Sünnet ve Şiddet

Sünnet ve Ruhsal Travma

Dr. Freud‘a göre insanın her davranışının, kendi kişiliğinden kaynaklanan nedenleri vardır. Bireyin kişiliğin oluşması bebeklik,çocukluk,gençlik çağlarının toplamından oluşur. Deneyimler davranış modellerini bilinç dışı düzeyde dizayn eder. Nitekim ;Freud’a göre insanın doğuştan gelen iki temel dürtüsü vardır; saldırganlık ve cinselllik.

Nörolog Dr Sam Harris :

“Düşünceler ve niyetler, bizim farkında olmadığımız ve üzerinde bilinçli kontrolümüzün olmadığı arka plandaki sebeplerden kaynaklanır. Aslında hiç de sandığımız gibi özgür bir iradeye sahip değiliz.”

Psikoloji ve nörobilim davranışlarımıza yön verdiğini sandığımız bilinçli kararların bilincinde olmadığımız iç (beyinsel) ve dış (çevresel) sebepler tarafından belirlendiğini göstermiştir. Davranışlarımız, düşüncelerimiz, deneyimlerimiz kimyasal, elektriksel bir sinir sistemi ağı içinde ortaya çıkar. Nörobilim ile ilgili çalışmalar bize beyin kimyasında ortaya çıkan çok küçük değişikliklerin davranışta çok büyük değişimlerle sonuçlanabileceğini gösteriyor. Uzun yıllar suçluların beyin ve genetik yapısını inceleyen nörobilim uzmanları suç işleme eğilimini etkileyen üç faktör üzerinde duruyor; genler, beyin hasarı ve çevre koşulları. Düşünecek olursak bu üç faktörde aslında insanın seçimimiz değil.

Dr. Ronald Goldman (Ph.D. is a psychological researcher, Circumcision Resource Center):

“Şiddet, baskıyı, izolasyon, cinayet, tecavüz ve zorla evlilik içeren kadınlara karşı erkek ihlalleri yaygınlığı ülke tarafından sünnet oranlarını karşılaştırmak mümkündür. Kadınlar için kötü on ülke Afganistan, Irak, Nepal, Sudan, Guatemala, Mali, Pakistan, Suudi Arabistan, Somali ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti vardır. Bu ülkelerin sekizi % 80 aşan bir erkek sünnet oranına sahiptir. İki diğer ülkelerde % 20 ve % 80 arasında bir orana sahiptir. Sünnet oranları ve kadınlara karşı ihlalleri arasındaki ilişki düşük benlik saygısı, öfke, post-travmatik stres bozukluğu, anne-erkek çocuk ilişkisinde bozulması dahil, erkek sünnetinin uzun vadeli psikolojik etkileridir.”

Dr. Goldman , Sünnet: Gizli Travma (1997) kitabı ve Sünnetin Psikolojik Sonuçları (1999) adlı makalesi ile erkek sünnetinin psikolojik sonuçları üzerinde geniş çalışmalar yapmıştır. Çocukların sünnetle yaşadıkları acıyı, çaresiz oldukları ve kendilerini savunamadıkları için doktorların görmezden geldiğini iddia etmiştir. Anatomi çalışmaları, sinir hücrelerindeki kimyasal değişiklikler ve bebeklerin davranışları konusundaki çalışmalar, bebeklerin acıyı yetişkinlerden daha fazla hissettiklerini kanıtlamıştır. Amerikan Pediatri Akademisinden diğer araştırmacılar Goldman’ın çalışması ile fikirbirliğine vardılar. Bu araştırmacılar yaptıkları çalışmalarda sünnetli çocuğun annesine karşı tavrının değiştiğini, uyku düzeninin bozulduğunu, ve acı verici etkilere karşı aşırı şekilde tepki göstermeye başladığını tespit ettiler. Bazı anneler, çocuğun sünnet edildiği günün hayatlarındaki en kötü gün olduğunu belirtmişlerdir. Amerikan Psikoloji Derneği’nin tanımına göre travma “insanın günlük hayat tecrübelerini aşan olaylara” denir, örneğin fiziksel şiddet, işkence veya bireyin güvenliğini tehdit eden herhangi bir olay travma sayılabilir. Fiziki şiddet bir tarafta vücuda yönelik herhangi bir istismardır, işkence ise aşırı stres veya acıya yol açan davranıştır. Her iki durum da travmatiktir, saldırı veya yaralama, şiddet veya işkence amacıyla yapılmış olmasa bile. Yukarıdaki tanımlar, eylemin kendisinden ve eylemi yapan kimsenin amacından bağımsız olarak buna tepki veren insanın durumuyla ilgilidir. Bebek ne kadar küçük olursa, travmadan zarar görme ihtimali o kadar fazla olacaktır.

