"Sametcim çarpma işleminde dizileme yöntemini pekiştirdiğinde 4. sınıfta alanlar konusunu anlatmana gerek kalmayacak."
"Noktalama işaretlerini önce farkına varmaları için keçeli kalemi ver metin içinde kaç tane olduğunu saysınlar, bir süre sonra hangisinin nerede olduğunu merak edip, kendileri bulmaya başlayacak."
"Bir şiir bir misraı için okunur. Yüzlerce kötü örneğini denemeksizin iyi bir insani, iyi bir kitabı, iyi bir filmi bulmanın imkanı yoktur." demişti değer verdiğim bir yazar. Basit olanın aslında ne kadar zorlu yollardan geldiğini farkettiğim zamanlarda Sabriye Hoca ile kesişti yollarımız. Her bir cümlesinin aslında ne kadar yoğun olduğu ve süzülerek geldiğini farkettiğimde öğretmenliği anlamını ve değerini bir kez daha hissetmiştim. Sabriye Hoca, hayatını eğitime adamış bir bilge; etrafında olanlara heybesindekileri vermek için çabalayan modern zaman dervişi.
Yakın zamanda okullara danışmanlık yapan "popüler" -sözde- eğitim yazarı "Öğretmenlik kutsal değil, profesyonel bir meslektir. Bir bankacıdan farkınız yok." demişti bir motivasyon toplantısında. Kutsal kelimesi nedir dendiğinde el çabukluğu ile TDK karıştıracak tatlı su danışmanlarını gördükçe; Köy Enstitülerinin ne kadar elzem olduğunu ve boşluğunda işlerin nerelere geldiğini daha rahat görebiliyor insan.
Bir ülkenin geleceğinin öğretmende başlayıp; öğretmende bittiğini anlayamayan bir yapıda konuşmak ne kadar zor olsa da; böyle anlarda hep Sabriye Hoca'nın gülümsemesi zihnime geliyor ve rahatlıyorum. İnsanın sireti, suretine yansir derler, bir gülümsemenin altında gözükmeyenleri düşündükçe; işin hakkını vererek ilerlemenin vermiş olduğu bilgelik, yaraya merhem oluyor.
*Köy Enstitülerinin kuruluş yıl dönümü kutlu olsun!
"İşim icabı çocukları seviyorum, dışarıda çocuk gördüğüm zaman yüzümü dönüp bakmam."
"Bütün bu vakıf hizmetleri, tek bir çocuğun kendini keşfetmesi için yapılmıştır."
Üstad'ın deyişiyle şükür ki insandan insana, fark var..
İki farklı yönetici cümlesi, bire bir kulaklara hitap eden/edilen, görünen/gösterilen iki farklı deyiş, iki farklı dünya, iki farklı duruş, iki farklı sevgi ve merhamet.
Bu cümlelerle ilgili farklı olasılıklar değerlendirilebilir ama yakından uzağa ilerlersek; cümlenin sahibine, etrafındakilere, kurumlara&kültürlerine ve üzerine titrediğimiz geleceğimize dair ne düşünürüz, düşünmeliyiz, düşündürmeliyiz? Derin bir iç çekişle sonlanıyor. İnsan yaptığı kadar, yapmadığı şeylerden de sorumlu. Son tahlilde bu iki cümleyi kuran iki yöneticinin/liderin yetiştirdiği talebeler de aynı derinlik ve sığlık arasına sıkışacak.
Kurumların içerisinde gerçekleşen hiçbir "şeyi" kişisel algılamamak gerektiğini, acı birkaç tecrübe ile mesleğin ilk yıllarında öğrenmiştim. Hatta sadece kurumlarda değil günlük hayatın akışı içerisinde gerçekleşen herhangi bir olayı kişisel algılamamalı. İnsan kendi kişiliğiyle var oluyor ve yaptığı her refleksif hareket öncelikle va daima kendisini etkiliyor. Sonra diğer bileşenlere etki ediyor, dozajı git gide azalarak.
Herkesin aynı anda haklı olduğu/olmaya çalıştığı bir ortamda kimsenin haklı olamayacağı pek aşikârdır. İlber Hoca çağrışım yapıyor her seferinde. "Tartışmaların kazanılmayacağını, hiçbir tartışmanın kazanılmayacağını biz evde öğrendik. Hiç bir tartışma kazanılmaz. Sonunda galip gelen; sevgi, merhamettir."
Sevgi ve merhamet durağından git gide uzaklaşılan bir memlekette sözlerin tesiri Sisypus etkisi yaratsa da; ülkenin geleceği, küçük çocukların hayatları söz konusu olduğunda öğretmen refleksi ne olursa olsun bastırılamıyor. Her şeye rağmen uzun yıllardır kurduğum&kurmaya devam edeceklerimden; Tek bir çocuk kaybetme lüksümüz, yok!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun!
*
İşidin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer,
Aşık olmayan kişi, misal-i taşa benzer.
Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter,
Nice yumuşak söylese, sözü savaşa benzer.
Koca Yunus
Klasik mantık eğitiminde çocuk soruları cevaplanması en zor sorular olarak kabul edilir. Çünkü sorular genellikle "ne" soru kökü üzerinedir ve öz (mahiyet) ile ilgilidir. Bir "şey"in ne olduğunu anlayabilmek için diğer soruların yani ona ilişkin olan diğer "ilinek"lerin kavranması gerekir. Söz gelimi kalemin ne'liğinden önce kalemin nasıl yazdığı, nasıl kullanıldığı çocuk için önemlidir.
