnette veya sahabe kavillerinde onların sözlerini doğrulayacak hiçbir delil yoktur. Bu hususta herhangi bir görüş bildiren veya kıyasta bulunan bir kimse de çıkmamıştır! Bir kişi çıkıp bu görüşü savunanların icmasma karşı muhalefet edecek olsa, onun görüşü hakka daha yakın olur."[4][4]
Şüphesiz İbn Hazm, yukarıdaki sözleri ile onları iki yönden tenkit etmiş olmaktadır. Birincisi; sahabe (Allah onlardan razı olsun) hastalıklar arasında hiçbir fark gözetmemiştir. İkincisi ise; sahabeden bazıları kelimenin manasını nazarı dikkate alırlardı. Burada ölümcül hastalığa yakalanmış kişinin tasarrufu tabirinden kasıt, Ölümü yaklaştığında yaptığı tasarruflardır. Bu tabir hastalığı değil, hastayı tarif etmektedir. Ancak hastalığı olduğuna itibar ederek, hastalıklarda böyle bir ayırım yapmaktadırlar.
(l) GÖRÜŞLERİ VE FIKHI 343
540- Hibelerin Vasiyete Kıyası:
İbn Hazm, hastanın tasarruflarının kısıtlanmasında esas aldıkları hastalığın vasfı hakkındaki tenkitlerini belirttikten sonra, hastanın hibelerini vasiyete kıyas etmelerini tenkit etmeye başlıyor: "Bu hususta herhangi bir delilleri yoktur. Ancak bu durumu vasiyete kıyas ediyoruz, diyorlar. Biz ise, kıyasın batıl olduğunu söylüyoruz. Kıyas batıl olmasa dahi onların kıyasları batıldır. Çünkü vasiyet, hasta için de sıhhatli için de malın üçte birini geçemez. Bu taktirde yasiyet dışındaki hibelerde de hasta ve sıhhatli eşit tutulmalıdır. Yaptığımız bu kıyas onların kıyasından daha doğrudur. Ayrıca varislerini mirasından mahrum bırakmak isteyebileceğini zannediyoruz, diyorlar. Biz de diyoruz ki; sözlerin en yalanı zanla söylenen sözdür. Belki de varis hastadan Önce ölür ve hasta ona varis olur. Böyle bir durumun gerçekleşmesi de mümkündür. Bu söyledikleri söz, zan ve vehimden başka bir şey değildir. Bu taktirde sıhhatli bir kişiyi de varislerini mirasından mahrum bırakmakla itham edin ve malının üçte birinden fazlasına tasarruf hakkı tanımayın. Çünkü hastanın ölmesi mümkün olduğu gibi, onun da ölmesi ve evlatlarının kendisine varis olmaları mümkündür. Nasıl ki sıhhatli kişi hastaya varis oluyorsa, sıhhatli kişinin ölmesi ile de hasta ona varis olur ve aralarında hiçbi fark yoktur. Nice sıhhatli kişiler kendisinden ümit kesilen hastalardan önce ölmüşlerdir. Doksan yaşını geçmiş ihtiyar kişiyi de bu şekilde itham edin, o zaman da varislerini mirasından mahrum bırakmasını engellemek için malının üçte birinden fazlasına tasarruf hakkı vermeyin. Daha yıllarca yaşayabilir diyecek olursanız buna cevabımız şudur: Belki hasta da iyileşecek ve senelerce yaşayacaktır. Bu yaptıkları töhmet altında bırakmaktan başka bir şey değildir. Evlatlarına miras bırakan bir kişi, kesinlikle töhmet altında bırakılamaz. Belki evlatları olmayıp da akrabalarına miras bırakacak kişi için, böyle bir zanda bulunabilir ve malının üçte birinden fazlasına tasarruf hakkı tanınmaz. Bu nassa muhaliftir diyecek olurlarsa, biz de onlara şöyle cevap veririz: Sizin yaptığınız nassa muhaliftir. İnsan malından yaptığı tasadduklar