Tarihin ilk yıllarından bu yana insanoğlu yaşamak ve ihtiyaçlarını karşılamak için avcılık, çiftçilik, hayvancılık ve trampa ticareti yapmıştır. Bu ve benzeri her faaliyeti basitçe girişimcilik olarak nitelendirebiliriz. Aslında ilkel insan, hayatını sürdürebilmek için risk almakta, farklılık yaratmakta, yenilik yapmakta ve yaşamlarını ortaya koymaktaydı yani bugün girişimciliğin tanımlarında ortaya konulan tüm özellikleri içinde barındırmaktaydı. Girişimcilik üretimin olduğu her dönemde değişik şekillerde var olmuştur. Örneğin ilk insanlar avcılık faaliyetleri yaparken veya toplayıcılıkla uğraşırken belirli üretim faktörlerini bir araya getirip nihai ürüne ulaşmak için çeşitli riskler almışlardır. O günlerden bu günlere sosyo-ekonomik değişimlerle de girişimcilik hemen her dönemde değişik şekillerde var olmuş ve tanımlanmıştır. Günümüzde algıladığımız anlamda girişimcilik ise sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkmış ve bilim insanları tarafından günümüze kadar değişik şekillerde tanımlanmıştır.
Bakınız: Girişimci Tanımı
Orta Çağ’da girişimci, büyük üretim projelerinde herhangi bir risk üstlenmeksizin, kendisine hükûmet tarafından verilen kaynakları kullanarak şato, manastır, katedral ve diğer büyük mimari yapılardan sorumlu olan ve projeyi yöneten kişiler olarak ifade edilmekteydi. Zamanla insanoğlunun gereğinden fazlasını istemesi, alması ve bunu olabildiğince biriktirmesi, fazlasını spekülatif amaçla saklayıp zaman zaman piyasaya sunması, kapitalizm adını verdiğimiz modern ekonomi ve yaşam biçimini ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu döneme kadar insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaçları kadarını doğadan alıyor veya üretiyorlardı. Oysa artık fazlasını spekülatif amaçla saklamak, trampa yapmak veya değeri yükseldiğinde satmak söz konusudur.
17’nci yüzyılda milli ekonomilerin doğuşu, devletlerin güçlü hazinelere ihtiyaç duyması, sanayi ve ticaret üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması girişimci kavramının daha farklı bir biçimde ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kavramı ilk kullanan Richard Cantillon’a göre çiftçi de bir girişimcidir ve toprağı belirli bir şekilde işleyerek gelir sağlamakta, zenginlik yaratmaktadır. Bu dönemde girişimciye, daha çok yerel yönetim ile belirli ürünleri üretmek ya da bir hizmeti sunmak üzere sözleşme yapan kişiler olarak bakılmıştır. Nitekim R. Cantillon Fransız Hükûmetinin birçok kamu binasını inşa eden Fransız iş adamı John Law’ın çalışmalarından yola çıkarak, girişimcileri getirisi belirsiz ancak katlanılacak maliyetin az çok bilindiği durumlarda basiretli ve kendine güveni tam bir şekilde hareket eden bireyler olarak görmüştür. Yapılan sözleşmelerdeki ücret veya fiyatlar genelde iş bitene kadar sabit olduğundan, sözleşme yapan girişimci faaliyetleri sonucunda oluşabilecek kâr ve zararı da üstlenmekteydi. Bir hizmet sunmak ya da taahhüt edilen bir malı üretmek üzere yönetim ile sözleşme yapma olarak tanımlanan girişimcilik anlayışında risk kavramı ilk olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır.
R. Cantillon'a göre, birey ücret karşılığında emeğini kiralamıyor veya çalışmıyorsa bir girişimcidir. Girişimci ile ücret karşılığı çalışan bireyleri ayıran özellik, girişimcinin belirsizlik ortamında kendi imkânlarıyla çalışarak yaşaması ve kazanmasıdır. Cantillon'a göre, girişimci genelde bilmediği ya da belirsiz olan piyasa koşulları altında spekülatif faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu özelliğiyle girişimci sermaye bulan ve risk yüklenen kişi olarak da dikkati çekmiştir. Girişimciyi bu davranışa iten neden faaliyeti karşılığında elde etmeyi umduğu kâr’dır. Bu kâr, ham madde, yardımcı maddeler ve tüketim malları fiyatlarındaki dalgalanmalarının önceden bilinememesi nedeniyle belirsizdir.
18’inci yüzyılda ekonomide devlet müdahalesinin azaldığı, bireyciliğin ve özel mülkiyetin geliştiği bir ortamda, Jean Baptiste Say girişimcinin ekonomik faaliyetlerin temelini oluşturan üretim faktörlerini birleştirerek üretim ve servetin dağılımında düzenleyici bir rol oynadığı görüşünü ortaya atmıştır. Girişimcilik ve yöneticilik (idarecilik) işlevlerini birbirinden ayırmış, girişimciliğin kazancı olan kârın; üretimin iyi ya da kötü şansın peşinen kabul edilerek ortaya çıktığını ileri sürmüştür.