Dr. Ronald Goldman, Sünnet: Gizli Travma kitabında sünnetin yarattığı travmanın PTSD (post-travmatik stres bozukluğu) ile örtüştüğünü, kişide uzun vadeli öfke, utanç, kendine güvensizlik, mağduriyet hissi, korku, yas, ilişkilerde bozukluk, yakınlık kurmaktan kaçınma, duygularını ifade edememe gibi etkilere yol açabildiğini anlatmış.

Dr. Anna Freud (1952), çocuğun vücuduna uygulanan cerrahi müdahalelerin, çocuğun saldırıya uğrama, ve iğdiş edilme düşlemlerini aktive edebileceğini belirtmiştir. Yazara göre cerrahi girişimin anlamı, işlemin ciddiyetine değil, ortaya çıkardığı düşlemlerin tipine ve derinliğine bağlıdır. Örneğin çocuğun düşlemlerinde anneye yönelik saldırganlık varsa, işlem çocuk tarafından, annenin çocuğun vücuduna yönelik misilleme amaçlı saldırısı olarak algılanabilir. İşlem, çocuğun pasif bir cinsel eş rolünde olduğu, ebeveynlerin ilişkisini temsil eden sadistik bir anlayışı temsil edebilir. Ayrıca işlem oidipal haset, mastürbasyon eylemi, penis haseti ve teşhircilik arzuları için ceza olarak algılanabilir. Dr. Anna Freud’a göre cerrahi işlem penis üzerinde uygulanırsa, cinsel gelişimin hangi evresinde olursa olsun, çocuğun iğdiş edilme endişeleri canlanır. Cerrahi işlem bastırılmış düşlemlerin gerçekleşmesini sağlar ve bunun sonucunda bunlarla bağlantılı olan kaygının katlanmasına yol açar. Artan kaygı çocuğun benliğinin yüzleşmek zorunda olduğu içsel bir tehdit oluşturur. Savunma mekanizmalarının kaygı ile başa çıkmak için yeterli olduğu durumlarda çocuk işleme nörotik patlamalarla cevap verir. Benliğin kaygı ile başa çıkmakta yetersiz kaldığı durumlarda ise işlem çocuk için travmatik hale gelir (Freud 1952)

Sünnetin çocuk ruhsallığı üzerinde travmatik etkileri olduğunu savunan çok sayıda yayın bulunmaktadır. Brezilyalı bir psikanalist olan Dr. Tractenberg (1999) bebekte sünnetten sonra meme emmesini ve anne ile bebek arasındaki duygusal bağı engelleyen ciddi depresyon ve asfiksi gözlemlendiğini, doktorların sünnetin acısız olduğunu belirtmelerine rağmen, bu travmanın yenidoğanın beyninde kalıcı olduğunu ve bu hatıranın yaşamın ileriki dönemlerinde iğdiş edilme kaygısı ile ilişkili hale geldiğini, sünnetin erkeklerin büyük bir bölümünde cinsel güçte azalmaya yol açtığını, sünnetin ileride psikopatik ve şiddet içerikli ya da aşırı mazoşistik davranışların ortaya çıkmasına yol açabileceğin söyler.Denniston, Tractenberg ile uyumlu olarak, sünnetin anne ve çocuk arasındaki bağlanmayı bozduğunu belirtmiştir. Bunun sadece anne sütü alımında bozulma ile ilgili olmadığı,sünnetin çocuğun annesine karşı güven duygusunu zedelediğini ve bunun uzantısı olarak bireyde bütün kadınlara karşı bir güvensizlik geliştiğini belirtmişti