vesilesiyle Allah'a yaklaşır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: "... size verdiğimiz rızıklar-dan (Allah yolunda) sarfedin..." (el-Bakara, 2/254) Bir başka âyette ise şöyle buyuruyor: "Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğe nail olamazsınız..." (Ali İmran, 3/92) Ayrıca hasta kişinin tasaddukta bulunmaya daha çok ihtiyacı vardır. Rasulullah'a (sav) en faziletli sadakanın hangisi olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır: "Fakirin verdiği sadakadır." Onlar da, Rasulullah'tan (s.a.v)rivayet edilen şu hadisi bize hatırlatabilirler: Rasulullah (s.a.v)'a en faziletli sadakanın hangisi olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır: "Fakir düşmekten korkup zenginliği uman cimri kişinin yaptığı tasadduktur, Hayatı boyunca tasadduk etmeyip de can boğaza dayandığında tasadduk eden kişinin durumu ise böyle değildir. Evet bu doğrudur. Ancak bu tasadduk hususundaki üstünlüğü ifade etmektedir. Ayrıca biz, malının üçte birinden fazlasını tasadduk etmekle hastanın hastalığından veya ölümden kurtulacağını da iddia etmiyoruz. Bu hususta ne bir nas ne de bir delil vardır. Biz sadece konuyu değişik yönlerden ele almaya çalışıyoruz."[5][5]
541- İbn Hazm'ı Tenkidimiz:
Uzunluğuna rağmen İbn Hazm'm görüşüne delil teşkil ettiği için bu hususta söylediklerinin tamamını naklettik. Ancak İbn Hazm'm bu husustaki bazı görüşlerini doğru bulmuyoruz:
Cumhur fukahanın, hastanın hibe niteliğindeki tasarruflarına getirdikleri sınırlamanın kıyas olduğunu iddia ediyor. Ancak onlar sahabenin fetvalarını ve Nebi'nin (sav) hadislerini delil olarak almışlardır. Hastanın varislerini mirasından mahrum bırakmasından korkmuşlardır. Kesinlikle kıyas yapmamışlardır. Ebu Musa el-Eş'ari'nin kıssası, onun hastanın tasarruflarını kısıtlamadığı manasında değildir. Ebu Musa kadının hasta olmadığına itibar etmiştir. İbn Hazm'ın Muhalla'da anlattığı şekliyle olay şöyle cereyan etmiştir: Muhammed b. Sirin'den şöyle rivayet edilmiştir: Bir kadın rüyasında üç güne kadar öleceğini görür. Hemen dinen üzerine düşen görevlerin neler olduğunu öğrenir ve malını dağıtır. Üçüncü gün geldiğinde komşularına gider ve onlara:
- "Sizi Allah'a emanet ediyorum" der. Onlar da:
- "Bugün ölmezsin inşallah" derler. Ve kadın ölmez. Kadının kocası durumu Ebu Musa'ya aktarınca Ebu Musa şöyle der:
- "Eşin nasıl bir kadındır?" Adam:
- "Cenneti hak eden bir kadındı. Fakat o böyle yaptı ve şimdi yaşıyor. Ebu Musa:
- "Senin dediğin gibi yapacağını yapmış" dedi. Başka bir şey yapmadı.”[6][6]
Kıssadan da anlaşılacağı üzere, Ebu Musa kadının hasta veya sıhhatli olmasına itibar etmemiştir. Fakat İbn Hazm, onun sahabenin icmasma muhalefet ettiğini iddia etmektedir. Ayrıca Ebu Musa'nın hastanın tasarrufları ile sıhhatli kişinin tasarruflarını bir tuttuğunu da iddia etmektedir. Çünkü, ölüme yaklaşmış olan kişinin durumu hastadan daha şiddetlidir. Bu sözü ile kıssa çelişmektedir. Çünkü o, kadının sıhhatli olduğunu bilerek böyle bir görüş bildirmiştir.