Çocuk bu soruları sorarken elbette o "şey"in özünü merak etmez. Ne işe yaradığını, nerede kullanacağını bilmek ister. Zamanla bilgiler biriktikçe bir üst basamağa çıkarak kavramaya ve anlamı oluşturmaya atılır zihni. Karşılaştırır, ortak noktaları seçer. Ve en önemlisi öğrendiklerini sürekli teyit eder. Kendi öğrenme döngüsünü tamamlayana kadar sorular, zihnini kaşır.
Üstün yetenekli çocuklarla çalışırken asıl olanın cevaplar değil sorular olduğunu fark etmiştim. Çocuklar kafaları karıştırdıkça mutlu olup kendi denklemlerini çözmek istiyorlardı. "Dünya nasıl oluştu?" sorusuna "bilmem sence nasıl oluştu? Belki birisinin çizdiği bir yerdir, ne dersin?" şeklinde karşılık duyduğunda çocuğun zihin dünyası da ufku da gelişiyor.
Son tahlilde çocuk bir şeyin ne olduğunu felsefi olarak öğrenmez ama kendine yetecek kadar merakını giderir. Tüm bunlar gerçekleşirken de aslında "anlamak" değil "ikna olmak" ister. Sorunun cevabından çok karşıdaki kişinin ona yaklaşımı ve kelimelerini seçme biçimi zihin dünyasını oluşturur. Yetiştikçe duyduğu gibi konuşacak, duyduğunu taklit edecektir.
*Sahip olmadığın şeyi terk edemezsin. Sahip olmaya çalışırsın fakat her zaman elinden kaçar. Çocukları da her zaman "limitte" tutmak için soru sormaya teşvik etmeli, cevapları da her zaman "daha büyük sorularla" geri dönerek vermeliyiz
Heidegger dünyaya "fırlatılmışlık" olarak tanımlar insanın varoluş sürecini. Dünyaya gelirken etrafımızdakilere -kendiliğinden- alışmış olarak geliriz. Etrafımızdakilerin var olması seçimlerimiz dışındadır. Önce bütün, sonra yarım; en sonunda, ayrı devam eder. Tekrar bütüne döner her şey, döneriz..
Hayatta olduğumuzu da uzun süre hissetmeyiz. Nefes almanın, yaşamın değeri sınandığında ortaya çıkar. Düşündükçe, irdeledikçe keşfederiz. Keşf ettikçe, tanıdıkça anlam oluştururuz.
İlk keşf, bağ, anlam, bütünlük anne ile kurulur. Pergel metaforundaki sabit: annedir, annelerimizdir. Es geçilen yer ise ilk harflerin, hecelerin onlardan geldiğidir. Her meslekten, öngörüden, yaşanmışlıktan miktarınca vardır, aktarır. "Güvenli bağ" dedikleri sözsüz iletişim; aslında iletişimin en yüksek halidir. Kelimelerin yorulduğu yerde gözler konuşmak için sıradadır.
İç sesimizde hep bir parça vardır. Ne kadar ayrı olsa da, ayrı kalsa da hep ilk arkadaştır, dosttur. Öğretmeye dair, öğrenmeye dair ilk bulgular henüz karanlıkta başlar. Daha dünyaya adım atmadan ruhu besler.
Anne-çocuk bağı; içten dışa, dıştan içe..
Birlikte büyüdügümüz annelerimiz, Anneler Günü kutlu olsun!
2020 Formula 1 sezon öncesi testlerinde Racing Point takımının aracı, bir önceki sezonun şampiyon takımı Mercedes'in bire bir replikası gibi gözükmekteydi. İtirazlar sonucunda ortaya çıkan sonuçta Racing Point, Mercedes takımının bir önceki sene kullandığı fren soğutma kanalları çizimlerini ve rüzgar tüneli test sonuçlarını yani "hatalarını" milyonlarca dolar vererek satın almıştı.
Sene başında beklediğim iki olay. Öğrencilere grup çalışması için bir kağıt verdiğimde ortadaki çalışma kağıdının yırtılması ve başlangıçta sınıfta hiçbir kuralın olmaması zamanla yaşanılan "yanlışlarla" sınıf içi temel anlaşmaların -mecburi- olarak şekillenmesi.
Ve tekrarlamaktan sıkılmadığım cümle: "Bardağın bir yerden bir yere kırılmadan taşınmasının eğitsel olarak hiçbir değeri yok, benim işim bardak kırıldıktan sonra başlıyor.. gerekirse bardağın kırılması için manipüle ediyorum."
Hayatın akışına rağmen eğitim mi, yoksa eğitim için hayatı organize etmek mi.. Okul, hayatın "kontrollü" bir şekilde yaşandığı, simülasyondur. Çocuk hayatta karşılaşacağı hatta karşılaşmaya fırsat bulamayacağı "her şeyi" yaşamaları gereken alandadır. Kas hafızası denilen, ilk deneyimin yaşandığı roller coaster.
Çamura batmaktan, kirlenmekten, yenilmekten -yenilmesinden- huysuzlanan ebeveynlere rağmen çocukları yenmeli, kontrollü baskıya maruz bırakmalıyız. Zor zamanların, zor insanları çıkardığını unutmamalı, zorlanmaların zihni geliştirdiğini, içimizden sürekli tekrarlamalıyız. Son söz, Acar Baltaş: "Potansiyel baskı altında cevhere dönüşür ve bunun sonucunda mücevher olur."