Yetişkinlerin sünnet ile ilgili olarak sıklıkla ailelerine karşı öfke, kandırılmışlık hissi, acı, üzüntü, aşağılık hissi ve utanç hissettiklerini bildiren bazı çalışmalar vardır (Bensley ve Boyle 2000, Bigelow 1995, Goldman 1997). Bebeklik döneminde ya da çocukluklarında onayları olmadan sünnet edilen bazı erişkinler duygularını şiddet, işkence, kötü muamele ve cinsel saldırı kelimeleri ile tarif etmişlerdir (Boyle ve ark. 2002,Hammond 1997, Hammond 1999).

Dr. Menage (1999), travma sonrası stres bozukluğunun(TSSB), kadın doğum ameliyatları ve sünnet gibi genital işlemlerden sonra görülebileceğini belirtmiştir. Yazar, yeni doğan dönemi ile 7 yaş arasında sünnet olan 21 ile 62 yaş arası 8 erkek üzerinde yaptığı araştırmada, deneklerin 6’sının TSSB kriterlerini karşıladığını bildirmiştir. TSSB kriterlerini karşılayan katılımcıların ikisinin travmatik başka bir deneyimi bulunmaktadır (arkadaşın kazada ölmesi ve intihara tanık olma). Menage, sünnetin, işlemi uygulayan kimse ile birey arasında bir güç dengesizliği içerdiğini, saldırgan ve cinsel elemanları bulunduğunu ve çocuğun cinsel bütünlüğünü cinsel organın kesilmesi ile tehdit ettiğini bildirmiştir (1999).

Ashley Montagu de “Sakatlanan İnsanlık (1991) adlı makalesinde her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi ile ortaya çıktığını iddia eder. Günümüzde sünnetin devam etmesini, eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlar.

Elizabeth Janeway, Zayıfın Gücü başlıklı çalışmasında şöyle yazar: “Ataerkil sosyal sistemin iki temeli vardır: Birisi cinsiyet üzerine kuruludur, diğeri de yaş. Cinsiyet söz konusu olunca eziyet çeken kadındır, yaş söz konusu olunca da çocuklar. Dolayısıyla kadın ve çocuklar bir grup içine toplanmışlardır, yani zayıf ve düşük konumdadırlar. Kadınlar hangi yaş grubundan olurlarsa olsunlar erkeklerden daha aşağıdadırlar, çocuklar da hangi cinsten olurlarsa olsunlar yetişkinlerden daha aşağıdadırlar.”

Nörofizyolog James Prescott‘a göre erken yaşlarda, özellikle bebeklerde yapılan sünnet, bireyin gelişen beyin yapısında cinsel zevk duygusunun acı ile birlikte kodlanmasına neden olur, ve bu şekilde cinsel olarak sağlıklı gelişmesini, ve ileri yaşlarda cinsel zevki ve cinselliğin manevi boyutunu gerektiği şekilde yaşamasını güçleştirir. Ataerkil toplum, bireylerin cinselliğini bu şekilde kontrol eder.