(1)
(2) GÖRÜŞLERİ VE FIKHI 345
542- İbn Hazm'ın Cumhura İtirazı:
İbn Hazm, mirası korumak maksadıyla hastanın hibelerinin kısıtlanmasını dört yönden yanlış bulmaktadır:
a. Zanla hüküm verilmez, zan sözlerin en yalanıdır.
b. Mirasından mal kaçırma ihtimali, sıhhatli kişi içinde geçerlidir. Bu taktirde hastanın hibeleri kısıtlandığı gibi, onun da hibelerine kısıtlama getirmek gerekmektedir. Ayrıca hastanın varisine hibe vermesi men edildiği gibi, onunda varisine hibe vermesi men edilmelidir.
c. Ölümü yaklaşmış olan yaşlı kimsenin, mirasından mal kaçırma ihtimali daha fazladır. Bu taktirde onun hibelerinin de kısıtlanması gerekir.
d. Hastanın, varisinin evlatları dışında bir akrabası olması halinde, söylediklerinin geçerli olma ihtimali vardır. Ancak varisi olan evlatlarını mirasından mahrum etmek istemesi mümkün değildir.
543- Eleştirilere Cevap:
İbn Hazm'ın, yukarıda yaptığı eleştirilerden birincisi yersiz bir eleştiridir. Çünkü yalan sayılan zan, bir dayanağı ve delili olmayan zandır. Ancak buradaki mirasından men etme zannı, bir vehm veya dayanağı olmayan bir zan değildir. Hastayı adım adım ölüme yaklaştıran hastalık hali zannın sebebini oluşturmaktadır. Hasta bu hibelerle ölümünden sonra, mirasının Allah'ın emrettiği biçimde dağıtılmasına engellemek istemektedir.
İkinci eleştiride de durum aynıdır. İbn Hazm, hastanın mirasından mal kaçırabileceği zamnmdan dolayı hibelerine getirilen kısıtlama, sıhhatli kişi içinde geçerlidir, diyor. Bu gerçekten çok farklı bir kıyas şekli: Her halde kıyası kabul etmemesinden dolayı iyi kıyas yapamıyor. Kısıtlamanın sebebi mirasından varislerin bir kısmının veya tamanmın aleyhine olan tasarruflarda bulunmasından korkulmasidır. Bu korkunun sebebi ise, ölüm anında tasarrufta bulunmasıdır. Sıhhatli kişi için böyle bir korkuya kapılmak yersizdir.
İhtiyarlığı da bu konuya dahil etmesine gelince; ihtiyarlamış olsa da ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Onun tasarruflarında da böyle bir düşüncenin etken olma ihtimali vardır. Ancak bunun emareleri ölümü yaklaşmış olan hastanın durumundaki gibi açık değildir. Ölüm hastası ölümünün yaklaştığını anlar ve bu tasarruflarına etki eder. Yaşlı kişi için ise, böyle bir şey sözkonusu değildir. Hastanın tasarrufları ölümünden sonrasına yöneliktir ve hastalık başladıktan sonra, yaptığı tasarrufları dikkate alınır. Hastalığın başlangıcı ise malumdur. Bu hükmü yaşlı kimseye tatbik etmek imkansızdır. Çünkü, onun ihtiyarlığının başlangıcı belirlenemez. Ayrıca ölüm hastasının tasarruflarına sınırlama getirenler, kendi görüşleriyle buna hükmetmiyorlar. Bu hükmün dayanağı sahabe görüşleridir. Ve sahabe de ihtiyarlığı bu hükme dahil etmemişlerdir.
İbn Hazm'ın dördüncü eleştirisi de yersiz bir eleştiridir. Çünkü sahabe, varisler arasında fark gözetmemişlerdir. Zira evlatlar ile baba arasındaki anlaşmazlık da çok görülen bir durumdur. Bu sebeble baba evlatlarından bazılarına daha yumuşak davranır. Özellikle evlatları aynı anadan olma değillerse. Bu sebeple hastanın evlatları arasında adaletsizlik yapma ihtimali de mevcuttur.