*2020 yılını Racing Point 15 puan gibi ufak bir ceza alsa da üreticiler ve sürücüler sıralamasında dördüncü oldu. Takımın pilotlarından Sergio Perez son yarışında, kariyerinin ilk birinciliğini kazandı ve takım arkadaşı Lance Stroll aynı yarışı 3. sırada bitirdi. Şirketlerin değerlemelerinin biriktirdikleri "know how" yani "hataları" üzerinden olduğunu hesaba katarsak, hata yapmayı&yapmamayı "öğretmeye" bir an önce başlayabiliriz.
2020 Formula 1 sezon öncesi testlerinde Racing Point takımının aracı, bir önceki sezonun şampiyon takımı Mercedes'in bire bir replikası gibi gözükmekteydi. İtirazlar sonucunda ortaya çıkan sonuçta Racing Point, Mercedes takımının bir önceki sene kullandığı fren soğutma kanalları çizimlerini ve rüzgar tüneli test sonuçlarını yani "hatalarını" milyonlarca dolar vererek satın almıştı.
Sene başında beklediğim iki olay. Öğrencilere grup çalışması için bir kağıt verdiğimde ortadaki çalışma kağıdının yırtılması ve başlangıçta sınıfta hiçbir kuralın olmaması zamanla yaşanılan "yanlışlarla" sınıf içi temel anlaşmaların -mecburi- olarak şekillenmesi.
Ve tekrarlamaktan sıkılmadığım cümle: "Bardağın bir yerden bir yere kırılmadan taşınmasının eğitsel olarak hiçbir değeri yok, benim işim bardak kırıldıktan sonra başlıyor.. gerekirse bardağın kırılması için manipüle ediyorum."
Hayatın akışına rağmen eğitim mi, yoksa eğitim için hayatı organize etmek mi.. Okul, hayatın "kontrollü" bir şekilde yaşandığı, simülasyondur. Çocuk hayatta karşılaşacağı hatta karşılaşmaya fırsat bulamayacağı "her şeyi" yaşamaları gereken alandadır. Kas hafızası denilen, ilk deneyimin yaşandığı roller coaster.
Çamura batmaktan, kirlenmekten, yenilmekten -yenilmesinden- huysuzlanan ebeveynlere rağmen çocukları yenmeli, kontrollü baskıya maruz bırakmalıyız. Zor zamanların, zor insanları çıkardığını unutmamalı, zorlanmaların zihni geliştirdiğini, içimizden sürekli tekrarlamalıyız. Son söz, Acar Baltaş: "Potansiyel baskı altında cevhere dönüşür ve bunun sonucunda mücevher olur."
*2020 yılını Racing Point 15 puan gibi ufak bir ceza alsa da üreticiler ve sürücüler sıralamasında dördüncü oldu. Takımın pilotlarından Sergio Perez son yarışında, kariyerinin ilk birinciliğini kazandı ve takım arkadaşı Lance Stroll aynı yarışı 3. sırada bitirdi. Şirketlerin değerlemelerinin biriktirdikleri "know how" yani "hataları" üzerinden olduğunu hesaba katarsak, hata yapmayı&yapmamayı "öğretmeye" bir an önce başlayabiliriz.
Hrant Dink yıllar önce bir konuşmasında, köyünden göçmek zorunda kalan ermeni bir kadının; yılda iki-üç sefer Fransa'dan köyüne geldiğini ve köyünde vefat ettiğini anlatır. Ardından kendisine haber verilince, kadının kızına ulaşıp durumu haber verirler. Cenazeyi almak için gittiğinde, aynı köyden bir amca, kadının kızına "Su çatlağını buldu, bırak burada kalsın" der. Aidiyetimiz kendimizi nereye ait hissediyorsak oradadır; bu dünyanın yerlisi olmadık, göçebeyiz son tahlilde.
İnsan hayata gelmesi ve ardından anlam yüklemeye çalışması düşünce dünyasını geliştirse de; doğuştan getirdiğimiz mizacımız, enerjimiz, yeteneklerimiz hayatımızın bir döneminde ne olursa olsun açığa çıkıyor. Sıkışmış veya huzurlu hissederken içimizden; zihnimize, gönlümüze düşüveriyor. Bizi biz yapan, bizi diğerlerinden ayrıştıran ne varsa göz göze geliyoruz.
Matematik kitabının kenarına "nispeten" eğlenceli bir derste; sanatçı edasıyla ve duruşuyla çizilen kalp, çatlağı naif biçimde gösterir insana. Alan açıp fırsat vermek; aslında ısrarla bilişsel, psikolojik vs. dökümanlarla avcılığını yaptığımız "yetenek belirleme zımbırtılarının" ne kadar boşa çıktığını da gösteriyor.
Psikolojiyi "fazla" idealize edilmiş bir dille kullanan, çoktan seçmeli psikolog zihni; karşısına çıkan herkesi tek düze hale sokmaya çalışıyor. Kutucuklardan biri olmaya zorlayan dil; açığa çıkacak olanları da en içeriye girmesine neden olabiliyor. Çocuğun ihtiyacı olan tek şey; ne olursa olsun onu destekleyeceğinizi bilmesidir. Geriye kalan kısmı; heybelerinize temel ihtiyaçlarınızı alıp; onunla beraber gizemli ormanlara dalmaktır.