Beyin Gelişmesi ve Davranış Üzerindeki Erken Duyumsal Etkiler

Duyumsal uyarımın ve bunun eksikliğinin gelişen beyin üzerindeki, ve sosyal,duygusal, psikolojik ve zihinsel gelişim üzerindeki etkisini gösteren bir yığın bilimsel veri bulunmaktadır. Gelişimsel nörofizyolojik bilimlerin bakış açısına göre yenidoğanlar, çocuklar ve ergenlerin geleneksel cinsel kesmeler ile yaşadıkları olağandışı acının, beyinleri ve sonraki davranışları üzerinde çok derin etkiler bıraktığı kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır. Bu yazarın inancı, jenital kesmeler ile tecrübe edilen olağandışı acı ve travmanın, cinsel zevkin duyulması ve cinsel aşkın ifade edilmesi için tasarlanmış olan organ ve beyin sistemi üzerinde kalıcı etkiler bıraktığıdır. Bu tür bir jenital acının, bu bireylerin aşk ilişkilerinde acıyı zevkten ayırma ve samimi cinsel ilişkiler kurma yeteneğinde uzun süreli gelişimsel etkileri olduğu sanılmaktadır.

Cinsel zevk ve cinsel aşkın ifadesi için tasarlanmış beyin sisteminin daha başlangıçta korkunç derecede büyük bir acı ile şartlandırılmasının psikobiyolojik sonuçlarının olmaması düşünülemez. Bu tür bireylerde, daha sonraki bütün cinsel zevk deneyimleri, artık bilinçaltı-bilinçdışına gömülmüş bir cinsel acı zemininde yaşanmak zorundadır.

Bu nörofizyolojistin kanaati, erken zamanda yaşanan bu tür jenital acı deneyimlerinin, beyindeki sado-mazoşist davranışların şartlandırmasına katkı sağladığıdır. Zevk için tasarlanmış beyin sistemi daha en başından, sonraki zevk deneyimlerini belirleyici ve sınırlayıcı şekilde acı ile şekillendirilmektedir. Erken zamandaki bu jenital acı deneyimine, daha sonraları anne-çocuk ilişkisinin fiziksel sevecenliğinin ve ergen cinsel ilişkisinin yokluğu da eklenince, yıkıcı saldırgan davranışlar kaçınılmaz sonuçlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Haziran 1999 yılında BJU International dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, sünnetli insanlarda, sünnetsiz insanlara göre:

– Yaralı gibi hissetme oranlarının %60 daha fazla,

– Kendine güvensizlik ve aşağılık kompleksinin %50 daha fazla,

– Genital güvensizliğin %55 daha fazla,

– Öfkenin %52 daha fazla,

– Depresyonun %59 daha fazla,

– Saldırganlığın %46 daha fazla,

– Aileye ihanetin %30 daha fazla,

olduğu görülmüştür. Çünkü olay sadece bir deri parçasının alınması değildir. Hayvanların tamamı hayatta kalmaya ve üremeye odaklanmıştır ve bütün sistemleri bu ikiliyi gerçekleştirmeye yönelik olarak evrimleşmiştir. İnsanda da kültürel evrim buna paralel olarak gelişmiştir. Bu evrimsel süreç içerisindeki her yapay müdahale, olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Sünnet, bunların başında gelen unsurlardan biridir

Özellikle,

– Avusturalasyalı (Avusturalya ve Asyalı) Kraliyet Fizisyenleri Koleji,

– Kanada Pediyatri Cemiyeti,

– Hollanda Kraliyet Tıp Birliği,

– İngiliz Tıp Birliği,

– Amerikan Pediyatri Akademisi,

– Amerikan Tıp Birliği,

– Amerikan Aile Fizisyenleri Akademisi,

– Amerikan Üroloji Birliği,

gibi kurumlar sünnet konusunda çok kapsamlı literatür incelemeleri ve pratik araştırmalar yapmışlardır.

Sünnet geleneğinin egemen olduğu toplumlarda tecavüz suçunun fazla yaşanması

Tecavüz bir şiddet suçudur bir cinsel aktivite değildir. Çalışmalar birçok tecavüzcü erkeğin (%58) erken boşalma veya cinsel iktidarsızlık gibi cinsel işlevsizlikten muzdarip olduğunu göstermiştir. Tecavüzcüler zayıf karakterli ve şiddet eğilimi olan kişilerdir. Fakat ortalama insanlar gibi görünür ve yaşarlar.