20’nci yüzyılda serbest piyasa ekonomisinin gelişimi ile bu defa Joseph A. Schumpeter ekonomide değişimi yaratan temel unsurun yenilik olduğu görüşünü ortaya atarak, girişimcinin önemini daha da arttırmıştır. 1910 yılında yayınlanan, "Ekonomik Gelişmenin Teorisi" adlı çalışmasında J. Schumpeter girişimcilerin yeniliği benimsemede iş veya işletmeleri yönetenlerden farklı olduklarını ve dolayısıyla ekonomide refah yaratan ve dağıtan önemli aktörler olduklarını ifade etmiştir. Girişimcilerin yaptıkları yeniliklerle piyasada yeni talepler yarattıklarını, bunun ise mevcut piyasayı değiştirerek yeni bir yapının oluşmasına yol açtığını belirtmiştir. Schumpeter bu durumu "yaratıcı yıkıcılık" olarak adlandırmaktadır. Dinamik bir süreci ifade eden bu anlayış yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde egemenliğini sürdürmüştür. Ekonomik bir yapıda girişimciliği ve girişimciyi yok saymanın mümkün olmadığını belirten Schumpeter, yeni bir ticari mal ve hizmetin ortaya çıkması için, bir icadın kullanılması olarak tanımladığı "yenilik" kavramını, yeni talep yaratmada ve dolayısıyla refah yaratmada anahtar bir güç olarak kullanmıştır. Girişimci böylelikle yenilik yaparak mevcut durağan ekonomik düzeni yıkmakta, inovasyon ve yatırımcılığı tetiklemekte, böylelikle ekonomiyi ileriye götürmektedir. Bu açıdan girişimci yenilik ve yatırım gücünü kullanarak yeni işletmeler kuran, farklı ürünler üreten ve istihdam yaratan yöneticilerdir.
Schumpeter, hem girişimcilerin hem de yöneticilerin risk yüklendiklerini, ancak girişimciler için temel ayırıcı faktörün yenilik olacağını öne sürmektedir. Ona göre girişimcilerin en önemli sorunu, yeni fikirler bulmak ve bu fikirleri üretimde kullanmaktır. Diğer bir deyimle, yeni ürünler ve hizmetler, yeni üretim yöntemleri geliştirmek, yeni piyasalar bulmak, yeni arz kaynakları keşfetmek ve yeni organizasyon biçimleri geliştirmek şeklinde sıralamaktadır. Modern girişimcilik düşüncesinin babası olarak kabul edilen Schumpeter, girişimcileri sadece kurulu bir işletmenin başındakiler, yöneticiler ya da sanayiciler olarak değil, üretim faktörlerinin yeni bileşimlerini başaran kişiler olarak görmektedir. Rekabet koşullarının yoğun olduğu, statik olmayan pazarlarda çevre koşullarının sürekli değiştiğinden, geleceği tahmin güçleşmekte, beraberinde risk ve belirsizlik getirmektedir. Bu da girişimciliğe olan ihtiyacı arttırmaktadır.
Girişimcilik kavramının çok uzun bir tarihi geçmişe sahip olmasına karşın, yakın zamana kadar özellikle tanımlarındaki belirsizlik ve az sayıda çalışmaya konu olması, kavramın ekonomi bilimi tarafından yeterli ilgiyi görmediğini göstermektedir. Bunun temel nedenlerinden biri, girişimcinin bir yönetici olarak düşünüldüğü ve değerlendirildiği anlayışın Adam Smith’le başlamış ve 19. Yüzyılda Neo-Klasiklerce sürdürülmüş olmasıdır. Yine klasik örgüt yaklaşımında işletmelerin kapalı mekanik yapılar olarak algılanması, risk alarak yeni iş sahaları bulma özelliğine sahip girişimcilerin atıl durumda kalmalarına yol açmıştır. 20. Yüzyılın başlarına gelindiğinde bu defa Avusturyalı iktisatçı Joseph Schumpeter, girişimciliği yeniden yorumlayarak, kavramın bugün de geçerli olan düşünsel temelini atmıştır.
Tablo 1: Orta Çağdan Bilgi Toplumuna Kadar Girişimciliğin Gelişim Aşamaları
Yukarıdaki Tablo 1’de muhtelif bilim insanlarının orta çağdan günümüze girişimcilik hakkındaki görüşlerinin bir özeti bulunmaktadır. Sonuç olarak girişimci serbest piyasa ekonomisinin en önemli unsurlarından biri olup, araştırıp zaman harcayarak farklı değerler üreten, çeşitli riskleri üstlenen ve sonunda maddi ya da manevi karşılığını alan kişidir.