Hayat insanın kendisini keşfetme yolculuğudur. Keşf-etme için inşaa edilen yapıların altında kalmaya ve labirentlerde peynir kovalamaya gerek yok. "Eğlen ve elinden geleni doğru şekilde yaptığından emin ol yeterli" gerisi kendiliğinden gelecektir, derim çocuklara. Bunların altına gündelik hayattaki kavramları; yaş seviyelerine göre istediğimiz şekilde sıkıştırabiliriz!
*Yalnız kaldığımızda yaptıklarımız; öğrendiklerimizi açığa çıkarır.
Orman sizi birbirinizden ayırmak için türlü oyunlar yapacak; nereye gittiğinizi unutmadan devam etmelisiniz, diyordu. Hayata parmak uçlarımızla dokunarak büyüyoruz. Nefes aldığımızı hissetmeden, kan akışını fark etmeden yaşıyoruz. Sorun çıktığı anda kontrol etme ihtiyacında bulunsak da aslında bu "kaybolma hali" yaşamamızı kolaylaştırıyor.
Küçükken kaybolan çocuk korkarken, yetişkinlikle beraber o kaybolma hali, farklı hisleri beraberinde getiriyor. Yetişkinlikte bazen kaybolmak için çabalıyor, kaybolmayla beraber hayattan kopma iyi hissettiriyor. Nerede olduğumuzu bilmediğimiz bir sohbet ortamı, iş yerindeki kahkahalar, spor esnasında zorlanmayla gelen zaman yanılgısı.
"Çocuklar okula eğlenmeye geliyor." cümlesi ve bunun karşısında iki farklı düşünme biçimi. Zihnim "eğlenme" değil belki ama okulda olduğunu fark etmediği şekilde "aidiyet" hissetmesi; çocuklar için en makul seviyedir, şeklinde düşünmekte ısrar ediyor. İlla bir yerde eğlenmek veya üzülmek zorunda değiliz. Ama yanında istediğimiz şekilde davrandığımız o dost hissiyatı ne olursa olsun iyi hissettirir.
Öğrenme ortamlarını tam da bu merkezden hareketle düzenlemek; aslında hayat-okul ilişkisinin kaybolduğu yere temas ediyor. Çocuk okula bir şeyler öğrenmeye gelse de illa okulda katı bir kurallar kafesinin içinde olduğunu, sorumluluk ağıyla kaplandığını hissetmesine gerek var mıdır? Kendisine verilen çalışmaları hangi kriterlere göre tamamlaması gerektiğini bilip grup çalışmasına başlaması; zihnime paraşütle uçaktan atlama betimlemesini getiriyor. Zamanın hızlı ama bir o kadar da yavaş aktığı fakat her anı keyifli, süzülme hali.
Okula kaybolmaya geliyorlar, geliyoruz. Her gün farklı bir sahne, farklı bir deneyim. Öğretmen-öğrenci uyumu bu kaybolmanın en tatlısı. Tüm duyguların ortaklaşa yaşandığı -yaşanması gerektiğine inandığım- yanlışların beraber yapıldığı, doğruların beraber keşfedildiği büyülü orman. Evet orman sizi birbirinizden ayırmak için türlü oyunlar yapacak.. ama son tahlilde Kaptan Jack Sparrow'un yıllar önce dediği gibi:
*Bilinmeyen bir yeri bulmak için önce kaybolmak gerekir. Aksi halde herkes nerede olduğunu bilirdi.
Bir çocuğu yetiştirmek için bir köye ihtiyaç vardır, der Afrikalılar. Kabile kültüründeki çocukların aidiyet konusu bir yana, atasözlerinin; deneme +/- yamulmaların ortalaması olduğunu varsayarsak ortada ciddiye alınması gereken bir cümle var gibi.
Ebelerken arkadaşına o kadar sert vurma sadece dokun, öğretmenim kalemtıraşım dolmuş dökebilir miyim? Kitabımın üzerine su döküldü, bu ders akıl oyunları yapalım mı siz de yorulmuş gibisiniz, Ayakkabımı bağlar mısınız? Ama o da bana vurdu, kimse benimle oynamak istemiyor, öğretmenim bu bilekliği sizin için yaptım.. Bu cümlelerin tek ortak noktası masum bakan iki çift göz.
Öğretmenliğine diyecek bir şey yok çocuğum olsa senin sınıfında olmasını isterim, çocuklarla ve velilerle iletişimin de güzel ama çocuklara sert bakıyorsun!?
"Öğretmenlik Aktörlüktür" diye bir eğitim başlığı vardı. Çocuğa "ısrarla" bir şeyleri -bilerek- yanlış yaptığında sert bakmayacaksam, yaptığı şeyin yanlış olduğunu ve etrafındakilere olumsuzluk yarattığını hissettirme-yeceksem, o "davranışıyla" ilgili ne yapmamız gerektiğini canı sıkılmış bir öğretmen olarak konuşmayacaksam..!?
Okulda sosyal-duygusal gelişimini dolu dolu yaşa-madıktan sonra okulun hiçbir önemi yok "artık" çocuk için. Akademik kazanımların aktarılması; eğer çocuğun zihinsel gelişiminde bir problem yoksa öğretmenin kapsayıcılığı ile ilgilidir. Öğret'e-miyorsa, öğretemiyordur. Öğrenmesi tamamlanmamıştır öğretmenin de.
Eğitimle ilgili sistem eleştirileri sadece enerji kaybı. Eleştirilmesi gerekenler koltuk kapma mücadelesi, ne oldum sarhoşu basiretsiz yöneticiler, kürsüde konuşmayı fotoğraf çekme basitliğine indiren anlayış. Okulları döner sermaye işletmesi gibi düşünen özel sektör paydaşları ve öğretmeni ısrarla halkanın dışına -hem maddi hem de manevi olarak- itmeye çalışan söz sahipleri.