Bu noktada ise çocukluk çağında karşılaşılan olumlu veya olumsuz koşulların çok büyük önemi var. Sevgisiz ve şiddet dolu bir ortamda büyüyen çocukların ileride şiddete eğilimi artıyor. Bu ortam genellikle sevgiden yoksun, cinsel şiddete (sünnet) uğramış bir aile ortamıdır.

Burada şiddet uygulanarak akıtılan kan üzerinden bireyin kişiliği yok edilir. Bu şiddet edimi çocuğun cinsel gelişimi döneminde yapıldığından, çocuktaki iğdiş olma korkusuyla çocuğu tamamen pasifleştirir, dolayısıyla büyüdüğünde, o topluma karşı ne kolay kolay eleştirel bakabilir ne de şüpheyle yaklaşabilir.Sünnet kültürünün egemen olduğu toplumlar sünnet üzerinden yaşadıkları psikolojik travmanın sonucu olarak medeni bir toplumda insanlık haklarına ters düşen tecavüz edimini normal görebilecek kadar nevrotik bir yapıya sahiptirler. Toplumsal travmaya neden olan sünnet, tecavüzün toplumsal meşruluğunu sağlayabilen bir olgudur. Bu durumda tecavüz de normal karşılanır, sünnet de ve her türden çocuk istismarı da. Ortadoğu toplumlarında yaşanan kültürel sorunların kökeninde sünnet travması vardır.

Ortadoğu toplumu her yanıyla bir gelenek toplumudur ve bu toplumda sadece sünnet değil, çocuk yaşlarda kızların yaşlı erkeklerle çeşitli ritüeller eşliğinde evlendirilmeleri de sünnet kadar normal karşılanmaktadır. Bilindiği gibi her edim ritüeller yardımıyla toplumsal meşruluğunu sağlar. On iki yaşındaki bir kızın elli yaşındaki bir adamla evlendirilmesini onaylayan bir halk, bunun tecavüz olduğunu düşünemez.

Dr. Ronald Goldman, insanların kendi sünnetleri ile ilgili duygularını neden ifade etmediklerine dair de bazı açıklamalar getirmiştir. Yaşadıkları acıyı hatırlamak istemediklerini, veya uygulamanın sözde sağlık yararlarına inanarak sessiz kalmayı tercih ettiklerini düşünmüştür. Dolayısıyla, hissetmek istemedikleri bu aşağılamayı veya acıyı bir savunma mekanizması ile bastırırlar. Bir diğer sebep, ECOS’nin çocuk konuşmayı öğrenmeden çok küçük bir yaşta yapılıyor olmasıdır. Bu nedenle erkekler acı verici sünnet hatıralarını kelimelerle ifade edemezler, ancak diğerlerine karşı duyarsızlık ve açıklanamaz öfke gibi davranışlarda belli ederler.

%99.8 ile Dünya’nın en yüksek sünnet oranına sahip olan Türkiye çocuk p*rnsu ve çocuk cinsel istismarında Dünya birincisi.

Manchester’da cinsel istismara maruz kalmış insanlar tarafından kurulan yardımlaşma derneğinden Duncan Craig, pedofilinin nedenleri konusunda uzun zamandır hakim olan teoriyi ‘Vampir Sendromu’ olarak adlandırıyor. Craig teoriyi şu sözlerle açıklıyor: ”Eğer bir vampir tarafından ısırılırsan, vampir olursun. Eğer cinsel istismara maruz kaldıysan, sen de gelecekte istismarcı olursun.”

Uzmanlar çocuk istismarcılarının çocukluk dönemlerinde psikolojik sorunlara yol açan olumsuz ve acı verici tecrübeler yaşadıklarını düşünmektedirler. Bu tecrübeler bu kişileri çevrelerine karşı duyarsızlaştırır ve empati yoksunu kişiler haline getirir.