544- Mülkte Tasarruf Hakkı:
İbn Hazm, bunlarla yetinmiyor; hastanın hibe niteliğindeki tasarruf-. larının varislerin iznine bağlı olmasını da eleştiriyor ve şöyle diyor: "Soruyorum onlara; hastanın mülkü kimindir? Hastanın mı yoksa varislerin mi? Şayet hastanındır diyorlarsa o zaman sıhhatli kişinin hibelerini de varislerinin iznine bağlasınlar. Bu yaptıkları açık bir zulümdür. Eğer mülk varislerindir, diyorlarsa bu söz batıldır. Çünkü varis hastadan en ufak bir şey almışsa dahi onu geri iade etmek zorundadır."[7][7]
545- Fukahanın Cevabı:
Burada İbn Hazm'in itiraz ettiği nokta; insanın malik olduğu mülkte tasarruf hakkının olmamasıdır. Mülkte tasarruf hakkı mülkiyetin en bariz vasfıdır. Tasarruf edemiyorsa, nasıl malik sayılır? Cumhur fukaha ise, bu itirazı iki şekilde cevaplandırıyorlar:
Birinci Cevap: Gerçekten hastalık belirgin bir şekilde ölümle sonuçlanan ölüm hastalığı ise, yani hasta ölüm döşeğinde ise artık malın mülkiyeti ona ait değildir. Bunun sebebi ölümdür. Çünkü ölüm mülkiyetin kime ait olduğunu ortaya çıkarır. Bu durumda hastanın mülkün üçte ikisi artık onun değildir. Bu üçte ikilik kısım varislerindir. Bir kısım fukahaya göre, durum böyledir. Diğer bir kısım fukahaya göreyse; ölümün mülk sahibini belirlediği yönündeki görüşü benimsemezler. Onlara göre, ölüm mülk sahibinin varisler, olduğunu ispat eder Ancak bu ispat, ölümün bedene ilk olarak arız olmasına bağlıdır. Bu araziyette ölüm döşeğine düşmesidir. Ölüm döşeğine düşen kişi yavaş yavaş hayati fonksiyonlarım kaybeder ve ölüm vaki olur. Bu durum aynen ağır bir yara alan kişinin durumuna benzer. Bu yara vücudun direncini yavaş yavaş yok eder ve ölüme sebebiyet verir.
İbn Hazm'ın itirazlarına cevap teşkil eden yukarıdaki sözler mütekad-dim Hanefi fukahasma aittir.
İkinci Cevap: Müteahhir Hanefi fukahası mirasının üçte ikisinin varislerin olduğu yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu üçte ikilik bölümün korunması için de hastanın hibelerini sınırlandırmışlardır. Ancak hastanın mahndaki hakkı, varislerden önceliklidir. Bu sebeble malından yer ve ailesine yedirir.
Görüldüğü üzere, hastanın malından yemesine cevaz verilmesine İbn Hazm'ın itirazları yersizdir. Çünkü varislerin hakkı üçte ikidir. Ancak varislerin hakkı olan bu üçte ikiden hastanın başkalarına hibede bulunması yasaklanmıştır. Çünkü varislerin maldaki hakları sabittir ve bu hakların korunması gerekir.
546- Fukahanın Delilleri:
Buraya kadar, İbn Hazm'ın itirazlarını ve verilen cevapları inceledik. Bu hususta, daha öncede belirttiğimiz gibi, fukahanın dayanakları ise şöyledir:
Bu husustaki ilk dayanakları sahabe fetvalarıdır. Bu fetvalar neredeyse icma oluşturacak kadar çoktur. İbn Hazm, bunların hepsini bilmektedir ve hiçbirinin isnadına itiraz etmemiştir. Bu rivayetler içinde İbn Hazm'ın belirttiği Ebu Musa el-Eş'ari'nin rivayetinin dışında hiçbir rivayet onun görüşünü te'yid etmemektedir. Ebu Musa'nın rivayetine itirazlarımızı da belirtmiştik.
Fukahanın ikinci dayanağı fıkhi manada mirasın korunmasıdır. Çünkü bu taksimi Allah (cc) yapmıştır. Bunda bir değişiklik yapan veya hak sahiplerinin hakkını vermeyen ona karşı gelmiş olur. Adil olan Allah'ın taksimi varken insanların iradesine iltifat edilmez.