Çoğu kurumda iş bilmezler yüzünden, öğretmen; hem idareci, hem muhasebeci, hem pedagog, hem de öğretmen. Hırsızın hiç suçunun olmadığı bir devir. Çocuğu yetiştirmek için köye ihtiyaç var tabi ama köylülün bundan haberdar olası da yok. Ne olursa olsun öğretmen kendi kulübesini temiz tutmalı ama fazla tevazunun sonu dedikleri vasat insanlardan da akıl dinlemeden!
*Eğitimde öğretmen; merkezdir, tabi kağıt üzerinde oynanabilir. Ama şaman atasözünü de aynı kağıdın köşesine yazmalı: Ders sen öğrenene kadar devam eder!
Bir sinek, bir kartalı,
Kaldurup, urdı yire,
Yalan degül gerçekdür.
Ben de gördüm tozunu.
Sineğin kartalı yenemeyeceğini düşünürken, birden toz'a yönleniyor zihin. Algı çağındayız. İnsanlığın tekrar ortaçağa doğru sürüklendiği; kitleler halinde düşünceden, düşünenden, düş'ten uzaklaştığı aktarılıyor. Bir an önce karnımızı, gözümüzü, zihnimizi doyurmak; aç kalmamak için çabalıyoruz. İçten içe, derinlerimizde bir şeylerin ters gittiği hissiyatıyla.
Büyümek için çabalarken, gelişmediğimizi çok geç algılıyoruz. Büyümek ve gelişmek arasındaki farka dahi zihnimiz çaba sarf etmiyor. Ama gün sonunda zihni yorma işini; çocuklardan, gençlerden, arkadaştan, öğretmenden, akademisyenlerden yani 'diğerlerinden' bekliyoruz.
Kendi başaramadıklarını çocuklarından başarmalarını bekleme riyakarlığına düşüyoruz. Çocuklarla çocukluğumuzu karşılaştırma 'saygısızlığını' bırakmamız gerekiyor. O yaşlarda, çok daha vasat/iyi konumda olmamız; onların da bir şeyleri başarması veya başarmamasını etkilememeli. Her çocuk/genç elinden geleni yapıyor. Yapamıyorsa elinden gelmiyordur, yapamıyordur. Burada da ne yazık ki çocukla zaman geçiren herkesi yakından uzağa doğru incelememiz gerekiyor.
Düşünmeyi uzun süre önce farklı yerlere/kişilere bıraktık. Her dönem kendi düşüncesini kendisiyle beraber getirse de artık algılarımızın da çok hızlı yönlendirildiği bir çağda yaşıyoruz. Iskalamamalı doğru perspektiften bakmalı. İhtiyaçları alt alta dizerek "Nasıl" sorusunu sorarak ilerlemeliyiz.
Zihinlerin tozlanmasına izin vermeden temiz tutmalı ve 'sonra' çocuklarımızdan beklemeliyiz. Bilgi birikmeli olarak ilerlese de düşüncenin çalışma mekanizması insanlığın var oluşundan beri -temelde- aynı devam ediyor. Esnek, yaratıcı, kademeli ve parça-bütüne dikkat ederek düşünmeli, bilişsel altyapıyı güçlendirmeliyiz. O zaman sineğin kartalı yere vurduğunu görebiliriz/vuracağına inanabiliriz.
*Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün, dev gibi bir orduyu yendik.
"Gençler duygusal açıdan radikal olurlar, çünkü önlerinde yaşayacakları uzun bir yaşam vardır. Orta yaşlılarda bu durum liberal bir tavır alır, yarılamışlardır yolu. Yaşlılar muhafazakar olur çünkü muhafaza etmeleri gereken uzun yaşanmışlıkları vardır." der Dücane Cündioğlu.
İlişkiler, öncelikle tanıma ve sınırları fark etme; ardından karşılıklı ortak kabul/red üzerine ilerliyor. İnsanın-insanı tanıması bir ömür boyu sürüyor/bitmiyor. Fiziğe göre evrenin sürekli hareket halinde olması -titreşmesi- insan doğasını dolaylı olarak etkiliyor.
Karmaşık canlılarız. Anneden ayrılmayla yaşanan travmatik süreç, dünyayı anlamaya çalışmakla devam ediyor. Sonrasında hormonların etkisiyle meteor yağmuruna maruz kalıyor. Oradan sağ çıkan insan, toplumda yer edinmek için check-list tamamlıyor. Tüm bu koşturmacada çocuğa-gence-insana özen göstermeli. Herkesin hikayesi ap-ayrı zorlukta/kolaylıkta.
Teknolojiden uzak geçen kampta; bilgisayarın başına toplanıp müzik dinleyip, dans etmek için kendine alan açan gençler, içlerindeki eğlence ve enerjiyle kendilerine hayran bıraktı. Hayatın kurduğu denge; insana aynı dengeyi kurmayı mecbur kılıyor. Teraziyi dengede tutmak zor olsa da, iç dengeyi korumaya gayret etmeliyiz/ettirmeliyiz. Gençlerin/çocukların dengeyi kurmaları zaman alsa da dinlemeye, anlamaya daha fazla gayret etmeliyiz.