Çocuk istismarı çocuğa genellikle en yakını olan kişiler tarafından uygulanıyor olması nedeniyle çocuk üzerinde hayatının ilerleyen yıllarını dahi etkileyecek kalıcı travma etkisi yapmaktadır. Her türlü istismar çocukların fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini olumsuz yönde etkiler. Özellikle çocukluk döneminde maruz kalınan her türlü şiddet, istismar ve ihmal çocukta derin izler bırakır, kişinin ileriki yaşlardaki yaşamını olumsuz olarak etkiler ve kişinin akıl ve ruh sağlığını bozar. Araştırmalar, şiddetin öğrenilen bir davranış olduğunu ve erken yaşlarda öğrenildiğini göstermektedir.

Psikolojik olarak şiddete uğrayan çocukların korku dolu, endişeli, mutsuz ve stres dolu bir yaşam sürme ihtimalinin diğerlerinden daha fazla olduğu gözlenmektedir. Duygusal yönden hırpalanmış çocukların okuldaki akademik başarılarının normal gelişimini tamamlayan çocuklarınkinden çok daha düşük olduğu tespit edilmiştir.

Çocuklara karşı işlenen istismar suçunun meydana gelmesinin pek çok çeşitli nedeni vardır. İstismar, çocukların küçük yaşlarda yaşadıkları ve maruz kaldıkları tüm kötü muameleler çocukta travma etkisi yapar ve ileriki yaşlarda duygusal ve davranışsal bozukluklara neden olur. Çocuk istismarı bir çeşit şiddet döngüsü halini almıştır. Çocuklarını istismar edenler aynı zamanda kendileri çocukluklarında istismara uğramış kişilerdir.

Harvard Tıp Fakültesi’nden Dr. Anand ve Dr. Hickey, yenidoğan sünnetlerini izledikten sonra Acı, İnsan fetusu ve Yenidoğanda Etkileri başlığı altında şunu yazmışlardır: Yenidoğanlarda acıya karşı gösterilen tepkiler yapılan çok sayıda çalışma ile kanıtlanmış olup, bunların hormonal, metabolik ve kalp-solunum sistemindeki etkileri gösterilmiş ve bu etkilerin yetişkinlerindeki benzerlerinden çok daha şiddetli olduğu anlaşılmıştır. Yenidoğanlardaki diğer tepkiler, acıya karşı duygusal ve davranışsal tepkilerin bütün olduğunu ve bunların daha sonraki davranış kalıplarını da etkileyecek şekilde hafızada çok uzun süreler korunduğunu göstermektedir.

Artık bebeklerin değişen beyin dalgalarından ve fizyolojik fonksiyonların değişiminden onların ne kadar acı çektiklerini biliyoruz. Sünneti takip eden günlerde acının devam ettiği, anne-çocuk bağının zedelendiği, beslenme bozukluklarının baş gösterdiği de biliniyor. Çocuk derin bir travma yaşıyor. Bilinç altına itilen bu travmanın etkisi yetişkin döneminde de sürüyor; yetişkin erkek bunun sünnetle olan bağlantısının farkında olmasa bile. Yapılan bir çok çalışmanın yanı sıra Minnesota Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ile Pediatri Bölümü’nden Dr. Howard Stang ve ekibinin yaptığı araştırma, sünnetin bebeklik döneminde yapılan en acı veren ameliyat olduğunu gösteriyor. Bebeğin kalp atışlarında dakikada 55 artış görülüyor. Sünnet sonrasında kortizol, öncesine göre üç-dört misli artıyor. Araştırmacılar, bu derece yüksek acının yetişkinlerde dayanılmaz olduğunu söylüyor. Bebek, acıdan feryat ediyor, titriyor, bazılarının nefesi kesildiği için oksijensizlikten renkleri maviye dönüşüyor.