Üçüncü dayanak ise, bu hususta rivayet olunan hadislerdir. Bunlardan bir tanesi Katade'nin Rasulullah (sav)dan rivayet ettiği hadistir. Rasulul-lah (sav) şöyle buyuruyor: "Can boğazına dayandığında, bu şuna bu şuna deyip malını dağıtan adamdan daha çok Allah'ın hakkına cimrilik yapan adam görmedim." Ebu Bekir (ra) ise, Rasulullah'm şöyle dediğini rivayet ediyor: "Şüphesiz Allah, hayır amellerinizi artırmak için mallarınızın üç- te birini vefatınız zamanında size tasadduk etti (sadaka ve vasiyet etme yet- kisi verdi)."
İbn Hazm, bu hadisleri çeşitli sebeblerle kabul etmemektedir: Birinci hadis olan Katade'nin rivayeti mürseldir. Çünkü kendisinden rivayet ettiği herhangi bir sahabe ismi zikr etmemiş tir. Diğer iki hadiste ise isnadında rivayetlerine güvenilmeyen kişiler olması sebebiyle zayıflık vardır.
İbn Hazm birinci hadisi kabul etmemekle kendisine ters düşmektedir. Çünkü ona göre, doğruluğu hususunda icma bulunan mürsel hadisler makbuldür. Sahabeler, Katade'nin hadisi hususunda icma etmişlerdir. Fakat İbn Hazm, kendini doğrulamak için bu icmayı inkâr etmektedir.
Diğer hadislere gelince; bu hadislerin manası sahabe arasında yaygındır. Bunun şahidi de sahabenin fetvalarıdır.
547- İhtilafın Kaynağı:
Fukahanın delillerinde ve İbn Hazm'ın itirazlarla muhalefetindeki temel nokta; delillerin kuvvetli veya zayıf olması değildir. İhtilafın kaynağı ihtiyat ve mirası koruma meselesidir. Bu hususta İbn Hazm, tabi olunması gereken sahabe fetvalarını kabul etmemektedir. Sıhhatli kişinin tabi olduğu hükümleri hastaya da tabi kılıyor. Cumhur fukaha ise, sahabenin fetvalarım kabul ediyorlar ve sahabenin ölüm hastahğmdaki kişinin hibelerinin sınırlandırılması hususunda icma ettiklerini belirtiyorlar.
Ölüm Hastasının Boşaması:
548- İbn Hazm'ın Görüşü:
İbn Hazm'a göre, hastanın eşini talak-ı bainle boşaması sıhhatli kişinin boşaması gibidir. Kadın, iddetini beklerken hasta ölmüş olsa dahi mirastan hak iddia edemez. Çünkü İbn Hazm'a göre, boşanmış bir kadın iddet halinde de olsa mirastan pay verilmez. Bu hususta hastanın boşaması ile sıhhatli kişinin boşaması arasında bir fark yoktur. İbn Hazm, bu hususu şöyle açıklıyor:
"Hastanın boşaması sıhhatli kişinin boşaması gibidir, hiçbir fark yoktur. Erkek kadına, kadın da erkeğe varis olamaz. Sıhhatli kişinin ölüm hastahğmdaki karısını boşaması ve Ölüm hastahğmdaki erkeğin, ölüm hastahğmdaki karısını boşaması da böyledir, hiçbir fark yoktur."[8][8]
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu hususta imam Şafii ile İbn Hazm müttefiktirler. Diğer üç imam ise, bu görüşe muhaliftirler. Ölüm hastalığı bahsinin başında üç imamın bu husustaki görüşlerini vermiştik: Ebu Ha-nife'ye göre, iddet halindeyken hasta ölürse varis olur. Ahmed b. Hanbel'e göre, iddeti bitmiş olsa dahi başka birisi ile evlenmediği müddetçe varis olabilir. İmam Malik'e göre, başkası ile evlenmiş olsa dahi, önceki kocasına varis olabilir. Hatta İbn Hazm, kadın on defa evlense dahi İmam Malik'in yine aynı görüşte olduğunu ifade ediyor.