Zamanın lineerliğinin(doğrusallığının) tartışıldığı günümüzde herkes birbiriyle zamanın herhangi bir evresinde karşılaşıyor olabilir. Kimimizin çocukluğu, başkasının yetişkinliğine denk geliyor. Son tahlilde insanı sevmeyi/anlamayı öğrenmeliyiz.
*Hoşça bak zâtına, kim zübde-i âlemsin (yaratılmışların özüsün) sen.
Öğretmenim bizi durduramazsınız, çocuklar koşarak büyür, demişti Ege (6 yaş) yıllar önce. Çocukların koşarak büyüdüklerini öğrendiğimde içerik oluşturmaya dair ne zaman bir şeyler planlasam önce, "çocukları hareket ettirmeliyim" düşüncesi oluştu. Uzun süre oturmalarını gerektiren bir etkinlik olduğunda da zihnim hep hareket etmeleri gerekiyor baskısı yapar; Ege'nin direktifiyle.
Bu kadar hareket etmeleri nasıl onları yormuyor diye sorduğumda da Ercan Tatlı her zamanki bilgeliğiyle "Esatcım onların kemikleri tam oluşmadığı ve henüz kıkırdak olduğu için sürtünme olmuyor, akıyorlar" demişti.
Oyun oynamak bir çocuğun tek ve en sevdiği "iş"i olduğunu yıllardır zihnimde gezdiririm. Ve tabi günlük hayatın işleyişinin koca bir SiMS veya GTA gibi para kazan, harca, puanları topla tadında olması bizim de oyunun ne kadar içinde olduğumuzu gösteriyor.
Oyunun sadece oyun olmadığını "play-game-oyunlaştırma ve eğitsel oyun"un birbiri arasındaki farkı; işin uzmanı olarak anlatmaya başladığında zihnim şaşkınlıkla Hidayet Hocam'ın dediklerini takip etmeye çalışıyordu. (Hidayet Uskal)
Birini tanımak için yapılması gereken 3 şey söylenegelir. Bunlara oyun oynama da eklenmeli. Bir çocuğu, genci, yetişkini tanımanın en iyi yolu oyun oynamaktır. Zihin bir şeyleri takip ederken kalkanını kaldırıyor ve kendiliğini göstermek zorunda kalıyor.
Davranış biçimleri, problemle başa çıkma, başarıya karşı istek, bilişsel gelişim & farkındalık ve ilişkilerin yönetimi.. daha bir sürü alt bileşeni Hidayet Hocam ile oyun üzerine konuşurken fark ettim.
Oyunun birleştirici ve öğretici gücünü çocuklarla da sık sık kullanmalıyız. Arabada, evde, okulda, restoranda vs. bulunduğumuz mekanlarda mutlaka oyun oynamalı çocuklara nasıl oyun oluşturabileceklerini sormalıyız. Tabi sadece çocuklar için değil, bizler için de..
*Çocuk, oyunla büyümelidir. (Platon)
"Öğretmeninize ejderhanızın derse girmesi konusunu sormanız gerekecek. Yoksa ejderhanız onu ikna etmek zorunda kalabilir." demişti yıllar önce bir sunumda. "Ejderhaları Evcilleştirme ve Eğitme Yolları" sunumu içine mizah serpiştirilmiş hayal gücü ile bilgiyi karıştırıp kendisine alan açıyordu zihinlerde. Doğumdan sonra bulanık olan gözler 15-20 cm uzaklığındaki cisimleri görebildiği söylenir. Zamanla bulanıklık açıldıkça nesneler ve hayat berraklaşır ama uzaktan gelen her şey hayal gücünü de tetiklemeye başlamıştır.
Boş olan zihin duy'u organlarının desteğiyle öğrenir. Ayaklar yere basmaya başladıkça da; gerçeklik ağır basar. Etrafındaki nesneleri farklı nesne ve eşyalara eviren zihin somut döneme geçtikçe bir şeylerin "ne" olduğunu öğrenir. Ne olabileceğine dair düşünme etraftaki zihinlerin ortak kabulleri ile sıkışır.
Resmeder etrafındakileri, gördüklerini, hayal ettiklerini... "Harfler okuma yazma bilenler için neyse, resimler de okuma yazma bilmeyenler için aynı şeydir." demiştir altıncı yüzyılda Papa Gregorius Magnus. Resimlerle anlatmak; halk için okuma biçimi haline gelir. Renklerle tanıştığı ilk andan itibaren de çizmeye başlar, kendine alan açar. Görsel okur-yazarlık denilince aklıma gelen ilk isim olan Emine :) (Emine Corduk Feyzioğlu) çizgilerle, müzikle, doğa ile renkleri birleştirip çocukların hayal gücünü canlandırdığında, zihnimde bunlar çağrışmıştı.
Yarım kalmış hiçbir şey estetik dahilinde değildir, der şair. Çocuğun zihni bütün halde doğsa da onu zamanla yarım bırakmak için var gücümüzle çabalıyoruz. Beynin tek lobuna yüklendikten sonra diğer loba ihtiyacımız da kalmıyor. Tabi robotik zihin yapısı ile hayatın estetiği farklı yaşlarda karşılaşıyor. Karşılaştıkça çözülüyor, nefes alacak yer bulmaya çalışıyor.
Sanat, felsefe, mizah.. hep olanı, olduğunun dışında görmeye ve göstermeye çabalar. Evet; ejderhalar yaşamış mıdır? Ejderha fosili var mıdır ki ejderhalar olsun, Ejderha kelimesi nereden geliyor derken aslında asıl mesele de kaçıp gidiyor. Ama yıllarca beklenen dizi ve filmlerde öğrendiğimiz üzere ejderhalara dair çok şey biliyoruz, öğreniyoruz.
Hayal etmesine fırsat bırakmalı. Hayal gücü öğrenilen bilgilerin üzerine değil, bilgiler hayal gücünün üzerine inşaa edilir. Ast-üst ilişkisi çok önemlidir. Hayalin gücüne dair Picasso: "Rafael gibi resim yapmak dört yılımı, bir çocuk gibi resim yapmaksa bütün ömrümü aldı." demiştir. Binden fazla eserden sonra...
*nedir o katı şey
ki gücü,
gönlün dağdağasını durultacak?
**Zekanın asıl göstergesi, bilgi değil hayal gücüdür.
A. Einstein
Okula geç kalacağım için bir arkadaştan kısa süreliğine destek istemiştim. Beş dakika sonra ses kaydında "Öğretmenimizin beklemesine gerek yok, ben sınıf temsilcisiyim. Siz gelene kadar ben yerinizde oturacağım, kitap okuyacağız" diyordu Mustafa Yiğit. "Gittiğimde sınıfta herkes kitap okuyordu benim geldiğimi fark etmediler. Sonra Mustafa Yiğit yanıma gelerek bu cümleleri kurdu" dedi arkadaş.
Sınıf temsilcisi olarak katılacağım toplantıda takım elbise giymem gerekiyor mu öğretmenim? demişti ilk seçildiğinde. Zamanla, temsilcisin sınıf sana emanet liderlik becerilerini geliştirmelisin dediğimde gözleri ne yapacağını bilemez şekilde şaşkındı. Liderlikle ilgili ufak tüyolardan sonra inisiyatif alma konusunda tutuk davranış; zamanla kendine has çözüm yöntemlerini de beraberinde geliştirdi. Kimi zaman sınıfa geldiğimde espriler yaparak arkadaşlarını güldüren, kimi zaman söz verirken benim davranışlarımı taklit eden Mustafa'ya dönüştü. Ses kaydını gönderdikten sonra şaşırdığını söyleyen arkadaşa gururla biraz da muzip bir şekilde dönüp "Öğrenmeme şansı yoktu ki.." demiştim.
Onlarca denemenin ardından öğrenmeme şansı tabi ki yoktu :) Tarifte ısrarla yanlış yapılmadığı sürece kötü bir yemek yapma şansımız da yok. Cem Yılmaz'ın dediği gibi "Abime onu vermeyim" tadında ilerleyip yemeğin lezzetine dair kafamız karışmadığı sürece de önümüze gelen yemek; aşağı yukarı aynı lezzeti verecektir.
Algılar zorlanmadan açılmıyor. Dış dünyadan alınan/ algılanan bilgiler, işlenerek depolanıyor. İhtiyaç durumunda da geri çağırılıyor. Nerede ihtiyaç duyacağını da zihin kendisi belirliyor. Algılama süreci de çocuğun etrafındaki kişilerin algılaması kadar gelişiyor ne yazık ki. Yanından geçip giden bir kişinin ayakkabısının rengine dikkat eden, AVM'de bir yeri bulmak için haritayı kullanmayı öğrenen, buradan kapıya kadar kaç adımda giderim dendiğinde tahminde bulunan bir çocukla; bunların hiçbirine maruz kalmayan çocuğun algıları elbette aynı çalışmıyor.
Çocuklara bilginin oluşumunu anlatırken hep aynı örneği veririm. Elini arkadaşının eline yaklaştır ama değdirme arada mesafe olsun. Yeni bir bilgi öğrendiğimizde beynimizdeki hücreler böyle karşı karşıya gelir ve o bilgiyi ne kadar kullanırsak eller birbirine o kadar yaklaşır ve bir süre sonra unutmazsınız.
Sistem eleştirilerinin gölgesinde kalan bölge tam olarak burası. Farklı alanlardaki algısını, kavram bilgisini artıran, becerilerini geliştiren parça-bütün ilişkisini çözümleyebilen & dönüşümü hızlıca yapan zihin ile bunlarla uğraşmayan zihin arasındaki uçurum; yaş ilerledikçe muazzam bir boşluğa dönüşüyor. Hayatı okumayı öğrenme algaçları sonuna kadar açmalı beyin cimnastiğini sürekli yapmalı/yaptırmalıyız.
Pit-Stop'a girmeden sürekli aynı teker ve ayarlarla giden çocuk elbette farklı zemin ve hava şartlarında sürekli yarışarak tecrübe edinmiş diğer yaşıtlarından geri kalacaktır. Malzeme olarak birinci sınıf kalitede, Kemal Tekden'in deyişiyle "Yer üstü hazinelerini" yani geleceğimizi kuracak olanlar; etrafımızda gezip öğrenmeye aç bir şekilde 24 saat kayıt alıyorlar. Elimizdekilerin son sürümü bu şekilde ama güncellemeler sürekli devam etmeli.
*Kafa karışıklığı iyidir, kafanın çalıştığını gösterir.
Bilinen ilk insan iki yüz bin yıl önce var olduğu, elli bin yıl önceye kadar yaşadığı; sonrasında zamanın koşullarına uyum sağlayan bizim yapımıza en yakın olan insanın var olduğu, bulunan fosillerden harmanlanan bilgiler. Günümüzde de bir çok uyum sağlayamayan canlının yok olduğunu düşündüğümüzde türün gelişimi bir dönüşüm ve değişim halinde olduğu açık.