549- Cumhur Fukahanın Delilleri:
Hanefilere göre, bu konunun aslını teşkil eden delil, sahabeden bazılarının fetvalarıdır. Hanbeli ve Maîikilere göre ise, sahabe fetvaları ve mirastan mal kaçırmayı men eden delillerdir. Bu hususta fetva veren sahabeler arasında en meşhurları Osman, Ali ve Zeyd (ra)dır. Bu hususta şöyle bir rivayet mevcuttur. Abdurrahman b. Avf, ölüm hastalığında iken eşini bain talak ile boşar. Osman (ra) da kadının varis olabileceğine hükmeder. Bunun üzerine Osman'a (ra): Onun Allah'ın Kitabındaki hükümden kaçmak için eşini boşamadığını biliyorsun, niçin böyle yaptın, diye sorulur. Osman da (ra) şöyle cevap verir: "İnsanların Allah'ın Kitabındaki hükümden kaçmalarını engellemek için böyle yaptım."[9][9]
Hind b. Rebia b. Haris b. Abdulmuttalip ile evli olan Ensar'dan Habban b. Munkaz isminde bir kişinin, ölüm hastalığında iken eşini boşadığı rivayet olunur. Hz. Osman da (ra) Ali b. Ebu Talib ve Zeyd b. Sabit ile istişare ederek hastanın ölümünden sonra kadının kocasına varis olmasına karar verir.
İmam Malik, Şafii ve Ahmed, mirasından mahrum bırakmak maksadı ile eşini boşayan kişinin ölümünden sonra kadının, kendisine varis olabileceği görüşündedirler. Ancak İbn Hazm, bu görüşe muhaliftir. Onları Allah'ın ahkamından kaçmakla itham ediyor ve 503le diyor: "Gerçekten bu, Allah'ın (cc) Kitabından kaçmaktır. Allah (cc) bu fiili mubah saymıştır. Allah'ın (cc) mubah kıldığı bir fiili işlemekte hiçbir günah olamaz. Ayrıca Allah'ın ahkamına muhalefet maksadı da taşımamaktadır."
İbn Hazm, bu husustaki görüşlerini şöyle açıklıyor: "Ölüm hastahğmdaki kişinin boşadığı karısı onun mirasına varis olamaz. Ric'i talak ile boşadığı karısına dönmeden ölmesi halinde de durum böyledir. Hatta açık-Ça mirasından mahrum bırakmak için eşini boşadığmı söylese dahi, günaha girmiş olmaz. Çünkü Allah (cc) talakı mubah kılmıştır. Boşanma ile aralarındaki evlilik ve veraset hakkı ortadan kalkmış olur. Zinadan dolayı recm edilmesini veya idamına hükmedilmiş olan kişinin boşaması da böyledir. Çünkü bu kişilerin boşaması ile normal boşama arasında bir fark olduğuna dair hiçbir nas yoktur."[10][10]
550- Boşanan Kadının Mirasçılığı:
İbn Hazm'ın ölüm hastahğmdaki bir kişinin eşini boşaması hususundaki görüşleri böyledir. Görüldüğü üzere bu konuda da zahiriyeci mantığını ön planda tutuyor ve sahabe fetvalarına iltifat etmiyor. Ayrıca hastanın eşini boşamasmdaki maksadın, onu mirasından mahrum bırakmak olmadığı görüşündedir. Çünkü bunun, dinde rey ile hüküm vermek olduğunu ifade etmektedir. İbn Hazm'a göre, dinde rey ile hüküm vermek doğru değildir. Hastanın eşini boşaması ise Allah'ın mubah kıldığı fillerdendir. Boşamadan sonra kadının varis olması sözkonusu değildir. Özet olarak, îbn Hazm'a göre, hastanın eşini boşaması mubahtır ve bu boşama ile kadın miras hakkını kaybeder.
[1][1] el-Muhallâ, c. IX, s. 348
[2][2] el-Muhalla, c. IX, s. 348
[3][3] A.g.e., c. IX, s. 353
[4][4] A.g.e,,c. IX, s. 353.
[5][5] el-Muhalla, c. IX, s. 354
[6][6] A.g.e., c. IX, s. 351
[7][7] A.g.e.,c. IX, s. 354
[8][8] A.g.e., c. X, s. 218
[9][9] A.g.e., c. X, s. 219.
[10][10] A.g.e., c. 10, s. 229.