İnsan, en geç uyum sağlayan; uzun bir öğrenme süreci geçiren varlık. Kendi kendine geliştirdiği bilgi yığınının içinde kaybolan tek canlı. Güçlünün yaşadığı, güçsüzün yok olduğu seleksiyon süreci bilginin sahiplenilmesinde de aynı ilerliyor. Bilgiye sahip olan: olmayanı hızlı şekilde eliyor, elemek de zorunda kalıyor.
Tarım devrimi, sanayi devrimleri ve içinden geçtiğimiz teknoloji devrimi. Hızla, sindirilmeden ve yoğun bir şekilde ilerliyor. Algılamaya başladığımız her yenilik, algıladığımız anda eskimeye başlıyor. Okullar yenilikleri takip etmeye çalışsa da fazlasıyla hantal ve günü kurtarmaya yönelik bir refleksle ilerliyor.
Bireysel-çevresel-toplumsal olarak donanımlı hale gelmedikçe baş edilemeyecek büyük bir bilgi yığını. Ama "kadim" topraklarda bilgi, sadece eleme aracı. Bilgiyi kısa süreliğine aklında tutup bir yerde bırakabiliyorsan başarılı sayılıyorsun. Becerilerin gelişimine örtülü katkı sağlasa da önümüzde; kendisini kabilesine kanıtlamak için vahşi hayvan avlayan kültürden farkımız hallice.
Uğruna elemeye girilen meslek ve bölümlerin geleceği üzerine düşünülmüyor. Herkesin tek bir kapıdan geçmeye çalıştığı tuhaf bir dönüşüm süreci. Dönecek mi? Elbette dönmeyecek. Dönüyormuş yanılsamasına toplu bir şekilde inanmaya zorlayacağız zihnimizi.
*Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam.
Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum, der Kafka. Derinlemesine algı için abartıp; ilk taşı koyanı bulup onunla konuşmak gerekiyor maalesef. Bir örümceğin perspektifinden bakmak için küçülmek; siyah gözlere sahip olmak gerekiyor. Kafka, böcekleri düşünüp onların yerine geçmek için uzun bir gözlem sürecine girmiştir yüksek ihtimalle.
Kokuşmuşluk, kokudan ziyade hiss'iyatı anlatıyor. Kokutana kadar bekleyip, kokması için çabalayıp, en son koktuğunda trajik sevinç ve ardından kokuşmuşluğa erişmek?!
Hayata hazırlamak için eğitim, eğitime hazırlamak için hayat. İşlerin nasıl evrildiği üzerine kimse kafa yormuyor. Çoktan seçmeli zihin yapımızla, sadece sonucu görüp "bir dahakine daha iyi yapmalıyız" diye diye buralara kadar geldik. Ama daha iyi yapmaya gerek var mı, yok mu? ulaşmamız gereken ne idi, sakın ses çıkarma.
Ahkam kesmeye, arkaya yaslanarak konuşmaya gelince "mentör" olan meslek büyüklerimizin -"emekliliklerinin" vermiş olduğu huzurla(!)- evrile&devrile gelene kafa yormaya dahi çalışmayıp, bu cenderede istedikleri ve bekledikleri tek şeyin: kendilerine olan saygının devamını istemeleri acizliği.
Eskiler, ilim ve irfan ayrımı yapardı. Hayatı ilimle kavrayıp, irfanla yorumlama uzun bir yoldu. Ama artık ilmi niye öğrenip-öğrettiğimizi bile bilemeyen güruhumuz, bundan sonra ne olacak; üzerine kafa yormayan yılgın zihinlerimiz var.
*Çamura batmaktan korkmamalı, çamuru iyi anlamalı.
Düşünme Piramidi & Düşünme Okulu
“Dünyada taştan olmayan ve kimsenin senden alamayacağı şeyler vardır.”
der Andy Duffrey.
Ardından şu satırlar çağrışım yapar.
“Sahip olduğun her şey elinden alındığında, sende kalacak olan nedir?”
Eğitim, evrile & devrile ilerlerken ne beklediğimize ve nereye gittiğimize dair zihinlerimiz bir süredir çabalamakta. Sadece eğitime, değil geleceğimize dair de.
Tam bu noktada zihin; çalışma prensibi gereği temele başlangıç noktasına gitmek zorundadır. Algoritmanın kurulduğu ilk kısma.
Evet eğitim son tahlilde insanın; yaşadığı dünyaya ve aidiyet hissettiği çevreye uyum sağlamasını kolaylaştırma amacını gütmektedir. Bunu yaparken de zihnin gelişimini ele alır insanın dünyaya uyum sağlayacağı yetenek alanını keşfetmesine yardımcı olur.
Değişim son hızla devam ederken temelde hala aynı yerdeyiz ve beklentilerimiz hep bu çerçevede ilerlemelidir. İnsanın kendisini dünyasını keşf’ederken kullanacağı ve "elinden alınamayacak" tek bir mekanizma var aslında:
“DÜŞÜNME”
Düşünme Piramidi, düşünmeyi öğretmeyi hedef alan, dış dünyayı algılarken doğru bağlantıları kurma ve zekânın en temel tanımı olan “uyum sağlama kapasitesi”ni güçlendirmeye çalışan bir okuldur;
Doğru yerden bakıp,
doğru şeyi görüp,
doğru algılama ile
insanın iç konuşmasını
düzenlemeyi hedeflemektedir.